FİDEL CASTRO'YA MEKTUP
Üstad Muhammed Rıza Hekimî yazar, bilge ve çağdaş bir filozof. Yazdığı bir mektupla Küba Cumhurbaşkanı Fidel Castro'ya, din-i mübin-i İslam'ın ve Kur'an-ı Hakimin ilkelerini açıklamıştır.
Bu mektup 16 sahifeden oluşmakta ve Kur'an-ı Kerim'den ayetler, İslam Peygamberi'nden, Hz. Ali'den ve diğer İslam büyüklerinden gelen rivayetlere dayanarak ona, son peygamberin dininin ilerici, derinlikli ve hassas ilkelerini tanıtmaktadır.
Son derece dikkat ve büyük bir dirayetle bu mektupta sözü edilen konular İslam'ın ilerici ilkelerini irdelemesi ve bu ilkeleri tanıtması bakımından oldukça önemlidir.
Üstad Hekimî mektubun başında şunları kaydeder:
“Bendeniz çok öncelerden beri, Fidel Castro ve Che Guevara'ya kan dökücü, terörist Amerikan emperyalizmine karşı savaştıkları için saygı duyarım. Sayın Castro'nun Kur'an'ın içeriğine yönelik ilgisini bazı dostlardan işittiğim yakın zamana kadar da bu duygularım devam etti.
Bu nedenle el-Hayat kitabının (aynı zamanda İspanyolca'ya tercümesi yapılıp dört cilt halinde basılmıştır) 1. ve 2. cildi ile birlikte kendisine gönderilmek üzere üç sayfalık bir mektup yazıldı. Fakat bazı dostlar mektubu kısa buldular ve bizzat mektubun kendisinde bazı konuların zikredilmesinin iyi olacağını belirttiler. Böylece Fidel Castro Bey'e sorumluluk duygusu ve insani meselelere dair öngörülen tarzda bir mektup yazdım. Ancak görünen o ki, (tercümeden kaynaklı) ve bir takım bürokratik zorluklardan ötürü mektup henüz Beyefendi'nin eline geçmiş değil.
Böylece konuyla ilgilenenler şimdilik mektubu bu seri içerisinde hem gençlere hem de İslam'a dair doğru bilgi edinmek isteyen kimselere yararlı olacak şekilde basılmasını istediler. Ben de uygun gördüm.
Bu mektupta Kur'an'a dair konulardan az bir kısmı Kur'an üzerine “Peyam-ı Cavidan / Ölümsüz Mesaj” adlı kitabımızda da yazmış olmamız konunun gelişi (siyakı) nedeniyledir.
Bilindiği üzere Fidel Castro (d. 1926) yirmi yaşında (1947) Terokhyo iktidarına karşı mücadele veren devrimcilere katıldı ve Küba halkının anti-Amerikancı gösterilerine iştirak etti. 1950'de hukuk doktoru oldu. Akabinde Ortodoks Partisi diye bilinen ıslahatçı bir gruba katıldı. Bir müddet sonra “Batista”, dönemin iktidarını devirdiği zaman 160 devrimci gençle birlikte bir askeri karargaha saldırdı. Fakat arkadaşlarından büyük bir çoğunluğu öldürüldü. Fidel Castro ve kardeşi Raul uzun süreli hapse mahkum oldular. 1954'teki genel aftan yararlanarak serbest kaldılar. 1956'da yine 81 kişilik silahlı bir grupla birlikte Küba sahillerinde açık araziye indi. Fakat Batısta askerleriyle girdikleri çatışmada onlardan 69 kişi öldürüldü veya ele geçirildiler. Bu topluluktan geriye kalan (12 kişi) “Siramaistra” dağlarına kaçtı. Burayı operasyonların merkezi haline getirip devrimci gençlerin de yardımıyla propaganda savaşı ve parti mücadelesine başladılar.
Castro, Batista'nın kaçmasıyla birlikte zafere ulaştı. Bir müddet sonra ve bazı olayların akabinde Küba'nın siyasi ve iktisadi lideri oldu. Amerikalıların mallarına el koyup ABD uyrukluları sınırdışı ederek Amerikanın Küba'daki müdahalelerini kesti (1961). Castro Sovyetlerin yardımlarından yararlanmıştır. Amerika ise her zaman güney Amerika ülkeleri üzerinde onun devrimci etkisinden endişe duymuştur.
Şunu belirtelim ki, Küba Devrimi'nin düşünce yapısı ve icraatlarını eleştirmeden edemeyiz. Ancak bunun mektubumuzla bir ilgisi bulunmamaktadır. Küba Devrimi'nin bizim için önemli olan boyutu, Amerika gibi terörist ve eli kanlı bir devlet ile kanlı çatışma içinde olması ve Küba halkının bu saldırgan, yağmacı, sınır tanımayan devin pençesinden kurtulmasıdır. Beni, bu mektubu yazmaya teşvik eden şey ise, daha önce ifade ettiğim gibi bazı dostlardan işittiğim; Fidel Castro Bey'in Kur'an-ı Kerim'in içeriğine ilgi duymuş olmasıdır.
Farklı Batılı ülkelerden bilim adamları; hukukçular, önemli şahsiyetler, filozoflar ve siyaset adamlarının İslam, Kur'an-ı Kerim, Resul-ü Ekrem'in hadisleri, Nehcü'l-Belağa, Şia fıkhı (Şia'nın hukuk kaynakları) konusunda önemli açıklamalar ve övgüler yapmışlar ve bu eserlerden farklı dillere çok sayıda çeviriler yayınlamışlardır. Bu cümleden olarak son 40 yılda General Dögol'ün (1970) “Malik-i Eşter-i Nah'i'nin Ahidnamesi”ne ilişkin konuşmaları, aynı şekilde Kofi Annan'ın ve BM'den bazı yetkililerin kimselerin konu hakkındaki sözleri zikredilebilir.
Bütün bunlar, açıkça bizim büyük sorumluluklarımız konusunda yani Kur'an-ı Kerim, Nebevi öğretiler, Nehcu'l-Belağa, Fatımiye Hutbeleri ve Aşûrâ felsefesini tanıtmak hususunda ne kadar kusurlu olduğumuzu gösteriyor. Hem İslam hem insanlıkla ilgili olarak affedilmez kusurlarımız var. Bizim ilim merkezlerimiz, bu önemli insani ve ilahi ve evrensel mevzuda kendi sorumluluk düzeyinde ne kadar gafil ve uzak kalmış ve kalmaktadırlar.
Bu mektubun başlangıç bölümünün devamında şunlar kaydediliyor: Biz eğer mezkur sorumluluğumuz yerine getirmiş olsaydık, kesinlikle şunu söyleyebilirdik; günümüzde bütün dallarıyla birlikte insani bilimler, daha derinlikli ve farklı yapısıyla hatta vahye dayalı rasyonel düşünce Batı dünyasına tanıtılmış olacaktı. Bugün Batılı insanlar ve aydınlar aklı aletsel akıl olmaktan öte aydınlatan akıl düzeyinde tanıyacaklardı.
Evren biliminde, gezegenlerin tanınmasına ilişkin İmamlardan (a) gelen rivayetlere bakmaları bile yeterlidir. Onları bir taraftan Batlamyusçu gökbilim ve bütün yeni gelişmelerle birlikte yeni gökbilim arasında analoji yapmaya sevkedecek ve onları sahih İslam'ın kaynağı nedir? sorusuna muhatap kılacaktır.
Üstad Muhammed Rıza Hekimi'nin
Fidel Kastro'ya yazdığı mektubun tam metni:
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Selam ve Saygılarımla…
Ekselansları için, dünya yoksullarının hamisi, insan onurunu koruyan, küresel emperyalizme ve kapitalizme direnişinizde daima sağlık, afiyet ve neşe dolu uzun ömür diliyor, Küba'nın direnen, şanlı millet ve devletine alicenab aracılığıyla selam iletiyorum. Onlar için iyi dileklerimi iletir, savaşçı ve cesur liderinizi azamet ve saygı ile anıyorum.
