Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

    İslam inkılâbından önce de var olan Velayet-i Fakih kavramı, İslam inkılâbından sonra Müslümanlar tarafından teferruatlı olarak konuşulmaya ve yazılmaya başlandı. Kimileri konu hakkında ifrata gitti kimileri ise tefrit etti. Kimileri de konuya olması gereken şekliyle yaklaştı. Ancak bu güne kadar konu hakkında yazanlar, görüş ortaya koyanlar "velayet-i fakih" makamında olan İmam Ali Hameney'in kişiliği, şahsiyeti hakkında ülkemiz kamuoyuna yeterli kadar bilgi aktarmadılar.
    Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Velayet-i Fakih makamının meşruluğunu hem akli deliller ve hem de nakli deliller ispat etmektedir. Bu makalede velayet-i fakih kavramının akli ve nakli delilleri konusuna ve yine konu hakkında ifrat veya tefrit edenlerin görüşlerine değil de genelde ülkemizdeki Müslümanlar tarafından veliyyi emr-i müslimin Seyyid Ali Hameney'inin bilinmeyen yönlerini sizlerle paylaşacağım için kısaca velayeti fakih konusunun bir çok delilinden sadece bir-iki tanesine işaret edecek ve daha sonra asıl konuya yoğunlaşacağım.
    Hace Nasuruddin-i Tusi bu konuda şöyle diyor; “İmamet Allah’ın lütfüdür, hedefin ve amacın gerçekleşmesi için Allah’ın imam tayin etmesi gerekir. Elbette imamet makamı ya nas yoluyla ya da sıfat yoluyla tayin edilir. Hz. Peygamberden sonra imamet makamında olan Ehlibeyt İmamları nas yoluyla tayin olmuşlardır. Ancak gaybet döneminde ümmete rehberlik edecek fakih sıfat yoluyla belirtilmiştir. Dolayısıyla “lütuf kaidesi” İmam Mehdi (af) in gaybeti ile son bulmaz, aksine gaybet döneminde de “lütuf kaidesi” işlevliğini devam ettirir.
    Velayet-i Fakih kavramı hakkında Ehlibeyt imamlarından nakledilen rivayetler bu konunun meşru olduğunun delillerindendir. Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Bu işte (hükümet işinde) insanların en haklısı; bu işte en güçlü olan ve Allah'ın emirlerini bu konuda en iyi bilendir.” (Nehcül Belağa, hutbe, 173) Hz. İmam Ali (a.s) aynı hutbenin devamında şöyle buyuruyor; “Bu bayrağı ancak sabır ve basiret ehli, hak konularında bilgi sahibi olan kişiler taşıyabilir.” Ümmetin rehberlik sancağı basiret ehli olup hakkı batıldan ayırt eden, hakkı ikame etme kapasitesine ve imkânına sahip olan birisinin elinde olmalıdır. Bu da fakihlikten başka bir yol ile sağlanmaz. İmam Ali (a.s) Şıkşıkiyye hutbesinde şöyle buyuruyor: "Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına mani olması hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim. Hilafetin sonunu ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koş­madığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.)” Bu cümlede temel bir esasa ve hakikate işaret olunmuştur; şöyle ki, Allah-u Teâlâ âlimlerden zalimlerin zulmüne ve mazlumların hukuklarına yapılan hukuksuzluklara karşı sessiz kalmamalarına dair söz almış, imkân bulduklarında ve şartlar hâsıl olduğunda hareket ederek adaletin icra olunmasını ellerine geçirerek ümmetin rehberliğini sahih ve doğru zeminlerde ellerine geçirmelerini murad etmiştir. Binaenaleyh dinin zaruri hükmü gereğince, hak esaslarına göre hâkimiyet hakkı, makamları yüce olan fakihlerin hakkıdır.
    Nakli delillerin dışında velayeti fakih konusunu akli delillerle de ispat etmek mümkündür. Şöyle ki, Akıl sahiplerine göre bir şey matlup ise ve beğeniliyorsa ve bir takım nedenlerden dolayı matlup olana ulaşmak çok zor veya gayri mümkün ise, matlup olan ve beğenilen o şey büsbütün olarak terk edilmez. Aksine matlup olan ve beğenilenin bir kademe aşağısında olana bakılır ve onun üzerinde yoğunlaşılır. Akli kurallar çerçevesinde buna “ehem-mühim” kavramı denir. Yani akıl kuralına göre bir birey veya toplum ehemme (çok mühim olan) ulaşma imkanı bulamıyorsa mühim olanı da tek etmemeli aksine mühim olanı sağlamaya çalışmalı ve mühim olanı yapmalıdır. Başka bir tabire göre akıl sahipleri bu durumda ehemden (çok mühim olan) vazgeçerler mühim olana yoğunlaşırlar. Akıl sahipleri bu sıralamayı mühim konuların içinde de takip ederler. Yani herhangi bir konuda mühim konunun en tepe noktasına ulaşma imkanı bulamadıkları zaman onun bir alt kademesine yoğunlaşırlar. Bu akli kavrama tedrici tenezzül (şartlardan dolayı bir aşağı basamağa inme) adı verilir. Bu kavramı İslam dini de kabul etmekte ve onaylamaktadır. Fıkıh konularının birçoğunda bu kural icra edilmektedir. Örneğin: Namaz kılmak isteyen bir insanın kılacağı en ideal namaz, bu namazı ayakta kılmasıdır. Hastalığından dolayı ayakta namaz kılamayan bir insanın namazını terk etmesi mi gerekir? Bütün fakihler bu noktada şöyle diyorlar; Namazından ayakta kılabildiğini ayakta kılamadığı bölümleri ise oturarak veya ayakta durmağa hiç imkânı yoksa namazının tamamını oturarak kılmalıdır. İnsan namazda ikinci aşamaya da imkân bulamıyorsa üçüncü aşamaya göre yatarak namazını kılmalıdır. Veya insan bir bahçenin gelirini belirli bir caminin odun kömür yakacağında kullanılması için vakfetmişse ve camide doğal gazla ısıtılıyorsa, camide odun kömür kullanılmadığı için bu vakıf geçersiz kabul edilmez aksine vakfeden şahısın vakıf alanına en yakın olan doğal gaz da masraf edilir. Buna ilmi fıkıh da tedrici tenezzül (iniş) adı verilir.
    İslam nizamının inancına göre, hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’a aittir. Allah-u Teâlâ insanların toplumsal idareciliğini yapsınlar diye idarecilik makamına peygamberlerini ve masum imamları naspetmiştir. İdarecilik makamına Allah tarafından naspedilen masum toplumsal konulara hâkim olma imkânı bulamadığı zaman ne yapmak gerekir? Acaba böyle bir durumda hükümeti tamamen bırakmak mı gerekir? İslam dinine göre bu düşünce kabul edilir bir düşünce değildir. Zira her camia için hükümet gereklidir. Bu bağlamda Velayet-i Fakihi tedrici tenezzül (iniş) kaidesine göre zaruridir. Şartlara haiz olan fakih rütbe olarak masum imamın arkasında ve sonrasındadır.
    Elbette masum imam ile şartlara haiz olan fakih arasında birçok farklılıklar vardır. Ancak masum imama, insanlara zahiri hükümet konusunda en yakın ve en fazla benzeyen şartlara haiz olan fakih olduğundan, hükümet hakkı fakihe geçer. Hâkimiyet noktasında en tepe noktada ve esasta bu hak Allah’a aittir. Allah bu hakkı Peygamberlere, sonrasında masum İmamlara vermiştir. Acaba bu aşamadan sonra hâkimiyetin üçüncü aşaması yok mudur? Şia inancına göre masum imamın gaybeti döneminde Velayet-i Fakih hâkimiyetin üçüncü aşamasını teşkil etmektedir. Çünkü şartlara haiz olan fakih masum imama en yakın olandır. Dolayısıyla hükümet noktasında velayeti fakih derece olarak masum İmamın bir basamak altında bulunur. İslam ümmeti bu imkânı buldukları zaman, bu imkâna sarılmalı ve fakihin denetimi ve kontrolünde fıkıhın hükümetinin icra olunmasında katkı sunmalıdırlar.
    Şimdi biz asıl yazmak istediğimiz konuya geçelim; Seyid Ali Hameney'i savaş meydanlarının fedakâr ve şüca bir askeri, mihrapta örnek ve eğitici bir muallim, cuma namazlarında, kürsülerde beliğ ve fasih bir hatip, İslam âlemi ve bütün müslümanların hidayet doğrultusunda izzet ve onurla yaşamaları için rehberlik makamında binlerce sıkıntıya sabreden, göğüs geren feraseti, basireti çok derin olan ender bir şahsiyettir.
    Seyid Ali Hameneyi'nin ibadet boyutunun ders alınması gereken birçok yönleri vardır. Namaz ibadetinden sonra "tesbihat-ı Hz.Fatıma" zikrini çok yavaş ve tane tane zikreder ve kalkmadan önce teberrük etmek için Kerbela türbetinden yapılan mühüre elini sürer ve birkaç defa elini yüzüne çeker.
    Dua ibadetine çok önem verir ve yapmış olduğu konuşmalarında dinleyicilere "Sahifeyi Seccadiye"yi tavsiye eder, onun Al-i Muhammed'in Zeburu, ders kitabı, ahlak dersi, nefs ilminde insanı bilgilendiren, sosyal konuları içeren bir cevher olduğunu daima vurgular.
    Seyyid Ali Hameneyi gece gündüz, bir günde sadece dört saat uyur, günün diğer saatlerini ibadet ve ilim ile ve rehberlik makamının sorumlulukları doğrultusunda ümmetin işleri ve sorunları ile geçirmektedir. Mukaddes Kum şehrine gittikleri zaman çok yoğun işleri olmasına rağmen muhakkak "Mescid-i Camkerana" gider ve genelde sabah namazına kadar orada ibadete koyulur. Tahranda olduğu zamanlarda ise her akşam sabah ezanından önce uyanır güneş doğana kadar ibadet eder.
    Seyyid Ali Hameneyi helal, haram, mekruh ve sünnet kavramlarına çok dikkat eden bir şahsiyettir. Doktor Velayeti şöyle anlatıyor: Seyyid Ali Hameneyi'nin cumhurbaşkanlığı döneminde Zimbabwe cumhurbaşkanı İran cumhurbaşkanını akşam yemeğine davet ettiler. Zimbabwe cumhurbaşkanı yemek masasına alkol bırakılması talimatını verdiler. Bu haber Seyyid Ali Hameneyi'ye verildiğinde şu haberi gönderdiler: Yemek masasında alkol olursa bizler bu davete katılmayacağız. Alkolü kaldırırsanız bizler davete icabet ederiz. Onlar şöyle dediler: Biz alkolü sizler için bırakmadık, İranlı olmayan misafirlerimiz için bıraktık. Dolayısıyla sizlere alkol sunmayacağız ancak İranlı olmayan misafirlerimize kendi kültürümüze göre alkol sunacağız. Seyyid Ali Hameneyi onlara şöyle buyurdular; Bizler alkol olan bir safrada haram olduğundan dolayı oturmayız. Netice olarak Zimbabwe cumhurbaşkanı sofradan alkolü kaldırtmadı ve Seyyid Ali Hameneyi'de bu davete icabet etmedi. Bu haber o gün dünya basınına yansıdığı zaman Seyyid Ali Hameneyi'nin şahsında İslam ve Müslümanların izzetli duruşu konuşulur oldu.
    Aziz kardeşlerim! Dünya bir okyanusa, zaman ise bir gemiye benzer. Asrımızın Ebuzeri, Malik Eşteri olan Seyyid Ali Hameneyi'in kaptanı olduğu geminin yolcuları, emin, emniyet, güven ve rahat içerisinde olurlar…
    Selam ve Dua ile
    Not: Bu makale seri olarak birkaç bölüm devam edecek.
    Mehdi AKSU

