Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KURANDA'Kİ ÇELİŞKİ VE HATA İDDİALARINA CEVAPLAR

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    KURANDA'Kİ ÇELİŞKİ VE HATA İDDİALARINA CEVAPLAR

    BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM



    Kehf suresi 86. ayetindeki “onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Garabe) ( مغرب) buldu,” ifadesinden yola çıkarak Kur’an’da güneşin suyun içine battığını söylendiği iddia edilmektedir. Yine bu ayetlerdeki ifadeden dünyanın düz olduğu sonucunu çıkartmaktadırlar. Oysa diğer tüm iddialar gibi bunlar da doğru olmayan iddialardır.

    Bu eleştirilerdeki en büyük hata kelimelerin anlamlarını kavrayamamak ve anlayış eksikliğidir.

    Bu gösterdiğimiz ayette iki yerde geçen ve Türkçe’ye “batmak” olarak çevrilmiş iki kelime vardır. Bunlara bir daha bakalım:

    · Sonunda güneşin battığı (mağrib) ( مغرب) yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Garabe) ( غرب) buldu, yanında bir kavim gördü. (18 Kehf Suresi - 86)

    Yukarıdaki ayette güneşin suyun içine batıyormuş gibi bir ifade olduğu iddia ediliyor. “Güneşin batması” ile, “bir şeyin suda batması” Türkçe’de aynı kelime olabilir, fakat bu kelimeler Arapça’da ayrı kelimelerdir. Bu farkın bilinmemesi veya karmaşadan yararlanmak istenmesi, bu son derece yanlış olan iddiada bulunulmasına neden olmuştur.

    Güneşin batması “Garebe” fiiliyle ifade edilir. Hatta bu kökten türeyen kelimeler Türkçe’ye de geçmiştir. Örneğin “garb” ( غرب)ya da “mağrib” (مغرب ) aynı kökten türeyen kelimelerdir, “batı” (yön) anlamlarına gelir.

    Bir nesnenin suda batması ise “gareke” ( غرق) fiilidir ve “garabe” ( غرب) den farklı bir fiildir. Bu kelime de aslında Türkçe’ye geçmiştir. Suya gark oldu derken bu fiili kullanırız. Kur’an’da, da bir şeyin suyun içine batması anlamında bu kelime kullanılır, mesela Kehf suresinde:

    · …. "İçindekilerini batırmak (garake)( غرق) için mi onu deldin?.....” (18 Kehf Suresi - 71) denmektedir

    Şimdi güneşin batmasıyla, bir şeyin suda batmasının Türkçe de batmak fiiliyle kullanıldığını, Arapça da ise farklı kelimeler olduğunu açıktır. Dolayısıyla yukarıdaki ayette de güneşin suyun içinde bir cisim gibi batmasından bahsedilmesi söz konusu değildir. Bizim anladığımız (normal muhakemesi olanların anladığı) şekildeki, güneşin batışıdır.

    Aslında buradaki batmak fiilini Arapça karşılıklarını bilinmese bile yukarıdaki eleştirileri yapan arkadaşların anladığı gibi anlamak bir art niyet sonucudur. Acaba biri “Ben dün deniz kıyısında gittim ve güneşin denizde batışını seyrettim.” dese bundan siz güneşin suyun içine battığını mı anlaşılır? Ya da “güneş her sabah doğuyor” derken güneşin bir annesi var, her sabah bu anne doğum yapıp, güneşi doğurduğu sonucuna mı varılır? Zaten kelimelerin Arapça karşılıklarına bakıldığında konunun çok açık olduğu anlaşılacaktır.

    Güneşin battığı yer olarak ayette geçen kelimenin orijinali “mağrib” ( مغرب)kelimesidir. Bu kelime batıda bir yer anlamına gelir. Bu ifade batıda gidilecek en uzak yeri ifade etmektedir. Mesela Kuzey Afrika ülkesi Fas’a Araplar “Mağrip” derler. Çünkü batı yönünde gittikleri bir yer olduğu için böyle isimlendirmişlerdir. Buradan da dünya düz anlamı kesinlikle çıkmaz. Mesela günümüzde de Türkçede ya da diğer dillerde benzer ifadeler kullanılır. Japonya bir uzak doğu ülkesidir. (İngilizcede de Türkçedekiyle aynı anlama gelen “Far East” kelimesi vardır). Doğuda gidilebilecek en uzak ülke Japonya’dır. Japonya’nın dünyanın en doğudaki ülke denmesi dünyanın düz olduğunu göstermez.


