[font=] Bismillahirrahmanirrahim[/font]
[font=]Velayet-i Fakih konusunda incelenmesi gereken konulardan biri de; Velayet-i Fakih sistemini tanıma, onu kabul edip iman etme ve ona teslim olma meselelerinin beyan edilmesidir. Bu konuların birbirinden ayrıştırılması, her birisinin derece ve seviyesinin beyan edilmesi şarttır. Bunlar arasında olmazsa olmaz bağı yoktur. Her üçü bir arada da olabilir, sadece ikisi bir arada olabilir ve tamamen aryı ayrı da olabilir. Öncelikle bu üç konunun kısa bir açıklaması yapıldıktan sonra birbirleriyle ilişkisi açıklanmalıdır.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'i Tanınma:
İtikadi ve kelami bir konuyu tanımanın dereceleri ve aşamaları olduğu ve bu konuların kanıtlarıyla ispat edilmesinin gerekliliği, dini otoritelerin ortak kabulüdür. Çünkü kelami konular mükellefin imanı ile ilgili olduğundan iman edebilmesi için akli kanıtla ispat etmesi gerekir. Her insan kendi kapasitesince delil sunacağından ve kendisini ikna eden deliller aynı seviyede olmayacağından tanıma derecesi de farklı olacaktır.
Velayet-i Fakih konusu kelami bir konu olmasıyla birlikte tarihten günümüze kadar diğer kelami konular kadar üzerinde inceleme yapılmamıştır. Belki de pratikte, insanın toplumsal hayatında zarureti hissedilmediği düşünüldüğü içindir. Halbuki Velayet-i Fakih, inançlı insanlar için itikadi konular arasında insanın hayatında en fazla etkili olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Tarihi seyrine bakıldığında hem kelam ilminde, hem de fıkıh ilminde bir çok merhaleleri geride bırakarak günümüzde zaruretinin zirveye ulaştığı görülecektir. [/font]
[font=]İcmali/genel tanıma[/font][font=]: İtikadi konularda, genel tanıma ve imanın mukaddimesi olabilecek kadar bilgi sahibi olmak yeterlidir. Böyle bir tanıma sadece insanın bireysel vazifesini yerine getirmesi açısından yeterli olup o konuda görüş sahibi ve otorite olmasını sağlamaz. İnsanın tevhid konusunda Allah’ı tanıyıp [/font]Allah’a iman etmesi gibi.
[font=]Tahkiki ve detaylı tanıma[/font][font=]: İtikadi konuların akli, felsefi ve mantıki delillerle ispat edilmesi ve detaylarının, Kuran, Hadis ve Ehl-i Beyt’in maarifinden yararlanılarak beyan edilmesi gerekir. İnsanın bireysel hayatında öncelikli olan itikadi konular üzerinde, fakihler ve alimler araştırma yapmış ve detayları topluma sunmuşlardır. Tevhid, nübuvvet, imamet, mead, cennet, cehennem, yaratılış felsefesi..v.s... gibi konular tarih boyunce her alimin üzerinde en fazla düşünüp araştırma yaptığı konulardır. İtikadi konuların yanısıra ameli konuları beyan eden fıkhi konular da detaylarına kadar beyan edilmiştir.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih de itikadi konu olması hasebiyle her iki tanıma merhalesi de önemlidir. Hem icmali/genel tanıma, hem de tahkiki tanıma. Tarihte olduğu gibi günümüzde de fakih ve alimlerden bazıları sadece icmali ve genel tanımayla yetinmiş, detaylarına inmeye ya ihtiyaç duymamışlar veya Velayet-i Fakih konusunun bireysel yönünden ziyade toplumsal ve siyasi yönü ağır bastığından halkın ona ihtiyacı olmadığını düşünmüşlerdir. Fakihlerin neden velayet-i fakih konusuna detaylı değinmedikleri konusu daha önce beyan edildiği için yeniden üzerinde fazla durmaya gerek yoktur. [/font]
