Bismillahirrahmanirrahim
Velayet-i Fakih, itikadi ve fıkhı açıdan önemli olduğu gibi “siyasi bilim” pencersinden bakıldığı zaman bir o kadar da ilginç ve çekicidir. Çünkü dünya siyasi literatürüne yeni bir idare sistemi kazandırılmış olması, beşerin tarih boyunca ortaya koyduğu; demokrasi, laiklik, diktatörlük, liberalizm gibi sistemlerin karşısında yeni bir “siyasal doktirinin”, “idare sisteminin” ortaya çıkmış olması, insanları bu sistemi tanımaya ve hakikaktini öğrenmeye yöneltmektedir.
Velayet-i Fakih siyaset arenasında incelemeye alındığında, haklılığını kabul edenler olduğu gibi, reddiye mahiyetinde görüşler belirtenler de vardır. 'Velayet-i Fakih’i kabul etmeyenler itirazlarını şöyle dile getiriyorlar;
1-) Velayet-i Dakih “diktatörlüktür”, “dini istibdaddır” dolayısıyla Velayet-i Fakih’in İslami bir devlet modeli olduğunu iddia etmek pek de gerçekle bağdaşmıyor. Böyle bir sistem, tarihin hiç bir sayfasında görülmemiş ve hiç bir toplum da benzerine rastlanmamıştır. Aslen dinin bir devlet modeli yoktur. Velayet-i Fakih'in de tarihi bir geçmişi yok, tecrübe ile ele gelmemiş, ilmi alt yapıdan yoksun, insan haklarını ve adaleti hakim kılma kapsitesine sahip olmadığından bir tür zorba ve dikta rejimidir.
2-) Velayet-i Fakih sisteminde, “bireysel akıl” “toplumsal akıldan” öne geçirilmiştir veya “bireysel akıl”, “toplumsal akıla” hüküm sürmektedir. Şöyle ki; bir şahsın fetvaları doğrultusunda oluşturulan sistem de bütün kurum ve kuruluşların yapılanması ve meşruiyeti bir kişinin emri ve görüşü doğrultusunda şekillenmektedir. Toplumun görüşü ve fikirlerine itina edilmiyor ve toplumsal akıl devre dışı bırakılıyor.
Her iki eleştirinin de varmak istedikleri hedef aynıdır; “Velayet-i Fakih sistemi, tek kişiye dayalı bir sistemdir, bu sitem de halkın hiçbir fonksiyonu yoktur; halkın sistemi seçme hakları olmadığı gibi sistemin oluşmasında, nasıllığında da söz sahibi değiller, dolayısıyla böyle bir sistem despotluk ve diktatörlüktür”.
Bu eleştiriler çelişkilerle dolu olduğu gibi bilimsel bir eleştiri de değildir;
a-) 'Velayet-i Fakih'i diktatörlük olarak algılayanlar bu sistemin tarihte benzerinin olmadığını iddia ediyorlar. Malesef din hakkında yeterli bilgileri olmadığı gibi “siyasal İslam’dan” da habersiz olanlar, dinler tarihini okumuş olsalardı Hz. Davut (a.s) ve Hz. Süleyman’ın (a.s) hükümetlerini, Hz. Resulallah’ın (s.a.a) Medine ve Hz. Emir-ül Mu'minin (a.s) Kufe’deki İslam Devleti'ni görür ve böyle bir hataya düşmezlerdi. 'Velayet-i Fakih’i dini diktatörlük olarak algılayanlar peygamberlerin hükümetlerini ve Medine’de kurulan İslam Devleti'ni de dini diktatörlük olarak görmeleri gerekecektir.
b-) İlmi alt yapıdan yoksun olduğu söyleniyor. İlmi alt yapıdan maksat siyasal yapılanma ve siyasal bilimler ise ve siyasal bilimlerden maksad da Batı bilimleri olursa, bu durum da Velayet-i Fakih Batı siyasal bilimleri kriteri ile değerlendirilmiş olur ve Batı düşünce temellerine uymadığı için ilmi alt yapıdan yoksun olduğu veya ilimle bağdaşmadığı iddia ediliyor demektir. Bu durum da önce Batı siyasal kriterlerinin doğruluğu ispat edilmesi gerekir.