Bendeniz yıllardan beri sizin bariz şahsiyetinize vakıfım. Mazlum ve yoksulları koruyucu girişimleriniz ve zalimlerle yağmacılara karşı duruşunuz benim size yönelik sevgi ve ilgi duymama neden olmuştur. Sizinle konuşma vesilesi oluşmuşken şu hatıramı nakletmem güzel olacak: Yaklaşık 40 yıl önce, Şii İslam anlayışının önemli, insani ve kesin öğretileri ile Kur'an-ı Kerim, Peygamber-i Ekrem, Mutahhar İmamların…… savunulması hakkında üniversitede yaptığım bir konuşmada haddi zatında sözkonusu öğretilerin bana verdiği hararet ve heyecanla ezilen sınıfların haklarından, insanlık onurunun korunmasından, zalim ve müstekbirlerin karşısında direnmekten …. e kadar anlatıyordum. Diyordum ki; güneş, bütün dünyaya, bütün canlılara ve insanlara ışırken zalimlere destek olsun veya zulüm üretenlerin, insanlığı tanımayanların yaşamını ısıtmak için değil evrensel adaleti ve insanlık onurunu yaymak için ışıyor. Şimdi böyle değilse bile böyle olmalıdır. İnsanlık ve adalet yolunda çabalamak, gayret göstermek kuşkusuz bedel isteyen ağır bir sorumluluktur.
Netlik içinde Kur'an'ın ve İslam önderlerinin öğretilerine dayandırarak yaptığım bu konuşmalar, dinleyicilerin vicdanında yüce gerçekler ve insani öğretilerin büyük etkisini bırakıyordu. O günlerin birinde değerli bir üniversite mensubu konuşma bittiğinde yanıma geldi şöyle söyledi: Keşke bugün Fidel Kastro burada olsaydı, konuşmaları dinleyip dinî öğretilerimizin insanlık için nasıl mesajlar içerdiğini görseydi. Ayrıca bizim emperyalizmle kavgada derin farklılıklarımıza rağmen kendisiyle ve mücadelesiyle, ne kadar müşterek ve yakın olduğumuzu görseydi. Öyle ki, dinimizin adaletçi ve insani öğretileri, İmam Ali (a)'nin Nehcu'l-Belağasında (insan haklarını savunan, yoksulluk ve yasakları ezen en büyük yazılı metin) form bulan İslam'ın çıkış dönemine 14 yüzyıl önceye uzanmakta ve kendine özgü uygulamasına dayanmaktadır. Nitekim İmam Ali kısa süren ve sıkıntılarla dolu hükümetinde feryat ediyor: Düşman yalnız Kufe Şehri'ni bana bırakmıştır. Allah'ın dini temelinde hükümet ettiğim bu kentte bir tek dilenci, aç, işsiz, evsiz barksız, mazlum ve mahrum dahi bana yardım etmiyor .
Acaba şimdiye kadar, güneşin mamur memleketlere ve dünyanın viranelerine doğduğu bir güne ulaşılmış mıdır ki, bir hükümet başkanı böylesine sıdk ile iddiada bulunabilir?
Zatı Alileri! İşte böyle görüyorsunuz ki bizimle sizin aranızda insani, amaca dönük ve ortak mücadele bağımız kırk yıllık bir maziye dayanır. Öyleyse bu mektubu yazarak kıymetli zamanınızdan birazını almak için kendime izin vermek istiyorum.
Ben kıymetli Keşiş Feri Beto Beyefendiye verdiğiniz röportajı okudum. Bu röportajınız birkaç yazar ve edebiyatçı tarafından Farsça'ya iki defa tercüme edildi. Muhterem Keşiş birtakım sorular soruyor size ve cevaplar alıyor ve siz ondan bir sual soruyorsunuz: Hıristiyanlıkta mazlum ve yoksulları savunan, zulüm karşısında tavır belirleyen ne tür öğretileriniz var? diye. Sualinize karşılık Feri Betto Bey'in cevabı üçbeş cümleden öteye geçmiyor. Bu kitabı okurken hep düşündüm durdum: İslami öğretilerde (Kur'an'ı Kerim'de veya Peygamber ya da İmamlar'dan nakledilen) bu türden kesin hükümler, büyük heyecan yaratan ilkeler ulaşmıştır ve bu ilkeler İslam Dini'ne ait öğreti ve hükümlerin asli unsurudur. İslam'da mazlum ve yoksullarla ilgili öğretiler hem sayısal olarak çoktur, ciltlerce kitabı doldurur hem de içerik olarak en yüksek bireysel ve toplumsal inşaya dönüktür ve direnişin gerekliliği, adalet ve özgürlüğün yaygınlaştırılmasına yöneliktir. İslam'ın bu öğretilerinden örnek başlıkları aktarmaya çalışacağım.
Cenabı alilerinin kısa bir zaman önce memleketimizi ziyaretlerinde yakından görüşmeyi çok istedim. Fakat ne yazık ki hem hastalığım, hem araştırma ve ilmi faaliyetler, hem de ziyaretinizin az sürmesi bana bu fırsatı vermedi.
Sizin İran'dan dönüşünüzden sonra, bu gezinizde hatta daha önce bir iki yerde İslam dini ve Kur'an'ın öğretileri hakkında bilgi sahibi olmak istediğinizi bir kısım tanıdıklarımdan işittim. Bu açık düşüncenizden ötürü sevinçle bu fırsatı ganimet bildim ve halkıyla ilişkilerinde doğru; adalet, erdem, insanlık düşmanlarına karşı (özellikle kan dökücü, terörist ve dünyayı sömüren, en çirkin terörist planların destekçisi ABD'ye karşı ) direnen bu saygıdeğer insanın isteğini yerine getirmeyi bir görev telakki ettim.
Bu nedenle İspanyolcaya tercüme edilen “el-Hayat” isimli kitabımdan kendim ve bu kitabın yayımında emeği geçen dost ve mesai arkadaşlarım adına huzurlarınıza iki cilt gönderip yanında hürmetlerimizi bildiren kısa bir mektup yazmayı düşündüm lakin dostlarım, yeterli ölçüde sözü geçen konuları içeren ayrıntılı bir mektup yazmamın daha münasip olacağını söylediler.
“El-Hayat” isimli eserimiz iki seriden oluşmaktadır. Birinci serisi 6 cilt halinde Arapça olarak yayınlanmıştır. Daha sonra merhum Prof. Ahmet Aram tarafından Farsçaya tercüme edilmiştir. Bilahare 1. ve 2. cildi Sayın Muhammed Muallimizade tarafından İspanyolcaya çevirisi yapılmış, aynı zamanda Abid Askeri Bey tarafından 1. ve 2. ciltler Urducaya tercüme edilip yayınlanmıştır.
Dilinize çevirisi yapılmış olan 2 ciltte (tamamı 4 cilt olarak basılmış ve takdim edilecektir) insan, tanıma, özgürlük, adalet, düşünce, üstün medeniyet ve birçok öğreti yer almış ve her konu İslam'ın iki aslî kaynağı olan Kur'an ve Sünnet (Kur'an ve Hadis)'e dayandırılmıştır. Özellikle İspanyolca nüshanın 4. cildinin son iki bölümünde, egemenlik ve bunun halkla ilişkisi, halk karşısında otoritenin görevi, bütün hakların sahiplerine ulaştırılması, hak sahiplerinin haklarına bütünüyle saygı gösterilmesi, insanlık onurunun korunmasına özen gösterilmesi gibi önemli konular kısa da olsa ele alınmıştır. Lakin keşke bu eserin 6. cildi de süratle İspanyolcaya tercüme edilip elinize ulaştırılabilseydi. Çünkü bu ciltte insan hakları, insanî kimlik, toplumda yoksulluğun ortadan kaldırılması için adaleti egemen kılma zarureti gibi özel ve daha önce ele alınmamış tarzda bir araya getirilmiştir.
