Aklın, dini anlamada sağlam ve güçlü kaynaklardan biri oluşu, bazen dini öğretileri anlamada ışık ve anahtar rolü üstlenmesi manasınadır; örneğin ayetleri ve rivayetleri iyi analiz edip ayet ve rivayetler arasındaki bağı kuruyor, bazen ise aklın kendisi dini anlamada mustakil kaynaktır yani nakilden bağımsız olarak kendisi hüküm verir.
Her akıl, dinin isbati için kaynak olamayacağı gibi her akli burhan(kanıt) da hüccet(delil) değildir.
Hangi Akıl Dinin Kaynağıdır
Dinin isbatı konusunda kaynak olan akıl, dini maarifi beyan etmede iç ve dış lekelenmelerden uzak olmalıdır. Kaynak olan akıl, pak kalmış fitri akıldır. Ama şeytani vehimlerle kirlenmiş akıl, asla dinin kaynağı sayılamaz ve beyan ettiği akli deliller hüccet de olamaz. Şeytanın bütün çaba ve uğraşısı, bu maarifet çeşmesini vehimlerle bulandırmaktır. Şeytan, hem akl-i nazaride(neyin iyi neyin kötü, neyin hak neyin batıl olduğunu teşhis eden akıl), hem de akl-i ameli( yapılması ve kaçınılması gereken ahlaki filleri teşhis eden akıl) de insanın aklını kirleterek doğru düşünüp karar vermesini engellemek ıster.
Şeytanın yaptığı işlerden biri insanı muğalataya düşürüp hakkı öğrenmesini engelleyerek yanlış anlamasını sağlamaktır. Şeytanın bu hilesinin ilacı, mantık üstadlarının beyan ettikleri mantıki kaidelerdır.
Şeytanın yaptığı ikinci iş ise daha vahim ve tehlikelidir ki buna ne mantık ehli, ne de hikmet-i nazari ustadları care bulamamışlardır. Sadece ahlak ve irfan bu tehlikeyi sezip engelleyebilmişdir. Şeytan batılı, hakk suretinde, çirkini güzel şeklinde ve kötüyü, iyi kalıbında gösteriyor. Şeytan, akıl birşeyi isbat etmek için delil sunmak isterken , batıl delili hakmış gibi gösterir ve insanın hata yaparak yanlış sonuca varmasını sağlar. Yani şeytanın nüfuzu düşünce ve tefekkürde değildir, çabası insanın niyet, irade ve ihlasına sızmaktır ve aynı şekilde amelde ise şehvet ve gazabına nüfuz etmek istemektedir. Şeytan, insanın niyetine nüfuz ederek onun hak yoldan çıkmasını hedeflediği gözönünde bulundurulduğunda nefis ve ruh tezkiyesinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Şeytanın bu tahlikeli hilesi karşısında yegane silah nefis tezkiyesidir.
Şeytanın en önemli ve tehlikeli işlerinden bir de insana nüfüz ederek nihayi ve asli konuda hüküm verirken muğalataya düşürmektir.Yani akil olmayanı, akıllıymış gibi gösterir, akil olmayanı, akilin yerine oturtursa o zaman insanın hüviyyetine nüfüz etmiş olur. Böylece şeytanın kendisi onun aklının yerine geçmiş olur; onun yerine düşünür ve onun yerine hüküm verir ama insan kendisinin hüküm verdiğini sanır.
Bütün peygamberlerin risaletinin özü, şeytanın bu muğalatasının önüne geçmek ve insanın hüviyetini ele geçirmesine engel olmaktır. Peygamberlerin bütün çabası, insanların kendilerine verilen ilahi fıtrat kürsüsüne kendilerinin oturmalarını sağlamaktır.
İmam Sadık’ın (a.s) öğrencilerinden bir İmam’a soruyor : “Akıl nedir? Dinin kaynağı olan, insanın insaniyetini oluşturan akıl hangisidir?”
İmam Sadık (a.s) buyuruyor : “Akıl odur ki, onunla Allah’a kulluk edilir ve onunla cennet kazanılır”.