Velayet-i Fakih sistemi kendi başına bir sistem olup “siyasal öğreti ve kriterlerini” kendisi belirler. Velayet-i Fakih sisteminin ilmi alt yapısını, ilahi ilim “Kur’an”, Nebevi ilim “Sünnet” ve Ehl-i Beyt ilmi “Masum İmamların öğretileri” ve beşerin, tecrübesi ve aklı kullanmanın neticesinde elde ettiği “aklı ilimler” oluşturmaktadır. Peki, 'Batı Dünyası'nda siyasal bilimlerin temelini hangi ilim oluşturuyor? Ekonomik ve askeri gücü elinde bununduran çıkarcı bir grup tarafından toplumlara dayatılan sadece akla dayalı/nefis ürünlerinden ibaret değil mi? Bu iki sistemin hangisi diktatörlüğe benziyor?
c-) Siyasal bilimlerde, diktatörlük / istibdat ve despotluğun tanımı ve özellikleri Batı siyaset bilimcilerinin algıladığı gibi değildir.
Diktatörlüğün tanımı;
-Diktatörlük / istibdad, bir devletin idaresinin, kayıtsız şartsız bir kişinin veya bir partinin elinde bulunduğu yönetim şekline denir. Tarihte ve günümüzdeki krallıklar, aile ve kabile saltanatı, şahlık, sultanlıkların hepsi örnek olarak gösterilebilir.
Diktatörlüğün özellikleri;
- Bir şahsın veya bir partinin isteği, kanun olarak algılanır ve topluma hakim kılınır.
- Halka; hükümeti eleştirmek, nezaret ve nasihat etmek hakkı verilmez.
- Halkın kendi kaderini belirlemesinde hiçbir katılımı veya istişaresi / danışma sözkonusu değil.
- Halk, toplumsal görev ve hukukunu bilmez, ondan sadece itaat etmesi istenir.
- Yasama, yargı ve yürütme tamamen şahsın veya partinin konrtolündedir.
Bu özelliklere sahip beşeri sistemlerin hepsi diktatörlük ve istibdattır; ister adı çok partili sistemin hakim olduğu, ister iki partinini hakim olduğu, isterse tek partinin hakim olduğu parlamenter demokrasi, cumhuriyet hükümetleri ve demokratik hükümetler adı altında hüküm süren sistemler olsun.
Velayet-i Fakih bilimsel, fıkhi, itikadi açılardan ele alınmaz ve “siyasal İslam alanında” incelenmez ve “İslam Devlet modeli” olup olmadığı ortaya koyulmazsa, beşeri sistemlerin kriterleriyle değerlendirildiğinde ister istemez diktatörlük olduğu sonucuna varılabilir. Çünkü beşeri sistemlerde mihver ve temel unsur “insandır”, herşey insanın aklı, tecrübesi ve çıkarı ekseninde değerlendirilir. İslami devlet sisteminde ise mihver “Allah’tır -cc-”. Herşey ilahi değerlerle ölçülür. İlahi eksenli olan “Velayet-i Fakih sisteminin” doğruluğu / yanlışlığı, beşerin kriterleriyle ölçülürse, “ilahi değerler” “beşeri kriterlerle” ölçülmüş olur.