[font=]Bilindiği gibi Velayet-i Fakih konusu toplumsal ve siyasi bir konu olup devlet, hükümet, idare sistemi, hukuk sistemi...v.s.. gibi konuları içerdiğinden mücadele, halkı yönlendirme, eğitme, teşkilatlandırma gerektirir. Velayet-i Fakih konusunun tarihi seyrine ve takamül merhalalerine bakılırsa detaylarına ancak bu asrımızda değinildiği ve bazı fakihlerin bu konuya son sıralarda eğildikleri görülecektir. Bu son merhale yani velayet-i fakih sisteminin hakim kılınma merhalesi gündeme geldikten sonra bir takım soruları da yeniden gündeme [/font]taşımıştır: Velayet-i Fakih itikadi bir konu mudur, yoksa fıkhı bir konu mu? Velayet-i Fakih konusu Şia Mektebi'nin asıllarından mıdır yoksa teferruat mı? Velayet- Fakih konusunu falanca fakih neden kabul etmiyor? Ve onlarca diğer sorulara cevap pratik faydalarından ziyade sadece ilmi fayda sağlayacaktır. Velayet-i Fakih konusunu icmali/genel olarak tanıyanlar konu hakkında otorite ve uzman olmadıklarından ya susmalı veya uzman fakihlerin görüşlerine tabi olmalıdırlar. Tahkiki tanımada kelam ilmine hakim olunmadan, fıkıh ilmine aşına olmadan, siyasal bilimler hakkında bilgi sahibi olmadan ve mevcut siyasi sistemler tanınmadan sağlıklı bir tanıma mümkün değildir.
[font=]Tahkiki ve detaylı tanıyanlar konunun ne kadar önemli olduğunun idrakinde olduklarından Velayet-i Fakih konusunu müslüman toplumlarında kültürleştirip dünyada küreselleştirmek için çaba harcamaktadırlar.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'i tanıma tamamen akıl ve ilimle ilgili olduğu için konuyla ilgili akli delillere müracaat etmek gerekir. Herkes aklı kapasitesince ilim sahibi olacak, ilmi miktarınca velayet-i fakih'i [/font]tanıyacaktır.
[font=]Velayet-i Fakih konusunu duymak veya bu makamda oturan fakihi görmek onu tanımak manasına gelmez. Asr-ı saadette Resulallah’ı (s.a.a) herkes [/font]görüyor ve onun kim olduğunu biliyordu ama herkes Resulallah’ı (s.a.a) tanımıyordu; yani O’nun nübuvvet ve risalet makamını göremiyordu, O hazretin velayetini, ilahi makamını anlayamıyordu. Resulallah’ın (s.a.a rihletinden sonra risaletin mesajından sapanlar, yüzeysel olarak tanıyıp risaletin gerçek çehresini tanımayanlardır.
[font=]Velayet-i Fakih'i tanımak, kişinin kafasındaki siyasal İslam anlayışına bir kaç yüzeysel kanıt bulması değildir. Veya konuyla ilgili kavramların açıklanması değildir. Velayet-i Fakih konusunu objektif olarak dini kaynaklardan araştırarak, sağlam delillerle önce kendisini ikna etmeli daha sonra mutmain bir kalple diğerlerine beyan etmelidir. Kısacası kendi görüşünü bazı deliller sunarak dine dayatmak değil, görüşünü dine dayandırmalıdır.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'e İman:[/font]
[font=]İman etmek bir şeyin doğruluğunu kabullenmektir. İman kalple alakalı bir eylem olduğu için kalbin bir şeyi kabullenmesi için mutmain olması gerekir. Kalbin mutmain olması ancak aklın sağlam kanıtlarla o konuyu beyan etmesi ile gerçekleşir. Akl-ı selim, her türlü vehim, şek ve şüpheden kurtulup taassup hastalığına yakalanmadan bir konuyu beyan eder. Kalp heva ve heves zincirlerini kırıp, kendisini her türlü bağımlılıktan kurtarıp aklın beyan ettiği gerçekleri kabullenirse iman gerçekleşmiş olur. Akl-ı selimin kabul etmediği bir şeyi kalbe kabullendirmek ve iman etmesini istemek, zorlama ve icbar olduğundan hiçbir geçerliliği yoktur, o iman sayılmaz. Kalp akl-ı selimin beyan ettiği hakikati kabul etmeyip iman etmekten kaçınırsa heva ve hevesin esaretinde bulunuyor demektir.[/font]