    #2
    Ynt: KURANDA'Kİ ÇELİŞKİ VE HATA İDDİALARINA CEVAPLAR

    ÖLÜRKEN RUHU KİM ALIR

    Bu iddiaya göre de bazı ayetlerde insanların canlarını alan olarak tek bir melekten söz edilirken, bazı ayetlerde ise bir çok melekten söz edildiği, dolayısıyla iki ayet arasında çelişki olduğudur. Ayetlere bakarsak ortada bir çelişkinin olmadığı daha rahat anlaşılacak. Secde suresindeki ayet şöyledir:

    · De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." (32 Secde Suresi - 11)

    Burada vekil kılınan ölüm meleğinden söz ediliyor. Yani herkesin ölüm meleği bir tanedir. Herkese tek melek vekil kılınmakta ve o melek bizzat canı almaktadır. Bu yüzden buradaki ölüm meleği ifadesi tekil. Muhammed suresindeki ifade ise şöyledir:

    · Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (47 Muhammed Suresi - 27)

    Burada canları alınan bir çok inkarcıdan söz edilmektedir. Onların canlarını alan da bir çok melek vardır. Her biri için vekil kılınmış ölüm meleği farklı olduğu için çoğul bir ifade burada kullanılmıştır.

    Bu ayetlerde geçen tekil ve çoğul ifadeyi daha iyi anlamak için şöyle bir cümleyi örnek verebiliriz. “Müdür, tüm öğrencilerin kendi sınıfları için tayin edilmiş öğretmenin( Bu tekildir) yanında durmasını istedi. Öğrenciler de öğretmenlerinin (Bu da çoğuldur) yanına gittiler.”

    Görüldüğü gibi ilk öğretmen ifadesi tekil çünkü öğrencilerin yanında durması gereken öğretmen her sınıf için belli ve tek öğretmen. Ama genel olarak çok öğretmen vardır. Türkçe örnek olarak verdiğim bu cümle yapısının Arapça’da olmadığı düşünülebilir. Fakat bu yapı Arapça’da da aynıdır. Benzer mantıkta Kur’an’da kullanılmış bir cümleyi örnek verebiliriz:

    · Andolsun, biz her ümmete (tüm ümmetler- küllü ümmatin) ( كل امةٍ ): "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi (resulen) ( رسلاً )gönderdik. (Nahl Suresi -36)

    Burada “bir elçi” diye çevrilen kelime “resulen” kelimesidir. Yani “bir” ifadesi yoktur. Sadece tekil elçi (resulen) ( رسلاً ) ifadesi vardır. Burada ümmet kelimesi çoğuldur. (Küllü ümmatin). (ümmet tekil ümmat çoğuldur) ( كل امةٍ ) Her ümmete ayrı ayrı resuller gönderilmiştir. Görüldüğü gibi ümmetler çoğulken her ümmete mahsus bir elçi geldiği için o tekildir. Dolayısıyla yukarıdaki iki ayet arasında bir çelişki olmadığı açıktır.

    Allah’ın canları almasına gelince; tekrar 32 Secde Sure’sinin 11. ayetine geri dönecek olursak bu konu da netliğe kavuşacaktır. Allah ölüm meleklerini canları alması için vekil kıldığını bu ayette bildirilmektedir:

    · De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." (32 Secde Suresi -11)

    Yani Allah insanların ne zaman öleceğine karar verir. Onların canlarını alan temelde Allah’tır; fakat ölüm melekleri vasıtasıyla canlarını alır.


    Yorum


      #3
      Ynt: KURANDA'Kİ ÇELİŞKİ VE HATA İDDİALARINA CEVAPLAR

      Gök mü yer mi önce yaratıldı?