Velayet-i Fakih sisteminin aslı ve temeli;
Velayet-i Fakih, “insan mihverli bir anayasa” ile yönetecekse, o zaman 'Velayet-i Fakih’i diktatörlük olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Fakat, “tevhid mihverli bir anayasa” çerçevesinde hükümet edecekse o zaman diktatörlükle bir alakası yoktur. Kur'an, dini siyasi sistemi ve toplumun liderini, liderin hukuki kişiliğinin gölgesinde tanıtıyor; Rabb-ul Alem'in toplumu idare edecek ve insanları yönetip hak yola hidayet edecek kişiyi tayin ederken, “nebi”, “resul”, “imam”, “hakim” ve “veli” tabirleriyle beyan ediyor. Örneğin ;“Ya Eyyühen Nebi...”, ( Ahzab / 45), “Ya Eyyüher Resul....” ( Maide / 67), “Seni insanlara imam karar kıldım...” ( Bakara / 124), “Sizin veliniz...” (Maide / 55), tabirleriyle beyan ediyor ve bu tabirle üç noktayı birlikte beyan etmiş oluyor; hem sistemin “nübuvvet”, “risalet”, “İmamet” ve “velayet” olduğunu, hem bu makam da oturacak şahısın “Nebi”, “Resul”, İmam”, ''Hakim'' ve “Veli” olduğunu, hem de bu makamı ve bu makam da oturacak şahısı tayin etme yetkisinin sadece kendisinde olduğunu; “Allah risaleti kime vereceğini bilir” (Enam / 124 ), (Al-i İmran / 79)
İlahi sistemin, liderin hukuki kişiliğinin gölgesinde beyan edilmesi, toplumu idare edecek sistemin, toplumun liderinin hukuki kişiliğine bağlı olduğunu gösteriyor. Bu hukuki kişiliğe sahip lider yoksa sistem de yoktur demektir. Allah -CC-, insanları kendi başına, başı boş bırakmayacağına göre o zaman toplumda ya Nebi, ya Resul, ya İmam, ya Hakim veya 'veliyy-i fakih'in olması gerekiyor. Kim lider olmalı? Sorusunun cevabı verilirken, nasıl hükümet sürmeli? Ve yetkilerini kim belirler? gibi soruların da cevabının verileceği kaynaklar beyan edilmiş oluyor. Örneğin; kim lider olmalıdır? sorusunun cevabı “Fakih” ise hükümet sistemi de “fekahet” (Velayet-i Fakih) olacaktır, yetkilerini de “fıkıh” yani “Şari-i mukaddes” (Kutsal kanun koyucu) belirleyecektir. Öyleyse, Velayet-i Fakih sisteminde hüküm süren, liderin hukuki kişiliğidir.
Velayet-i Fakih sisteminde asıl ve temel noktalardan birisi de, Allah’ın -cc- yetkisinde olan işler ile insanların yetkisinde olan işlerin bir birinden ayrıştırılmasıdır. İlahi ahkama dayalı siyasi otoritenin şeklini, kriterlerini, hedefini ve bu makama oturacak şahısın hangi sıfatlara sahip olacağını belirlemek Allah’ın -cc- yetkisindedir. İnsanların kendilerini idare edecek sistemi belirleme hakkını kendilerinde görmeleri, ilahi yetkiyi kendilerinde görmelerine sebep olur ki, bu da şirktir. Çünkü bu, Tevhid-i Ef-ali’nin bir kısmı olan “rububiyyet'i” reddetmektir. Batılı düşünürler ile İslami düşünürlerin arasındaki farklardan biri şudur; her ikisi de “Allah’ın -cc- halikiyyetini” (yaratıcılığını) kabul ediyor fakat, Batılılar “Allah’ın -cc- rububiyyetini” reddiyorlar.
Kulların yetkisinde olan işler ise kendilerine ait işler olup, Allah -cc- o işlerde kendilerini muhayyer (özgür ve seçici) bırakmıştır. “Şavirhum bilemr...” (Al-i İmran / 159) “Emruhum şura beynehum..” (Şura / 38) ayatelerde Allah-u Teala Subhanehu, Peygamberleri insanların yetkisinde olan işlerde istişare etmeye, danışmaya emr ediyor, insanların da kendi yetkilerinde olan işlerini istişare/şura ile yapmaları gerektiğini beyan ediyor.