Öğrencisi; “O zaman Muaviye’de olan neydi? diye sorunca,
İmam Sadık (a.s) şöyle cevap veriyor: “ Şeytan, Muaviye’nin hüviyetine nüfüz ederek şeytanet(şeytanlık) oluşturmuş ve onu aklın yerine yerleştirmiştir, onda bulunan akıl değildi akıla benzer ( aklın görevini yapan) şetanlıktı.”
Mantığın halledemediği, sadece ahlak ve irfanın yok edebildiği muğalata, insanın hüviyetinde oluşan muğalatadır. İnsan batınına bakıp tezkiye etmezse, batınınde oturan fitri akıl mıdır, yoksa şeytan mıdır anlayamaz.
Hz.Ali (a.s) şeytanın nüfüz ettiği grubu şöyle tanıtıyor: “İşlerinde şeytanı ölçü aldılar, şeytan da onları ortaklar edindi. Şeytan gönüllerinde yuvalar yaptı, yumurtladı, civciv çıkardı, onları kendi eteğinde terbiye etti, büyüttü. Böylece onların gözleriyle baktı, dilleriyle söyledi, Onları hatalar merkebine bindirdi, onlara kötülükleri süsleyip güzel gösterdi....” Nehc-ül Belağa, hutbe / 7.
Şeytanın insanın aklına nüfuz alametleri
İlahi önderler, şeytanın bu hilesini bildiklerinden onun nüfuz yollarını ve nüfuz nişanelerini de beyan etmişlerdir. İnsan bu nişaneleri tanımasıyla şeytanın kendisinde nüfüz edip etmediğini teşhis edebilirler. Eğer bu nişaneler kendisinde varsa onları yok etmeye çalışmalıdır. Eğer bu nişaneler insanda yoksa, o zaman da bu sıfatlar kalbinde oluşmasın diye tedbir almalıdır:
1- Kendini beğenmek ( Ucb): Hz.Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Kişinin kendisini beğenmesi aklının zayıflığna işarettir.” Eğer birisi kendisini beğeniyorsa, şeytan onun aklına nüfuz etmiş demektir. Bu şahıs hakkı, batıldan ayırt etmekte, ilmi zaaf gösterecek ve hakka ulaşmakta zorluk çekecektir. Getirdiği akli burhan hüccet olma özelliğinden yoksun olacaktır.
2- Kendisini unutup diğerlerini iyiliğe davet etme : Allah-u Teala, Kuran’da, başkalarına nasihat edip kendisini unutanlar hakkında şöyle buyuruyor: ”Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Siz akletmez misiniz?” Bakara /44.
İnsan, kendisini unutup başkalarını iyiliğe davet etmenin kötü olduğunu anlamıyorsa demek ki, akli nazari açısından eksikliği var, eğer bunun kötü olduğunu anlıyor ama amelen onu terk etmekten aciz ise o zaman da akl-i ameli vadisinde zaafı var demektir. Yani hem akl-i nazari hem de akl-i ameli alanında aklını kendisi kullanmıyor veya en azından zaafı olduğu alanda kullanamıyor denilebilir.
3- Cahilin övmesinden mutluluk duymak : Hz.Ali (a.s) buyuruyor: “Kim kendisine söylenen kötü sözden dolayı ( sorumluluğunu unutup) inzivaya çekilirse akil değildir ve yine kim cahilin ( yağcılık yaparak ) övmesinden mutluluk duyarsa hekim değildir.” İnsanların medh ve övmesinden hoşlanmak, insanın akil ve hekim olmadığını nişanesidir.
4- Heva-hevesin esiri olmak : Akıl eğer hevesin tuzağında esir olmaz ise, hak veya batılı seçme sözkonusu olduğunda kesin hakkı seçecektir ama hevesin elinde esir olursa o zaman niyetinde sorunlar başlayacak ve batılın zülmetlerine dalmış olacaktır ki, neticede batıl yolda olanların müminlerden daha doğru yolda olduklarını sanacaktır.
Hz.Ali (a.s) şöyle buyuruyor : “Benim söylediklerimin doğruluğuna, heva hevesin esaretinden kurtulumuş akıl şehadet eder.”, “ Nice aklı vardır ki, heva hevesin emri altında esirdir.”
