Hz. Hasan’a Suriye ve Mısır’ın haricindeki tüm bölgeler biat etmişti.. (Taberi, Tarih, c.5, s.147-149; İbni Esir, el kamil, c.3, s.202 ) Muaviye’den daha güçlü bir konumda olmasına rağmen, Savaşması halinde zafer, bu denli yakın olmasına rağmen yaklaşık sekiz aylık halifelik sürecinde Müslümanlar arasında birliğin sağlanamaması yüzünden muaviye ile anlaşma yoluna gitmiştir. Bu karşın “Kur'an’a ve sünnete uyması, şura kararlarına göre hareket etmesi, yandaşlarından intikam almaması ve kendisinden sonra kimseyi yerine tayin etmeyerek hilafeti Müslümanların şurası ile tesbit etmesi" şartlarını öne sürmüştür. Bu şartları kabul eden Muaviye biat almak üzere Kufe’ye gitti. Orada Muaviye halka hitap ettikten sonra minbere çıkan Hz. Hasan şöyle dedi; "Ey Irak halkı! Benim gönlüm sizden soğudu. Babam Hz. Ali’nin sağlığında bunca muhalefetler ettiniz, bir gün O'nu gamsız bırakmadınız. Nihayet babamı öldürdünüz. Bana da bunca zahmet verdiniz; üzerime hücum eylediniz; beni yaraladınız. Henüz yaram iyileşmedi. Malımı yağmaladınız. Ey Irak halkı! Eğer siz ehl-i beyt-i Rasulullah'a eza kıldınızsa da Allah hıyanette bizimle sizin aranızda hâkim ve kâfidir. Şu halde ben Muaviye’ye biat ettim. Sizin biatinizden bizar oldum." (Şii yazarlarından Gölpınarlı’nın Tarih Boyunca islam Mezhepleri ve Şiilik 377 sayfa İstanbul 1979 ) dedi. Her gecen gün genişleyen İslam coğrafyasındaki cehaletinde arttığından kendini ilmi çalışmalara verdi.
Hz Hasan’ın taraftarlarının bir kısmı onun biati inkâr yoluna giderek masum olarak kabul ettikleri imamlarına muhalefet ettiler. Hz Hasanın muaviyeye biatı, şia’nın masum imamet inancının bir iddiadan başka bir şey olmadığını yalan olduğunu göstermekteydi. Çünkü masum bir kişinin küfür üzere gördükleri muaviye’ye biat etmesi aklın alacağı bir şey değildi. Hz Hasan’ın biatını kabul etmemekte de “masum imama” isyan olduğundan bu da inançları acısından küfür olmaktaydı. Bu çelişki Hz Hüseyin’in şahadetinden sonra daha arttı.
Çünkü Hz Hüseyin yezide biat etmemiş bu karşı katledilmişti. Emevilere karşı hasan ve Hüseyin’in farklı tutum sergilemeleri imamet inancını zora sokmuştu. Bu inancın tartışmalı hale geldiği anlamını çıkartarak biatı hazmedemeyenlerin bir kısmı, Hz. Hasan’ı mukaddes davadan yüz çeviren “müminlerin yüz karası” olarak ilan etmeye karar vermişlerdir. Şii düşünürlerden Nevbahati bu çelişkiler yüzünden şia inancını terk edenlerin değerlendirmesini şöyle yapmıştır.