[font=]Akli ve ilmi deliller ne kadar güçlü olursa iman da o oranda güçlü olacaktır, imanın şiddet ve zaafı, ilmin azlık ve çokluğuyla orantılıdır.[/font]
[font=]Şirk ile karışmış akıllarıyla idrak edemedikleri nübuvveti reddedenler, heva hevesleriyle yoğrulmuş kalpleriyle imameti kabul etmeyenler gerçek imanın ne olduğunu idrak edememişlerdi. Bu insanlar ya şirkle karışmış akıl ile tanımaya çalışmışlar veya heva ve heves dolu kalp ile iman etmeyi denemişlerdir.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih konusu da, diğer itikadi konulara iman gibi akli delillerle olması gerekir, ama akli ve ilmi deliller sunmaktan mazur olan ve bağnazlıktan uzak heva ve hevesin esaretinden kurtulmuş insanlar, itikadi bir konunun doğruluğunu taabbuden(araştırmaya gerek duymadan) kabul [/font]edip imanını da bu kabulü üzerine oluşturabilir. Ancak bu iman en alt seviyede bir imandır.
[font=]Velayet-i Fakih'e Teslimiyet:[/font]
[font=]Teslimiyet, kayıtsız şartsız kabullenmek ve itaat etmektir. Peygamberlerin nübuvvetini tanıyıp iman edenler, hem tanıma konusunda, hem de iman etme konusunda farklı oldukları gibi teslimiyet konusunda da farklıdırlar. İman edenlerden bazılar mücizeyi gördükten sonra peygamberlere iman etmiş, bazıları mevcut sistemden bıktıkları için iman etmişler, bazıları yükselişi onların yanında bulunmakta gördüklerinden dolayı iman etmişler, bazıları menfaat ve çıkarlarını iman etmekte gördüklerinden dolayı iman etmişlerdir. Bunların hepsinin karşısında bazıları da peygamberlerin hakikatlerini ve ilahi nuru gördüklerinden peygamberlerin hak olduklarını gördüklerinden iman etmişlerdir. Onlar ne mucize talep ederlerdi, ne şahsi menfaatlerini düşünürlerdi, ne de toplumsal ve siyasi kariyerlerinin peşindeydiler. Dolayısıyla onlar için mutlak bir teslimiyet sözkonusudur. Mutlak teslimiyetleri, bilgilerinin azlığından veya imanlarının noksanlığından değil bilakis ilim silahını kuşanmaları ve kalplerini iman nuruyla aydınlatmaları sayesindedir. [/font]
[font=]Kur’an her grubu da İslam ümmetine beyan etmiş ve imandan sonra mutlak bir teslimiyete davet etmiştir.[/font]
[font=]İmamet konusunda da İslam ümmetinin haktan sapması bu merhalelerin gerektiği gibi anlaşılmamasından kaynaklanıyor. Masum İmamların iki asırı aşkın velayetleri döneminde İmamlara teslim olamayanlar hidayet önderlerinin hakikatlerini idrak edememişlerdir. Gaybet döneminde yaşadığımız bu asırda ise masum imamın zaruretini, gaybetteki imamın faydalarını idrak edememek; O’nun varlığını ve şahidliğini inkara sürüklemiştir.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih konusunda da velayetten sapma, ya yüzeysel bir bilgiye sahip olmaktan veya tahkiki bir imana sahip olmamaktan kaynaklanıyor. Velayet-i Fakih'e teslim olamayanlar zahiri imana sahip olsalar da, henüz nefsin zincirlerineden kurtulamamışlardır.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'e teslimiyet, geniş bir araştırma sonucunda elde edilen ilim ve tahkiki bir imandan sonra mümkündür.[/font]
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Sabahattin Türkyılmaz