Şimdi izninizle ben kısa bir şekilde İslam'ın üç kaynağı; Kur'an-ı Kerim, Yüce Peygamberin Hadisleri ve İmam Ali'nin sözleri…
*
Kur'an- Kerim:
Yöntem olarak eğer Kur'an'ın ve İslam'ın öğretilerini iki kelimede özetlemek istersek:
• Tevhid (akıl ile Allah'ın bilinmesi).
• Adalet (herkese hakkının verilmesi)
Tevhid; yani İnsan - Allah arasındaki ilişkinin doğru bir zemine oturtulması, düzeltilmesidir.
Adalet ise; İnsan – İnsan ilişkisinin doğru bir şekilde düzenlenmesidir.
Şimdi siz hangi İslamî tanım ve hükme bakarsanız bakın teoride veya pratikte hiçbir unsuru bu iki aslî kaynağın dışında göremezsiniz. Şunu yakinen biliyoruz ki, insanın tam mutluluğu için (dünya ve ahiret mutluluğu, bir başka ifadeyle fani ve ebedi mutluluk) eğitim-proje çalışmaları dahil teorik ve uygulama düzleminde riayet edilmesi halinde bu iki kaynak yeterlidir.
İnsan, Allah'a inanıp O'na ait sorumluluklarını yerine getirdikten sonra ebedi mutluluğa kavuşmak için başka bir şeye muhtaç değildir. Aynı şekilde adalet ve adaletin sağlanmasının önemini kavradıktan sonra insan –ki öz itibariyle akılcı hürriyet insanda yerleşik bir değerdir- toplumsal mutluluğa ve bu dünyada sağlıklı bir yaşama kavuşmak için başka bir şeye ihtiyaç duymaz.
Kur'an'ın tevhit ve adalet çağrısına kulak verip de büyük düşüşlerden kurtulamayan ve gerekli gelişmeleri yakalayamayan bir toplum gösterilebilir mi? Göz önündeki bütün İslam ülke ve toplumlarında İslam'ın adı var fakat kendisi, yani İslami hükümlerin uygulaması yoktur. Çatışmalar İslam adıyla yapılıyor ancak İslam için yapılmıyor. Bu tür toplumlarda tevhide dayalı inanç ve adalete dayalı uygulamalar egemen değildir. İşte böylesi yerlerde uyuyan toplumların uyandırılması ve yeniden egemen olabilmesi için yapılacak çağrı, tevhid ve adalet çağrısı olmalıdır.
Kur'an'ın çağrısında iki temel mesele vardır:
• Sağlıklı eğitim; bireyin inşası (toplumun inşası için)
• Adil yönetim; toplumun idaresi (bireyin inşası için).
Özet olarak Kur'an'a dayalı bir toplum adalet temelinde inşa edilir. Kur'an'ın egemenliği ise adaletin olmasına bağlıdır. Bunun dışında hangi uygulama olursa olsun adına İslam denilemez.
Sayın Cumhurbaşkanı !
Kur'an'ın nihai amacı -kendi öğretileri ve ayetlerine göre- insanın doğal yaşama, sağlıklı ve mantıklı bir yaşama kavuşturmaktır. Bu dinin nihaî gayesi böyle bir toplum ve yaşamı kurmaktır. Toplumsal inşa olmaksızın yalnız bireysel inşa ile bu son derece büyük hedefe ulaşmak ise imkansızdır. Aynı şekilde bireyin inşası olmadan toplumsal inşayı gerçekleştirmek de imkansızdır. Burada Hz. Peygamber'in öğretici bir sözü bizlere ulaşmıştır: “ كـلكـم راع و كـلكـم مـسـؤول عـن رعـيتـه ” Hepiniz yöneticisiniz ve her biriniz yönettiği kitleden sorumludur”. Yani İslam toplumunda her birey çoban gibidir ve idare ettiği topluluktan sorumludur. Bu tarz karşılıklı ve destekli bir sorumluluk üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Böylesi bir toplumda herkes birbirinden sorumlu, birbirinin kontrol edicisi, birbirinin öğretmeni, öğüt verenidir. Herkes yekdiğerinin iyiliğini ister ve aynı zamanda herkes bir diğerinin polisidir. Bu tarz bir toplumdan daha insani, daha tek yürek bir toplum düşünülebilir mi?
Öyleyse insanı ve toplumu kurarken İslamî hareket bir metal paranın çift yüzü gibidir. Bir yüzü olmazsa diğer yüzünün varlığı da imkansızdır. Bireyin inşası olmadan toplum, toplumun inşası olmadan bireyin inşası mümkün değildir. Dolayısıyla, Kur'an'ın kurmak istediği toplumda, tek taraflı bir sorumluluk bulamazsınız. İnsan teki toplum karşısında sorumluluğu olmayan sadece kendinden sorumlu bir varlık değildir. Aynı şekilde toplum bireyleri, sadece topluma karşı sorumlu, bireysel sorumlulukları olmayan kimseler değildir. İşte bu şekilde insanlığın muhteşem binası kurulmuş olacaktır. İnsanlar adaletten de insanlık onurundan da mahrum olmazlar. İşte makul özgürlük (tanımlanmış) daha önce değinildiği gibi, adaletin özünde vardır ve adaletin mülazımıdır. Bu nedenle, Kur'an'a göre şekillenmiş bir toplumda güç ve iktidar amaç değildir. İktidar sadece bir araç olabilir ve ancak gerektiği ölçüde iktidar kullanılabilir. İktidar, Kur'an'ın hedeflerine (mutlu bir yaşam) ulaşmak içindir yoksa şeytani amaçlar, insanlık onurunu ve insan haklarını çiğnemek için değil. Nitekim bugün ABD, şeytani gücün en bariz örneğidir. İnsanlığın sınırlarını geçip vahşet alanına ulaşmıştır. ABD kendi ülkesinde insanlığın gelişimi ve insanlık onuruna izin vermediği gibi başka ülkelerde de –bizim ülkemiz gibi- Kur'an'a dayalı bir yaşamın koşullarının oluşturulmasına engel olmaktadır. Elindeki baskı unsurlarını kullanarak Kur'an'a zıt kültürünü yaymakta ve Kur'anî bir toplumun inşasına engel olmaktadır. Böylece sulta alanı içindeki birçok ülkenin özgürlük ve bağımsızlık taleplerini kendi şeytani gücü ve işgalci mantığıyla bastırmaktadır.
Koşullar ne olursa olsun net bir şekilde Kur'an toplumunu tanımlayacak olursak şunları söyleyebiliriz
Kur'an toplumu, insanı geliştirecek dinamiklerin içinde var olduğu, onu sınırlayacak ve engelleyecek engellerin ise bulunmadığı bir toplumdur.
Kur'an, sonsuz saadet semasında, idrak melekesinin inficarı/açığa çıkmasıdır.
Kur'an, çağlar ve nesiller boyu süren insanlık çadırını ayakta tutan sütundur.
Kur'an, tarihin devamı içinde yüzyılların salabet akışıdır.
Kur'an, insanı geçmiş toplulukların ve uygarlıkların hayat hikayeleri karşısında uyandırarak düşünmeye sevketmekte ve zalimlerin zulümlerinden ötürü nasıl bir son ile yok olduklarını ibretle gösterip zulmetmesini engellemektedir.
Kur'an, halkların adalet gölgesinde bir yaşam sürmeleri için onları adalete çağırmakta ve herkesin kendini gerçekleştirebilmesini istemektedir.
Kur'an, halkların yiğitçe zorbaları ezip geçmesini ve üç ayaklı tağutları; (Firavun: siyasi tağut, Karun, iktisadi tağut ve Haman; kültürel tağut) her yerde ve her zaman yok etmesini istemektedir.
