Bismillahirrahmanirrahim
Velayet-i Fakih hakkında soru ve tenkidler, dinin diğer hükümleri hakkında yapılan eleştiriler gibi gereklidir. Çünkü, bu eleştiriler körü körüne kabulden ziyade akli ve fikri olarak kabullenmeye vesile olur. Bu eleştiri ve sorulara, araştırmacılarca verilen cevaplar, şüphe ve tahriflere yönelik sunulan kanıtlar, konunun daha da teferruatlı, ayrıntılı olarak bütün yönlerinin açıklanmasına ve istidlalli, belgeli beyan edilmesine ortam hazırlar.. Bu konunun, ilmi, akli, siyasi..v.s alanlarında araştırma yapılıp topluma sunulması, genç nesillerce merak edilip beklenen ve gerekli bir çalışmadır.
“Velayet-i Fakih” meşruiyetini nereden alır, sorusuna cevapdan önce Velayet-i Fakih’in ispat ve zaruretinin beyan edilmesi gerekir ve Velayet-i Fakih sisteminin ispatı için önce konunun tasavvuri ve tasdiki usüllerinin beyan edilmesi gerekir. Çünkü konuda sözkonusu edilen zihni mefhumların aydınlığa kavuşmaması, sözkonusu edilen unvan “velayet” ve “fakih” terimleri hakkında yanlış tasavvur ve tasdiklere sahip olmak birçok sapmalara neden olacaktır.
Velayet-i Fakihi reddedenler veya hakkında tereddüt ve şüpheleri olanların henüz Velayet-i Fakihi gerektiği gibi tanımadıkları görülmektedir. Bundan dolayı bu bölümde „Velayet“ ve „Fakih“ terimlerinin lafzi(kelime) ve istilahi(terim) manalarına açıklamaya çalışacağız ki, neyin üzerinde konuşulduğu, neyin meşruiyetinin tartışıldığı, hangi makamın yetkilerinin tartışıldığı belli olsun.
Velayet nedir?
Velayet Arapça bir kelime olup “Ve-Le-Ye” kelimesinden türemiştir. “Vely” kelimesi Arapçada, birşeyin başka birşeyin peşi sıra, arasında fasıla olmayacak şekilde gelmesine denir.
Bu kelime birçok türevleriyle değişik manalarda kullanılmaktadır. “Sevgi ve muhabbet”, “Yardım ve destek” “tabi olmak ve uymak” “önderlik, koruyuculuk, yöneticilik etmek” gibi manalarda kullanılmaktadır. Bu manaların ortak bir paydası iki şey arasındaki “manevi yakınlığı” içermesidir.
Velayeti Fakih’deki velayetten maksat en son manadır yani “ önderlik, koruyuculuk, yöneticilik etmek “. Bu manadaki velayetin kendisi birkaç kısımdır, Velayet-i fakih terimindeki velayetten maksadın hangisi olduğunun açıklığa kavuşması için herbirisinin manasının beyan edilmesi gerekir.
Ayetullah Cevadi Amuli, velayetin kısımlarını şöyle beyan ediyor: Tekvin-i Velayet, Teşriide Velayet ve Teşrii Velayet.
Velayetin çeşidi ve ne manaya geldiği, üzerinde velayet sahibi olunanın ( muvalla aleyh) çeşitliliğine göre değişiklik arz eder; Velayet bazen “tekvin-i velayettir”, bazen “teşride velayettir” bazen ise “teşrii velayettir”.
Tekvin-i Velayet : Varlık alemindeki varlıklar üzerinde tasarruf hakkına sahip olmaya denir. İnsanın batıni güçleri üzerindeki velayeti gibi. Her insanın, vehim ve hayal gibi tefekkür gücü, şehvet ve gazab gibi tahriki güçleri üzerinde velayeti vardır. Salim azalarının üzerinde velayeti vardır; görmeye emr ederse göz itaat eder, duymaya emr ederse kulak emre uyar, birşeyi kaldırmaya emr ederse el yerine getirir.
Velayet-i tekvininin dönüşü, sebep- sonuç kanununadır. Bu tür velayet sadece nedensellik kanununun olduğu yerde gerçekleşir. Bu kanun gereği illet ( sebep) velayet sahibidir, malul(sonuç) ise korunan, yönetilen, üzerinde velayet hakkı olunandır. Her malul ve korunan, yönetilen de, illetinin velayeti ve tasarrufu altındadır.
Bundan dolayı velayet-i tekvinide ( sebep- sonuç bağından dolayı) karşı gelme, velayetten kaçma, imkansızdır. İnsan nefsi, bir şeyin resiminin zihninde oluşmasını irade ederse, irade eder etmez, o resimin zihninde gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır.
