Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Marifet Hadisi

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Marifet Hadisi

    İmam Muhammed Bagır Aleyhisselam buyuruyor ki : “Şialarımızın derecelerini naklettikleri rivayetlere ve marifetlerine göre tanıyın.”
    Kaynak: Nevadir-ul Ehbar


    Açıklama: Marifet, rivayette yapılan dirayettir, (derin düşüncedir) rivayette yapılan tefekkürdür. İki tür adam vardır. Birincisi sadece rivayet eden. Ne rivayet ettiğinin farkında değildir. İkinci rivayet edense neyi rivayet ettiğini ve manasını bilir. Hadiste buyruluyor ki: “Şialarımızın derecelerini nasıl tanıyacaksınız?” Şia derece derecedir. Mesela, Miktad’ın olduğu yerde Selmanı Farisi de vardır. Selman’ın olduğu yerde Ebu Zer de vardır, Ammar da vardır. Şiaların derecelerini öğrenmek istiyorsanız ne naklettiklerine bakın. Hangi hadislerden bahsediyorlar ve marifetleri ne kadardır. Sonra buyuruyor ki: ” Marifet ne demektir?” Marifet dirayettir; hadiste yapılan dirayettir. Düşünce ve tefekkürdür ve ondan sonra hadisi nakletmesidir. Feyzi Kaşani “Kelimetul Meknune’de” bir hadis naklediyor. Adamın birisi İmam Muhammed Bagır Aleyhisselam’ın yanına gelip arz etti ki: “Allah’u Teala nerededir?” İmam Muhammed Bagır Aleyhisselam kendisine işaret ederek “burada” buyurdu.Yıllar önce biz medresede bir meclis kurup hadis müzakeresi yapıyorduk. Arkadaşlardan birisi bu hadisi nakletti. Hadisin ne manaya geldiğini açıklayamayınca da ortalık karıştı. Herkes dedi ki: “Ne yani imam kendisinin Allah olduğunu mu iddia ediyor?” Neyse ki başka bir arkadaş“Hadisin manası budur.” diyerek konuya açıklık getirdi. Soruyu soran marifet sahibi birisidir. Arz ediyor ki: “ Allahu Teala’ya en keskin işaret kimdir? Bu işaret nerededir?” Hadisin mezmunundan çıkan mana budur. Çünkü İmam Aleyhisselam raviye Allah’a mekan nisbeti verilmez diye buyurmuyor. Oysa Nehcul Belağa’nın birinci hutbesinde Hz. Ali Aleyhisselam Allah’a mekan isnat edilemeyeceğini buyuruyor. Dolayısıyla ravinin sorusundaki niyetini İmam Aleyhisselam bildiğinden kendisine işaret ediyor. İmam Bagır Aleyhisselam buyuruyor ki: “ Allahu Teala’ya en yüce işaret eden imamın kendisidir.” Marifet sahibi kimse Allah’u Teala’ya mekan isnat etmez. Ravinin maksadı da bu değildi. O Allah’u Teala’ya ulaşmanın yolunu sormuştu ve İmam Aleyhisselam da “Ulaşmanın yolu benim.” Buyurmuştur. Hadise kısaca böyle bir açıklık getirdi. Meşarik’te bir hadiste Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Alihi Ve Sellem buyuruyor ki: “Allah ismi benim. Her şey de bendendir.” Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Alihi ve Sellem buyuruyor ki: “Ben ismi celaleyim. Allah ismiyim.” Başka yerde de ( nehnu esmaul husna ) “ Biz Allah’ın isimleriyiz.” İmam Ali Aleyhisselam buyuruyor ki: “Kuran Fatiha’da toplanmıştır.” Fatiha Bismillah’ ta, Bismillah B de, B de noktada. O nokta benim.” Kuran’da ne kadar Allah ismi geçiyor. Rahman ismi geçiyor. Buna göre diyelim ki Hz.Ali Aleyhisselam Allah’ın ismidir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Alihi Ve Sellem buyuruyor ki: “ Ben Allah’ın ismiyim. Allah ismiyim. Zat değilim (haşa).” Ve her şey de Allah’ın isminden vücut buldu. Devamında Masum Aleyhisselam buyuruyor ki: “Mümin bu sayede bizim hadislerimizi naklederek ve marifetimize erişerek çok yüce derecelere ulaşır. Şiaların derecelerini tanımanın yolu budur. Ehli Beyt Aleyhisselam’dan ne kadar rivayet naklettiklerine ve rivayeti nasıl anladıklarına bakın. Ehli Beyt Aleyhisselam’dan mı rivayet ediyorlar yoksa başka bir yerden mi? Ehli Beyt Aleyhisselam’dan naklettikleri rivayeti azametle mi naklediyorlar yoksa alelade bir şekilde mi? Bakın görün Ehli Beyt Aleyhisselam’ın mübarek kelamını ağızlarına aldıklarında renkleri ve şekilleri değişiyor mu? İhtiram ve saygı gösteriyorlar mı ve bu rivayetlerden ne anlıyorlar?
    "Allah'ım, sen, (Resul ve Ehl-i Beyt'ine) ilk zulmedeni benim özel lanetime mazhar eyle.