Kur'an, halklara bir hedef göstermekte, onları varlık gerçeği ve varlığın farklı görünümlerini tanımak için çalışmaya sevk etmektedir. Düşünerek, birikimleri dikkate alıp aklı en yüksek düzeyde kullanmalarını fakat aklı tanrılaştırmamalarını istemektedir.
Kur'an, halkın yoksulların kurtuluşu yolunda değişimci inkılap ateşini yakarak zulüm ve fesat önderleri ile savaşmasını istiyor. Her an insan böylesi bir başkaldırıya muhtaçtır. Fesada boğulmuş toplumların ve iktidarların ıslahı için halkı ayağa kaldırır.
Kur'an, Müslümanların bütün insanlık için barış ve güvenlik elçileri olmalarını sağlıklı iktidarlar kurarak ilahi ilkeleri egemen kılmalarını ve Müslüman olsun olmasın hiç kimseye zulmetmemelerini istiyor.
Kur'an; halkların bireysel, toplumsal, siyasi, hukuki ve hayati takvaya ulaşabilmesi için onlardan dünya ekonomisini (nimetlerini) çalışarak büyütmelerini, tabiatı keşfedip insanlığın yararına kullanmalarını, kentleri imar edip güzelleştirmelerini, bahçe, tarla, akan nehirler, deniz, gökyüzü, yıldız ve aya bakarak haz duymalarını, öğüt almalarını, adalete titizlikle riayet etmelerini, hayatı herkes için hoş ve güzel kılmalarını, her türlü bencillik, başkasını görmezlik ve başkasını sınırlamak gibi özelliklerden şiddetle kaçınmalarını istiyor.
Kur'an diyor ki; sermaye belli ellerde tekelleşmemeli, kanın insan bedeninde bütün damarları dolaşması gibi sermaye de bütün toplum bireyleri arasında dolaşmalı, tabana yayılmalıdır.
Kur'an; diyor ki; takvaya (sağlıklı düşünüp sağlıklı yaşamak) ulaşmanın yolu adaleti eksiksiz uygulamaktır.
Kur'an diyor ki; insanlar yalan söylemesin, gıybet etmesin, haset etmesinler ve hayatı içinden takva gibi bir değer aldıkları panayır olarak görsünler. Takva ise, adalet ve insanlara hizmettir
Kur'an diyor ki; Müslümanlar cesur, hamiyetli, cihad ile tanışık, silahşör, Kur'an ve insanlığın kalkınma ve yararına olan İslamî değerlerin savunucusu, Kur'an ve Kıble'nin koruyucu askerleri olmalıdırlar.
Kur'an insanları onurlandırmış, insanlık onurunun korunmasını şart koşmuştur. Kur'an'ın tevhitten sonra hüküm ve öğretilerinin mihveri insan, adalet, özgürlük ve kalkınmadır.
Kur'an diyor ki; bilenler ile bilmeyenler arasında hiçbir surette bir mukayese yapılamaz, onlar birbirine denk değildirler.
Kur'an diyor ki; insanlığı iki yönlü olarak kalkındırmak için ilahi değerler uğruna cihad edenlere bundan çok daha üstün ve fazlası mükafat olarak ödenir.
Kur'an diyor ki; bir insanı sebepsiz yere öldüren kimse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.
Ve Kur'an…
Peygamber-i Ekrem (s):
İslam'ın muhtevasını tanımaya dair Peygamber-i Ekrem'den birkaç söz :
Peygamber-i Ekrem (s) : “ Bir saat adalet, yetmiş yıl ibadetten daha üstündür ”. (Burada bir dinin bütün dikkati ibadet ve dini uygulamalara yoğunlaştırması gerektiği düşünülürken görülmektedir ki İslam; insan, toplumsal adalet, hayat, geçim ve iktisada, bir saatlik adaleti yetmiş yıl ibadete denk kabul edecek kadar önem vermiştir.)
Peygamber-i Ekrem(s) : “Zenginlerin mallarında muhtaçların hakkı vardır. Aç ve dermansız kalan kimsenin sorumlusu zenginlerdir”.
Peygamber-i Ekrem (s) : Bir tek açın bile bulunduğu yörenin halkı, Allah'ın rahmetinden mahrum kalır.
Peygamber-i Ekrem (s) : Allah'a imandan sonra en akıllı insan halkın sevgisini kazanan ve herkese iyilikle muamele edendir.
Peygamber-i Ekrem (s) : Mazlumun hakkını zalimden alan kimse, benimle cennette aynı makamdadır.
Peygamber-i Ekrem (s) : Borcunu ödeyemeyen borçlu, borcunu ödeyemeyeceğini ispat ettiği taktirde onun borcunu ödemek hakimin görevidir.
Peygamber-i Ekrem (s) : Ey Müslümanlar! İhtiyaç sahiplerinin hakkını veriniz ki namazlarınız Allah katında makbul olsun. (İslam'da namaz dinin direği olarak kabul edilmiştir. Namaz ve ibadet bir Müslüman için Allah katında makbul olduğu zaman değerlidir. Yoksulların haklarını tam olarak verdiğiniz zaman ancak ibadet ve namazınız kabul olur diyen İslam'ın toplumunda bireysel inşayı nasıl gerçekleştirdiğine, şu hassasiyet, zerafet ve sağlamlığa bakınız.
Peygamber-i Ekrem (s) : Ben insanlar arasında adaletle hükmetmek üzere görevlendirildim (Kur'an).
Peygamber-i Ekrem (s) : Bilginlerin yanına oturanlar Allah dostlarının yanına oturmuştur, Allah onu böylece cennetine gönderecektir.
Korku ve baskı ile suç itirafında bulunan kimsenin bu itirafı hukuken değersizdir.
Peygamber-i Ekrem (s) : Kadınlar çiçek demeti gibidirler, onlara kaba davranmayın.
Ve İmam Ali (a): İmam Ali Kur'an ve Peygamber-i Ekrem'in eğitiminden geçmiştir. 10 yaşından itibaren Peygamber'in yanında büyümüş ve hiçbir zaman cehalet kirlerine bulanmamıştır. O, Kur'an, Muhammed ve İslam'ın kamil bir numunesidir. Şiilerin birinci İmam'ı, bütün Müslümanların, özgürlük ve adalet isteyen yüreklerin ve tüm insanlığın kabulüdür. Şimdi İmam Ali'nin insanlık, adalet ve tarih hakkındaki konuşma, öğreti ve davranışlarından örnekler sunmak istiyorum:
İmam Ali (a) : İktidara geçen kimse akraba ve taallukatını etrafına toplamasın ki halkın hakkına elleri uzanmasın ve makamı suiistimal etmesinler.
İmam Ali (a) : Müslüman yöneticinin kendisi ve aile yaşantısının, toplumda en yoksul ailenin yaşam standardına eşdeğer olmasını Allah vacip kılmıştır.
İmam Ali (a) : Takatten düşmüş yaşlı hayvanlar için bir yer yapmış orada barınmalarını sağlamıştır.
İmam Ali (a) : Sakın ola, toplumun adaletten başka bir şeyle ıslah olabileceğini düşünmeyesiniz.
İmam Ali (a) : Ey İslamî Yönetimin sorumluları! Yetki ve makam görev yapmanız için size verilmiş birer emanettir. Yoksa kamu mallarını yağmalamak için bir fırsat değil…
İmam Ali (a) : Piyasaları ve fiyatları kontrol etmek lazımdır. İhanet içinde olan kontrolörleri ise ağır cezalara çarptırmak gerekir.
İmam Ali (a) : Eğer Hasan ve Hüseyin (iki oğlu, Peygamber'in de torunlarıdır) bir yanlış yaparlarsa en küçük imtiyaz görmeyeceklerdir.
İmam Ali (a) : Ben zayıfların haklarını onların boğazından çekip alıncaya kadar güçlüleri zelil ve hakir yapacağım. Zayıf halkı öylesine güçlü yapacağım ki, bütün haklarına ulaşabilecekler.