Akıl, heva hevesin elinde esir olursa, onun isteği doğrultusunda fetva verecektir. Heva hevesin elinde esir olan aklın sorunu şudur; konuyu iyi anlıyor ama fetva vermeye gelince heva hevesin isteği doğrultusunda fetva veriyor; hakkı anlıyor ama batıl fetva veriyor. İşte şeytanın insana nüfüz etme yollarından biri heva- hevese uymaktır.
Kur’an‘da akıl konusunda; akıl etme, akıl yürütme, doğru düşünme, akıl sahipleri v.s gibi maddelerle belirtilen ayetlerde aklın hüccüyyetini engelleyen faktörleri beyan etmektedir.
Aklın, dinin kaynaklarından biri oluşu ve akli istidlallerin hüccet olması şu manadadır; itikadi ve ilmi meselelerde hakikatlere ulaşılmak isteniyor ve iman etmek isteniyorsa, akli kanıt ve delillerle olması gerekir. Ameli konularda da amel edilmesi gereken hükümler, akli delillere dayanması gerekir, akli deliller insana yakin getirirse muteberdir ama ameli konularda yakin olması gerekmez, doğruluğuna itminan olsa yeterlidir. Aklın ve akli burhanın hüccet olması, bu akli burhan ve delilleri beyan eden fitri akılda, hata ve yanlışlık olma ihtimalinin olmamasındandır.
Kur’an’da beyan edilen herşeyin, peygamberin her sözü ve onun varislerinin her beyanı hak olup her türlü hata ve yanlışlıktan uzak olduğu gibi akli burhanlar da hakk ve hüccettir. Akıl, Allah tarafından insanların batınında yaratılmış ilahi bir nurdur ve ona takvayı ilham etmiştir, ilahi ilhamda hata ve yanlışlık sözkonusu olamaz. “Misak ayeti” bu batını ilhamı beyan etmektedir. Araf / 172. Çünkü aklı insana ilham eden yaradan, asla hata yapmaz ve hata yapma ihtimali olan birşeyi de insan için batını hüccet olarak karar kılmaz. Kur’an’da itaatı farz kılınan ve Allah’ın itaatinden sonra beyan edilen, itaat edilmesi gereken her kesin masum olması, hatadan beri olması gerekir. Kayıtsız –şartsız itaat edilmesi gereken, batını ve zahiri hüccetler, Kur’an, peygamber, imam ve aklın hatadan beri ve masum olması gerekmektedir.
Her akıl, dinin isbati için kaynak olamayacağı gibi her akli burhan(kanıt) da hüccet(delil) değildir.
Hangi Akıl Dinin Kaynağıdır
Dinin isbatı konusunda kaynak olan akıl, dini maarifi beyan etmede iç ve dış lekelenmelerden uzak olmalıdır. Kaynak olan akıl, pak kalmış fitri akıldır. Ama şeytani vehimlerle kirlenmiş akıl, asla dinin kaynağı sayılamaz ve beyan ettiği akli deliller hüccet de olamaz. Şeytanın bütün çaba ve uğraşısı, bu maarifet çeşmesini vehimlerle bulandırmaktır. Şeytan, hem akl-i nazaride(neyin iyi neyin kötü, neyin hak neyin batıl olduğunu teşhis eden akıl), hem de akl-i ameli( yapılması ve kaçınılması gereken ahlaki filleri teşhis eden akıl) de insanın aklını kirleterek doğru düşünüp karar vermesini engellemek ıster.
Şeytanın yaptığı işlerden biri insanı muğalataya düşürüp hakkı öğrenmesini engelleyerek yanlış anlamasını sağlamaktır. Şeytanın bu hilesinin ilacı, mantık üstadlarının beyan ettikleri mantıki kaidelerdır.
Şeytanın yaptığı ikinci iş ise daha vahim ve tehlikelidir ki buna ne mantık ehli, ne de hikmet-i nazari ustadları care bulamamışlardır. Sadece ahlak ve irfan bu tehlikeyi sezip engelleyebilmişdir. Şeytan batılı, hakk suretinde, çirkini güzel şeklinde ve kötüyü, iyi kalıbında gösteriyor. Şeytan, akıl birşeyi isbat etmek için delil sunmak isterken , batıl delili hakmış gibi gösterir ve insanın hata yaparak yanlış sonuca varmasını sağlar. Yani şeytanın nüfuzu düşünce ve tefekkürde değildir, çabası insanın niyet, irade ve ihlasına sızmaktır ve aynı şekilde amelde ise şehvet ve gazabına nüfuz etmek istemektedir. Şeytan, insanın niyetine nüfuz ederek onun hak yoldan çıkmasını hedeflediği gözönünde bulundurulduğunda nefis ve ruh tezkiyesinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Şeytanın bu tahlikeli hilesi karşısında yegane silah nefis tezkiyesidir.