Varlık aleminde tekvini velayet sadece bütün varlıkları yaratan Allah’a aittir.
“İşte orada velayet, hak olan Allah’a aittir.” Kehf / 44
“Yoksa onlar, Allah’ı bırakıp da başka veliler mi edindiler? Gerçek veli yanlız Allah’tır.” Şura / 9
Teşride Velayet : Kanun koyma ve ahkamı yasama yetkisine denir. Birisinin kanun ve ahkamın ilke ve maddelerini belirleme ve yasama yetkisi olmasına denir. Teşride Velayet sadece Allah’a aittir.
Kur’an bu anlamdaki velayeti birçok ayetlerde beyan etmiştir.
“Hakimiyet yalnız Allah’ındır” Yusuf/ 67
Teşrii Velayet : İlahi kanunlara tabi olma, kanun ve yasaların beyan ve tefsir ettiği sınırlar içerisindeki velayete denir. Teşrii velayet iki kısımdır; a) Mahcurlar(kısıtlılar) üzerinde velayet b) Akıl sahibi toplum üzerinde velayet.
Bu iki kısmı açıklamadan önce şu noktayı da belirtmek gerekir; teşrii velayet, iki kısmıyla birlikte, tekvini velayet ve teşride velayet gibi sebep-sonuç ( illet-malul) ilkesine sahip değildir. Itibari(anlaşmalı, saymaca) hükümlerdendir. Çünkü “teşride velayet” akli bir tahlil ile aslında tekvinde velayete dönmektedir.Zira teşride velayet yetkisi “şari””nin ( kanun koyanın) amelidir. Allah, teşri etme iradesine sahiptir ve buna „irdet-ut teşri“ denir. Ama sonuncusuna „irade-yi teşriiyye“ denir.
Mahcurlar(kısıtlılar) üzerinde velayet ve toplum üzerinde velayet:
Yasama sınırları içerisinde velayet, Kur’an’da bazen ölülerin işlerini üstlenmek veya ilmi ve ameli özrü olan, kısıtlı olmalarından dolayı hakkını savunamayan kimselerin işlerini üstlenmek olarak beyan edilir.
„ Kim mazlum olarak öldürülürse, biz onun velisine bir yetki vermişiz. O halde öldürmede aşırı gitmesin“ İsra / 33
„Onlar, „Gelin aramızda Allah’a yemin edelim ki, ona ve ailesine geceleyin baskın yapıp, sonra velisine, ailesinin öldürüldüğü sırada orda bulunmuyorduk ve biz doğru söylüyoruz, diyelim,“ dediler. Neml / 49
„ …Üzerinde hak olan kimse ( borçlu ), sefih ( akılsız) veya güçsüz olur ya da söyleyip yazdıramıyorsa, velisi adaletle söyleyip yazdırsın…“ Bakara / 282
Her üç ayette mahcurlar üzerindeki velayeti beyan etmektedir.
Kur’an velayeti beyan ederken bazen de, insan toplumunun işlerini üstlenip idere etmek olarak zikr etmiştir.
„Peygamber, müminlere kendilerinden daha önceliklidir.“ Ahzab / 6
„ Allah ve peygamberi bir şeye hüküm verdiği zaman, hiçbir mümin erkek ve mümin kadının kendi işlerinde seçme hakkı yoktur…“ Ahzab / 36
Resulullah’ın (s.a.a) Gadir Hum’da; „Ben sizin nefislerinize sizden daha evla değilmiyim“, „Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır“, hadisi de bu velayeti beyan etmektedir.