Üstad Muhammed Rıza Hekimî yazar, bilge ve çağdaş bir filozof. Yazdığı bir mektupla Küba Cumhurbaşkanı Fidel Castro'ya, din-i mübin-i İslam'ın ve Kur'an-ı Hakimin ilkelerini açıklamıştır.
Bu mektup 16 sahifeden oluşmakta ve Kur'an-ı Kerim'den ayetler, İslam Peygamberi'nden, Hz. Ali'den ve diğer İslam büyüklerinden gelen rivayetlere dayanarak ona, son peygamberin dininin ilerici, derinlikli ve hassas ilkelerini tanıtmaktadır.
Son derece dikkat ve büyük bir dirayetle bu mektupta sözü edilen konular İslam'ın ilerici ilkelerini irdelemesi ve bu ilkeleri tanıtması bakımından oldukça önemlidir.
Üstad Hekimî mektubun başında şunları kaydeder:
“Bendeniz çok öncelerden beri, Fidel Castro ve Che Guevara'ya kan dökücü, terörist Amerikan emperyalizmine karşı savaştıkları için saygı duyarım. Sayın Castro'nun Kur'an'ın içeriğine yönelik ilgisini bazı dostlardan işittiğim yakın zamana kadar da bu duygularım devam etti.
Bu nedenle el-Hayat kitabının (aynı zamanda İspanyolca'ya tercümesi yapılıp dört cilt halinde basılmıştır) 1. ve 2. cildi ile birlikte kendisine gönderilmek üzere üç sayfalık bir mektup yazıldı. Fakat bazı dostlar mektubu kısa buldular ve bizzat mektubun kendisinde bazı konuların zikredilmesinin iyi olacağını belirttiler. Böylece Fidel Castro Bey'e sorumluluk duygusu ve insani meselelere dair öngörülen tarzda bir mektup yazdım. Ancak görünen o ki, (tercümeden kaynaklı) ve bir takım bürokratik zorluklardan ötürü mektup henüz Beyefendi'nin eline geçmiş değil.
Böylece konuyla ilgilenenler şimdilik mektubu bu seri içerisinde hem gençlere hem de İslam'a dair doğru bilgi edinmek isteyen kimselere yararlı olacak şekilde basılmasını istediler. Ben de uygun gördüm.
Bu mektupta Kur'an'a dair konulardan az bir kısmı Kur'an üzerine “Peyam-ı Cavidan / Ölümsüz Mesaj” adlı kitabımızda da yazmış olmamız konunun gelişi (siyakı) nedeniyledir.
Bilindiği üzere Fidel Castro (d. 1926) yirmi yaşında (1947) Terokhyo iktidarına karşı mücadele veren devrimcilere katıldı ve Küba halkının anti-Amerikancı gösterilerine iştirak etti. 1950'de hukuk doktoru oldu. Akabinde Ortodoks Partisi diye bilinen ıslahatçı bir gruba katıldı. Bir müddet sonra “Batista”, dönemin iktidarını devirdiği zaman 160 devrimci gençle birlikte bir askeri karargaha saldırdı. Fakat arkadaşlarından büyük bir çoğunluğu öldürüldü. Fidel Castro ve kardeşi Raul uzun süreli hapse mahkum oldular. 1954'teki genel aftan yararlanarak serbest kaldılar. 1956'da yine 81 kişilik silahlı bir grupla birlikte Küba sahillerinde açık araziye indi. Fakat Batısta askerleriyle girdikleri çatışmada onlardan 69 kişi öldürüldü veya ele geçirildiler. Bu topluluktan geriye kalan (12 kişi) “Siramaistra” dağlarına kaçtı. Burayı operasyonların merkezi haline getirip devrimci gençlerin de yardımıyla propaganda savaşı ve parti mücadelesine başladılar.
Castro, Batista'nın kaçmasıyla birlikte zafere ulaştı. Bir müddet sonra ve bazı olayların akabinde Küba'nın siyasi ve iktisadi lideri oldu. Amerikalıların mallarına el koyup ABD uyrukluları sınırdışı ederek Amerikanın Küba'daki müdahalelerini kesti (1961). Castro Sovyetlerin yardımlarından yararlanmıştır. Amerika ise her zaman güney Amerika ülkeleri üzerinde onun devrimci etkisinden endişe duymuştur.
Şunu belirtelim ki, Küba Devrimi'nin düşünce yapısı ve icraatlarını eleştirmeden edemeyiz. Ancak bunun mektubumuzla bir ilgisi bulunmamaktadır. Küba Devrimi'nin bizim için önemli olan boyutu, Amerika gibi terörist ve eli kanlı bir devlet ile kanlı çatışma içinde olması ve Küba halkının bu saldırgan, yağmacı, sınır tanımayan devin pençesinden kurtulmasıdır. Beni, bu mektubu yazmaya teşvik eden şey ise, daha önce ifade ettiğim gibi bazı dostlardan işittiğim; Fidel Castro Bey'in Kur'an-ı Kerim'in içeriğine ilgi duymuş olmasıdır.
Farklı Batılı ülkelerden bilim adamları; hukukçular, önemli şahsiyetler, filozoflar ve siyaset adamlarının İslam, Kur'an-ı Kerim, Resul-ü Ekrem'in hadisleri, Nehcü'l-Belağa, Şia fıkhı (Şia'nın hukuk kaynakları) konusunda önemli açıklamalar ve övgüler yapmışlar ve bu eserlerden farklı dillere çok sayıda çeviriler yayınlamışlardır. Bu cümleden olarak son 40 yılda General Dögol'ün (1970) “Malik-i Eşter-i Nah'i'nin Ahidnamesi”ne ilişkin konuşmaları, aynı şekilde Kofi Annan'ın ve BM'den bazı yetkililerin kimselerin konu hakkındaki sözleri zikredilebilir.
Bütün bunlar, açıkça bizim büyük sorumluluklarımız konusunda yani Kur'an-ı Kerim, Nebevi öğretiler, Nehcu'l-Belağa, Fatımiye Hutbeleri ve Aşûrâ felsefesini tanıtmak hususunda ne kadar kusurlu olduğumuzu gösteriyor. Hem İslam hem insanlıkla ilgili olarak affedilmez kusurlarımız var. Bizim ilim merkezlerimiz, bu önemli insani ve ilahi ve evrensel mevzuda kendi sorumluluk düzeyinde ne kadar gafil ve uzak kalmış ve kalmaktadırlar.
Bu mektubun başlangıç bölümünün devamında şunlar kaydediliyor: Biz eğer mezkur sorumluluğumuz yerine getirmiş olsaydık, kesinlikle şunu söyleyebilirdik; günümüzde bütün dallarıyla birlikte insani bilimler, daha derinlikli ve farklı yapısıyla hatta vahye dayalı rasyonel düşünce Batı dünyasına tanıtılmış olacaktı. Bugün Batılı insanlar ve aydınlar aklı aletsel akıl olmaktan öte aydınlatan akıl düzeyinde tanıyacaklardı.
Evren biliminde, gezegenlerin tanınmasına ilişkin İmamlardan (a) gelen rivayetlere bakmaları bile yeterlidir. Onları bir taraftan Batlamyusçu gökbilim ve bütün yeni gelişmelerle birlikte yeni gökbilim arasında analoji yapmaya sevkedecek ve onları sahih İslam'ın kaynağı nedir? sorusuna muhatap kılacaktır.
Üstad Muhammed Rıza Hekimi'nin
Fidel Kastro'ya yazdığı mektubun tam metni:
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Selam ve Saygılarımla…
Ekselansları için, dünya yoksullarının hamisi, insan onurunu koruyan, küresel emperyalizme ve kapitalizme direnişinizde daima sağlık, afiyet ve neşe dolu uzun ömür diliyor, Küba'nın direnen, şanlı millet ve devletine alicenab aracılığıyla selam iletiyorum. Onlar için iyi dileklerimi iletir, savaşçı ve cesur liderinizi azamet ve saygı ile anıyorum.