“Hüseyin şehit edildiğinde, taraftarlarında bir grup söyle demişlerdir: Hasan ve Hüseyin’in yaptıkları işi anlayamıyoruz; şayet Hasan’ın taraftarlarının çokluğuna ve güçlü olmasına rağmen Muaviye ile sulh yapıp savaşmaktan aciz olduğunu kabul etmesi gerekli ve dogru bir iş ise, taraftarları az ve zayıf olan Hüseyin’in, daha çok adamı olan Yezid’le, kendisinin ashabının tamamının ölümüne müncer olan muharebesi batıldır ve vacib değildir; çünkü şayet Hüseyin yezid’le savaşmaktan vazgeçip sulh taleb etseydi, Muaviye ile savaşmaktan vazgeçen Hasan’dan daha çok mazur görülürdü. Eğer hüseyin’in, kendisi, çocukları ve taraftarları katledilinceye kadar Yezit’le savaşması vacip ve doğru bir iş ise, yanında çok sayıda taraftarı bulunduğu halde Maviye ile savaşmayı bırakan Hasan’ın yaptığı iş batıldır. Bu yüzden bir kısım Şiiler, Hasan ve Hüseyin’in imametinden müşteki oldular ve onlardan ayrılarak diğer Müslümanların içine karışıp dağıldılar”
Ortadaki çelişkileri görerek şiikten ayrılmaların sürdüğünü gören Şiacı stratejistler, , hadis ve tarih kurgulayarak durumu kurtarmak yoluna gitmiş, inandıklarının tam tersini yapmak zorunda kalmışlardır.
Şiiliğin ve imametin kurtarılmasını Hz Peygamberimize şu sözü söylettirerek sağlamışlardır.
“Hasan ve Hüseyin huruç etmeseler de etseler de imamdırlar”!
Bu senaryo iyi sonuç vermişti. Ancak, bu yol kullanılabilecek en geçerli yoldu! Meseleyi daha da güçlü bir şekilde halletmek lazımdı! Onun için;
Hazreti Hasan’ın yaptığı her şeyin Allah tarafından emredildiğini, halifeliği bırakmasının da Allah’ın emri ile yerine getirdiğini söyleyerek durumu perçinlenmesi tartışmalı bir ortamın bitirilmesi gerekti!. Bunun için iyi bir metne ihtiaç vardı. Hem bu metnin ucu acık olmalıydı ki başka acılımlarıda icersin! İşte bu sözde emir;
Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
Artık bu sözden sonra imamların davranışları Şiacıların istek ve iddialarına uygun olmasa bile, bunu kimse tartışmayacaktı! Ayrıca bu sözün başka yerlerde de kullanılması kacınılmazdı. Mesela İmamların gıyabında onlar adına uydurulan her söz İslam inancına ters olsa bile kimse tarafından tartışılamayacaktı. Çünük bu sözü imam söylemişti. İmamlar İslamı da herkez den iyi bilmekteydiler. Çünkü onlar zatet masumdular. Allah’ın ilmi onlara bir şekilde yansıtılmaktaydı! Geliştirilen stratejiler artık kimse tarafından tartışılamayacaktı. Çünkü her davranış o mühürlü mektuba göre yapılmaktaydı.
Konu ile ilgili bir başka haber Yezîd b. Humeyr b. Abdurrahman b. Cubeyr’in ağzıyla Hasan’a söylettirilen haberde “Arapların çoğunluğu bana itaat etmekteydiler. İstediğim ile savaşıyor, istediğim ile barış imzalıyorlardı. Ama ben bütün bunlara rağmen hilafeti Allah rızası ve ümmetin kanının dökülmemesi için terk ettim.”ifadesi de yukarıdaki hadisi tamamlaması için inşa edilmiş gibidir. Yine şia üstadları Cemel, Sifin savaşlarında Hz. Ali ile Kerbela’da Hz.Hüseyin ile savaşmış olan Emevileri toptan cehenneme göndermek için, yine Hz. peygamberimize; ” Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin’e