Allahın adıyla
"Hedefsiz yaşayan insan karanlığa ok atan insana benzer."
Her insanın ilahi çerçevelerde bir hedefi olmalı. Zira her hedef sahibine yön, cihet ve tarz kazandırır. Yönler, cihetler ve tarzlar ise insanın yaşam biçimini ve yaşam felsefesini şekillendirir. Bu âlemde insanlar hedefleri kadar çalışır ve hedefleri kadar değer kazanır. Hedef büyükse sahibi de büyüktür, küçükse sahibi de küçüktür. Hedef "Lillah" ise sahibi rahmanidir. Hedef "şeytan" ise sahibi şeytanidir. Yapılan iş güzel olsa, güzel görünümlü olsa bile hedef "Lillah" olmadıkça sahibinin Allah katında bir değeri olmaz. Zira İslam dini gereğince "hüsnü faili" ve "hüsnü fiili" kavramları birbirinden ayrılmaması gereken iki değerdir. Bu ikisi yan yana, beraber olduğu zaman fail ile fiilin Allah katında bir değeri vardır demektir. Ancak fail güzel fiil çirkin veya fail kötü (kötü niyet) fiil güzel olursa bunun Allah katında hiçbir değeri yoktur demektir.
Birinin hedefi devlet kurmaktı: Kurdu...
Birinin hedefi falan devleti, şehiri fethetmekti: Fethetti...
Birinin hedefi "İslâm Birliği"ni sağlamaktı: Bu uğurda çok zahmetler çekti…
Birinin hedefi Ehlibeyt ekolünü canlandırmaktı: Canlandırdı…
Birinin hedefi geride faydalı eserler bırakmaktı: Bıraktı…
Birinin hedefi Kimyanın şifrelerini çözmekti: Çözdü…
Birinin hedefi atomu keşfetmekti: Keşfetti…
Louis Pasteur’un hedefi kuduz aşısını bulmaktı: Buldu...
Thomas Alva Edison’un hedefi ampulü yakmaktı: Yaktı...
Nepalli Dağcı Mallory’nin hedefi Everest Dağı’na çıkmaktı: Çıktı...
Dünyada başarı adına ne varsa, "hedef sahibi insan"ların çabası sayesinde gerçekleşti...
Bu gerçeği göz önünde bulundurarak kendinize dönüp şu soruyu sorun: "Benim hedefim nedir?"
Bu soru, "Neden varım, Niçin varım?" sorusuna paralel bir sorudur...
Evet, neden varız? Sadece yiyip, içip eğlenmek için mi? Hayatımızı "mutfak, vc, yatak odası" üçgeninde geçirmek için mi? Amaçsız olarak hiçbir faydası olmayan alanlarda vakit öldürmek için mi?
Acaba çocuklarımızı, gençlerimizi hangi hedefe (hedeflere) yönlendiriyoruz? Acaba gençleri hangi hedefler doğrultusunda şekillendiriyoruz? Acaba kendimiz hangi Hedefler uğruna zaman diliminde akıp gidiyoruz?
Başka bir soru: "Benim partim, benim siyasi görüşüm, benim şeyhim, benim cemaatim, benim yaptıklarım, gibi soyut hedefler bir insanın varlık sebebini izah etmesi için yeterli olabilir mi?”
Bir insan hayatın içinde karşılaşacağı sorunları bu donanımla çözmesi mümkün mü?
Bu tür sığ, basit ve gerici düşünceler, hedefler çocuklarımızı, gençlerimizi, toplumlarımızı kimliksiz, kişiliksiz, hedefsiz, gayesiz, şabloncu ve slogancı bir yapıya dönüştürebilir. Eğitim, öğretim, ayrılıkçı, dışlayıcı, ötekileştirici sistemindeki bozuk yapılanma gençler ve toplumlar üzerinde son derece ciddi tahribatlar yapar. İşte bu yüzden yalpalayan, çözülen, dağılan, ezilen, hakları verilmeyen toplumsal yapımız sık sık çözülüyor, kekeliyor ve yalpalıyor.