Bendeniz yıllardan beri sizin bariz şahsiyetinize vakıfım. Mazlum ve yoksulları koruyucu girişimleriniz ve zalimlerle yağmacılara karşı duruşunuz benim size yönelik sevgi ve ilgi duymama neden olmuştur. Sizinle konuşma vesilesi oluşmuşken şu hatıramı nakletmem güzel olacak: Yaklaşık 40 yıl önce, Şii İslam anlayışının önemli, insani ve kesin öğretileri ile Kur'an-ı Kerim, Peygamber-i Ekrem, Mutahhar İmamların…… savunulması hakkında üniversitede yaptığım bir konuşmada haddi zatında sözkonusu öğretilerin bana verdiği hararet ve heyecanla ezilen sınıfların haklarından, insanlık onurunun korunmasından, zalim ve müstekbirlerin karşısında direnmekten …. e kadar anlatıyordum. Diyordum ki; güneş, bütün dünyaya, bütün canlılara ve insanlara ışırken zalimlere destek olsun veya zulüm üretenlerin, insanlığı tanımayanların yaşamını ısıtmak için değil evrensel adaleti ve insanlık onurunu yaymak için ışıyor. Şimdi böyle değilse bile böyle olmalıdır. İnsanlık ve adalet yolunda çabalamak, gayret göstermek kuşkusuz bedel isteyen ağır bir sorumluluktur.
Netlik içinde Kur'an'ın ve İslam önderlerinin öğretilerine dayandırarak yaptığım bu konuşmalar, dinleyicilerin vicdanında yüce gerçekler ve insani öğretilerin büyük etkisini bırakıyordu. O günlerin birinde değerli bir üniversite mensubu konuşma bittiğinde yanıma geldi şöyle söyledi: Keşke bugün Fidel Kastro burada olsaydı, konuşmaları dinleyip dinî öğretilerimizin insanlık için nasıl mesajlar içerdiğini görseydi. Ayrıca bizim emperyalizmle kavgada derin farklılıklarımıza rağmen kendisiyle ve mücadelesiyle, ne kadar müşterek ve yakın olduğumuzu görseydi. Öyle ki, dinimizin adaletçi ve insani öğretileri, İmam Ali (a)'nin Nehcu'l-Belağasında (insan haklarını savunan, yoksulluk ve yasakları ezen en büyük yazılı metin) form bulan İslam'ın çıkış dönemine 14 yüzyıl önceye uzanmakta ve kendine özgü uygulamasına dayanmaktadır. Nitekim İmam Ali kısa süren ve sıkıntılarla dolu hükümetinde feryat ediyor: Düşman yalnız Kufe Şehri'ni bana bırakmıştır. Allah'ın dini temelinde hükümet ettiğim bu kentte bir tek dilenci, aç, işsiz, evsiz barksız, mazlum ve mahrum dahi bana yardım etmiyor .
Acaba şimdiye kadar, güneşin mamur memleketlere ve dünyanın viranelerine doğduğu bir güne ulaşılmış mıdır ki, bir hükümet başkanı böylesine sıdk ile iddiada bulunabilir?
Zatı Alileri! İşte böyle görüyorsunuz ki bizimle sizin aranızda insani, amaca dönük ve ortak mücadele bağımız kırk yıllık bir maziye dayanır. Öyleyse bu mektubu yazarak kıymetli zamanınızdan birazını almak için kendime izin vermek istiyorum.
Ben kıymetli Keşiş Feri Beto Beyefendiye verdiğiniz röportajı okudum. Bu röportajınız birkaç yazar ve edebiyatçı tarafından Farsça'ya iki defa tercüme edildi. Muhterem Keşiş birtakım sorular soruyor size ve cevaplar alıyor ve siz ondan bir sual soruyorsunuz: Hıristiyanlıkta mazlum ve yoksulları savunan, zulüm karşısında tavır belirleyen ne tür öğretileriniz var? diye. Sualinize karşılık Feri Betto Bey'in cevabı üçbeş cümleden öteye geçmiyor. Bu kitabı okurken hep düşündüm durdum: İslami öğretilerde (Kur'an'ı Kerim'de veya Peygamber ya da İmamlar'dan nakledilen) bu türden kesin hükümler, büyük heyecan yaratan ilkeler ulaşmıştır ve bu ilkeler İslam Dini'ne ait öğreti ve hükümlerin asli unsurudur. İslam'da mazlum ve yoksullarla ilgili öğretiler hem sayısal olarak çoktur, ciltlerce kitabı doldurur hem de içerik olarak en yüksek bireysel ve toplumsal inşaya dönüktür ve direnişin gerekliliği, adalet ve özgürlüğün yaygınlaştırılmasına yöneliktir. İslam'ın bu öğretilerinden örnek başlıkları aktarmaya çalışacağım.
Cenabı alilerinin kısa bir zaman önce memleketimizi ziyaretlerinde yakından görüşmeyi çok istedim. Fakat ne yazık ki hem hastalığım, hem araştırma ve ilmi faaliyetler, hem de ziyaretinizin az sürmesi bana bu fırsatı vermedi.
Sizin İran'dan dönüşünüzden sonra, bu gezinizde hatta daha önce bir iki yerde İslam dini ve Kur'an'ın öğretileri hakkında bilgi sahibi olmak istediğinizi bir kısım tanıdıklarımdan işittim. Bu açık düşüncenizden ötürü sevinçle bu fırsatı ganimet bildim ve halkıyla ilişkilerinde doğru; adalet, erdem, insanlık düşmanlarına karşı (özellikle kan dökücü, terörist ve dünyayı sömüren, en çirkin terörist planların destekçisi ABD'ye karşı ) direnen bu saygıdeğer insanın isteğini yerine getirmeyi bir görev telakki ettim.
Bu nedenle İspanyolcaya tercüme edilen “el-Hayat” isimli kitabımdan kendim ve bu kitabın yayımında emeği geçen dost ve mesai arkadaşlarım adına huzurlarınıza iki cilt gönderip yanında hürmetlerimizi bildiren kısa bir mektup yazmayı düşündüm lakin dostlarım, yeterli ölçüde sözü geçen konuları içeren ayrıntılı bir mektup yazmamın daha münasip olacağını söylediler.
“El-Hayat” isimli eserimiz iki seriden oluşmaktadır. Birinci serisi 6 cilt halinde Arapça olarak yayınlanmıştır. Daha sonra merhum Prof. Ahmet Aram tarafından Farsçaya tercüme edilmiştir. Bilahare 1. ve 2. cildi Sayın Muhammed Muallimizade tarafından İspanyolcaya çevirisi yapılmış, aynı zamanda Abid Askeri Bey tarafından 1. ve 2. ciltler Urducaya tercüme edilip yayınlanmıştır.
Dilinize çevirisi yapılmış olan 2 ciltte (tamamı 4 cilt olarak basılmış ve takdim edilecektir) insan, tanıma, özgürlük, adalet, düşünce, üstün medeniyet ve birçok öğreti yer almış ve her konu İslam'ın iki aslî kaynağı olan Kur'an ve Sünnet (Kur'an ve Hadis)'e dayandırılmıştır. Özellikle İspanyolca nüshanın 4. cildinin son iki bölümünde, egemenlik ve bunun halkla ilişkisi, halk karşısında otoritenin görevi, bütün hakların sahiplerine ulaştırılması, hak sahiplerinin haklarına bütünüyle saygı gösterilmesi, insanlık onurunun korunmasına özen gösterilmesi gibi önemli konular kısa da olsa ele alınmıştır. Lakin keşke bu eserin 6. cildi de süratle İspanyolcaya tercüme edilip elinize ulaştırılabilseydi. Çünkü bu ciltte insan hakları, insanî kimlik, toplumda yoksulluğun ortadan kaldırılması için adaleti egemen kılma zarureti gibi özel ve daha önce ele alınmamış tarzda bir araya getirilmiştir.