    #2
    Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

    Aziz kardeşlerim! Dünya bir okyanusa, zaman ise bir gemiye benzer. Asrımızın Ebuzeri, Malik Eşteri olan Seyyid Ali Hameneyi'in kaptanı olduğu geminin yolcuları, emin, emniyet, güven ve rahat içerisinde olurlar…
    Evet çok güzel bir tanımlama. Nesli nebi olması sebebiyle biz İmam Ali Hamanei zamanının Ebuzer'inden, Malik Eşter' inden ziyade, zamanın İmam Alisine daha çok benzetiyoruz.
    Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
    Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

    Yorum


      #3
      Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

      bu sizin imamet inancına ve imamın özelliklerine vakıf olmadığınızı gösteriyor. İmam Hamenei bile sizin, onu İmam Ali a.s.'a benzetmenizi şiddetle meneder... isterseniz kendine sormadan konuşmayın...

      Yorum


        #4
        Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

        Biz zaten hiç bir zaman imamet inancına, felsefesine vakıf olduğumuzu söylemedik. Bu zaten imkansız. Herkes nasibi miktarınca nasiplenir. Yalnız sizin de vakıf olmadığınızı çok iyi biliyoruz. O zaman aramızda bir fark kalmıyor.

        Yine yanılıyorsunuz. İmam Ali Hamanei Ebuzer veya Malik Eşter den çok İmam Aliye benzemektedir. Benzeyen aynısı demek değildir. İsterseniz benzeyen yönlerine bakalım.

        1. İmam Ali devlet başkanıdır, İmam Hamaneide devlet başkanıdır.
        2. İmam Ali de İmam Ali Hamanei de aynı nesildendir.
        3. İmam Ali Rasulullahtan sonra gelmektedir. İmam Ali Hamanei de İmam Humeyniden sonra rehberiyete gelmiştir.
        4. İmam Ali de dirayetli bir rehberiyetle İslamı yok olmaktan korumuş, İmam Ali Hamanei de yine dirayetli rehberliği ile, küfr, zulm ve emperyalizm okyanusunda islamı korumaktadır.
        Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
        Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

        Yorum


          #5
          Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

          dediklerinin tamamına katılıyorum...

          Yorum


            #6
            Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

            Velayet-i Fakih Sistemine Yöneltilen Sorular ve Cevapları (2)[/color]
            “Velayet-i Fakih-i Mutlaka” konusunda hangi Kur’an ayetlerine dayanarak bu konuyu ispatlayabiliriz? / Velayeti fakihin felsefesi nedir? / İmam Humeyni (r.a) “velayet-i mutlaka-i fakihe” (fakihin mutlak velayeti) inanıyor muydu ve pratikte bu teorik görüşten faydalanmış mıdır? / Fakihlere göre velayeti fakihin ihtiyar ve yetkileri / İmam Humeyni (r.a)’nin sözlerinde velayet-i mutlaka-i fakih / İmam Humeyni (r.a) kendi hükümet geçmişinde bu velayetten ameli olarak faydalanmış mıdır?

            Velayet-i Fakih Sistemine Yöneltilen Sorular ve Cevapları (2)

            Soru: “Velayet-i Fakih-i Mutlaka” konusunda hangi Kur’an ayetlerine dayanarak bu konuyu ispatlayabiliriz?

            Cevap: Bazen sadece konunun İslami olmasından ötürü Kur’an’ı Kerim’den delil getirerek hiçbir sorun olmaksızın tamamen anlaşılır, derin araştırmaya ihtiyaç duymaksızın ve içtihada dayalı bir düşünce sergilemeksizin o meselenin söz konusu edilebilineceği zannediliyor, hâlbuki öyle değildir şöyle ki:

            1- İslam’da akıl ve sünnetin her ikisi de muteber senettir ve İslami öğretileri bu ikisine dayanarak ve hatta üç kaynağa dayanarak (Kur’an, sünnet ve akıl) tanıyabiliriz.
            2- Kur’an’da bir meselenin ortaya konulmasının çeşitli yönleri vardır ve birçok konularda araştırma yöntemine aşina olmadan ve dini anlamadan Kur’an’dan bir meselenin çıkarım ve elde edilişi mümkün değildir.

            Böyle olmasına karşın Kur’an yoluyla velayeti fakihin ispat edilmesinin en sade yöntemi masumlardan sonra yalnızca velayeti fakihi doğrulayan Kur’an’da hâkim ve idarecinin şartlarıdır.


            TOPLUM HÂKİMİNİN ŞARTLARI1. İslam ve iman; Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
            “Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” [1]“Mü’minler, mü’minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır.”[2]
            2. Adalet (Zulmün karşısında); Allah-u Teâlâ zalimlerin hükümet ve velayetini kabul etmiyor o halde hâkim ve velinin adil olması gerekir:
            “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” [3]

            Bu ayette geçen meyletmek (Rukun) kelimesi rivayetlerde “sevmek ve itaat etmek” olarak tefsir edilmiştir.[4]

            Aynı şekilde Allah-u Teâlâ imametin şartlarını Hz. İbrahim (a.s)’e şöyle buyurmuştur:

            “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz.”[5]
            3. Fekahet (Fakihlik); İslam hâkiminin hükümleri uygulayabilmesi için İslam hükümlerini bilmesi gerekir. Peygamber Ekrem (s.a.a) ve Masum İmam (a.s) zamanında bu ilim, Allah tarafından onlara verilmiştir ve Masum İmam’ın (a.s) gaybet zamanında, halk içinde hükümleri en iyi bilen kimseler âlimlerdir.

            Kur’an’ı Kerim ilmin şartları konusunda şöyle buyurmaktadır: “Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?”[6]

            Fakih yıllar yılı telaş ederek ele geçirdiği uzmanlıkla İslam hükümlerini Kur’an’dan, sünnetten, akıldan ve icmadan elde edebilir ama fakih olmayan bu uzmanlığa sahip değildir ve İslam hükümlerini fakihten öğrenmesi gerekir.

            Eleştiri: Fakih olmayan kimse İslam hükümlerini fetva şeklinde fakihten alabilir ve hâkimlik (idarecilik) yapabilir o halde hâkimin fakih olmasına gerek yoktur.
            Cevap: Öncelikle: Hükümet için gerekli olan bilgiler fetvaya mahsus bilgiler olmadığı için fakih olmayanın fakihi taklit etmesi gerekir denilemez zira birçok konularda fakih, hükümlerin çakıştığı yerlerde hangisinin tercih edilmesi gerektiği bilmeli veya maslahat içeren konuları teşhis ederek hükümete dair hüküm verebilmelidir. Her ne kadar uzmanlık isteyen bir mesele fakihin alanına girse de “Hükümete dair hüküm vermek” fetva ve taklit dairesinin dışındadır.