“Bireysel aklın”, “toplumsal akla” hüküm sürdüğü eleştirisi ise daha tutarsız bir eleştiridir; Velayet-i Fakih sisteminde bireysel aklın toplumsal akla hakimiyeti asla söz konusu değildir, çünkü Velayet-i Fakih sisteminde hakim olan şahsın görüşü değil, onun hukuki kişiliğinin hakimiyetidir. Şöyle ki; Velayet-i Fakih, İslami sisteminde Allah’ın -cc- rububiyetine mahsus olan işlerde “ilahi irade”, insanların yetkisinde olan işlerde ise “toplumsal akıl” hüküm sürüyor. İslam Devleti'nde, lider peygamber ise hakim olan resul/risalettir, önder masum imam ise hakim olan imam/imamettir ve gaybet dönemindeki Velayet-i Fakih sisteminde ise hakim olan şahıs değil onun hukuki kişiliği olan fakih/fekahettir. Hukuki kimliği onlara veren Allah -cc- olduğu için bunların herhangi birisinde eksiklik veya ilahi kurallara ters düşen bir davranış ve vaziyet oluşursa zaten kendiliğinden, otomotikmen bu makamdan düşerler.
Siyasal sistemin oluşturulmasında, Allah’ın -cc- rububiyyetinin gerektirdiği işler ile, kulların yetkisine bırakılan işler birbirinden ayrıştırıldığı zaman ve diktatörlüğün özellikleri anlaşıldıktan sonra ve halkın İslami sistem de fonksiyonu açıklandıktan sonra Velayet-i Fakih sisteminin diktatörlük ve istibdat ile yakından uzaktan bir ilişkisi olmadığı görülmektedir.
Dini devlet sisteminde halkın rolü nedir? Ne gibi yetkilere sahiptirler? Hakları, sorumlulukları ve yetkileri nelerdir? gibi soruların cevabı ayrı alan da işlenmesi gerekir.
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Hacı Şeyh Sebahattin Türkyılmaz
sabahyil@hotmail.com
Velayet-i Fakih, itikadi ve fıkhı açıdan önemli olduğu gibi “siyasi bilim” pencersinden bakıldığı zaman bir o kadar da ilginç ve çekicidir. Çünkü dünya siyasi literatürüne yeni bir idare sistemi kazandırılmış olması, beşerin tarih boyunca ortaya koyduğu; demokrasi, laiklik, diktatörlük, liberalizm gibi sistemlerin karşısında yeni bir “siyasal doktirinin”, “idare sisteminin” ortaya çıkmış olması, insanları bu sistemi tanımaya ve hakikaktini öğrenmeye yöneltmektedir.
Velayet-i Fakih siyaset arenasında incelemeye alındığında, haklılığını kabul edenler olduğu gibi, reddiye mahiyetinde görüşler belirtenler de vardır. 'Velayet-i Fakih’i kabul etmeyenler itirazlarını şöyle dile getiriyorlar;
1-) Velayet-i Dakih “diktatörlüktür”, “dini istibdaddır” dolayısıyla Velayet-i Fakih’in İslami bir devlet modeli olduğunu iddia etmek pek de gerçekle bağdaşmıyor. Böyle bir sistem, tarihin hiç bir sayfasında görülmemiş ve hiç bir toplum da benzerine rastlanmamıştır. Aslen dinin bir devlet modeli yoktur. Velayet-i Fakih'in de tarihi bir geçmişi yok, tecrübe ile ele gelmemiş, ilmi alt yapıdan yoksun, insan haklarını ve adaleti hakim kılma kapsitesine sahip olmadığından bir tür zorba ve dikta rejimidir.
2-) Velayet-i Fakih sisteminde, “bireysel akıl” “toplumsal akıldan” öne geçirilmiştir veya “bireysel akıl”, “toplumsal akıla” hüküm sürmektedir. Şöyle ki; bir şahsın fetvaları doğrultusunda oluşturulan sistem de bütün kurum ve kuruluşların yapılanması ve meşruiyeti bir kişinin emri ve görüşü doğrultusunda şekillenmektedir. Toplumun görüşü ve fikirlerine itina edilmiyor ve toplumsal akıl devre dışı bırakılıyor.