[font=]Velayet-i Fakih konusunda incelenmesi gereken konulardan biri de; Velayet-i Fakih sistemini tanıma, onu kabul edip iman etme ve ona teslim olma meselelerinin beyan edilmesidir. Bu konuların birbirinden ayrıştırılması, her birisinin derece ve seviyesinin beyan edilmesi şarttır. Bunlar arasında olmazsa olmaz bağı yoktur. Her üçü bir arada da olabilir, sadece ikisi bir arada olabilir ve tamamen aryı ayrı da olabilir. Öncelikle bu üç konunun kısa bir açıklaması yapıldıktan sonra birbirleriyle ilişkisi açıklanmalıdır.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'i Tanınma:
İtikadi ve kelami bir konuyu tanımanın dereceleri ve aşamaları olduğu ve bu konuların kanıtlarıyla ispat edilmesinin gerekliliği, dini otoritelerin ortak kabulüdür. Çünkü kelami konular mükellefin imanı ile ilgili olduğundan iman edebilmesi için akli kanıtla ispat etmesi gerekir. Her insan kendi kapasitesince delil sunacağından ve kendisini ikna eden deliller aynı seviyede olmayacağından tanıma derecesi de farklı olacaktır.
Velayet-i Fakih konusu kelami bir konu olmasıyla birlikte tarihten günümüze kadar diğer kelami konular kadar üzerinde inceleme yapılmamıştır. Belki de pratikte, insanın toplumsal hayatında zarureti hissedilmediği düşünüldüğü içindir. Halbuki Velayet-i Fakih, inançlı insanlar için itikadi konular arasında insanın hayatında en fazla etkili olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Tarihi seyrine bakıldığında hem kelam ilminde, hem de fıkıh ilminde bir çok merhaleleri geride bırakarak günümüzde zaruretinin zirveye ulaştığı görülecektir. [/font]
[font=]İcmali/genel tanıma[/font][font=]: İtikadi konularda, genel tanıma ve imanın mukaddimesi olabilecek kadar bilgi sahibi olmak yeterlidir. Böyle bir tanıma sadece insanın bireysel vazifesini yerine getirmesi açısından yeterli olup o konuda görüş sahibi ve otorite olmasını sağlamaz. İnsanın tevhid konusunda Allah’ı tanıyıp [/font]Allah’a iman etmesi gibi.
[font=]Tahkiki ve detaylı tanıma[/font][font=]: İtikadi konuların akli, felsefi ve mantıki delillerle ispat edilmesi ve detaylarının, Kuran, Hadis ve Ehl-i Beyt’in maarifinden yararlanılarak beyan edilmesi gerekir. İnsanın bireysel hayatında öncelikli olan itikadi konular üzerinde, fakihler ve alimler araştırma yapmış ve detayları topluma sunmuşlardır. Tevhid, nübuvvet, imamet, mead, cennet, cehennem, yaratılış felsefesi..v.s... gibi konular tarih boyunce her alimin üzerinde en fazla düşünüp araştırma yaptığı konulardır. İtikadi konuların yanısıra ameli konuları beyan eden fıkhi konular da detaylarına kadar beyan edilmiştir.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih de itikadi konu olması hasebiyle her iki tanıma merhalesi de önemlidir. Hem icmali/genel tanıma, hem de tahkiki tanıma. Tarihte olduğu gibi günümüzde de fakih ve alimlerden bazıları sadece icmali ve genel tanımayla yetinmiş, detaylarına inmeye ya ihtiyaç duymamışlar veya Velayet-i Fakih konusunun bireysel yönünden ziyade toplumsal ve siyasi yönü ağır bastığından halkın ona ihtiyacı olmadığını düşünmüşlerdir. Fakihlerin neden velayet-i fakih konusuna detaylı değinmedikleri konusu daha önce beyan edildiği için yeniden üzerinde fazla durmaya gerek yoktur. [/font]