            İkincisi. Fakih olmayan, tüm konularda fakihi taklit etmeyi kendisine gerekli görür mü? Yoksa sadece kendisinin teşhis ettiği konularda mı fakihe itaat eder? İkinci surette ilahi hükümlerin uygulanması ve hükümetin dini olmasının hiçbir güvencesi olamaz. Birinci surette gerçekte söz konusu fakihin velayeti vardır ve doğrudan yürütme işlerinin sorumluluğunu üstlenen şahıs, fakih tarafından işlerin icra edicisi sayılır ve bu velayeti fakihin uygulanmasının yöntemlerinden birisidir.
            Eleştiri: “Hakka ileten mi daha layıktır” ayetinde, hakka ileten kimse “iletilmedikçe doğru yolu bulamayan” kimseden daha üstün tanıtılmıştır yani fakihe itaat etmek, fakih olmayana itaat etmekten daha uygun olarak bilinmiştir. Buna binaen fakihin varlığına ve fakihe itaat edilmesinin daha iyi olmasına rağmen, fakih olmayana da itaat edilmesi kabul edilmiştir.

            Cevap: Buna benzer bir sözü İbni Ebi’l Hadid “Nehcu’l Belağa”nın şerhinde İmam Ali (a.s) ile Ali (a.s)’den önceki halifelerin mukayesesinde söylemiş ve: Emirilmüminin (a.s)’e itaat etmeyi, başkalarının velayetine itaat etmekten daha iyidir diyerek Ali (a.s)’ye itaat edilmesinin gerekli olduğunu değil, daha iyi olduğunu ifade etmiştir.[7]

            Ayette daha layık ve daha uygun ifadesi, zorunluluk haddindedir yani sadece ona itaat edilmelidir zira ayetin zeylinde halk itaat etmediği için azarlanmıştır: “Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?”Bu ayet gereğince zikredilen “daha uygun ve daha layık” zorunluluk derecesindedir.

            Kur’an’da buna benzer başka bir mesele de vardır örneğin: “Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitab’ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler.”[8]Bu ayette miras konusunda bir gurubun varlığı ikinci gurubun mirastan mahrum bırakma vesilesi olarak zikredilmiştir.

            Diğer birçok ayetlerde âlimlerin, âlim olmayanlara üstünlükleri açıklanmıştır.[9]Akli açıdan da daha iyi ve daha öncelikli bir kimsenin varlığına rağmen iyi ve öncelikli olmayana tabi olunmaması gerekir; özellikle toplumun yazgısını belirleyen rehberlik konusunda.
            4. Yeterlilik: Tedbir ve idare etmek olarak da tabir edilen toplumu idare etmeye güç ve liyakatin olması.

            Allah-u Teâlâ Hz. Yusuf (a.s)’a şöyle buyurur: “Yûsuf, “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” dedi.”[10]
            Hz. Musa (a.s) ve Hz. Şuayb (a.s)’in kızının anlatıldığı kıssada da şöyle buyrulmuştur: “Kızlardan biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır” dedi.” [11]

            Bu ayetlerin tamamından Kur’an açısından hâkim ve idarecinin genel bir betimlemesi elde edilebilir. Kur’an mantığında yalnızca ilmi ve ahlaki yeterlilikleri olan ve gerekli güç ve kudrete sahip olan kimseler hükümet etmeye ve idareciliğe layıktır. Kur’an’dan elde edilen bu betimleme Masum İmamın (a.s) gaybet asrında “velayeti fakihe” tatbik edilir. Diğer taraftan İslam hükümeti, Allah’ın kanunlarının hükümetidir: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”[12]Böyle bir hükümet dini tanımaksızın ve ilahi hükümlerin uygulanmasında uzmanlık olmaksızın (tüm şartlara haiz adil fakih olmaksızın) mümkün değildir.[13]


            Soru: Velayeti fakihin felsefesi nedir?Cevap: Bu meselenin açıklanması iki noktanın analizine döner:
            1. Toplum niçin siyasi açıdan lider ve velayeti fakihe ihtiyaç duyar?
            2. İslam toplumunda siyasi liderlik niçin gerekli şartlara haiz fakih için kararlaştırılmıştır?

            İnsan toplumu, fertlerin menfaatlerini, alakalarını ve birbiriyle çelişen çeşitli eğilimlerini kapsaması hasebiyle zaruri olarak hükümete ihtiyaç duyar.– her ne kadar son derece sınırlı olsa da – kabile veya köy gibi insan topluluklarının bir sistem ve başkanlığa ihtiyaç duyar. Güvenlik sistemi içinde menfaatlerin birbirlerinin karşısında yer alması ve fertler ve ahlaki anlayışlar arasındaki uçurumlar gibi bu söylemlerin tamamının halledilmesi yönünde bir düzen ve güvenliğin oluşturulabilmesi güçlü ve muteber bir kuruluşun varlığını zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla gerekli siyasi iktidara, program uygulama gücüne ve emir ve nehiylerin icra edilmesinde karar alınması sahip olmayan bir hükümet ve devletten mahrum bir toplum eksik ve nakıs olacak ve kendi bekasını kaybedecektir.

            İmam Ali (a.s) Haricilerin karşısında – hüküm ancak Allah’ındır sloganı atıyorlar ve bir hükümetin varlığını nefyederek kendilerine doğrudan Allah’ın hükümet etmesi iddiasında bulunuyorlardı – şöyle buyurmaktadır: “Oysa insanlara iyi ve kötü bir emir (idareci) gerekir. Böylece mümin onun emri altına (iyilikle) amel ede ve kâfir onun emri altında faydalar bulur.”[14]

            Siyasi velayeti fakihe ihtiyaç duyulmasının sırrı, insan ferdinin eksik oluşu ve zaafında değil bilakis, insan camiasının eksikliği ve zaafında yatmaktadır. Dolayısıyla bir toplumda layık ve hakkı tanıyan fertler ortaya çıksa bile yine de hükümete ve siyasi velayeti fakihe ihtiyaç vardır. Zira bazı işler toplumla alakalı olduğu ve çok geniş alanda genel karar alınmasını gerektirdiği için fert – tekil bir varlık olması hasebiyle – bu konularda karar alamaz.

            Gücün dağılımı, kudret sahiplerinin şartları, siyasi gücün nasıl elde edileceği, siyasi gücün birilerine verilmesinde toplumun yeri ve rolü ve…gibi işlerde siyasi sistemlerin ihtilafı vardır ve bunların dışında beşeri toplumda siyasi lidere ve velayete ihtiyaç duyulmasının aslında görüşler ortaktır ve sadece hem sayı açısından az olan ve hem de kabul edilebilir bir delili olmayan anarşistler bunun karşısındadır. Şia’nın siyasi düşüncesinde siyasi liderliğin gaybet asrında gerekli şartlara haiz fakihe bırakılmasının sebebi, hükümet vazifesi ve misyonunun şeriat öğretileriyle Müslümanların işlerinin uyuşturulması ve tatbik edilmesi cihetiyledir. Dini hükümetin hedefi yalnızca güvenliğin oluşturulması ve nasıllığına bakılmaksızın refahın temin edilmesi değildir aksine, toplumun işleri ve bu işlerin uygunluğu dini değerler, hükümler ve ilkelerle örtüşmesi gerekir. Bu işlerin tamamının gerçekleşmesi – müdüriyet sahasında gerekli tüm güce sahip olmasının yanında – halk içinde Allah’ın hükmünü en iyi bilen ve toplumsal ve siyasi meselelerde fekahate sahip olan İslam toplumlunu idare edecek birinin varlığını gerekli kılar.

            İmam Ali (a.s) şöyle buyurur: “Ey insanlar! Bu işte (hükümet işinde) insanların en haklısı; bu işte en güçlü olan ve Allah’ın emirlerini bu konuda en iyi bilendir.”[15]

            Sonuç itibariyle bazı eksikliklerin giderilmesi ve emniyet ve düzenin sağlanması için diğer toplumların liderliğe ihtiyacı olduğu gibi İslam toplumunun da siyasi liderlik ve velayete ihtiyacı vardır. Söz konusu bu siyasi liderlik, adil ve güçlü bir fakihe verilmiştir, zira İslam toplumunun idare edilmesi – toplumu idare edecek müdüriyet gücünün yanı sıra – İslam’ı tanıyan ve fıkhı bilen kimsenin varlığını zorunlu kılar.


            7. İmam Humeyni (r.a) “velayet-i mutlaka-i fakihe” (fakihin mutlak velayeti) inanıyor muydu ve pratikte bu teorik görüşten faydalanmış mıdır?

            Doğru bir bakış açıyla İmam Humeyni (r.a)’nin bu konudaki görüşünü ve nasıl amel ettiğini ortaya koyabilmek için ilk olarak velayet-i mutlaka-i fakih konusundaki niza ve tartışmaların açıklanması gerekir.

            Veliyi fakihin hâkim ve veli unvanında Allah tarafından ilahi kanunların uygulanması vesilesiyle toplumun dini hedeflere yöneltilmesi gibi bir makamı olması hasebiyle öncelikle İslam nazarında kanunların bölümleri ve sonra velayeti fakihin bu kanunların her bir kısmıyla ilişkisini araştıracağız.