Bu tür kısır, sığ, basit ve önemsiz kıskaçlara yakalanan bir toplum kutsal hedef gütmeyen bir toplum haline gelir ve hayatta hedefsiz ve felsefesiz kalır.
Kutsal hedefi bulunmayan fertler, toplumlar kendilerine anti kutsal, önemsiz, değersiz, basit hedefler belirlerler. Günümüz dünyasında bazı insanlar "Ne pahasına olursa olsun rant sağlama, makam-mevki kazanma, söz geçirme, kariyer bulma, kendini alternatifsiz görme, kendine dokunulmazlık markası vurma, mal-mülk kazanma" biçiminde bir hedef belirledi kendine. Bazılarına ihlâs, hizmet aşkı, insanı ve kendinden gayrı hizmetleri ve faillerini sevmek zor geldiği için de, kolayından amaçlananlara ulaşma felsefesi, toplum ekseriyetinin "hayat felsefesi" oldu.
Zaman içinde bu tür sığ düşünceler öylesine yaygınlaştı ki insanların, özellikle gençlerin bile hayatına girdi. Onlar da yer yer böyle düşünmeye ve bu tür sığ şeyleri hedef edinmeye başladılar.
Yetmedi Tv.lerde, lüks salonlarda, İslam adına yapılan faaliyetlerde, programlarda bu düşünce arz-ı endam eyledi. Hak edenler konuşturulmaktan, mikrofondan mahrum bırakıldı. Benden olanın konuşması gerekir mantığı hâkim oldu.
Bazı kanallar yanlı, yanlış, abuk-sabuk mezhebi programlardan geçilmiyor...
İnsanımız araştıracağı ve Kuran'ın dinine tabi olacağı yerde inanç hanesini safsata ve hurafelerle doldurarak ömrünü geçiriyor. Böylelikle ifrat ve yanlışa tabi olma düşüncesi insanlarımızı doğruluktan, dürüstlükten, helâl-haram kavramından, kısacası Kuran'ın dininden uzaklaştırıyor.
Bu yöneliş inanç hortumcularını besliyor. Bilgisi olan değil, makamı, mevkisi, parası, reklamı olan itibar görüyor.
Doğruluk, dürüstlük, ehliyetli olmak aşağılanıyor, horlanıyor; dürüst insanlar, ehliyetli insanlar -eğer varlıklı değillerse- küçümseniyor.
Kısacası değerler aşınmış. "ehliyetli ve büyük adam"ın tarifi bile değişmiş. Artık "ehliyetli ve büyük adam" sesi çok çıkan adamdır, adamı çok olan adamdır, çok dolaşan, çok konuşan adamdır! Bazıları için böylelerinin ehliyetli oluşu önem arz etmez. Çok dolaşması, çok konuşması, varlığı, makamı, mevkisi önem arz eder.
Bilgiye, hedefe, amaca, fikre, düşünceye dönüp bakan yok. Toplumun en dinamik ayaklarını teşkil etmesi gereken camiler, dernekler, sivil toplum kuruluşları, âlimler, aydınlar, akademisyenler, şuurlular belli başlı birkaç konuya kilitlenmiş. Bunların neticesinde bazı kurumlar, kuruluşlar ve kişiler birbirlerine karşı mücadele eder olmuşlar.
Kısacası, değerlerin aşınmasından, değerlerin anti değer olmasından ve değerlerden uzaklaşılmasından kaynaklanan tüm olumsuzluklarla iç içeyiz: Bir yanımız bölücü dış aktörler, figüranlar, bir yanımız nadan dostlar, bir yanımız şartlanmış dar beyinler, bir yanımız çıkarcılıkla kuşatılmış devam etmektedir.