Her iki eleştirinin de varmak istedikleri hedef aynıdır; “Velayet-i Fakih sistemi, tek kişiye dayalı bir sistemdir, bu sitem de halkın hiçbir fonksiyonu yoktur; halkın sistemi seçme hakları olmadığı gibi sistemin oluşmasında, nasıllığında da söz sahibi değiller, dolayısıyla böyle bir sistem despotluk ve diktatörlüktür”.
Bu eleştiriler çelişkilerle dolu olduğu gibi bilimsel bir eleştiri de değildir;
a-) 'Velayet-i Fakih'i diktatörlük olarak algılayanlar bu sistemin tarihte benzerinin olmadığını iddia ediyorlar. Malesef din hakkında yeterli bilgileri olmadığı gibi “siyasal İslam’dan” da habersiz olanlar, dinler tarihini okumuş olsalardı Hz. Davut (a.s) ve Hz. Süleyman’ın (a.s) hükümetlerini, Hz. Resulallah’ın (s.a.a) Medine ve Hz. Emir-ül Mu'minin (a.s) Kufe’deki İslam Devleti'ni görür ve böyle bir hataya düşmezlerdi. 'Velayet-i Fakih’i dini diktatörlük olarak algılayanlar peygamberlerin hükümetlerini ve Medine’de kurulan İslam Devleti'ni de dini diktatörlük olarak görmeleri gerekecektir.
b-) İlmi alt yapıdan yoksun olduğu söyleniyor. İlmi alt yapıdan maksat siyasal yapılanma ve siyasal bilimler ise ve siyasal bilimlerden maksad da Batı bilimleri olursa, bu durum da Velayet-i Fakih Batı siyasal bilimleri kriteri ile değerlendirilmiş olur ve Batı düşünce temellerine uymadığı için ilmi alt yapıdan yoksun olduğu veya ilimle bağdaşmadığı iddia ediliyor demektir. Bu durum da önce Batı siyasal kriterlerinin doğruluğu ispat edilmesi gerekir.
Velayet-i Fakih sistemi kendi başına bir sistem olup “siyasal öğreti ve kriterlerini” kendisi belirler. Velayet-i Fakih sisteminin ilmi alt yapısını, ilahi ilim “Kur’an”, Nebevi ilim “Sünnet” ve Ehl-i Beyt ilmi “Masum İmamların öğretileri” ve beşerin, tecrübesi ve aklı kullanmanın neticesinde elde ettiği “aklı ilimler” oluşturmaktadır. Peki, 'Batı Dünyası'nda siyasal bilimlerin temelini hangi ilim oluşturuyor? Ekonomik ve askeri gücü elinde bununduran çıkarcı bir grup tarafından toplumlara dayatılan sadece akla dayalı/nefis ürünlerinden ibaret değil mi? Bu iki sistemin hangisi diktatörlüğe benziyor?
c-) Siyasal bilimlerde, diktatörlük / istibdat ve despotluğun tanımı ve özellikleri Batı siyaset bilimcilerinin algıladığı gibi değildir.
Diktatörlüğün tanımı;
-Diktatörlük / istibdad, bir devletin idaresinin, kayıtsız şartsız bir kişinin veya bir partinin elinde bulunduğu yönetim şekline denir. Tarihte ve günümüzdeki krallıklar, aile ve kabile saltanatı, şahlık, sultanlıkların hepsi örnek olarak gösterilebilir.
Diktatörlüğün özellikleri;
- Bir şahsın veya bir partinin isteği, kanun olarak algılanır ve topluma hakim kılınır.
- Halka; hükümeti eleştirmek, nezaret ve nasihat etmek hakkı verilmez.