    علی ♥علی ♥علی MEN ALİYYEL MURTAZA' NIN NÖKERİYEM علی ♥علی ♥علی

    #2
    Ynt: Marifet Hadisi

    Marifet hadisi bu değilmi? :




    Ey Cabir ! Sünnetimizi öldüren, düşmanlarımıza dost olan, hürmetimize saygısızlık eden, bize zulmeden, bize karşı zor kullanan, zalimlerin sünnetini ihya eden ve dinsizlerin yolu üzerinde giden bir kavim hakkında ne dersin ?”


    Dedim ki:


    “ Bana, sizin varlığınızı tam manası ile bilme nimetini bağışlayan, faziletinizi anlamak için bana ilhamda bulunan, size itaat etmeye, size dost olana dost olmayı ve size düşman olana düşman olmayı muvaffak eden Allah’a şükürler olsun.”


    Allah’ın duası üzerine olsun, bana dedi ki:


    “Ey Cabir ! Varlığı tam manası ile bilmenin (marifetin) ne olduğunu biliyor musun ? Varlığı tam manası ile bilmek, ilk olarak tevhidi tanıtlamaktır; ikincisi ise manaları bilmektir; üçüncüsü ise kapıları bilmektir; dördüncüsü ise yetimleri bilmektir; beşincisi ise rükünleri bilmektir; altıncısı ise nakipleri bilmektir; yedincisi ise necipleri bilmektir. Bunların hepsi şanı yücenin şu sözleridir: Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir. (*Kehf suresi: 109)
    Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir. (* Lukman suresi: 27)


    Ey Cabir ! Tevhidi tanıtlamaya ve manaları bilmeye gelince. Tevhidi tanıtlama şudur: başlangıcı olmayan ve görme duygusundan uzaklaşan, gözler O’nu görmez; O, gözleri görür. O , eşyayı (her şeyi) pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (*En’am suresi: 103)
    Kendisi, görme duygusundan uzak ve zatının hakikati duyular ve akıllarla idrak edilemez. O’nu, kendisini nitelediği gibi göreceksin.


    Manaları bilme şudur: O’nun manaları ve size görünen tarafı biziz. Bizleri zatnın nurundan meydana çıkardı ve kullarının emrini bize verdi. Bizler O’nun izniyle istediğimizi yaparız. Biz dilersek Allah diler, biz istersek Allah ister. Şanı yüce Allah bizleri bu makama koydu. Bizleri kulları arasından seçerek diyarlarında O’nun kanıtları olarak kıldı. Bu söylediklerimden bir şeyi kabul etmeyen ve inkar eden, ismi yüce Allah’ın dediklerini kabul etmemiş, Allah’ın ayetlerini, peygamberlerini ve nebilerini inkar etmiş olur. Ey Cabir ! Her kim şanı yüce Allah’ı, sana tarif ettiğim bu özelliği ile bilirse tevhidi tanıtlamış olur. Nitekim bu özellik, indirilmiş olan kitabın içindekine muvafıktır, şanı yüce buyurdu ki: Gözler O’nu görmez; O, gözleri görür. (* Enam suresi: 103) O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. (*Şura suresi: 11) Yine şöyle buyurdu : Allah, yaptığından sorulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (* Enbiya suresi: 23)


    Ben dedim ki:


    “Ey efendim ! Bu düşüncedeki eshabım ne kadar da azdır !”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Senin düşündüğünden bile çok daha azdır ! Senin gibi düşünen eshabından yeryüzünde kaç kişi bulunduğunu biliyor musun ?”