[font=]Bilindiği gibi Velayet-i Fakih konusu toplumsal ve siyasi bir konu olup devlet, hükümet, idare sistemi, hukuk sistemi...v.s.. gibi konuları içerdiğinden mücadele, halkı yönlendirme, eğitme, teşkilatlandırma gerektirir. Velayet-i Fakih konusunun tarihi seyrine ve takamül merhalalerine bakılırsa detaylarına ancak bu asrımızda değinildiği ve bazı fakihlerin bu konuya son sıralarda eğildikleri görülecektir. Bu son merhale yani velayet-i fakih sisteminin hakim kılınma merhalesi gündeme geldikten sonra bir takım soruları da yeniden gündeme [/font]taşımıştır: Velayet-i Fakih itikadi bir konu mudur, yoksa fıkhı bir konu mu? Velayet-i Fakih konusu Şia Mektebi'nin asıllarından mıdır yoksa teferruat mı? Velayet- Fakih konusunu falanca fakih neden kabul etmiyor? Ve onlarca diğer sorulara cevap pratik faydalarından ziyade sadece ilmi fayda sağlayacaktır. Velayet-i Fakih konusunu icmali/genel olarak tanıyanlar konu hakkında otorite ve uzman olmadıklarından ya susmalı veya uzman fakihlerin görüşlerine tabi olmalıdırlar. Tahkiki tanımada kelam ilmine hakim olunmadan, fıkıh ilmine aşına olmadan, siyasal bilimler hakkında bilgi sahibi olmadan ve mevcut siyasi sistemler tanınmadan sağlıklı bir tanıma mümkün değildir.
[font=]Tahkiki ve detaylı tanıyanlar konunun ne kadar önemli olduğunun idrakinde olduklarından Velayet-i Fakih konusunu müslüman toplumlarında kültürleştirip dünyada küreselleştirmek için çaba harcamaktadırlar.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'i tanıma tamamen akıl ve ilimle ilgili olduğu için konuyla ilgili akli delillere müracaat etmek gerekir. Herkes aklı kapasitesince ilim sahibi olacak, ilmi miktarınca velayet-i fakih'i [/font]tanıyacaktır.
[font=]Velayet-i Fakih konusunu duymak veya bu makamda oturan fakihi görmek onu tanımak manasına gelmez. Asr-ı saadette Resulallah’ı (s.a.a) herkes [/font]görüyor ve onun kim olduğunu biliyordu ama herkes Resulallah’ı (s.a.a) tanımıyordu; yani O’nun nübuvvet ve risalet makamını göremiyordu, O hazretin velayetini, ilahi makamını anlayamıyordu. Resulallah’ın (s.a.a rihletinden sonra risaletin mesajından sapanlar, yüzeysel olarak tanıyıp risaletin gerçek çehresini tanımayanlardır.
[font=]Velayet-i Fakih'i tanımak, kişinin kafasındaki siyasal İslam anlayışına bir kaç yüzeysel kanıt bulması değildir. Veya konuyla ilgili kavramların açıklanması değildir. Velayet-i Fakih konusunu objektif olarak dini kaynaklardan araştırarak, sağlam delillerle önce kendisini ikna etmeli daha sonra mutmain bir kalple diğerlerine beyan etmelidir. Kısacası kendi görüşünü bazı deliller sunarak dine dayatmak değil, görüşünü dine dayandırmalıdır.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'e İman:[/font]
[font=]İman etmek bir şeyin doğruluğunu kabullenmektir. İman kalple alakalı bir eylem olduğu için kalbin bir şeyi kabullenmesi için mutmain olması gerekir. Kalbin mutmain olması ancak aklın sağlam kanıtlarla o konuyu beyan etmesi ile gerçekleşir. Akl-ı selim, her türlü vehim, şek ve şüpheden kurtulup taassup hastalığına yakalanmadan bir konuyu beyan eder. Kalp heva ve heves zincirlerini kırıp, kendisini her türlü bağımlılıktan kurtarıp aklın beyan ettiği gerçekleri kabullenirse iman gerçekleşmiş olur. Akl-ı selimin kabul etmediği bir şeyi kalbe kabullendirmek ve iman etmesini istemek, zorlama ve icbar olduğundan hiçbir geçerliliği yoktur, o iman sayılmaz. Kalp akl-ı selimin beyan ettiği hakikati kabul etmeyip iman etmekten kaçınırsa heva ve hevesin esaretinde bulunuyor demektir.[/font]