Ve bunların getirdiği sorunlar, sıkıntılar, tıkanıklıklar, tefrikalar, yozlaşmalar, nefretler, kinler, kıskançlıklar... İşte görüldüğü gibi, ebedî hayatı kazanma cehdi ortadan kalkınca, toplum nasıl da yozlaşıp hedeflerden ve değerlerden taviz verebiliyor.
Niyetler, düşünceler içten çürümüş olmasaydı, olumsuzluklar asgari düzeyde tutulabilirdi. Ne var ki, düşüncenin özü çürük. Kimisine karşı önyargılı, şartlı, kimisine karşı mutlak ve şartsız teslimiyet, kimisi için taklitçi bir yol tutup gidilmektedir.
[font=]Tek çare, kimliklerin, niyetlerin, düşüncelerin, cihetlerin diri durması... Ne var ki uzun zamandan beri önyargılı yaklaşımlar, kişilere olan koşulsuz bağımlılıklar birey ve toplumları da içten içe kemiriyor. Hakka, doğrulara ve ehil olanlara taraf olmanın etkisi bitti, samimiyet ve ihlâsın etkisi azaldı. Bazı gençlere, toplumlara ilahi değerlere muğayir kavramlar hükmeder oldu. Bu hükmedişin nelere mal olduğunu ise her gün yakından izleyebiliyoruz. Gençler ve toplumlar değerlerine yabancılaşıyor, her geçen gün bir tefrika batağına doğru yol alıyor. [/font]Bu durumda ne gençlerin, ne toplumların geleceğinden emin olmamız çok zor.
Gençlik ve toplumların bu sakıncalı vadilere düşmemeleri için inançların dolu dolu Kuran ve Ehlibeyt hattında samimiyet ve ihlâsla, ilkeli paylaşım ve öteki zannedilenlerin emeklerine-hizmetlerine saygı mantığıyla yaşanması gerekir. Bu böyle olduğu takdirde yalnız ahiretimizi değil, dünyamızı da kurtarır.
[font=]Selam ve Dua ile…[/font]
"Hedefsiz yaşayan insan karanlığa ok atan insana benzer."
Her insanın ilahi çerçevelerde bir hedefi olmalı. Zira her hedef sahibine yön, cihet ve tarz kazandırır. Yönler, cihetler ve tarzlar ise insanın yaşam biçimini ve yaşam felsefesini şekillendirir. Bu âlemde insanlar hedefleri kadar çalışır ve hedefleri kadar değer kazanır. Hedef büyükse sahibi de büyüktür, küçükse sahibi de küçüktür. Hedef "Lillah" ise sahibi rahmanidir. Hedef "şeytan" ise sahibi şeytanidir. Yapılan iş güzel olsa, güzel görünümlü olsa bile hedef "Lillah" olmadıkça sahibinin Allah katında bir değeri olmaz. Zira İslam dini gereğince "hüsnü faili" ve "hüsnü fiili" kavramları birbirinden ayrılmaması gereken iki değerdir. Bu ikisi yan yana, beraber olduğu zaman fail ile fiilin Allah katında bir değeri vardır demektir. Ancak fail güzel fiil çirkin veya fail kötü (kötü niyet) fiil güzel olursa bunun Allah katında hiçbir değeri yoktur demektir.
Birinin hedefi devlet kurmaktı: Kurdu...
Birinin hedefi falan devleti, şehiri fethetmekti: Fethetti...
Birinin hedefi "İslâm Birliği"ni sağlamaktı: Bu uğurda çok zahmetler çekti…
Birinin hedefi Ehlibeyt ekolünü canlandırmaktı: Canlandırdı…
Birinin hedefi geride faydalı eserler bırakmaktı: Bıraktı…
Birinin hedefi Kimyanın şifrelerini çözmekti: Çözdü…
Birinin hedefi atomu keşfetmekti: Keşfetti…
Louis Pasteur’un hedefi kuduz aşısını bulmaktı: Buldu...