Şimdi izninizle ben kısa bir şekilde İslam'ın üç kaynağı; Kur'an-ı Kerim, Yüce Peygamberin Hadisleri ve İmam Ali'nin sözleri…
*
Kur'an- Kerim:
Yöntem olarak eğer Kur'an'ın ve İslam'ın öğretilerini iki kelimede özetlemek istersek:
• Tevhid (akıl ile Allah'ın bilinmesi).
• Adalet (herkese hakkının verilmesi)
Tevhid; yani İnsan - Allah arasındaki ilişkinin doğru bir zemine oturtulması, düzeltilmesidir.
Adalet ise; İnsan – İnsan ilişkisinin doğru bir şekilde düzenlenmesidir.
Şimdi siz hangi İslamî tanım ve hükme bakarsanız bakın teoride veya pratikte hiçbir unsuru bu iki aslî kaynağın dışında göremezsiniz. Şunu yakinen biliyoruz ki, insanın tam mutluluğu için (dünya ve ahiret mutluluğu, bir başka ifadeyle fani ve ebedi mutluluk) eğitim-proje çalışmaları dahil teorik ve uygulama düzleminde riayet edilmesi halinde bu iki kaynak yeterlidir.
İnsan, Allah'a inanıp O'na ait sorumluluklarını yerine getirdikten sonra ebedi mutluluğa kavuşmak için başka bir şeye muhtaç değildir. Aynı şekilde adalet ve adaletin sağlanmasının önemini kavradıktan sonra insan –ki öz itibariyle akılcı hürriyet insanda yerleşik bir değerdir- toplumsal mutluluğa ve bu dünyada sağlıklı bir yaşama kavuşmak için başka bir şeye ihtiyaç duymaz.
Kur'an'ın tevhit ve adalet çağrısına kulak verip de büyük düşüşlerden kurtulamayan ve gerekli gelişmeleri yakalayamayan bir toplum gösterilebilir mi? Göz önündeki bütün İslam ülke ve toplumlarında İslam'ın adı var fakat kendisi, yani İslami hükümlerin uygulaması yoktur. Çatışmalar İslam adıyla yapılıyor ancak İslam için yapılmıyor. Bu tür toplumlarda tevhide dayalı inanç ve adalete dayalı uygulamalar egemen değildir. İşte böylesi yerlerde uyuyan toplumların uyandırılması ve yeniden egemen olabilmesi için yapılacak çağrı, tevhid ve adalet çağrısı olmalıdır.
Kur'an'ın çağrısında iki temel mesele vardır:
• Sağlıklı eğitim; bireyin inşası (toplumun inşası için)
• Adil yönetim; toplumun idaresi (bireyin inşası için).
Özet olarak Kur'an'a dayalı bir toplum adalet temelinde inşa edilir. Kur'an'ın egemenliği ise adaletin olmasına bağlıdır. Bunun dışında hangi uygulama olursa olsun adına İslam denilemez.
Sayın Cumhurbaşkanı !
Kur'an'ın nihai amacı -kendi öğretileri ve ayetlerine göre- insanın doğal yaşama, sağlıklı ve mantıklı bir yaşama kavuşturmaktır. Bu dinin nihaî gayesi böyle bir toplum ve yaşamı kurmaktır. Toplumsal inşa olmaksızın yalnız bireysel inşa ile bu son derece büyük hedefe ulaşmak ise imkansızdır. Aynı şekilde bireyin inşası olmadan toplumsal inşayı gerçekleştirmek de imkansızdır. Burada Hz. Peygamber'in öğretici bir sözü bizlere ulaşmıştır: “ كـلكـم راع و كـلكـم مـسـؤول عـن رعـيتـه ” Hepiniz yöneticisiniz ve her biriniz yönettiği kitleden sorumludur”. Yani İslam toplumunda her birey çoban gibidir ve idare ettiği topluluktan sorumludur. Bu tarz karşılıklı ve destekli bir sorumluluk üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Böylesi bir toplumda herkes birbirinden sorumlu, birbirinin kontrol edicisi, birbirinin öğretmeni, öğüt verenidir. Herkes yekdiğerinin iyiliğini ister ve aynı zamanda herkes bir diğerinin polisidir. Bu tarz bir toplumdan daha insani, daha tek yürek bir toplum düşünülebilir mi?
Öyleyse insanı ve toplumu kurarken İslamî hareket bir metal paranın çift yüzü gibidir. Bir yüzü olmazsa diğer yüzünün varlığı da imkansızdır. Bireyin inşası olmadan toplum, toplumun inşası olmadan bireyin inşası mümkün değildir. Dolayısıyla, Kur'an'ın kurmak istediği toplumda, tek taraflı bir sorumluluk bulamazsınız. İnsan teki toplum karşısında sorumluluğu olmayan sadece kendinden sorumlu bir varlık değildir. Aynı şekilde toplum bireyleri, sadece topluma karşı sorumlu, bireysel sorumlulukları olmayan kimseler değildir. İşte bu şekilde insanlığın muhteşem binası kurulmuş olacaktır. İnsanlar adaletten de insanlık onurundan da mahrum olmazlar. İşte makul özgürlük (tanımlanmış) daha önce değinildiği gibi, adaletin özünde vardır ve adaletin mülazımıdır. Bu nedenle, Kur'an'a göre şekillenmiş bir toplumda güç ve iktidar amaç değildir. İktidar sadece bir araç olabilir ve ancak gerektiği ölçüde iktidar kullanılabilir. İktidar, Kur'an'ın hedeflerine (mutlu bir yaşam) ulaşmak içindir yoksa şeytani amaçlar, insanlık onurunu ve insan haklarını çiğnemek için değil. Nitekim bugün ABD, şeytani gücün en bariz örneğidir. İnsanlığın sınırlarını geçip vahşet alanına ulaşmıştır. ABD kendi ülkesinde insanlığın gelişimi ve insanlık onuruna izin vermediği gibi başka ülkelerde de –bizim ülkemiz gibi- Kur'an'a dayalı bir yaşamın koşullarının oluşturulmasına engel olmaktadır. Elindeki baskı unsurlarını kullanarak Kur'an'a zıt kültürünü yaymakta ve Kur'anî bir toplumun inşasına engel olmaktadır. Böylece sulta alanı içindeki birçok ülkenin özgürlük ve bağımsızlık taleplerini kendi şeytani gücü ve işgalci mantığıyla bastırmaktadır.
Koşullar ne olursa olsun net bir şekilde Kur'an toplumunu tanımlayacak olursak şunları söyleyebiliriz
Kur'an toplumu, insanı geliştirecek dinamiklerin içinde var olduğu, onu sınırlayacak ve engelleyecek engellerin ise bulunmadığı bir toplumdur.
Kur'an, sonsuz saadet semasında, idrak melekesinin inficarı/açığa çıkmasıdır.
Kur'an, çağlar ve nesiller boyu süren insanlık çadırını ayakta tutan sütundur.
Kur'an, tarihin devamı içinde yüzyılların salabet akışıdır.
Kur'an, insanı geçmiş toplulukların ve uygarlıkların hayat hikayeleri karşısında uyandırarak düşünmeye sevketmekte ve zalimlerin zulümlerinden ötürü nasıl bir son ile yok olduklarını ibretle gösterip zulmetmesini engellemektedir.
Kur'an, halkların adalet gölgesinde bir yaşam sürmeleri için onları adalete çağırmakta ve herkesin kendini gerçekleştirebilmesini istemektedir.
Kur'an, halkların yiğitçe zorbaları ezip geçmesini ve üç ayaklı tağutları; (Firavun: siyasi tağut, Karun, iktisadi tağut ve Haman; kültürel tağut) her yerde ve her zaman yok etmesini istemektedir.