Bu hadis ve ayetler, teşrii velayetin ikinci kısmını yani İslam toplumunun işlerini idare ve koruyuculuğunun kime ait olduğunu beyan ediyor.“
Üstad Cevadi Amuli daha sonra fakihlerin „velayeti fakih“ konusunu kitaplarında nasıl ve hangi babda zikr ettiklerini ve velayeti fakihden maksatlarının hangisi olduğunu şöyle beyan ediyor:
„İslam fıkhında her iki velayet de yer almaktadır. Toplumda velayet, ülkeyi idare etmek, kadılık, hakemlik gibi konuları fıkhın, „cihad“ ve „emr-i bil maruf nehy anil münker“ babında beyan edilmiştir. Fıkhın felsefesi üzerinde kafa yoran fakihlerin hepsi topluma bir idereci, bir valinin gerekliliğini idrak etmişlerdir. Örneğin, „Cevahir-ul Kelam“ kitabının müellifi, „Emr-i bir maruf nehy anil münker“ kısmında cihad ve emr-i bil maruf meselesini sözkonusu ettikten sonra şöyle buyuruyor:
„Naslara biraz dikkatli bakmakla, Şiaların durumu gözönünde bulundurulduğunda özellikle gaybet zamanında Şia ulemasının hali dikkate alındığında, açıkca görülecektir ki, genel velayet olmamış olsa Şialara ait birçok İslami hükümler, işler ortada kalacak ve batıl olacaktır. Bazılarının bu velayette vesveseye düşmesi şaşırtıcıdır, hatta sanki fıkıhtan hiçbir tad almamış gibidir.“ Cevahir / cilt-1 sayfa- 397
Bu büyük fakihin üzerinde durduğu mesele akli bir meseledir. Bu fakih beşerin toplumsal hayatının çeşitli alanlarındaki İslami ahkam hakkında tefekkür ettikten sonra şöyle bir sonuca varmıştır: Bu ahkamın kesin bir idareci ve mutevelliye ihtiyacı vardır, eğer bu gerçekleşmezse ğaybet döneminde şiaların işleri tatil olacaktır. Bu konunun önemini vurguladıktan sonra velayet-i fakih konusunda vesveseye ( şüpheye) düşeni sanki fikhın tadını almamış, din ve ahkamının felsefesini kavrayamamış olarak tanımlıyor. Sonunda ise şöyle buyuruyor: „Şartları haiz fakihin cihad-i ibtidai hakkına sahip olmaması uzak bir ihtimaldir.“
Cavahir fıkıh mecmuasının müellifi, kitabın „kadılık“ bölümünde de bu konuyu gaybet döneminde velayeti fakihin konumu hakkında beyan etmiştir.
Şeyh Ansari’nin velayet-i fakih hakkındaki görüşünü, „Kazavet“ kitabında aramak gerekir, „Resail ve Mekasib“ kitaplarında değil. Kazavet kitabında şöyle buyuruyor: “Rivayetlerden ankaşılan şu ki: „Şer‘i hükümlerin özelliklerinin ve mevzularının tamamında onlar üzerinde fakihin vereceği hüküm geçerlidir. Çünkü Ömer bin Hanzala’nın Makbule‘sinde geçen „Hakim“ kelimesinden anlaşılan mutlak hakimiyettir, yani İmam (a.s): „Ben, onu insanlara(onlara) hakim karar kıldım“, sözü, Bir padişahın, bir şehire vali veya hakim tayın ederken, „ Ben bu şahısı size vali tayın ettim“ demesi gibidir. Padişah, o şahsı o şehirde yaşayan vatandaşların cuzi ve kulli bütün işlerini yapması için yetkili kılmıştır. Kaza ve şehadet/ kongre, sayı / 22 Sayfa / 8-9
Ustad Ayetullah Amuli, Şeyh Ansari’nin görüşünü nakl ettikten sonra şöyle kaydediyor:
„Fıkıh kitaplarında yaygın olan velayet, mahcurlar ( kısıtlılar )ve güçsüzler üzerindeki velayettir. Teharet, kısas, diyet, hicr bablarında sözkonusu edilen velayet ölüler veya işlerini yürütemekten aciz olan kimseler üzerindeki velayettir. Diğer bir fıkıh babı olan hicr kitabında bahs edilen velayet, küçük olduğundan dolayı veya deli ve sefih olduğundan dolayı malında tasarruf hakkı olmayanlar veyahut da iflas etmesinden dolayı mahcur (kısıtlı), hukukunu korumaktan aciz olduklarından bunların bir koruyucuya, veliye ihtiyaçları vardır, işte bu da fakihtir.
Velayet-i fakih’i kötülemek amaçlı aleyhte konuşanlar ve onun muhalifine görüş belirtenler, velayeti fakihin bu bablarda belirtilen bir konu olduğunu sanıyorlar. Bu tamamen yanlıştır. Çünkü İslam ümmeti ne ölüdür, ne de çocuk, ne delidir, ne de iflas etmiştir.
Toplum üzerindeki velayetin, mahcurlara velayetten iki konuda farkı vardır:
Birinci fark; mahcurlara velayet, güçsüzlere yöneliktir ve ötekisi toplumu idare etmeye. Biri ölülerin, mahcurların, delilerin ve çocukların hukukunu korumak içindir, diğeri ise İslam ahkamının icra edilmesi, İslam toplumunu manevi ve maddi ihityaçlarını temin etmek, ülkeyi ve düzeni düşmanlardan korumak, ülkede vahdeti korumak içindir.