- Halkın kendi kaderini belirlemesinde hiçbir katılımı veya istişaresi / danışma sözkonusu değil.
- Halk, toplumsal görev ve hukukunu bilmez, ondan sadece itaat etmesi istenir.
- Yasama, yargı ve yürütme tamamen şahsın veya partinin konrtolündedir.
Bu özelliklere sahip beşeri sistemlerin hepsi diktatörlük ve istibdattır; ister adı çok partili sistemin hakim olduğu, ister iki partinini hakim olduğu, isterse tek partinin hakim olduğu parlamenter demokrasi, cumhuriyet hükümetleri ve demokratik hükümetler adı altında hüküm süren sistemler olsun.
Velayet-i Fakih bilimsel, fıkhi, itikadi açılardan ele alınmaz ve “siyasal İslam alanında” incelenmez ve “İslam Devlet modeli” olup olmadığı ortaya koyulmazsa, beşeri sistemlerin kriterleriyle değerlendirildiğinde ister istemez diktatörlük olduğu sonucuna varılabilir. Çünkü beşeri sistemlerde mihver ve temel unsur “insandır”, herşey insanın aklı, tecrübesi ve çıkarı ekseninde değerlendirilir. İslami devlet sisteminde ise mihver “Allah’tır -cc-”. Herşey ilahi değerlerle ölçülür. İlahi eksenli olan “Velayet-i Fakih sisteminin” doğruluğu / yanlışlığı, beşerin kriterleriyle ölçülürse, “ilahi değerler” “beşeri kriterlerle” ölçülmüş olur.
Velayet-i Fakih sisteminin aslı ve temeli;
Velayet-i Fakih, “insan mihverli bir anayasa” ile yönetecekse, o zaman 'Velayet-i Fakih’i diktatörlük olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Fakat, “tevhid mihverli bir anayasa” çerçevesinde hükümet edecekse o zaman diktatörlükle bir alakası yoktur. Kur'an, dini siyasi sistemi ve toplumun liderini, liderin hukuki kişiliğinin gölgesinde tanıtıyor; Rabb-ul Alem'in toplumu idare edecek ve insanları yönetip hak yola hidayet edecek kişiyi tayin ederken, “nebi”, “resul”, “imam”, “hakim” ve “veli” tabirleriyle beyan ediyor. Örneğin ;“Ya Eyyühen Nebi...”, ( Ahzab / 45), “Ya Eyyüher Resul....” ( Maide / 67), “Seni insanlara imam karar kıldım...” ( Bakara / 124), “Sizin veliniz...” (Maide / 55), tabirleriyle beyan ediyor ve bu tabirle üç noktayı birlikte beyan etmiş oluyor; hem sistemin “nübuvvet”, “risalet”, “İmamet” ve “velayet” olduğunu, hem bu makam da oturacak şahısın “Nebi”, “Resul”, İmam”, ''Hakim'' ve “Veli” olduğunu, hem de bu makamı ve bu makam da oturacak şahısı tayin etme yetkisinin sadece kendisinde olduğunu; “Allah risaleti kime vereceğini bilir” (Enam / 124 ), (Al-i İmran / 79)
İlahi sistemin, liderin hukuki kişiliğinin gölgesinde beyan edilmesi, toplumu idare edecek sistemin, toplumun liderinin hukuki kişiliğine bağlı olduğunu gösteriyor. Bu hukuki kişiliğe sahip lider yoksa sistem de yoktur demektir. Allah -CC-, insanları kendi başına, başı boş bırakmayacağına göre o zaman toplumda ya Nebi, ya Resul, ya İmam, ya Hakim veya 'veliyy-i fakih'in olması gerekiyor. Kim lider olmalı? Sorusunun cevabı verilirken, nasıl hükümet sürmeli? Ve yetkilerini kim belirler? gibi soruların da cevabının verileceği kaynaklar beyan edilmiş oluyor. Örneğin; kim lider olmalıdır? sorusunun cevabı “Fakih” ise hükümet sistemi de “fekahet” (Velayet-i Fakih) olacaktır, yetkilerini de “fıkıh” yani “Şari-i mukaddes” (Kutsal kanun koyucu) belirleyecektir. Öyleyse, Velayet-i Fakih sisteminde hüküm süren, liderin hukuki kişiliğidir.