Kur'an, halklara bir hedef göstermekte, onları varlık gerçeği ve varlığın farklı görünümlerini tanımak için çalışmaya sevk etmektedir. Düşünerek, birikimleri dikkate alıp aklı en yüksek düzeyde kullanmalarını fakat aklı tanrılaştırmamalarını istemektedir.
Kur'an, halkın yoksulların kurtuluşu yolunda değişimci inkılap ateşini yakarak zulüm ve fesat önderleri ile savaşmasını istiyor. Her an insan böylesi bir başkaldırıya muhtaçtır. Fesada boğulmuş toplumların ve iktidarların ıslahı için halkı ayağa kaldırır.
Kur'an, Müslümanların bütün insanlık için barış ve güvenlik elçileri olmalarını sağlıklı iktidarlar kurarak ilahi ilkeleri egemen kılmalarını ve Müslüman olsun olmasın hiç kimseye zulmetmemelerini istiyor.
Kur'an; halkların bireysel, toplumsal, siyasi, hukuki ve hayati takvaya ulaşabilmesi için onlardan dünya ekonomisini (nimetlerini) çalışarak büyütmelerini, tabiatı keşfedip insanlığın yararına kullanmalarını, kentleri imar edip güzelleştirmelerini, bahçe, tarla, akan nehirler, deniz, gökyüzü, yıldız ve aya bakarak haz duymalarını, öğüt almalarını, adalete titizlikle riayet etmelerini, hayatı herkes için hoş ve güzel kılmalarını, her türlü bencillik, başkasını görmezlik ve başkasını sınırlamak gibi özelliklerden şiddetle kaçınmalarını istiyor.
Kur'an diyor ki; sermaye belli ellerde tekelleşmemeli, kanın insan bedeninde bütün damarları dolaşması gibi sermaye de bütün toplum bireyleri arasında dolaşmalı, tabana yayılmalıdır.
Kur'an; diyor ki; takvaya (sağlıklı düşünüp sağlıklı yaşamak) ulaşmanın yolu adaleti eksiksiz uygulamaktır.
Kur'an diyor ki; insanlar yalan söylemesin, gıybet etmesin, haset etmesinler ve hayatı içinden takva gibi bir değer aldıkları panayır olarak görsünler. Takva ise, adalet ve insanlara hizmettir
Kur'an diyor ki; Müslümanlar cesur, hamiyetli, cihad ile tanışık, silahşör, Kur'an ve insanlığın kalkınma ve yararına olan İslamî değerlerin savunucusu, Kur'an ve Kıble'nin koruyucu askerleri olmalıdırlar.
Kur'an insanları onurlandırmış, insanlık onurunun korunmasını şart koşmuştur. Kur'an'ın tevhitten sonra hüküm ve öğretilerinin mihveri insan, adalet, özgürlük ve kalkınmadır.
Kur'an diyor ki; bilenler ile bilmeyenler arasında hiçbir surette bir mukayese yapılamaz, onlar birbirine denk değildirler.
Kur'an diyor ki; insanlığı iki yönlü olarak kalkındırmak için ilahi değerler uğruna cihad edenlere bundan çok daha üstün ve fazlası mükafat olarak ödenir.
Kur'an diyor ki; bir insanı sebepsiz yere öldüren kimse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.
Ve Kur'an…
Peygamber-i Ekrem (s):
İslam'ın muhtevasını tanımaya dair Peygamber-i Ekrem'den birkaç söz :
Peygamber-i Ekrem (s) : “ Bir saat adalet, yetmiş yıl ibadetten daha üstündür ”. (Burada bir dinin bütün dikkati ibadet ve dini uygulamalara yoğunlaştırması gerektiği düşünülürken görülmektedir ki İslam; insan, toplumsal adalet, hayat, geçim ve iktisada, bir saatlik adaleti yetmiş yıl ibadete denk kabul edecek kadar önem vermiştir.)
Peygamber-i Ekrem(s) : “Zenginlerin mallarında muhtaçların hakkı vardır. Aç ve dermansız kalan kimsenin sorumlusu zenginlerdir”.
Peygamber-i Ekrem (s) : Bir tek açın bile bulunduğu yörenin halkı, Allah'ın rahmetinden mahrum kalır.
Peygamber-i Ekrem (s) : Allah'a imandan sonra en akıllı insan halkın sevgisini kazanan ve herkese iyilikle muamele edendir.
Peygamber-i Ekrem (s) : Mazlumun hakkını zalimden alan kimse, benimle cennette aynı makamdadır.
Peygamber-i Ekrem (s) : Borcunu ödeyemeyen borçlu, borcunu ödeyemeyeceğini ispat ettiği taktirde onun borcunu ödemek hakimin görevidir.
Peygamber-i Ekrem (s) : Ey Müslümanlar! İhtiyaç sahiplerinin hakkını veriniz ki namazlarınız Allah katında makbul olsun. (İslam'da namaz dinin direği olarak kabul edilmiştir. Namaz ve ibadet bir Müslüman için Allah katında makbul olduğu zaman değerlidir. Yoksulların haklarını tam olarak verdiğiniz zaman ancak ibadet ve namazınız kabul olur diyen İslam'ın toplumunda bireysel inşayı nasıl gerçekleştirdiğine, şu hassasiyet, zerafet ve sağlamlığa bakınız.
Peygamber-i Ekrem (s) : Ben insanlar arasında adaletle hükmetmek üzere görevlendirildim (Kur'an).
Peygamber-i Ekrem (s) : Bilginlerin yanına oturanlar Allah dostlarının yanına oturmuştur, Allah onu böylece cennetine gönderecektir.
Korku ve baskı ile suç itirafında bulunan kimsenin bu itirafı hukuken değersizdir.
Peygamber-i Ekrem (s) : Kadınlar çiçek demeti gibidirler, onlara kaba davranmayın.
Ve İmam Ali (a): İmam Ali Kur'an ve Peygamber-i Ekrem'in eğitiminden geçmiştir. 10 yaşından itibaren Peygamber'in yanında büyümüş ve hiçbir zaman cehalet kirlerine bulanmamıştır. O, Kur'an, Muhammed ve İslam'ın kamil bir numunesidir. Şiilerin birinci İmam'ı, bütün Müslümanların, özgürlük ve adalet isteyen yüreklerin ve tüm insanlığın kabulüdür. Şimdi İmam Ali'nin insanlık, adalet ve tarih hakkındaki konuşma, öğreti ve davranışlarından örnekler sunmak istiyorum:
İmam Ali (a) : İktidara geçen kimse akraba ve taallukatını etrafına toplamasın ki halkın hakkına elleri uzanmasın ve makamı suiistimal etmesinler.
İmam Ali (a) : Müslüman yöneticinin kendisi ve aile yaşantısının, toplumda en yoksul ailenin yaşam standardına eşdeğer olmasını Allah vacip kılmıştır.
İmam Ali (a) : Takatten düşmüş yaşlı hayvanlar için bir yer yapmış orada barınmalarını sağlamıştır.
İmam Ali (a) : Sakın ola, toplumun adaletten başka bir şeyle ıslah olabileceğini düşünmeyesiniz.
İmam Ali (a) : Ey İslamî Yönetimin sorumluları! Yetki ve makam görev yapmanız için size verilmiş birer emanettir. Yoksa kamu mallarını yağmalamak için bir fırsat değil…
İmam Ali (a) : Piyasaları ve fiyatları kontrol etmek lazımdır. İhanet içinde olan kontrolörleri ise ağır cezalara çarptırmak gerekir.
İmam Ali (a) : Eğer Hasan ve Hüseyin (iki oğlu, Peygamber'in de torunlarıdır) bir yanlış yaparlarsa en küçük imtiyaz görmeyeceklerdir.
İmam Ali (a) : Ben zayıfların haklarını onların boğazından çekip alıncaya kadar güçlüleri zelil ve hakir yapacağım. Zayıf halkı öylesine güçlü yapacağım ki, bütün haklarına ulaşabilecekler.
Yorum