            Sabit ve değişken kanunlar

            İslam’a göre kanunlar sabit ve değişken olmak üzere iki kısımdır.

            Sabit kanunlar: (Birincil ve ikincil hükümleri kapsar) Zaman ve mekân sınırı olmayan ve sonsuza kadar sabit ve değişim kabul etmeyen ve hiç kimsenin tasarruf hakkının olmadığı kanunlardır. Kanunların bu bölümü ikiye ayrılır: Birinci kısmı doğrudan Allah tarafından konulmuş ikinci kısmı ise doğrudan Allah tarafından kanunlaştırılmamış kanunlar olup Allah-u Teâlâ bu kanunların teşrii hakkını Peygamber Ekrem (s.a.a)’e ve diğer masum imamlara (a.s) vermiştir ve gerçekte bu kanunların teşrii keyfiyetini (kanunların nasıllığını) onlara ilham etmiştir.

            Değişken kanunlar: Zaman ve mekân şartlarına tabi olan hüküm ve kanunlardır. Bu kanunlar, sabit kanunlar çerçevesinde, İslami değerler ilkesine riayet edilerek ve İslam toplumunun gereksinimleri göz önünde bulundurularak veliyi fakih tarafından kararlaştırılır. Bu kanunlara ıstılahta “Hükümet Kanunları” veya “Velayet Hükümleri” veya “Sultanlık Hükümleri” denilir.

            Tevhidi bakış açısına ve Hazreti Hakkın kanun koymada Rububiyeti gereğince hâkimiyet ve kanun koyma hakkı asaleten ve bizzat Allah’a aittir ve O, birilerine kendi istediği ölçüde kanun koyma izni verebilir.

            Bu izin Peygamber Ekrem (s.a.a) ve Masum İmamlara (a.s) tam olarak verilmiştir ama “Veliyi Fakih” konusunda, fakihler arasında az çok ihtilaflı görüşler vardır.[16] Bu ihtilaflı görüşler “Velayeti Fakihin yetki alanı” bölümündeki ihtilaflar olarak meşhurdur ve bizimde üzerinde duracağımız konu budur.

            Fakihlere göre velayeti fakihin ihtiyar ve yetkileri

            Fakihlerin bazıları, Müslümanların velayetin ve velayeti fakihin emir ve nehyine zorunlu durumlarda itaat edilmesinin farz olduğu sınırını getirmiş ve bu durumda ona itaat edilmesini kaçınılmaz bir ihtiyaç bilmişlerdir. Bunun karşısında fakihlerin bazısı da bu sınır ve yetkinin daha geniş olduğuna inanmış ve onun dairesini özel konuların dışında Masum İmamda (a.s) olduğu gibi, toplumsal işlerin tamamını kapsadığını söylemişlerdir.

            Bu iki görüşün açıklık kazanması için örnek verelim: Bazen yol ve caddelerin büyütülüp genişletilmesi son derce önemlidir ve yapılmaması durumunda bir gurup insanın can güvenliği tehlikeye düşer; trafik kazaları çoklaşır ve birçok can ve mal kaybıyla sonuçlanır. Böyle bir durumun patlak vermemesi için her iki gurupta cadde ve yollardaki evlerin yıkılarak geçiş yerlerinin yapılması ve caddelerin genişletilmesi doğrultusunda velayeti fakihin bu işe karışmasına izin verir. Ama cadde ve yollar üzerindeki şeylerin yıkılması halkın rahat etmesi ve şehrin güzelleştirilmesi için olacaksa, birinci gurubun itikadına göre, veliyi fakih yıkım emri veremez. İkinci gurubun itikadına göre, toplumun maslahatına olacak her yerde – çok zorunlu olmasa bile – hüküm verebilir ve önceki verdiğimiz misale göre veliyi fakih, yıkım emri verir ve başkaları ise bu emre itaat etmekle sorumludur.

            Söylenmesi gerekir ki velayeti mutlak-a (fakihin mutlak velayeti), düşmanların ve bilinçli maksadı olan kimselerin söz konusu ettiği gibi - ilahi hükümlerden yüz çevirmek ve zaman zaman bu hükümleri tatil etmek değildir – veliyi fakihin istediği şekilde amel etmesi anlamında değildir. Çünkü veliyi emr – İslam fıkhına ve toplumsal maslahatlara tasallutu olması deliline göre - bir müddet birici derecedeki hükmü (hükmü evvelîye) bırakarak ikinci derecedeki hükme (hükmü saneviye) yönelir. Grerçekte bir hükümden yine Allah’ın hükmü olan başka bir hükme yönelir ve bu yöneliş, belli bir kanun üzerine olup Allah’ın izni doğrultusunda gerçekleşir; hiçbir zaman veliyi fakihin gönlünün isteği doğrultusunda değildir. Veliyi fakihin var oluşunun felsefesi şahsi görüş ve nefsanî istekler doğrultusunda hareket etmek değil aksine, ilahi hükümlerin uygulanması, yüce hükümlerin icra edilmesinin ön hazırlıklarının sağlanması ve İslam’ın yücelmesidir.

            Daha önce söylediğimiz gibi kanun koyma hakkı asaleten ve bizzat Allah’a aittir ve O, izin verdiği kimselere kanun koyma ve kullara hükümet etme hakkını verebilir. Bu sebeple her türlü kanun koyma ve insanlara emir ve nehiyde bulunma Allah’ın izni dışında caiz değildir ve İslam’a göre reddedilmiştir. Dolayısıyla dini bakış açısına göre bir ülkenin kanunlarının tamamı – ister kanuni esasi olsun isterse tasvip edilen diğer kanunlar olsun – bir şekilde veliyi fakihin - gaybet zamanında ilahi genel atama sebebiyle hükümet ve kanun koyma iznine sahiptir – onaylaması ile resmiyet ve meşruiyet kazanır. Bu söylediğimiz, dinin tartışma götürmez bir işi olup velayeti fakihe inananların – ister velayeti mutlaka olsun isterse velayeti hisbiye olsun - tamamının ittifak ettiği bir konudur.


            İmam Humeyni (r.a)’nin sözlerinde velayet-i mutlaka-i fakihİmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor: “İki özelliği (ilahi kanunları tanımak ve adalet sahibi olmak) bulunduran layık bir kimse kıyam eder de hükümet oluşturursa bu kimse Resulü Ekrem (s.a.a)’in toplumu idare işindeki velayetine sahip olacaktır ve herkesin ona itaat etmesi lazımdır. Resulü Ekrem (s.a.a)’in hükümet yetkilerinin, Hz. Emirilmüminin (a.s)’in ya da fakihin ihtiyarından daha fazla olduğu vehmi batıl ve yanlıştır. Elbette Hz. Resulün (s.a.a) fazileti, âlemin tamamından daha fazla ve ondan sonra Hz. Emirilmüminin (a.s)’in fazileti herkesten daha çoktur ne var ki manevi faziletin çokluğu, hükümet ihtiyarını fazlalaştırmaz.”[17]

            Aynı şekilde İmam (r.a) “Şuun ve ihtiyaratı veliyi fakih” – “Kitabu’l Bey” kitabının velayeti fakih konularının tercümesi – kitabında şöyle buyururlar:

            “Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) hükümetle alakalı sayılan yetki ve sorumlulukların tamamı adil fakihler için de muteber ve geçerlidir. Elbette böyle olması, fakihlerin manevi rütbesinin peygamber ve imamlarla aynı olduğunu gerekli kılmaz, zira bu manevi faziletler, o büyük insanlara özeldir ve hiç kimse makam ve faziletlerde onlarla aynı rütbede değildir.”[18]
            İmam bu kitabın başka bir yerinde şöyle buyurur:

            “Gaybet zamanında, Masum İmamın (a.s) velayet hakkı olduğu işlerin tamamında fakihin de velayet hakkı vardır.”

            Aynı şekilde aynı kitabın başka bir yerinde şöyle buyurur:

            “Şer’i delilin ikame edilmesine dayanarak İmamın (a.s) zahiri hükümeti sebebiyle falan yetki ve hak üzerinde velayete sahip olmadığı ve bu işlerin şahsıyla alakalı olduğu ve başkalarını kapsamadığı ya da toplum üzerinde hükümet ve velayetle alakalı olsa bile, İmamın (a.s) şahsına münhasır olduğu ispatlanmadığı sürece, imamın (a.s) yetki ve sorumluluklarının tamamına fakih de sahiptir.”[19]

            Bu sözler İmam’ın (r.a) velayet-i mutlaka-i fakih konusundaki bakış açısının ileri düzeyde olduğunu anlatmaktadır ve İmam’ın, İnkılâptan yıllar önce Necef-i Eşref de ileri düzeydeki fıkıh derslerinde açıkladığı bu mesele İslam düşmanlarını aşırı düzeyde sinirlendirmiş ve onları bu ilahi nuru söndürme hedefine yöneltmiştir.


            İslam İnkılâbı’nın paha biçilmez mimarı İmam Humeyni (r.a) kendi hükümet geçmişinde bu büyük vilayetten ameli olarak faydalanmış mıdır yoksa faydalanmamış mıdır?