Velayet-i Fakih sisteminde asıl ve temel noktalardan birisi de, Allah’ın -cc- yetkisinde olan işler ile insanların yetkisinde olan işlerin bir birinden ayrıştırılmasıdır. İlahi ahkama dayalı siyasi otoritenin şeklini, kriterlerini, hedefini ve bu makama oturacak şahısın hangi sıfatlara sahip olacağını belirlemek Allah’ın -cc- yetkisindedir. İnsanların kendilerini idare edecek sistemi belirleme hakkını kendilerinde görmeleri, ilahi yetkiyi kendilerinde görmelerine sebep olur ki, bu da şirktir. Çünkü bu, Tevhid-i Ef-ali’nin bir kısmı olan “rububiyyet'i” reddetmektir. Batılı düşünürler ile İslami düşünürlerin arasındaki farklardan biri şudur; her ikisi de “Allah’ın -cc- halikiyyetini” (yaratıcılığını) kabul ediyor fakat, Batılılar “Allah’ın -cc- rububiyyetini” reddiyorlar.
Kulların yetkisinde olan işler ise kendilerine ait işler olup, Allah -cc- o işlerde kendilerini muhayyer (özgür ve seçici) bırakmıştır. “Şavirhum bilemr...” (Al-i İmran / 159) “Emruhum şura beynehum..” (Şura / 38) ayatelerde Allah-u Teala Subhanehu, Peygamberleri insanların yetkisinde olan işlerde istişare etmeye, danışmaya emr ediyor, insanların da kendi yetkilerinde olan işlerini istişare/şura ile yapmaları gerektiğini beyan ediyor.
“Bireysel aklın”, “toplumsal akla” hüküm sürdüğü eleştirisi ise daha tutarsız bir eleştiridir; Velayet-i Fakih sisteminde bireysel aklın toplumsal akla hakimiyeti asla söz konusu değildir, çünkü Velayet-i Fakih sisteminde hakim olan şahsın görüşü değil, onun hukuki kişiliğinin hakimiyetidir. Şöyle ki; Velayet-i Fakih, İslami sisteminde Allah’ın -cc- rububiyetine mahsus olan işlerde “ilahi irade”, insanların yetkisinde olan işlerde ise “toplumsal akıl” hüküm sürüyor. İslam Devleti'nde, lider peygamber ise hakim olan resul/risalettir, önder masum imam ise hakim olan imam/imamettir ve gaybet dönemindeki Velayet-i Fakih sisteminde ise hakim olan şahıs değil onun hukuki kişiliği olan fakih/fekahettir. Hukuki kimliği onlara veren Allah -cc- olduğu için bunların herhangi birisinde eksiklik veya ilahi kurallara ters düşen bir davranış ve vaziyet oluşursa zaten kendiliğinden, otomotikmen bu makamdan düşerler.
Siyasal sistemin oluşturulmasında, Allah’ın -cc- rububiyyetinin gerektirdiği işler ile, kulların yetkisine bırakılan işler birbirinden ayrıştırıldığı zaman ve diktatörlüğün özellikleri anlaşıldıktan sonra ve halkın İslami sistem de fonksiyonu açıklandıktan sonra Velayet-i Fakih sisteminin diktatörlük ve istibdat ile yakından uzaktan bir ilişkisi olmadığı görülmektedir.
Dini devlet sisteminde halkın rolü nedir? Ne gibi yetkilere sahiptirler? Hakları, sorumlulukları ve yetkileri nelerdir? gibi soruların cevabı ayrı alan da işlenmesi gerekir.
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Hacı Şeyh Sebahattin Türkyılmaz
sabahyil@hotmail.com
Yorum