söyle demiştir: “Sizinle savaşan kimsenin düşmanı, sizinle barış halinde olanın dostuyum”. Sözünü söyletmişlerdir. Yine Hz Hüseyin in Hz Aişe’ye giderek Hz. Hasan’ın dedesinin yanına defnedilmesi konusunda müsaade istemesi ve izin alamaması üzerine; “Hüseyin (as) Aişe’nin [kendisine gitti ve onun talakını verdi. Çünkü Resulullah, kendi eslerini boşama yetkisini kendisinden sonra Emiru’l-mü’mîn’e [Hz. Ali] vermişti. O da kendisinden sonra Hasan (as)’a vermişti. Hasan da Hüseyin (as)’e vermişti. Resulullah [bu yetkiyi verirken de] söyle buyurmuştu: Eslerimin içinde Kıyamet günü beni göremeyecek olanlar, vasilerim tarafından talakları verilmiş olanlardır” diyerek saçmalamada ne derece zirve yaptıklarını görmek mümkündür. Muaviye’yi Hz. Peygamberin minberinde görmeye tahammül edemeyen Siîler
bir taraftan Peygamberin Muaviye’yi lanetlediğini ve “Onu minberimin üzerinde görürseniz, öldürünüz” dediğini aktarırlarken, diğer taraftan, “Resulullah rüyasında Ümeyye oğullarının birbiri ardınca minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya onu üzdü kendisini teselli etmek için yüce Allah Kevser suresini nazil buyurdu” iddiasında bulunmaktadırlar. Bir birinden iki ayrı duruşu ifade eden bu haberlerden ilki, daha erken döneme ait iken, ikinci haber ise Emevî hanedanına mensup halifelerin peş peşe iktidara geldikleri bir döneme aittir. Nitekim rivayetteki teslimiyet havası Emevîlerin güçlü olduğu dönemlerde uydurulmuş olduğunu göstermektedir. Ibnu’l-Esîr, hilafeti Muaviye’ye teslim ettiğinden dolayı eleştirilen Hz. Hasan’in kendisini savunmak için bu haberi kullandığını söylemektedir. Yukarıda sadece bir kaçını aktarmış olduğumuz haberlerden de anlaşıldığı gibi, Hz. Hasan dönemi sonraki kuşaklar tarafından birçok kez restorasyona tabi tutulmuş ve “tarih kurgulayıcıları” tarafından birden fazla kurgulanmıştır. İste “tarihin geriye dönük olarak okunması”nın en güzel örneği olan, bu kurgu tarih içerisinden doğruyu bulup çıkarmak İslam tarih yazarlarının önündeki en büyük problemlerden biri olarak durmaktadır.
Hz Hasan’ın taraftarlarının bir kısmı onun biati inkâr yoluna giderek masum olarak kabul ettikleri imamlarına muhalefet ettiler. Hz Hasanın muaviyeye biatı, şia’nın masum imamet inancının bir iddiadan başka bir şey olmadığını yalan olduğunu göstermekteydi. Çünkü masum bir kişinin küfür üzere gördükleri muaviye’ye biat etmesi aklın alacağı bir şey değildi. Hz Hasan’ın biatını kabul etmemekte de “masum imama” isyan olduğundan bu da inançları acısından küfür olmaktaydı. Bu çelişki Hz Hüseyin’in şahadetinden sonra daha arttı.
Çünkü Hz Hüseyin yezide biat etmemiş bu karşı katledilmişti. Emevilere karşı hasan ve Hüseyin’in farklı tutum sergilemeleri imamet inancını zora sokmuştu. Bu inancın tartışmalı hale geldiği anlamını çıkartarak biatı hazmedemeyenlerin bir kısmı, Hz. Hasan’ı mukaddes davadan yüz çeviren “müminlerin yüz karası” olarak ilan etmeye karar vermişlerdir. Şii düşünürlerden Nevbahati bu çelişkiler yüzünden şia inancını terk edenlerin değerlendirmesini şöyle yapmıştır.