İkinci fark; mahcurlara velayet sahibi işleri bazen aracı ile halleder, bazen de doğrudan kendisi onların işlerine halleder.Yani onlar işleri yapılanlardır, işlerin kaynağı ve üreteni değil.
Ama toplumu idare ve yönetme manasındaki velayet-i fakih, toplumun düşünce ve taakkul yeteneklerini güçlendirip, insanları harekete geçirerek, Allah yolunda kıyama ve İslami hedefleri hakim kılmaya davet edip yönlendirir. Doyasıyla insanlar “işin kaynağıdırlar”, “işi üretendirler”,”işleri yapılan” değil.”
Buraya kadar „velayet-i fakih“ kelimesindeki „velayetten“ maksadın ne olduğunu açıklamaya çalıştık. Velayetten maksat, İslam toplumunun işlerini idare etmek ve topluma önderlik etmektir.
Fakih Kimdir?
Velayet-i fakih, teriminde fakihden maksat kimdir, kime fakih denir, fakihin özellikleri nelerdir? Sorularına Ayetullah Amuli şöyle cevap vermektedir:
„Velayet-i fakih konusunda fakihden maksat bütün şartlara sahip müctehiddir, maksat kendisine „fakih“ denilen herkes değildir. Bütün şartlara sahip fakihin üç özelliğe sahip olması gerekir; “mutlak içtihat“, „mutlak adalet“, „liderlik ve müdüriyet kudret ve yeteneği“. Yani velayet-i fakih İslamı başından sonuna kadar bütün alanlarını teferruatıyla bilmeli, bütün alanlarda ilahi kanunlara riayet etmeli, hiç bir konuda kanunların tersine bir eylemde bulunmamalı, ülkeyi idare etmede müdüriyet yetenek ve gücüne sahip olmalıdır.
1- Mutlak İçtihad
İslam bir bütündür; diyeneti siyasetin özü, siyaseti de diyanetinin özüdür. Vahyin mesajının kamil halini anlamış olmak, ancak bu vahyin bütün yönlerini bilmekle gerçekleşir. Gerçek İslam uzmanı, dinin bütün usul ve furularında; ibadet, ukud, ahkam, itikat ve siyaset alanlarında müctehid olandır. İslami konuların hepsinde uzman olmayan, mutlak içtihada sahip olmadığından fikhı tabiriyle „mutlak müctehid“ değil, „mutecezzi müctehid“ olarak adlandırılır. Dolayısıyla toplumu idare edecek velayet makamında bulunmaya salahiyeti yoktur. İslamın siyasi konularının detaylarını iyi bilmeyen bir fakih, toplumun velayeti gibi önemli bir mesuliyeti kaldıramaz.
Gaybet döneminde Kuran’ın hafızı, mübeyyini ve mucrisi konumunda olan İslam toplumuna hakim fakih, İslam‘ın siyasi sisteminin bütün teferruatını bilmek zorundadır. Fakih, ahkam ve Kur’an maarifini bilmesinin yanısıra insan, toplum ve İslam toplumu hakkında, masumlardan ulaşan rivayetleri iyice araştırmalı, İslam ahkamı hakkında kamil ve kapsayıcı bir bilgiye sahip olmalıdır. Eğer bazı İslami meseleler kendisi için hallolmamış, o konular hakkında derin bir bilgiye sahip olamamışsa Müslümanların velisi olamaz. O şahıs ne fetva merciidir, ne de velayet sahibi. Ne fatva verebilir, ne de İslami hükümleri pratikte icra edebilir.
Fıkhın bütün konularını iyi anlamış, yeni ortaya çıkmış meseleler ve Müslümanları ilgilendiren yeni konular hakkında sorun ve soruları, usul ve furularla tatbik ederek cevap verebilen mutlak müctehid, diğer şartlara da sahip ise islam toplumunu idare edecek müdüriyet ve velayet sorumluluğunu üstlenebilir.
2- Mutlak Adalet
Bütün şartlara haiz fakih, akl-i nazari alanında kamil olması gerektiği miktarda, akl-i ameli alanında da kamil olmalıdır. Yani dini ilimleri kamil anlaması gerektiği gibi o ilmi kendi özel hayatında ve toplumsal hayatta icra etmelidir; bütün dini vecibelerini yerine getirmiş olmalıdır, dinin hükümlerinde halka tebliğ etmesi gereken miktarını iblağ etmiş olması gerekir, hiç birşeyi gizlememelidir. „Adil fakih“, kendi keyfine göre ve heva-heves ile hareket etmemelidir, nefsani isteklerine tabi olmamalıdır, günah işlememelidir; ne bir vacibi terk etmeli, ne de bir harama mürtekip olmalıdır.