      Naziat ve Fussilet surelerinde geçen ifadelerden yola çıkarak iki farklı yerde yerin ve göğün yaratılışıyla ilgili farklı bir sıralamanın olduğu iddia edilmektedir. Bu farklılığın bir çelişki olduğu söylense de, gerçek iddia edildiği gibi değildir.
      Aslında yerler ve göklerin yaratılmasında bir sıralama yoktur. İkisi de aynı anda yaratılmıştır. Enbiya suresindeki bir ayette şöyle bildirilmektedir:



      · O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık …. (21 Enbiya, 30)



      Görüldüğü gibi hem gök hem de yer birlikte varlardır. Yaratılışlarında bir sıralama olmadığı; ayrılma işinin sonraki aşamada yapılması söz konusudur. Diğer ayetler de dikkatli okunduğunda böyle bir sıralama yapılmadığı görülecektir.
      İlk önce Fussilet suresindeki ayetlere bakarsak bunu daha iyi görebiliriz.



      · Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. (41 Fussilet Suresi - 10-11)


      10. ayete bakarsak yerin yaratılmasından söz edilir. 11. ayette ise “sonra duman halinde göğe yöneldi” ifadesi vardır. Yani burada göğün daha sonradan yaratılması söz konusu değildir. Gök zaten vardır. Olan duman halindeki göğe yönelmedir. Ve 12. ayette şöyle devam edilir:



      · Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir. (41Fussilet Suresi - 12)



      Burada söz konusu olan duman halinde var olan göğün, yerin yaratılmasından sonra 7 kat gök olarak tabaklandırılmasıdır. Yeni bir yaratılış söz konusu değildir. Sadece düzenleme söz konusudur. Atmosferin oluşumuyla ilgili bilimsel teorilere bakarsak bu ifadenin onunla örtüştüğü, atmosferin ilk başta duman halinde olması daha sonradan tüm atmosferin 7 değişik katman şeklinde şekillendiği bilimsel teorilerde zaten ifade edilmektedir. Şu anda atmosferimiz de ayette bildirildiği gibi 7 ayrı katmandan oluşmaktadır.


      Naziat suresindeki ayetlere baktığımızda, yine benzer bir durum olduğunu görürüz.
      Burada göğün yaratılmasından bahsedilir. Bunlar anlatıldıktan sonra ise yer ile ilgili şöyle bildirilir:



      · 'Bundan sonra da yeryüzünü düzenledi.'(79 Naziat Suresi - 30)



      Burada da yerin yaratılmasından söz edilmez. Zaten yer vardır. Burada söz edilen yerin düzenlenmesidir. Yani bir yaratılış yoktur. Naiyat ve Fussilet surelerindeki ayetlerde anlatılan yer ile gökler birlikte yaratılmıştır. Daha sonra da yer ve gök düzenlenmişlerdir. Fussilet suresinin 11. ayetinde yerlerin ve göklerin birlikte hareket etmesi “Böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.” şeklinde ifade edilir.
      Yine yerin ilk oluşumuyla ilgili bilimsel çalışmalara bakılırsa, tüm kıtaları birlikte tek bir kara parçası olduğu daha sonra karaları oluşturan tabakaların hareket ettiği, bu hareketler sırasında kıtaların birbirinden uzaklaşarak yeryüzünde yayıldığı, dağların zaman içinde şekillendiği anlatılır.



      · Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz). (51 Zariyat Suresi - 48)





      Bu ayette de bu bilimsel gerçek ifade edilmektedir.
      Görüldüğü gibi iki grup ayette göklerin ve yerin yaratılmasının birbirinden önce ya da sonra yaratıldığı söylenmez. Burada bahsedilenler yaratılmış olan göğün ve yaratılmış olan yerin düzenlenmesidir. Bu düzenlenmenin de tıpkı bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkan gerçeklerde de söylendiği gibi oluşmuş olmasıdır.
      Bu ayetler de bırakın çelişki olmasını, ancak son yüzyılda ortaya çıkan bilimsel gerçekler ifade edilmektedir.