    Dedim ki:


    “Ey Rasulallah’ın oğlu, her şehirde yüz ile ikiyüz kişi arasında ve genel olarak bin ile ikibin kişi arasında olduklarını zannediyorum ! Daha doğrusu, yeryüzünde genel olarak yüzbinden daha fazla olduklarını zannediyorum !”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “Ey Cabir ! Zannına muhalif ol ve görüşünü geride tut ! Senin eshabın olarak zannetiklerin “mukassira” dan olanlardır. Onlar ise sana eshap değillerdir.”
    Dedim ki:


    “Ey Rasulallah’ın oğlu, el-“mukassiru” kime denir ?”


    Dedi ki:


    “ Ehli Beyt imamlarının gerçek varlıklarının bilgisinden ve Allah’ın onlara farz kıldığı emirlerinin ve ruhunun gerçek bilgisinden geride duranlardır."


    Dedim ki:


    “Ey efendim, bu ruhun gerçek bilgisi nedir ?”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Allah’ın, ruh hakkında vermiş olduğu özelliğin sahibini bilmesidir. Bu özelliğe sahip kıldıklarına, ruh hakkındaki emrini de vermiştir. Böylece O’nun izni ile yaratır, ölüyü diriltir, insanın öz varlığındaki, kişiliğindeki halini bilir, geçmişte olanları ve gelecekte bütün olacakları bilir. Bunu yapabilmesinin sebebi, o ruhun yapısı ile ilgilidir. Bu ruh, şanı yüce Allah’ın emrindendir. Şanı yüce Allah, her kime bu ruh vasıtasıyla bir özellik verirse, o kişi kamildir ve noksan değildir. Allah’ın izniyle istediğini yapar. Gözün kapanıp açılması müddeti içinde, doğudan batıya, batıdan doğuya, yeryüzünden göke ve oradan yeryüzüne yol alabilir, dilediğini ve istediğini yapabilir.”


    Dedim ki:


    “Ey efendim, bu ruhun şanı yüce Allah tarafından Muhammed’e (s.a.a.s.) tahsis edildiğine dair, şanı yüce Allah’ın kitabındaki beyanı bana öğret.”


    Dedi ki:


    “Evet, bu ayeti oku: İşte böylece sana da emrimizle ruhu gönderdik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru yola sevkedersin. (*Şura suresi: 52)
    Yine şanı yücenin bu buyurduğu: İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.” (Mucâdele suresi: 22)


    Dedim ki:


    “ Ruh ve emrinin bilgisini anlamam için bana yardımcı olduğun için, Allah senin yardımcın olsun. Ey efendim, Allah’ın duası senin üzerine olsun, Şia’nın çoğunluğu “mukassirun”dur (Ehli Beytin gerçek makamlarının bilgisine haiz değildir). Eshabımın içinde, senin bana tarif ettiğin vasıflara sahip olan bir kişiyi bile bilmiyorum !”


    Dedi ki:


    “ Ey Cabir ! Sen onlardan birini bilmiyorsan, ben ise sayıları az olan bu kişileri tanıyorum. Kendileri, sırrımızı, saklı tuttuğumuzu ve gizli ilmimizi benden teslimiyet içinde öğreniyorlar.”


    Dedim ki:


    “ Filanın oğlu ve arkadaşları inşaallah bu sıfatın ehlindendir. Çünkü onlardan sizin sırrınızdan bir sırrı ve ilminizden gizli olanını duydum. Sanıyorum ki kendileri bu yolda kemale ve kavrayışa ulaşmışlardır.”


    Dedi ki:


    “Ey Cabir ! Bu kastettiklerini yarın beraberinde huzuruma getir !”


    Ertesi gün onları beraberimde imamın huzuruna getirdim. İmam aleyhisselama selam verip, onun ağırlığını ve saygınlığını ifade ettikten sonra önünde durdular. Aleyhisselam dedi ki:


    “Ey Cabir ! Kendileri senin kardeşlerindir. Lakin kendilerinde geride kalan bir mesele vardır ! Ey hazır olan kişiler, şanı yüce Allah’ın dilediğini yaptığına, dilediğine hükmettiğine, hükmünü kimsenin bozamıyacağına, karar kıldığını kimsenin geri çeviremiyeceğine ve yaptığından sorulmaz olduğuna ve onların ise sorguya çekileceklerine dair ikrar ediyormusunuz ?”