            1. Mühendis Bazargani geçici Başbakan unvanıyla İmam Humeyni (r.a) tarafından atanmıştır.

            İmam Humeyni (r.a) bu konuda şöyle buyurur: “Ve benim hatırlatmak istediğimi başka bir nokta da şudur: Ben, Mukaddes Kanun Koyucu tarafından sahip olduğum velayet vasıtasıyla onu atayan birisiyim. Onu ben atadım ve ona itaat etmek farzdır; halkın ona tabi olması gerekir. Bu sıradan bir hükümet değil meşru bir hükümettir, ona tabi olmanız gerekir. Bu hükümete muhalefet etmek, şeriata muhalefet etmek ve şeriattın karşısında kıyam etmektir.”[20]

            İmam’ın (r.a) bu sözü, onun tarafından velayet-i mutlakadan amelen faydalandığının ve İmam’ın velayetinin Allah tarafından olup Mukaddes Kanun Koyucu tarafından meşruluk kazandığının ve böyle bir meşruluğun halk tarafından ve halkın oy ve görüşü esasına göre değil, tıpkı diğer şer’i hükümlerde olduğu gibi (namaz, oruç, hac ve…farz olması örneğindeki gibi) ilahi hükümle olduğunun çok açık bir delilidir.

            2. Beni Sadr’ın, Şehit Recai’nin (r.a) ve Yüce Rehberlik Makamı’nın (Allah ona uzun ömürler versin) Cumhurbaşkanlığına Hz. İmam (r.a) tarafından atanması açıkça göstermektedir ki; kanuni esasinin altıncı aslına uygun olarak Cumhurbaşkanı, halk oyuna dayanılarak seçilir ve aynı şekilde kanuni esasinin yüz onuncu maddesinin dokuzuncu bendine uygun olarak – ki bu madde rehberliğin ihtiyarındaki sorumlulukları belirler- rehber Cumhurbaşkanının oyla seçilmesinden sonra sadece onu atar ve Cumhurbaşkanlığını onaylar ama Hz. İmam (r.a), Allah tarafından kendisine verilen “Velayet-i Mutlaka” sebebiyle zikredilen Cumhurbaşkanlarının atanmasına ilaveten açıkça şöyle buyurmaktadır: Bu şahısları Cumhur başkanlığına “atadım”. Bu, kanuni esaside yer alan sorumluluk ve ihtiyardan çok daha öte olup “Velayet-i Mutlaka-i Fakih”in amelen uygulandığını gösterir.

            İmam’ın (r.a) Cumhurbaşkanlarını atama hükmümleriA. Beni Sadr’ın Cumhurbaşkanlığına atanma hükmü (1358.11.15)

            “Bislmillahirrahmanirrahim. Değerli İran milleti ezici oy çoğunluğu esası gereği Dr. Seyit Ebu’l Kasım Beni Sadr’ı ülke Cumhurbaşkanlığına seçmiştir ve onun meşruiyeti tüm şartlara haiz fakihin atamasıyla olacağı için ben milletin oyunu geçerli biliyor ve onu, bu makama atıyorum ne var ki İran Müslüman milletinin onu seçmesi ve benim de onu atamam, Beni Sadr’ın Mukaddes İslam Hükümlerine ve İran İslam Kanuni Esasisine muhalefet etmemesi şartıyla sınırlıdır.”[21]
            B. Şehit Muhammet Ali Recai’nin (r.a) Cumhurbaşkanlığına atanma hükmü (1360.5.11)

            “Bismillahirrahmanirrahim… değerli ve sadık İran milleti…ülke içi ve ülke dışındaki düşmanların tebligatına rağmen Sayın Muhammed Ali Recai’yi (Allah onu teyit etsin) bir önceki seçimlerden daha fazla oyla İran İslam Cumhurbaşkanlığına seçmiş ve bu büyük ve ağır sorumluluğu ona bırakmıştır. Onun Veliyi Emr’in atamasıyla meşruluk kazanması hasebiyle ben milletin oyunu geçerli kılıyor ve kendilerini resmi olarak İran İslam Cumhurbaşkanlığına atıyorum.”[22]
            C. Yüce Rehberlik Makamı Hz. Ayetullah Seyit Ali Hamenei’nin Cumhurbaşkanlığına atanma hükmü (1360.7.17)

            “Ben şanı büyük millete uyarak ve mütefekkir, âlim ve çok değerli Hüccetü’l İslam Sayın Seyit Ali Hamenei’nin (Allah onu teyit etsin) makam ve konumundan da haberdar olarak onu İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına atıyorum.”[23]

            Yüce Rehberlik Makamı Hz. Ayetullah Seyit Ali Hamenei’nin ikinci Cumhurbaşkanlığına atanma hükmü (1364.6.13)

            “Şuanda şanı büyük değerli milletin oyuna tabi olarak…hali hazırdaki döneminin bitmesinden sonra milletin seçimini geçerli kılıyor ve kendilerini İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı makamına atıyorum.”[24]
            3. İmam’ın (r.a) emriyle Mecme-e Teşhis-e Maslahat-e Nizam’ın (Düzenin Yararını Teşhis Konseyi) kurulması (1366.11.18)[25]

            Böyle bir Mecme’in (Konseyin) veya bu Konseyin kurulması ihtiyarı Anayasada – 1368 yılı öncesine kadar – rehberin sorumluluğu altında olacağı düşünülmemişken İmam (r.a) böyle bir emri verdi ve bu emir “Velayet-i Mutlaka”ın pratik uygulamalarının başka bir cilvesidir.

            Bu ve benzeri (önceki konuda olduğu gibi) konulardaki verilen emre dikkat edildiğinde şu önemli noktanın göze çarptığını göreceğiz:

            “Rehberin ihtiyar ve sorumlulukları”nı açıklayan kanuni esasinin yüz onuncu maddesinde zikredilen işler gerçekte “adet ve sayıya bağlı (İhsaii)” değil “örneklendirme (Temsili) babındandır başka bir ifadeyle: Ülke normal şartlar altında olduğu müddetçe (ve gerçekte kanunun konumu da her yerde sıradan ve normal durumla alakalı olacaktır) bu çerçevede kanuni esasiye amel edilir. Ama ülke durumu ya da idaresinde öngörülmeyen fevkalade durumla karşılaşıldığı zaman rehber, Mukaddes Kanun Koyucunun kendisine verdiği ilahi velayeti mutlaka gereğince buhranın giderilmesi ve tolumun maslahatı doğrultusunda girişimde bulunabilir.

            Ümit ediyorum ki; Yüce Makam Sahi İmam Humeyni’nin (r.a) Kur’an ve sünnetten aldığı görüşlerini ince ve doğru bir şekilde tanırız ve onun görüşlerini ferdi olarak yorumlamaktan kaçınır ve İmam’ın (r.a) nurani düşüncesi doğrultusunda ilerleriz. İnşallah.

            Devam edecek…* Yazarlar: Allame Ayetullah Misbah Yezdi, Hamid Rıza Şakirin ve Ali Rıza MuhammediABNA.İR

            [1] Nisa Suresi, 141.

            [2] Âli imaran Suresi, 28.

            [3] Hud Suresi, 113.

            [4] “Tefsiri Ali b. İbrahim”, c. 1, s. 338.

            [5] Bakara Suresi, 124.

            [6] Yunus Suresi, 35.

            [7] İbni Ebi’l Hadid, “Şerhi Nehcu’l Belağa”, c. 1, s. 328.

            [8] Ahzab Suresi, 6.

            [9] Zümer Suresi, 9.

            [10] Yusuf Suresi, 55.

            [11] Kasas Suresi, 26.

            [12] Maide Suresi, 44.

            [13] Daha fazla bilgilenmek için bakınız:

            A. “Tefsiri Peyami nur”, c. 10 (Kur’an’ı Mecit ve hükümeti İslami);

            B. Zu ilm, Ali, “Nigahi be mebaniyi Kur’an ve velayeti fakih”;

            C. Mekarim Şirazi, Ayetullah Nasır, “Ayaati velayet der Kur’an”.

            [14] “Nehcu’l Belağa”, hutbe 40.

            [15] “Nehcu’l Belağa”, hutbe 173.

            [16] Velayeti fakihin aslı Şia fıkhına göre tartışma götürmez bir konudur ve tarih boyunca hiçbir fakih bunu inkâr etmemiştir.

            [17] Bkz: “Hükümeti İslami” İmam Humeyni (r.a), s. 55.

            [18] Bkz. “Şuun ve ihtiyarati veliyi fakih, tercümeyi mebhasi velayeti fakih, ez kitabu’l Bey, İmam Humeyni (r.a), s. 33 ve 34.

            [19] A.g.e: s. 35.

            [20] Sahifeyi nur, c. 6, s. 31.

            [21] Sahifeyi nur, c. 11, s. 260.

            [22] Sahifeyi nur, c. 15, s. 76.

            [23] Sahifeyi nur, c. 15, s. 179.

            [24] Sahifeyi nur, c. 19, s. 221.

            [25] Sahifeyi nur, c. 20, s. 176.