      Yorum


        #4
        Kur'an-ı Kerim

        Başlık tarafımdan değiştirilmiş olup yeni başlık böyle olacaktır.
        Serkan A.


        Allah sadece dilediğini mi doğru yola iletir?



        Allah dilediğini hidayete ulaştırır dilediğini ise saptırabilir. Her şey onun kudret eli altındadır. Fakat her şeyi yapabilecek güce sahip olması, her şeyi yaptığı anlamına gelmez.



        Biz hiç bir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (14 İbrahim Suresi - 4)


        İbrahim suresindeki bu ayette Allah, açıkça, dilediğini saptırıp dilediğini de doğru yola iletebileceğini söylemektedir. Bunu yapabilme gücüne sahiptir. Bu güce sahip olması, her zaman bunu kullandığı şeklinde düşünülmesi yanlıştır. Aynı zamanda Allah kimseye haksızlık da yapmaz. Onun sıfatlarından birisi de adil olmasıdır. Kulları arasında adaletle hükmeder. Allah’ın insanları saptırmasıyla ilgili ayetlere bakılırsa, bu insanların sapmayı istedikleri ve inkarda oldukları görülecektir. Allah sapmayı isteyene bu yönde sapkınlığını arttırmaktadır. Yoksa inanmak isteyen, samimi bir şekilde kendini Allah’a açan bir insanın saptırılması söz konusu değildir.



        De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (10 Yunus Suresi - 35)


        Bu ayette görüleceği gibi burada şirk koşanlardan söz edilmektedir. Bunlar şirk içindedirler. Allah böyle sapmak isteyenin de sapkınlığını arttırır. Onlara hidayet vermez. Bu konuyla ilgili ayetlerin tümüne bakıldığında bu mantık görülecektir. Allah sapmak isteyenin sapkınlığını arttırır, iman etmek isteyenin ise hidayetini arttırır. Örneğin bir kişi kalben bir samimiyetle Allah’a yönelmek isterse, Allah onun bu isteğine karşılık verir. Onun kalbini İslam’a açar. Bu açıdan kalpler Allah’ın elindedir. Bir kişi kendisi istese de bunu yapamaz, ama hidayet veren (hadi) olan Allah bunu yapar. Aynı şekilde birisi sapmak istediğinde onun sapmasını yine Allah sağlar. Bunun adalet içinde olduğunun düşünülmesi çok önemlidir. Allah insanlar arasında adaletle hükmeder. İstese herkesi iman eden yada inkar eden yapabilir. Bu güç onun elindedir. Bu güce sahip olması adaletle hükmetmeyeceği anlamına gelmez.

        Aslında materyalist değerlerle düşünüldüğünde insanların seçme gibi bir şansı yoktur. Her şey maddeden ibaret görüldüğünde, bu maddenin fonksiyonları da bellidir. İnsanı da sadece maddeden ibaret düşüncüğümüzde, olaylar karşısında vereceği tepkiler belirli olacaktır. Çünkü sahip olduğu organlar ve onların salgıları dışında hiçbir şekilde hareket edemez. Bu da insanın hiçbir şekilde bir seçme şansının olmadığını iddia etmek olur.

        Evren sadece maddeden ibaret değildir. Bu evreni yaratan yüce Allah insana seçme şansı hakkı vermiştir. Bu seçimine göre Allah insanı saptırır yada hidayete erdirir.

        Cüzü irade ve Külli irade konusunda yapılan hata ikisinin de nitelik olarak benzer kavramlar olarak düşünülerek kıyaslanmaya kalkılmasıdır. Allah zaman dışında ve zamana hakim olan bir varlıktır. Onun için zamanın geçmesi yada zamanı yaşamak diye bir durum söz konusu değildir. İnsan ise zamanlı bir varlıktır. O yüzden zaman için de insanın sahip olduğu cüzi irade ile, zamansızlık da Allah’ın sahip olduğu külli iradenin karşılaştırılması mantık olarak yanlıştır. Mutlak irade sahibi olan Allah, insanlara seçme hakkı vermiştir. İnsanların sahip olduğu bu hak, onun iradesiyledir.

        Yorum

        YUKARI ÇIK
        Çalışıyor...
        X