Thomas Alva Edison’un hedefi ampulü yakmaktı: Yaktı...
Nepalli Dağcı Mallory’nin hedefi Everest Dağı’na çıkmaktı: Çıktı...
Dünyada başarı adına ne varsa, "hedef sahibi insan"ların çabası sayesinde gerçekleşti...
Bu gerçeği göz önünde bulundurarak kendinize dönüp şu soruyu sorun: "Benim hedefim nedir?"
Bu soru, "Neden varım, Niçin varım?" sorusuna paralel bir sorudur...
Evet, neden varız? Sadece yiyip, içip eğlenmek için mi? Hayatımızı "mutfak, vc, yatak odası" üçgeninde geçirmek için mi? Amaçsız olarak hiçbir faydası olmayan alanlarda vakit öldürmek için mi?
Acaba çocuklarımızı, gençlerimizi hangi hedefe (hedeflere) yönlendiriyoruz? Acaba gençleri hangi hedefler doğrultusunda şekillendiriyoruz? Acaba kendimiz hangi Hedefler uğruna zaman diliminde akıp gidiyoruz?
Başka bir soru: "Benim partim, benim siyasi görüşüm, benim şeyhim, benim cemaatim, benim yaptıklarım, gibi soyut hedefler bir insanın varlık sebebini izah etmesi için yeterli olabilir mi?”
Bir insan hayatın içinde karşılaşacağı sorunları bu donanımla çözmesi mümkün mü?
Bu tür sığ, basit ve gerici düşünceler, hedefler çocuklarımızı, gençlerimizi, toplumlarımızı kimliksiz, kişiliksiz, hedefsiz, gayesiz, şabloncu ve slogancı bir yapıya dönüştürebilir. Eğitim, öğretim, ayrılıkçı, dışlayıcı, ötekileştirici sistemindeki bozuk yapılanma gençler ve toplumlar üzerinde son derece ciddi tahribatlar yapar. İşte bu yüzden yalpalayan, çözülen, dağılan, ezilen, hakları verilmeyen toplumsal yapımız sık sık çözülüyor, kekeliyor ve yalpalıyor.
Bu tür kısır, sığ, basit ve önemsiz kıskaçlara yakalanan bir toplum kutsal hedef gütmeyen bir toplum haline gelir ve hayatta hedefsiz ve felsefesiz kalır.
Kutsal hedefi bulunmayan fertler, toplumlar kendilerine anti kutsal, önemsiz, değersiz, basit hedefler belirlerler. Günümüz dünyasında bazı insanlar "Ne pahasına olursa olsun rant sağlama, makam-mevki kazanma, söz geçirme, kariyer bulma, kendini alternatifsiz görme, kendine dokunulmazlık markası vurma, mal-mülk kazanma" biçiminde bir hedef belirledi kendine. Bazılarına ihlâs, hizmet aşkı, insanı ve kendinden gayrı hizmetleri ve faillerini sevmek zor geldiği için de, kolayından amaçlananlara ulaşma felsefesi, toplum ekseriyetinin "hayat felsefesi" oldu.
Zaman içinde bu tür sığ düşünceler öylesine yaygınlaştı ki insanların, özellikle gençlerin bile hayatına girdi. Onlar da yer yer böyle düşünmeye ve bu tür sığ şeyleri hedef edinmeye başladılar.
Yetmedi Tv.lerde, lüks salonlarda, İslam adına yapılan faaliyetlerde, programlarda bu düşünce arz-ı endam eyledi. Hak edenler konuşturulmaktan, mikrofondan mahrum bırakıldı. Benden olanın konuşması gerekir mantığı hâkim oldu.
Bazı kanallar yanlı, yanlış, abuk-sabuk mezhebi programlardan geçilmiyor...
İnsanımız araştıracağı ve Kuran'ın dinine tabi olacağı yerde inanç hanesini safsata ve hurafelerle doldurarak ömrünü geçiriyor. Böylelikle ifrat ve yanlışa tabi olma düşüncesi insanlarımızı doğruluktan, dürüstlükten, helâl-haram kavramından, kısacası Kuran'ın dininden uzaklaştırıyor.