            Yorum


              #7
              Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

              Seyyid Ali Hamaney'in Bilinmeyen Yönleri-2

              Allah'ın adıyla

              Yaşadığımız bu zamanda göller ülkesinde bulunanlara ada, fırtınalar diyarında olanlara sığınak ve ümit kaynağı olan aziz rehber imam Seyyid Ali Hamenei hakkında ikinci makaleyi kaleme almadan önce, bir önceki makalede müspet veya menfi görüş bildiren kardeşlerime şükranlarımı sunar, bütün yorum ve görüşlerin Allah rızası için, ihlâsla yapıldığını temenni eder ve bir önceki makalede aziz rehberimiz hakkında aktarmış olduğum bilgilerin kaynağını vermek isterim. Kaynaklardan bazıları şunlardır: Uluslar arası Camiat-ül Mustafa tarafından çıkarılan "Aynadaki Su", "Ali Şirazi, Pertov-u Ez Horşid, s.70" "Pertov-u Soğen, 71. sayı"

              Seyyid Ali Hamaney

              Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Konu hakkında ikinci makaleye merhum Abdulbaki Gölpınarlı'nın şu anlamlı ve veciz sözleri ile başlamak daha yerinde ve anlamlı olacaktır: İnsanlar vardır; doğarlar, yaşarlar, ölürler, yaşayış sayfasında bir izleri bile kalmaz, zaman alanında bir sözleri bile söylenmez. Sanki doğmamışlardır, sanki yaşamamışlardır. Bir yıldız aksa göz alır, bir kuş uçsa kanadının sesi duyulur, hâlbuki bunlardan ne bir ses kalır, ne bir nefes. Dünyaya gelmeselerdi hiçbir şey eksilmezdi, gelmişlerdir, yeryüzünde, hiçbir fazlalık olmamıştır.

              Hâlbuki insanlar vardır, ömürlerini sürüp bitirirler, fakat zaman onlar için akar, düşünce onların hayatını örer, inanç onlara bağlanır, düşmanlık onlara saldırır. Bunları birisi yererken öbürü ölesiye sever…

              İşte Şia dünyasında, tarihinde ve günümüzde böylelerini fazlasıyla görmemiz mümkündür. Ancak böyleleri genelde dünyadan gittikten sonra anlaşılırlar, değerleri hicret ettikten sonra bilinir bunların. Böyleleri dünyada iken kimilerine göre bir gecede unvan sahibi olurlar… Oysa Şia fıkhında iki adil şahidin yaptırım alanları çok olmasına rağmen, böyleleri hakkında yetmişten fazla içtihat makamında olan şahsiyetin olumlu ve yüce makam sahibi olduğuna dair yapmış oldukları açıklamaları birilerine yeterli ve inandırıcı gelmez.

              Merhum Abdulbaki Gölpınarlı'nın sözlerini tarihe ve günümüze tatbik edersek; Masumlar, salmanlar, Ebuzerler, Malik Eşterler, Ruşeydi Hacerler, Kerbelada kanları ile destan yazanlar, Oğlunun cenazesi başında Şia fıkıhını yazanlar, öldürüleceğini bildiği halde diyarını değerleri uğruna terk edenler, Şia mektebini savunma adına Şia mektebi aleyhinde yazılan kitabı yazarından almak için yazara kölelik yapmayı kabul eden ve bir yıl boyunca kölelik yapan mütekellimler, bir bölgeyi ihya etmek ve nur-u Muhammedi ile tanıştırmak için yedi yıl bir namazı günde iki defa kılmak zorunda kalanlar, Şia mektebine yeri geldiğinde ölen birisinin namazını kılarak, orucunu tutarak hatta yeri geldiğinde üzerindeki elbisesini satarak ve çoğu zaman iki-üç gün aç kalarak eşsiz bir kütüphane kazandıran Merhum Necefi Mer'aşiler, Gulpayganiler, Erakiler, Hoiler, Behçetler, Lenkeraniler, Tebriziler, İngilizleri dize getiren Şiraziler, yıllarca sürgünler görmesine rağmen Allah ve Ehlibeyt aşkı ile İnkılabı gerçekleştiren Humeyniler,bugün Şia mektebinin geleceği için çok önemli ilim adamları yetiştiren Horasaniler, Sistaniler, Hamedaniler, Ümmetin derdini kendi derdi bilenler, ümmet için gece gündüz demeden, feraseti, basireti, Allah aşkı ile çalışan aziz rehber, bunlardan sadece bir kaçıdır. İşte her mümin için bu değerleri tanıması, bilmesi bir fazilet ve iman dersidir. Bundan daha önemlisi bu değerler dünyadan hicret etmeden bunların değerlerinin bilinmesidir.

              Veliyyi Emr-i Müslimin Seyyid Ali Hamenei hakkında konuya farklı boyutlardan yaklaşmak mümkündür. Zira aziz rehber ile bire bir diyalog içerisinde olanların anlattıkları ve konu hakkında yazılanlar bunun böyle olduğunu göstermektedir.

              Seyyid Ali Hamenei Kuran ile rabıta içerisinde olmaya ve her fırsatta Kuran okumaya çok önem verir ve kendisi Kuran ile çok fazla haşır-naşır olanların İslama daha faydalı olduklarını, Kuran'dan uzak olanların ise ruhsuz, maneviyatsız, bereketsiz hatta amel ve düşüncelerinin de bereketsiz olduğunu söylerdi. (Camiat-ül Mustafa, Aynadaki Su, s.6)

              Hüccet-ül İslam Celali şöyle anlatıyor; Bir gün Mescid-ün Nebi'den geçerken cemaat imamının Kuran kıraati beni çok etkiledi. Bu esnada bir genç gördüm, genç bana şunları söyledi; Sizin düşüncenizi meşgul eden bir şey mi var? Ben, evet şu imamın güzel kıraati diye cevap verdim. O genç şöyle dedi; Bir gün, namazdan sonra Mescid-ün Nebi'nin bu imamının yanına gittim, bu konuyu ona söyledim ve kendisinden bana imkân dâhilinde Kuran kıraatini içeren bir kasetini vermesini rica ettim. (Bu) cemaat imamı bana nereli olduğumu sordu. Ben İranlı olduğumu söylediğimde, bana şöyle dedi; Tahran cuma imamı (Seyyid Ali Hamenei)'nin kıraati benim kıraatimden kat kat üstündür. (İmam Humeyni müessesesi, Ab Ayinei Afitab, s.34)

              Seyyid Ali Hamenei ilim ve kıyam şehri olan Kum şehrine gittiği zamanlar, çok yoğun olsa bile muhakkak Camkeran'a gider, orada ibadete koyulur ve Ehlibeyt'e tevessül eder. Tevessül konusunda da birçok açıklamaları ve konuşmaları olmuştur.

              Yabancı uyruklu talebelerden birisi şöyle anlatmaktadır; İran'a öğrenci vizam olmadan giriş yaptım. Hatta maddi açıdan bile zor durumdaydım. Birçok gayretlerden sonra arkadaşlarımın odasında kalmaktan utandığım için kalacak başka bir yerimde yoktu. Bir müddet Camkeran mescidinde ikamet etmeye mecbur kaldım. Orada kalmış olduğum birkaç gün içerisinde imam Mehdi'ye (a.f) tevessül ettim. Aynı gece rüya aleminde birisinin bana şunları söylediğini duydum; Yarın akşam Veliyyi emr-i müslimin Seyyid Ali Hamenei Camkeran mescidine gelecekler. Sıkıntını yaz ve ona takdim et. Ben uykudan uyandım ve sıkıntımı yazdım ve beklemeye koyuldum. Ertesi gün gece yarılarında Veliyyi emr-i müslimin Seyyid Ali Hamenei birkaç kişi ile Camkeran mescidine geldiler. Ben görmüş olduğum rüyanın doğruluğundan dolayı hayret içinde ne yapacağımı bilemiyordum. İleri hareket ederek yazmış olduğum mektubu O'na takdim ettim. Kısa bir süre sonra Camiat-ül Mustafa'ya müracat ettiğimde bana şu cevabı verdiler; Sizin mektubunuzun cevabı geldi ve siz kabul olmuşsunuz. İşte bu şekilde benim sıkıntım Veliiyi emr-i müslimin Seyyid Ali Hamenei'nin inayeti ile giderilmiş oldu. (İmam Humeyni müessesesi, Ab Ayinei Afitab, s.56)

              Devam Edecek

              Selam ve Dua ile…

              Mehdi AKSU

              Yorum


                #8
                Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

                İmam Humeyni (r.a)’nin sözlerinde velayet-i mutlaka-i fakihİmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor: “İki özelliği (ilahi kanunları tanımak ve adalet sahibi olmak) bulunduran layık bir kimse kıyam eder de hükümet oluşturursa bu kimse Resulü Ekrem (s.a.a)’in toplumu idare işindeki velayetine sahip olacaktır ve herkesin ona itaat etmesi lazımdır. Resulü Ekrem (s.a.a)’in hükümet yetkilerinin, Hz. Emirilmüminin (a.s)’in ya da fakihin ihtiyarından daha fazla olduğu vehmi batıl ve yanlıştır. Elbette Hz. Resulün (s.a.a) fazileti, âlemin tamamından daha fazla ve ondan sonra Hz. Emirilmüminin (a.s)’in fazileti herkesten daha çoktur ne var ki manevi faziletin çokluğu, hükümet ihtiyarını fazlalaştırmaz.”[17]



                Taklit mercilerinin Veliyyi Emri Müslimine itaat ettiği bir düzlemde, taklit mercilerinin mukallitlerinin Veliyyi Emri Müslimine itaat etmemesi düşünülebilir mi?


                Veliyyi Emri Müslimine bütün müslümanların itaati farzdır.
                Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

                  ilgiyle takipteyim...