    Onlar dedi ki:


    “ Evet ikrar ediyoruz ki: Allah dilediğini yapar ve dilediğine hükmeder.”


    Dedim ki:


    “ Allah’a şükür gerçeği gördüler, bildiler ve kavradılar.”


    (İmam) dedi ki:


    “Ey Cabir ! Bilmediğin bir şey hakkında acele karar verme !”
    Bunu duyduğumda şaşkın kalmıştım. Aleyhisselam dedi ki:


    “ Onlara sor : Huseyn’in oğlu Ali (Zeynulabidin) oğlu Muhammed (el-Bakır’ın) suretinde görünmeye muktedir mi ?”


    Onlara bunu sorduğumda cevap vermeyip sustular. Aleyhisselam dedi ki:


    “ Ey Cabir ! Onlara sor: Muhammed (el-Bakır) benim suretimde görünmeye muktedir mi ?”


    Onlara bunu sordum, hepsi susup cevap vermediler. İmam bana bakarak dedi ki:


    “ İşte, sana haber vermiş olduğum ve onlarda geri kalan mesele budur.”


    Onlara dedim ki:


    “ Size ne oldu ? İmamınıza neden cevap vermiyorsunuz ?”
    Onlar susup şüphe içinde kaldılar. İmam onlara bakıp dedi ki:


    “ Ey Cabir ! Sana haber vermiş olduğum ve onlarda geri kalan mesele budur !”


    Bakır aleyhisselam dedi ki:


    “ Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz ?!”


    Onlar birbirine bakıp soruyorlardı, dediler ki:


    “Ey Rasulallah’ın oğlu, bizim bilgimiz yoktur, sen bize öğret !”


    Bunun üzerine efendimiz Huseyn’in oğlu imam-ı Ali Zeynulabidin aleyhisselam, oğlu Muhammed el-Bakır aleyhiselama bakarak onlara dedi ki:


    “ Bu kimdir ?”


    Onlar dedi ki:


    “ Senin oğlun.”


    Onlara dedi ki:


    “Ben kimim ?”
    Onlar dedi ki:


    “ Sen onun babasısın, Huseyn’in oğlu Ali’sin.”


    (İmam) anlamadığımız kelimelerle konuştu ve hemen bunun ardından, oğlu Muhammed, babası Huseyn’in oğlu Ali’nin suretine sahip oldu ve Ali de oğlu Muhammed’in suretine sahip oldu.
    Onlar dediler ki:


    “Allah’tan başka bir ilah yoktur !”


    İmam aleyhiselam dedi ki:


    “ Allah’ın kudretinden hayrete düşmeyin ! Ben Muhammed’im ve Muhammed bendir !”


    Muhammed (el-Bakır) dedi ki:


    “ Ey toplum ! Allah’ın emrinden hayrete düşmeyin ! Ben Ali’yim, Ali de bendir ! Hepimiz biriz ve bir nurdanız ! Ruhumuz Allah’ın emrindendir. İlkimiz Muhammed’tir, ortamızda olan Muhammed’tir, sonuncumuz Muhammed’tir ve hepimiz Muhammediz !”


    Topluluk bunu duyduğunda yüzleri üzerine secdeye kapılarak dediler ki:


    “ Velayetinize, sırrınıza ve görünüşteki halinize iman ettik ! Sizin özelliklerinize de ikrarda bulunduk !”


    İmam-ı Ali Zeynulabidin dedi ki:


    “Ey topluluk ! Başınızı kaldırın ! Şimdi sizler arif, kurtuluşa ermiş ve hakikati görüp anlayanlardan oldunuz. Sizler kemale erdiniz ve ona varılması gereken gerçeği bildiniz. Mukassir (Ehli Beytin gerçek makamlarının bilgisine haiz olmayan) ve zayıf olanlara, benden ve Muhammed’ten gördüklerinizi anlatmayın, bundan Allah’a sakının ! Aksi takdirde sizleri kötüleyip tekzip ederler !”