Şeytanın en önemli ve tehlikeli işlerinden bir de insana nüfüz ederek nihayi ve asli konuda hüküm verirken muğalataya düşürmektir.Yani akil olmayanı, akıllıymış gibi gösterir, akil olmayanı, akilin yerine oturtursa o zaman insanın hüviyyetine nüfüz etmiş olur. Böylece şeytanın kendisi onun aklının yerine geçmiş olur; onun yerine düşünür ve onun yerine hüküm verir ama insan kendisinin hüküm verdiğini sanır.
Bütün peygamberlerin risaletinin özü, şeytanın bu muğalatasının önüne geçmek ve insanın hüviyetini ele geçirmesine engel olmaktır. Peygamberlerin bütün çabası, insanların kendilerine verilen ilahi fıtrat kürsüsüne kendilerinin oturmalarını sağlamaktır.
İmam Sadık’ın (a.s) öğrencilerinden bir İmam’a soruyor : “Akıl nedir? Dinin kaynağı olan, insanın insaniyetini oluşturan akıl hangisidir?”
İmam Sadık (a.s) buyuruyor : “Akıl odur ki, onunla Allah’a kulluk edilir ve onunla cennet kazanılır”.
Öğrencisi; “O zaman Muaviye’de olan neydi? diye sorunca,
İmam Sadık (a.s) şöyle cevap veriyor: “ Şeytan, Muaviye’nin hüviyetine nüfüz ederek şeytanet(şeytanlık) oluşturmuş ve onu aklın yerine yerleştirmiştir, onda bulunan akıl değildi akıla benzer ( aklın görevini yapan) şetanlıktı.”
Mantığın halledemediği, sadece ahlak ve irfanın yok edebildiği muğalata, insanın hüviyetinde oluşan muğalatadır. İnsan batınına bakıp tezkiye etmezse, batınınde oturan fitri akıl mıdır, yoksa şeytan mıdır anlayamaz.
Hz.Ali (a.s) şeytanın nüfüz ettiği grubu şöyle tanıtıyor: “İşlerinde şeytanı ölçü aldılar, şeytan da onları ortaklar edindi. Şeytan gönüllerinde yuvalar yaptı, yumurtladı, civciv çıkardı, onları kendi eteğinde terbiye etti, büyüttü. Böylece onların gözleriyle baktı, dilleriyle söyledi, Onları hatalar merkebine bindirdi, onlara kötülükleri süsleyip güzel gösterdi....” Nehc-ül Belağa, hutbe / 7.
Şeytanın insanın aklına nüfuz alametleri
İlahi önderler, şeytanın bu hilesini bildiklerinden onun nüfuz yollarını ve nüfuz nişanelerini de beyan etmişlerdir. İnsan bu nişaneleri tanımasıyla şeytanın kendisinde nüfüz edip etmediğini teşhis edebilirler. Eğer bu nişaneler kendisinde varsa onları yok etmeye çalışmalıdır. Eğer bu nişaneler insanda yoksa, o zaman da bu sıfatlar kalbinde oluşmasın diye tedbir almalıdır:
1- Kendini beğenmek ( Ucb): Hz.Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Kişinin kendisini beğenmesi aklının zayıflığna işarettir.” Eğer birisi kendisini beğeniyorsa, şeytan onun aklına nüfuz etmiş demektir. Bu şahıs hakkı, batıldan ayırt etmekte, ilmi zaaf gösterecek ve hakka ulaşmakta zorluk çekecektir. Getirdiği akli burhan hüccet olma özelliğinden yoksun olacaktır.
2- Kendisini unutup diğerlerini iyiliğe davet etme : Allah-u Teala, Kuran’da, başkalarına nasihat edip kendisini unutanlar hakkında şöyle buyuruyor: ”Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Siz akletmez misiniz?” Bakara /44.