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1

                    Seyyid Ali Hamenei Ve Bilinmeyen Yönleri-3

                    Allah'ın adıyla

                    Her insanın bu dünyada bir takım amaçları vardır. Müslüman bir insan dünya yaşamında tüm yaptıklarında Allah’ın rızasını gözetmeli ve onun rızası doğrultusunda hareket ederek, ilahi rızayı kazanmalıdır. Bu ise ancak ruh eğitimi ile gerçekleşir. İnsanın bu önemli amacı başarabilmesi, onun model seçmesine bağlıdır. Dünya hayatında modelsiz bir insan yoktur. İnsan her yaş aşamasında kendisine model edinir ve o modele benzemeye çalışır. Bazıları bir futbolcuyu, film aktörünü, sanatçıyı, yazarı veya bir siyasi lideri kendilerine model edinirler. Ama Müslüman birisi için Allah’u Teâlâ peygamberleri, Ehlibeyt imamlarını ve evliyaları model olarak tayin etmiş ve bunların yollarından gidenler de başkalarına model olmuş olurlar. Müslümanların bu ilahi nurları kendilerine model edinmeleri gerekir.

                    Seyyid Ali Hamenei Ve Bilinmeyen Yönleri-3

                    Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Gerçek modellerin yaşam felsefelerinde ben yoktur. Dolayısıyla halkı kendilerine davet etmezler. Model olan insanlar akıllarını yaşam şekillerine komutan ederler ve aklın doğrultusunda hareket ederler. Model olan insanlar kendi değerlerini ve kendilerindeki cevherlerin değerlerini bilirler ve onları harap etmezler. Onlar Allah’ın farzlarına önem verirler, helale ve harama çok dikkat ederler. Onlar ilim silahını kuşanırlar ve ilim elbisesini giyinerek kendilerini ziynetlendirirler. Model insanlar hayatlarının her alanında, gençlikte ve yaşlılıkta daima çalışırlar, çalışırken engellere karşı direnirler ve yaptıkları işlere etraflıca dikkat ederler. Onların yaşam felsefesinin merkezinde ihlâs olduğu için bu kavramın dışında hareket etmezler. Onlar yapmak istedikleri her şeyi önce Kurana sunarlar, Kuran ile bağdaşıyorsa onu yaparlar aksi halde ondan vazgeçerler. Hiçbir zaman ve hiçbir halde adaleti bırakmazlar, özgürce adalet ilkesine göre yaşarlar. Yaşadıkları camialarda vahdet ve birlik olgusu olurlar ve ihtilafa karşı mücadele ederler. Onlar her açıdan geri kalmışlığa, fakirliğe, cehalete karşı mücadele eder ve bu uğurda yılmazlar. Model insanlar kabileciliğe, ırkçılığa, dil, servet ve makam imtiyazına karşı olurlar, üstünlük ölçüsünün takva olma şuurunu insanlara kazandırmak için çaba sarf ederler…

                    Bu ve benzeri ilkelere göre yaşayan insanlar Model insanlardır. Bu kıstaslara sahip olanları kendisine model edinen insanlar bu kavramlara göre yaşadıktan bir zaman sonra başkalarına model olurlar. Dolayısıyla insan önce model seçmeli ve sonra seçtiği modelin yaşam metotlarını öğrenmeli ve ardından da bu metotlara amel etmelidir. Bu aşamaları geride bırakan birisi bir zaman sonra başkalarına model olur. İşte günümüzde bütün müslümanların model alabileceği idollerden bir tanesi seyyid Ali Hamenei'dir. Bu noktadan sonra aziz okuyucuları seyyid Ali Hamenei'nin bir takım metotları ile baş başa bırakıyorum.

                    Üç şehit babası olan Mecit Şücai Pur şöyle anlatıyor: Bir gün bir araba ile üç-dört kişi bizim eve gelerek şöyle dedi; Efendim çok aziz bir misafiriniz var onun için kendinizi o misafir için hazırlayınız. Ben gelecek olan misafir kimdir diye sorduğumda, onlar gelecek olan misafirin Ayetullah seyyid Ali Hamenei olduğunu söylediler. Bu esnada Seyyid Ali Hamenei eve giriş yaptılar. Onu görmenin heyecanı aklımı başımdan almıştı. O beni bağrına basarak yüzümden öptü, ben de onun elinden öptüm. O, odaya girerek yerde oturdular ve bizim halimizi, durumumuzu sormaya başladılar. Daha sonra "şehitlerinizin resimlerini getirin" diye buyurdular. Bizim üç şehidimiz vardı, ben şehitlerimizin resimlerinin tamamını getirdiğimde, O hazret şehitlerin resimlerini birer birer öptüler ve onları önüne bırakarak şöyle dediler: "Bu şehitler olmasalardı bizler de olmazdık, bizim neyimiz varsa bu şehitlerdendir." Yaklaşık yarım saat bizim evimizde oturarak bizimle sohbet ettikten sonra şöyle dediler: Kalkmamız (gitmemiz) için sizden müsaade istiyoruz? Ben; aman efendim bizim müsaademiz de sizin elinizdedir dedim. Bir anda O'na hiçbir ikramda bulunmadığımızı fark ettim. O büyük şahsiyeti görmenin heyecanı ve sevinci aklımızı başımızdan almış ve ikramda bulunmayı bile unutmuştuk. Utanarak kendilerinden özür dilediğimde, O büyük şahsiyet tatlı bir gülümseme ve tebessüm ile "ne sakıncası var" dediler. (Pertov-u Sohen,sayı.99)- Horşid Dar Saye, s.30)

                    Hüccet-ül İslam Resul Mehellati şöyle anlatıyor: Makam-ı Muazzamı rehberi seyyid Ali Hamenei düzenli olarak şehit ailelerinin ziyaretine giderdi. Bir gün onun beraberinde bir şehit ailesinin ziyaretine gittik. Beklenmedik bir kalabalık izdiham halinde bizi karşıladılar. Ayetullah Hamenei; bu topluluğa kim haber verdi diye sordu. Başkalarına rahatsızlık verme gibi bir tutum içinde olamayız dedi.

                    Evin içerisine girip oturduklarında, çay getirdiler ama getirilen çayı içmediler. Simasından çok rahatsız olduğu anlaşılıyordu. O bu tür görüşlerde ve ziyaretlerde hiç kimsenin rahatsız olmamasına çok dikkat ederdi. Şehit babası O'na bakarak şöyle dedi: Efendim siz üzülmeyiniz. Zira sizin ofisinizden kimse buraya geleceğinizi bize haber vermedi. Ben dün gece merhum imam Humeyni (r.a) ile şehit oğlum Ali Rıza'yı rüyamda gördüm. O ikisi sizin buraya geleceğinizi bana haber verdiler. Merhum imam Humeyni (r.a) bana şöyle dedi: Yarın akşam çok aziz bir misafirin gelecek, misafirini iyi karşıla. Ben misafirin kim olduğunu sorduğumda O; sizin rehberiniz diye cevap verdi. (Pertov-u Sohen,sayı.110)- Horşid Dar Saye, s.36)

                    Ayetullah Cevadi Amuli şöyle anlatıyor: Bir gün seyyid Ali Hamenei'nin misafiri idim. Yemek sofrasını açtılar. Oğlu Mustafa da bizim yanımızda oturuyordu. O oğluna sen kalk git dediler. Ben O'na şöyle arz ettim; İzin verin oğlunuzda bizimle beraber olsun, onun bizimle beraber olmasını ben ondan istemiştim. O şöyle cevap verdiler: Bu yemek beyt-ul maldan hazırlanmıştır. Siz de beyt-ul malın misafirisiniz. Çocukların bu sofrada oturup yemek yemeleri onlar için caiz değildir. Onlar eve giderek evin yemeğinden yesinler. İşte o gün ben Allah'ın bunca izzeti O'na vermesinin sebebini çok iyi anlamıştım. (Pertov-u Sohen,sayı.101)- Horşid Dar Saye, s.62)

                    Hüccet-ül islam Ehedi şöyle anlatıyor: Bir gün konuşma yapmak için Camaran da minbere çıktım ve Seyyid Ali Hamenei'nin hatıralarından anlattım. Sohbetten sonra bir doktor yanıma gelerek şunları anlattı; İzin verin bir hatırada ben size anlatayım. Bir gün muayenemde oturuyordum. Bir hanımefendi yaşı küçük olan oğlu ile beraber tedavi olmak için bana geldiler. Çocuğun siması Seyyid Ali Hamenei'ye çok benzediği için muayeneden sonra düşünceli bir halde onların kim olduklarını ve Ayetullah Seyyid Ali Hamenei ile bir yakınlıklarının olup olmadığını sordum. O hanımefendi; evet yakınlığımız var ama siz bunu kimseye söylemeyiniz. Ben onun eşiyim. Çok şaşırmıştım. Seyyid Ali Hamenei'nin hanımına; Sizin özel doktorunuz yok mu? diye sorum. O şöyle cevap verdi: Hayır bizim özel doktorumuz yoktur zira O'nun (seyyid Ali Hamenei) buna müsaadesi yoktur. O, bizlerin de diğer insanlar gibi sıra numarası alarak doktora müracaat etmemizi istemektedir.