Bu yöneliş inanç hortumcularını besliyor. Bilgisi olan değil, makamı, mevkisi, parası, reklamı olan itibar görüyor.
Doğruluk, dürüstlük, ehliyetli olmak aşağılanıyor, horlanıyor; dürüst insanlar, ehliyetli insanlar -eğer varlıklı değillerse- küçümseniyor.
Kısacası değerler aşınmış. "ehliyetli ve büyük adam"ın tarifi bile değişmiş. Artık "ehliyetli ve büyük adam" sesi çok çıkan adamdır, adamı çok olan adamdır, çok dolaşan, çok konuşan adamdır! Bazıları için böylelerinin ehliyetli oluşu önem arz etmez. Çok dolaşması, çok konuşması, varlığı, makamı, mevkisi önem arz eder.
Bilgiye, hedefe, amaca, fikre, düşünceye dönüp bakan yok. Toplumun en dinamik ayaklarını teşkil etmesi gereken camiler, dernekler, sivil toplum kuruluşları, âlimler, aydınlar, akademisyenler, şuurlular belli başlı birkaç konuya kilitlenmiş. Bunların neticesinde bazı kurumlar, kuruluşlar ve kişiler birbirlerine karşı mücadele eder olmuşlar.
Kısacası, değerlerin aşınmasından, değerlerin anti değer olmasından ve değerlerden uzaklaşılmasından kaynaklanan tüm olumsuzluklarla iç içeyiz: Bir yanımız bölücü dış aktörler, figüranlar, bir yanımız nadan dostlar, bir yanımız şartlanmış dar beyinler, bir yanımız çıkarcılıkla kuşatılmış devam etmektedir.
Ve bunların getirdiği sorunlar, sıkıntılar, tıkanıklıklar, tefrikalar, yozlaşmalar, nefretler, kinler, kıskançlıklar... İşte görüldüğü gibi, ebedî hayatı kazanma cehdi ortadan kalkınca, toplum nasıl da yozlaşıp hedeflerden ve değerlerden taviz verebiliyor.
Niyetler, düşünceler içten çürümüş olmasaydı, olumsuzluklar asgari düzeyde tutulabilirdi. Ne var ki, düşüncenin özü çürük. Kimisine karşı önyargılı, şartlı, kimisine karşı mutlak ve şartsız teslimiyet, kimisi için taklitçi bir yol tutup gidilmektedir.
[font=]Tek çare, kimliklerin, niyetlerin, düşüncelerin, cihetlerin diri durması... Ne var ki uzun zamandan beri önyargılı yaklaşımlar, kişilere olan koşulsuz bağımlılıklar birey ve toplumları da içten içe kemiriyor. Hakka, doğrulara ve ehil olanlara taraf olmanın etkisi bitti, samimiyet ve ihlâsın etkisi azaldı. Bazı gençlere, toplumlara ilahi değerlere muğayir kavramlar hükmeder oldu. Bu hükmedişin nelere mal olduğunu ise her gün yakından izleyebiliyoruz. Gençler ve toplumlar değerlerine yabancılaşıyor, her geçen gün bir tefrika batağına doğru yol alıyor. [/font]Bu durumda ne gençlerin, ne toplumların geleceğinden emin olmamız çok zor.
Gençlik ve toplumların bu sakıncalı vadilere düşmemeleri için inançların dolu dolu Kuran ve Ehlibeyt hattında samimiyet ve ihlâsla, ilkeli paylaşım ve öteki zannedilenlerin emeklerine-hizmetlerine saygı mantığıyla yaşanması gerekir. Bu böyle olduğu takdirde yalnız ahiretimizi değil, dünyamızı da kurtarır.
[font=]Selam ve Dua ile…[/font]