[font=]Akli ve ilmi deliller ne kadar güçlü olursa iman da o oranda güçlü olacaktır, imanın şiddet ve zaafı, ilmin azlık ve çokluğuyla orantılıdır.[/font]
[font=]Şirk ile karışmış akıllarıyla idrak edemedikleri nübuvveti reddedenler, heva hevesleriyle yoğrulmuş kalpleriyle imameti kabul etmeyenler gerçek imanın ne olduğunu idrak edememişlerdi. Bu insanlar ya şirkle karışmış akıl ile tanımaya çalışmışlar veya heva ve heves dolu kalp ile iman etmeyi denemişlerdir.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih konusu da, diğer itikadi konulara iman gibi akli delillerle olması gerekir, ama akli ve ilmi deliller sunmaktan mazur olan ve bağnazlıktan uzak heva ve hevesin esaretinden kurtulmuş insanlar, itikadi bir konunun doğruluğunu taabbuden(araştırmaya gerek duymadan) kabul [/font]edip imanını da bu kabulü üzerine oluşturabilir. Ancak bu iman en alt seviyede bir imandır.
[font=]Velayet-i Fakih'e Teslimiyet:[/font]
[font=]Teslimiyet, kayıtsız şartsız kabullenmek ve itaat etmektir. Peygamberlerin nübuvvetini tanıyıp iman edenler, hem tanıma konusunda, hem de iman etme konusunda farklı oldukları gibi teslimiyet konusunda da farklıdırlar. İman edenlerden bazılar mücizeyi gördükten sonra peygamberlere iman etmiş, bazıları mevcut sistemden bıktıkları için iman etmişler, bazıları yükselişi onların yanında bulunmakta gördüklerinden dolayı iman etmişler, bazıları menfaat ve çıkarlarını iman etmekte gördüklerinden dolayı iman etmişlerdir. Bunların hepsinin karşısında bazıları da peygamberlerin hakikatlerini ve ilahi nuru gördüklerinden peygamberlerin hak olduklarını gördüklerinden iman etmişlerdir. Onlar ne mucize talep ederlerdi, ne şahsi menfaatlerini düşünürlerdi, ne de toplumsal ve siyasi kariyerlerinin peşindeydiler. Dolayısıyla onlar için mutlak bir teslimiyet sözkonusudur. Mutlak teslimiyetleri, bilgilerinin azlığından veya imanlarının noksanlığından değil bilakis ilim silahını kuşanmaları ve kalplerini iman nuruyla aydınlatmaları sayesindedir. [/font]
[font=]Kur’an her grubu da İslam ümmetine beyan etmiş ve imandan sonra mutlak bir teslimiyete davet etmiştir.[/font]
[font=]İmamet konusunda da İslam ümmetinin haktan sapması bu merhalelerin gerektiği gibi anlaşılmamasından kaynaklanıyor. Masum İmamların iki asırı aşkın velayetleri döneminde İmamlara teslim olamayanlar hidayet önderlerinin hakikatlerini idrak edememişlerdir. Gaybet döneminde yaşadığımız bu asırda ise masum imamın zaruretini, gaybetteki imamın faydalarını idrak edememek; O’nun varlığını ve şahidliğini inkara sürüklemiştir.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih konusunda da velayetten sapma, ya yüzeysel bir bilgiye sahip olmaktan veya tahkiki bir imana sahip olmamaktan kaynaklanıyor. Velayet-i Fakih'e teslim olamayanlar zahiri imana sahip olsalar da, henüz nefsin zincirlerineden kurtulamamışlardır.[/font]
[font=]Velayet-i Fakih'e teslimiyet, geniş bir araştırma sonucunda elde edilen ilim ve tahkiki bir imandan sonra mümkündür.[/font]
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Sabahattin Türkyılmaz
Yorum