                    Ben bu konuyu çok araştırdım ve Ayetullah Misbah Yezdi'den de bu olayı sorduğumda o hazret Camaran'da doktordan duyduklarımı tastik etti. Ayetullah Hamenei'nin bu azameti beni daha fazla ona aşık olmama sevketti. (Horşid Dar Saye, s.63)

                    Devam Edecek…

                    Selam ve Dua ile

                    Mehdi AKSU

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Seyyid Ali Hameney'in Bilinmeyen Yönleri-1


                      Seyyid Ali Hamenei Ve Bilinmeyen Yönleri-4

                      Allah’ın adıyla

                      Takva; insanın kendisini korumasına denir. İnsan kendisini daima korumalıdır. İnsan davranış ve amellerini kontrol altında tutmalıdır. Yani gözünü, lisanını, kulağını, elini ve ayağını kontrol altında tutmalıdır. Bunların yanı sıra kalbini de kontrol altında tutmalıdır. Şeytani, hayvani ve rezil sıfatların kalbe yer edinmemesine çok dikkat etmelidir. Kalbin heva ve hevese meyil etmemesine, kalbin şeytani cilvelere aldanmamasına, kıskançlık yapmamasına, başkalarının kötülüğünü istememesine, vesveselerin kapısını çalmamasına, kalbi faziletlere, Allah zikrine, Allah dostlarına mesken etmesine çok dikkat etmeli ve bu doğrultuda kalbi kontrol altına almalıdır. Bunlarla beraber insan tefekkür ve düşünce takvasına da sahip olmalıdır. Yani aklı sapmaktan, yanlış, batıl, günah düşünceden, hatadan, boşluktan sakındırarak bu alanlarda aklı kontrol altına almalıdır. Kısacası takva; vücut memleketinin azalarını, kalbi ve aklı daima kontrol altında tutmaktır.

                      Seyyid Ali Hamenei Ve Bilinmeyen Yönleri-4

                      Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Seyyid Ali Hamenei bu sıfatlara, bu kontrollere sahip olmakla beraber genelde muhataplarına ve özelde öğrencilerine bu doğrultuda çok nasihatler eden bir şahsiyettir.

                      Hüccetül İslam Doktor Murteza Tahrani şöyle anlatır: Yurt dışına tebliğ hizmetine gitmeden önce nasihat istemek için seyyid Ali Hamenei'nin huzuruna vardım ve o yüce şahsiyetten nasihat istedim. Bana şöyle buyurdular: Orada sünnet amelleri iki kat fazla yapmaya gayret edin. Zira orada günahtan korunmak için daha fazla çabaya ihtiyacınız vardır. Bu işi yaparsanız, döndüğünüz zaman daha kâmil olmasanız bile en azından daha önce olduğunuz gibi dönmüş olursunuz. Çünkü gitmiş olduğunuz ülkenin yaşam kültüründe daha fazla panzehire ihtiyacınız vardır. (Ab dar Ayine, s.7)

                      Seyyid Ali Hamenei'nin emperyalizm, siyonizm ve dünya müstekbirleri karşısındaki tavrı, duruşu ve kalbinin kuvveti, Allah'a tevekkülü, hesabını Allah ile yapması bütün Müslümanlar için önemli ders ve mesajları içermektedir. Bütün Müslümanlar dünya müstekbirlerine karşı bu şekilde kalbi kuvvete sahip oldukları takdirde müstekbirler korkak bir tilki gibi dağılıp yok olacaklardır.

                      Hüccet-ül İslam Ahmet Mervi şöyle anlatıyor: Ayetullah şehit Muhammed Bakır Hekim Necef'e gitmek istediği zaman Seyyid Ali Hamenei'nin yanına geldi. Saddan düştükten sonra gerçekleşen bu toplantıda Seyyid Ali Hamenei Şehit Muhammed Bakır Hekim'e bir takım şeyler söyledi ve Amerika hakkında şu ikazlarda bulundu: Bugün Irak Amerika'nın işgali altındadır. Amerika bütün gücü, kuvveti ve zorbalığı ile oraya musallat olmuştur. Sakın Amerika'dan korkmayasınız. Bu müstekbir düzen, bu zorbalık ve onca silah sakın sizi gevşetmesin. Amerikalılar hakirdirler- alçaktırlar ve Irak'dan dışarı çıkmalıdırlar.

                      Bu sözlerin üzerine Merhum Şehit Hekim şöyle dedi: Ben sizin bu rahatlığınıza ve özgüveninize hayret ediyorum. Amerika şu anda sizin yakınlarınızdadır (sınırlarınıza yakındır) ve daima boynuzlarını, pençelerini, azılı dişlerini göstererek ben buradayım diyor ve siz bu kadar rahat, sakin, emin bir halde bize Amerika'dan korkmayın tavsiyesinde bulunuyorsunuz. Bu beni çok şaşırtan bir durumdur.

                      Seyyid Ali Hamenei şöyle buyurdular: Bu halin sebebini biliyor musunuz! Biz hesabımızı Allah üzerine açtık. Bizim güven ve itimadımız Allah'adır. Amerika'nın neci ve kim olduğunu bilmiyor değiliz. Amerika'nın azılı dişlerini ve pençelerini de her gün görmekteyiz ve onların vahşi olduklarını bilmekteyiz. Ancak bizler Allah'a güvendik, itimat ettik, hesabımızı Allah ile yaptık ve kalbi Allah'a ipotek ettik.

                      Rusya devlet başkanı Vladimir Putin inanç konuları ile bir bağı olmayan ve laik kişiliği olan birisidir. Rusya Cumhurbaşkanlığı döneminde Seyyid Ali Hamenei ile bir görüşme yapmış ve görüşme sonrasında şunları demiştir: Ben Hz. İsa hakkında yapmış olduğum araştırmaların inayeti ile İran inkılâbının rehberi ile yapmış olduğum görüşmede, Hz. İsa'nın bütün özelliklerini İran inkılâbının rehberinde gördüm ve bana böyle tecelli etti…

                      İran'da öyle büyük bir hekim oturmuş ki, onun bütün olaylara tüm yönleri ile bu denli geniş bir şekilde vakıf olacağı benim aklıma asla gelmezdi. O öyle bir hekim ve bilgedir ki, İran siyasetinin tamamının nizam ve düzeni onunla sağlanmakta ve kararı onunla verilmektedir. İran rehberinin dirayet ve engin zekâsı ile hiçbir tehlike İran'ı tehdit edemez. Ben onunla görüşmem neticesinde daha önce duymuş olduğum İslam Cumhuriyeti anayasasının hakikatini, velayet-i fakihin anlamını ve din âlimlerinin velayetini anladım. (Vije Namei İmtidad, Khordad,1389)

                      Merhum Hacı Seyyid Ahmet Humeyni şöyle anlatmaktadır: Ayetullah Hamanei Kuzey Kore gezisine çıkmıştı, İmam Humeyni televizyondan gezinin ayrıntılarını takip ediyordu. Ayetullah Hamanei'nin Kore gezisi, halkın karşılaması, konuşmaları ve müzakereleri İmam Humeyni açısından çok etkileyici olmuştu. Bu sırada İmam Humeyni şöyle buyurdular: el Hak bu kişi rehberliğe layıktır. (Fakihler ve bilgeler nazarında Ayetulluh Hamenei’nin merceiyyeti, s.70)

                      Gulam Ali Haddad Adil (İran İslam Cumhuriyeti eski meclis başkanı) yaşamış olduğu bir hadiseyi şöyle aktarıyor: Ayetullah Hamanei’nin ailesinin kızımı istemelerinden birkaç gün sonra rehberin yanına gitmiştim. Rehber şöyle buyurdular. Doktor Bey! Eğer Allah isterse sizinle akraba olacağız. Arz ettim: Nasıl? Buyurdular: Müçteba (rehberin oğlu) ve sizin hanım kızınız öyle görünüyor ki bir birlerini beğenmişler ve konuşmaları neticelenmiş. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

                      Arz ettim: Efendim bizim ihtiyarımızda sizin elinizdedir!

                      Aziz rehber şöyle buyurdu: Siz ve eşiniz üniversitede öğretim görevlisisiniz ve sizin yaşantınız ile bizim yaşantımız arasında fark vardır. Tüm mal varlığım kitaplarım hariç, bir küçük kamyonet eski eşyadan ibarettir! Evimizin ise iki odası ev halkının kullandığı bir odası ise yetkililerin benimle görüşmek için geldiklerinde kullandığımız bir evden ibarettir. Benim ev satın alacak param yoktur. Bir katında Mustafa (Rehberin diğer oğlu) diğer katında ise Müçteba’nın kalacağı bir ev kiraladım. Bizim yaşantımız sıradan bir yaşantıdır, sizin yaşantınız iyi bir yaşantıdır. Sizler bizler gibi bir yaşam tarzına alışık değilsiniz. Acaba bu şartlar altında kızınız evlenmeye hazır mıdır?

                      Rehberin dikkatli ve güzel konuşması benim için çok etkileyici olmuştu. Konuyu kızıma açtım, o da açık görüşlülükle kabul etti.(Golhaye Bağ-ı Khatıre-Dar Sayei Khorşid)

                      Devam Edecek…

                      Selam ve Dua ile

                      Mehdi AKSU

                      Yorum

                      YUKARI ÇIK
                      Çalışıyor...
                      X