    Onlar dedi ki:


    “ Duyduk ve itaat ettik.”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Doğru yolu bulmuş ve kemale ermiş olarak yerlerinize gidiniz !”


    Böylece onlar ayrılıp giderler. Ben dedim ki:


    “ Ey efendim ! Sizin hakkınızda bilinmesi gereken emri, senin bize beyan ettiğin ve gösterdiğin şekliyle bilmeyip, ama aynı zamanda size sevgi bağlayan, faziletinizi kabul eden ve düşmanlarınızdan uzaklaşan kişilerin hali nedir ?”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Hakikatin tümüne varıncaya kadar hayır içinde olur !”
    Dedim ki:


    “Ey Rasulallah’ın oğlu, bundan sonra gerçeğin tümünü kabullenmekte onları geride tutacak bir şey var mı ?”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Evet, var. Şayet kardeşlerinin haklarında kusur ederlerse, onları mallarına ve durumlarının gizli ve aşikar olanına ortak kılmazlarsa ve dünya malını sırf kendileri için isterlerse, geride kalırlar ! İşte bu durum hasıl olursa, beğenilen, iyi olan, o kişiden kesilir, tamamen yok olur.
    Kardeşlerinin hakkında kusurda bulunan, dünyada tahammül edemiyeceği, taşımıyacağı felaketlere, belalara, acılara, malının yok oluşuna ve halinin perişanlığına düşer.”


    Allah’a yemin olsun ki bunları duyduğumda, derin bir şekilde sıkıntıya ve üzüntüye düştüm ve dedim ki:


    “ Ey Rasulallah’ın oğlu, mümin bir kişinin, mümin olan kardeşi üzerindeki hakkı nedir ?”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Mümin kardeşinin sevincine sevinmesi, üzüldüğü zaman onun üzüntüsüne üzülmesi, ona bütün durumunda, darlığında yardımcı olması ve dünya malındaki kayıplardan dolayı onu terketmeyip, onu kendisine eşit tutmasıdır ! Hatta o kadar ki hayır ve şerde ikisi aynı yerde olmalıdır !”


    Dedim ki :


    “Ey efendim, şanı yüce Allah, bu saydıklarını mümin kişinin mümin kardeşine yapmasını nasıl vacip kıldı ?”


    Aleyhisselam dedi ki:


    “ Çünkü mümin olana , mümin olan başka bir kişi, onun babasından ve anasından olan kardeşi gibidir. Kendisinin mülküne, o kişiyi, kendisinden daha fazla bir hakka sahip olduğunu kabul etmezse, kardeşlik hakkını yerine getirmiş olmaz !”


    Dedim ki:


    “ Allah’ı her türlü ayıptan ve kusurdan tenzih ederim, bu saydıklarını başarmaya kimin gücü var ?!”
    Aleyhisselam dedi ki:


    “Cennetin kapısını vurmayı (çalmayı), güzel hurilerin boyunlarına sarılmayı ve selamet diyarında bizimle buluşmayı isteyenler !”


    Dedim ki:


    “ Ey Rasulallah’ın oğlu ! Allah’a yemin olsun ki bittim, yok oldum ! Çünkü kardeşlerimin hakları hususunda kusur ettim. Bu hakka yönelik taksiratımın, belki de bunun onda birinin bile, geride durmama sebep olacağını bilmiyordum. Ey Rasulallah’ın oğlu ! Kardeşlerimin hakkına riâyet etmekte göstermiş olduğum taksirattan dolayı, şanı yüce Allah’a tövbe ediyorum.”


    Muhammed Bakır el-Meclisi “Bihar’ul-Envâr” c: 26, s: 8-17

    Yorum


      #3
      Ynt: Marifet Hadisi

      Evet doğru, esas marifet hadisi olarak geçen hadis sizin aktardığınızdır. Ama bu hadiste marifetin özelliğiyle ilgili bilgi verdği için bu başlık altında yazdım
      "Allah'ım, sen, (Resul ve Ehl-i Beyt'ine) ilk zulmedeni benim özel lanetime mazhar eyle.

      علی ♥علی ♥علی MEN ALİYYEL MURTAZA' NIN NÖKERİYEM علی ♥علی ♥علی

      Yorum

      YUKARI ÇIK
      Çalışıyor...
      X