İnsan, kendisini unutup başkalarını iyiliğe davet etmenin kötü olduğunu anlamıyorsa demek ki, akli nazari açısından eksikliği var, eğer bunun kötü olduğunu anlıyor ama amelen onu terk etmekten aciz ise o zaman da akl-i ameli vadisinde zaafı var demektir. Yani hem akl-i nazari hem de akl-i ameli alanında aklını kendisi kullanmıyor veya en azından zaafı olduğu alanda kullanamıyor denilebilir.
3- Cahilin övmesinden mutluluk duymak : Hz.Ali (a.s) buyuruyor: “Kim kendisine söylenen kötü sözden dolayı ( sorumluluğunu unutup) inzivaya çekilirse akil değildir ve yine kim cahilin ( yağcılık yaparak ) övmesinden mutluluk duyarsa hekim değildir.” İnsanların medh ve övmesinden hoşlanmak, insanın akil ve hekim olmadığını nişanesidir.
4- Heva-hevesin esiri olmak : Akıl eğer hevesin tuzağında esir olmaz ise, hak veya batılı seçme sözkonusu olduğunda kesin hakkı seçecektir ama hevesin elinde esir olursa o zaman niyetinde sorunlar başlayacak ve batılın zülmetlerine dalmış olacaktır ki, neticede batıl yolda olanların müminlerden daha doğru yolda olduklarını sanacaktır.
Hz.Ali (a.s) şöyle buyuruyor : “Benim söylediklerimin doğruluğuna, heva hevesin esaretinden kurtulumuş akıl şehadet eder.”, “ Nice aklı vardır ki, heva hevesin emri altında esirdir.”
Akıl, heva hevesin elinde esir olursa, onun isteği doğrultusunda fetva verecektir. Heva hevesin elinde esir olan aklın sorunu şudur; konuyu iyi anlıyor ama fetva vermeye gelince heva hevesin isteği doğrultusunda fetva veriyor; hakkı anlıyor ama batıl fetva veriyor. İşte şeytanın insana nüfüz etme yollarından biri heva- hevese uymaktır.
Kur’an‘da akıl konusunda; akıl etme, akıl yürütme, doğru düşünme, akıl sahipleri v.s gibi maddelerle belirtilen ayetlerde aklın hüccüyyetini engelleyen faktörleri beyan etmektedir.
Aklın, dinin kaynaklarından biri oluşu ve akli istidlallerin hüccet olması şu manadadır; itikadi ve ilmi meselelerde hakikatlere ulaşılmak isteniyor ve iman etmek isteniyorsa, akli kanıt ve delillerle olması gerekir. Ameli konularda da amel edilmesi gereken hükümler, akli delillere dayanması gerekir, akli deliller insana yakin getirirse muteberdir ama ameli konularda yakin olması gerekmez, doğruluğuna itminan olsa yeterlidir. Aklın ve akli burhanın hüccet olması, bu akli burhan ve delilleri beyan eden fitri akılda, hata ve yanlışlık olma ihtimalinin olmamasındandır.
Kur’an’da beyan edilen herşeyin, peygamberin her sözü ve onun varislerinin her beyanı hak olup her türlü hata ve yanlışlıktan uzak olduğu gibi akli burhanlar da hakk ve hüccettir. Akıl, Allah tarafından insanların batınında yaratılmış ilahi bir nurdur ve ona takvayı ilham etmiştir, ilahi ilhamda hata ve yanlışlık sözkonusu olamaz. “Misak ayeti” bu batını ilhamı beyan etmektedir. Araf / 172. Çünkü aklı insana ilham eden yaradan, asla hata yapmaz ve hata yapma ihtimali olan birşeyi de insan için batını hüccet olarak karar kılmaz. Kur’an’da itaatı farz kılınan ve Allah’ın itaatinden sonra beyan edilen, itaat edilmesi gereken her kesin masum olması, hatadan beri olması gerekir. Kayıtsız –şartsız itaat edilmesi gereken, batını ve zahiri hüccetler, Kur’an, peygamber, imam ve aklın hatadan beri ve masum olması gerekmektedir.
Yorum