Heva ve hevesine tabi olan kendi içinde bir puthane oluşturmuştur. Onun içdünyasına putperestlik hüküm sürüyor, gerçekte heva-hevesini kendi mabudu karar kılmış ona kulluk etmektedir.
„Heva ve hevesini kendine ilah edinen ve Allah’ın bilerek saptırdığı kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözünün üzerine perde çektiği kimseyi gördün mü?...“ Casiye / 23.
Böyle bir şahıs, Müslümanları hidayet etme ve onlara velayet etme salahiyetine asla sahip değildir. Hz.İbrahim’in (a.s) şu hitabına mazhardırlar : „Yazıklar olsun size ve Allah’tan başka taptığınız şeylere!...“ Enbiya / 67. Bu tabirle sadece zahirdeki puthanede bulunan putperesler kast edilmemektedir, batıni puthaneleri ve heva-hevese tabi olanları da kapsamaktadır. Velayeti fakih makamında oturacak fakihin ikinci özelliği heva- hevesi terk edip, halis bir şekilde dini ahkam ve emirlere itat ediyor olmasıdır. Adil fakih eğer bir konuda fetva veriyorsa önce kendisi amel etmesi gerekir, bir hükum veriyorsa kendisi de riayet etmelidir, siyasi ve velayi bir hüküm vermişse kendisi de ona uymalı ve muhalefet etmemelidir.
3- Müdüriyet Gücü ve Rehberlik Yeteneği
İslam cumhuriyetinin anayasasının 109. ilkesinde rehberin özellikleri şöyle beyan edilmiştir:
Rehberliğin şartları ve sıfatları:
1- Fikhın değişik bablarında fetva verebilmek için ( gerekli ) yeterli ilm-i salahiyet
2- İsam ümmetine önderlik edebilmek için gerekli takva ve adalet,
3- Rehberlik için gerekli, müdüriyet, cesaret, tedbir, sağlam ve sahih toplumsal ve siyasi bakış.
Bu şartlara sahip olan şahıslar birden fazla fakih olursa, ( 3.şartta) fikhi ve siyasi bakışı güçlu olan önceliklidir.
Buna göre, İslam ümmetinin rehberliği için mutlak içtihad, fıkhın çeşitli alanlarında fetva vermek için gerekli ilmi salahiyete sahip olmanın ve gerekli adalet ve takvaya sahip olmanın yanısıra ülkeyi yönetmek, rehberlik yetenek ve gücünün olması fakih için üçüncü gerekli şart olarak zikr edilmiştir.
Bütün şartlara sahip fakih, mutlak içtihat ve mutlak adalete sahip olması gerektiği gibi dış ve iç toplumsal ve siyasi olaylara, gelişmelere doğru bir bakışı olmalı, dış düşmanların oyunlarını iyi bilmelidir. İkincisi; müdüriyet sanatına sahip olmalıdır, çünkü müdüriyet, ilmi ve teorik boyutunun yanısıra idare etme ve tedbir hünerine muhtaçtır. Bizlerden birçoğumuz şiir vezin ve kafiyelerini biliriz ama hiçbir zaman bunları bilmek insanı şair yapmaz. Şiirlerin çeşit ve kurallarını tanımakla şair olmak farklı şeylerdir. Şiir kurallarını bilmenın yanısıra şair olmak için ayrı bir yeteneğe sahip olmak gerekir.
Bir ülkeyi adaletle yönetmek gerekir, ama müdür, mudebbir, idareci olmak siyasi görüşe sahip olmak ve siyasal bilimler okumaktan farklı bir şeydir. İdarecilik ve yönetici olmak, siyasi bilim ve görüşe sahip olmadan ziyade, herkesin sahip olamadığı bir yetenektir.“ Velayet-i Fakih Kitabı / Ayetullah Cevadi Amuli
Velayet-i fakihten maksad, teşrii velayettir. Teşrii velayetin „mahcurlar“ kısmında bütün fakihler ve din uzmanları müçtehidin velayetini kabul etmektedirler.
Velayet-i fakih konusunu gündeme getiren ve üzerinde konuşanların bazıları fıkıh kitaplarında bahs edilen “velayet-i fakih”den maksadın bu kısım olduğu vehmine kapılmışlardır, halbuki İslam toplumu ne ölüdür, ne de çocuk, ne sefihdir ne de iflas etmiş. Öyleyse velayet-i fakihin velayetinden maksat, ölüler, hakkını alamayanlar, güçsüzler, iflas etmişler, olamaz.