“Hüseyin şehit edildiğinde, taraftarlarında bir grup söyle demişlerdir: Hasan ve Hüseyin’in yaptıkları işi anlayamıyoruz; şayet Hasan’ın taraftarlarının çokluğuna ve güçlü olmasına rağmen Muaviye ile sulh yapıp savaşmaktan aciz olduğunu kabul etmesi gerekli ve dogru bir iş ise, taraftarları az ve zayıf olan Hüseyin’in, daha çok adamı olan Yezid’le, kendisinin ashabının tamamının ölümüne müncer olan muharebesi batıldır ve vacib değildir; çünkü şayet Hüseyin yezid’le savaşmaktan vazgeçip sulh taleb etseydi, Muaviye ile savaşmaktan vazgeçen Hasan’dan daha çok mazur görülürdü. Eğer hüseyin’in, kendisi, çocukları ve taraftarları katledilinceye kadar Yezit’le savaşması vacip ve doğru bir iş ise, yanında çok sayıda taraftarı bulunduğu halde Maviye ile savaşmayı bırakan Hasan’ın yaptığı iş batıldır. Bu yüzden bir kısım Şiiler, Hasan ve Hüseyin’in imametinden müşteki oldular ve onlardan ayrılarak diğer Müslümanların içine karışıp dağıldılar”
Ortadaki çelişkileri görerek şiikten ayrılmaların sürdüğünü gören Şiacı stratejistler, , hadis ve tarih kurgulayarak durumu kurtarmak yoluna gitmiş, inandıklarının tam tersini yapmak zorunda kalmışlardır.
Şiiliğin ve imametin kurtarılmasını Hz Peygamberimize şu sözü söylettirerek sağlamışlardır.
“Hasan ve Hüseyin huruç etmeseler de etseler de imamdırlar”!
Bu senaryo iyi sonuç vermişti. Ancak, bu yol kullanılabilecek en geçerli yoldu! Meseleyi daha da güçlü bir şekilde halletmek lazımdı! Onun için;
Hazreti Hasan’ın yaptığı her şeyin Allah tarafından emredildiğini, halifeliği bırakmasının da Allah’ın emri ile yerine getirdiğini söyleyerek durumu perçinlenmesi tartışmalı bir ortamın bitirilmesi gerekti!. Bunun için iyi bir metne ihtiaç vardı. Hem bu metnin ucu acık olmalıydı ki başka acılımlarıda icersin! İşte bu sözde emir;
Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
Artık bu sözden sonra imamların davranışları Şiacıların istek ve iddialarına uygun olmasa bile, bunu kimse tartışmayacaktı! Ayrıca bu sözün başka yerlerde de kullanılması kacınılmazdı. Mesela İmamların gıyabında onlar adına uydurulan her söz İslam inancına ters olsa bile kimse tarafından tartışılamayacaktı. Çünük bu sözü imam söylemişti. İmamlar İslamı da herkez den iyi bilmekteydiler. Çünkü onlar zatet masumdular. Allah’ın ilmi onlara bir şekilde yansıtılmaktaydı! Geliştirilen stratejiler artık kimse tarafından tartışılamayacaktı. Çünkü her davranış o mühürlü mektuba göre yapılmaktaydı.
Konu ile ilgili bir başka haber Yezîd b. Humeyr b. Abdurrahman b. Cubeyr’in ağzıyla Hasan’a söylettirilen haberde “Arapların çoğunluğu bana itaat etmekteydiler. İstediğim ile savaşıyor, istediğim ile barış imzalıyorlardı. Ama ben bütün bunlara rağmen hilafeti Allah rızası ve ümmetin kanının dökülmemesi için terk ettim.”ifadesi de yukarıdaki hadisi tamamlaması için inşa edilmiş gibidir. Yine şia üstadları Cemel, Sifin savaşlarında Hz. Ali ile Kerbela’da Hz.Hüseyin ile savaşmış olan Emevileri toptan cehenneme göndermek için, yine Hz. peygamberimize; ” Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin’e söyle demiştir: “Sizinle savaşan kimsenin düşmanı, sizinle barış halinde olanın dostuyum”. Sözünü söyletmişlerdir. Yine Hz Hüseyin in Hz Aişe’ye giderek Hz. Hasan’ın dedesinin yanına defnedilmesi konusunda müsaade istemesi ve izin alamaması üzerine; “Hüseyin (as) Aişe’nin [kendisine gitti ve onun talakını verdi. Çünkü Resulullah, kendi eslerini boşama yetkisini kendisinden sonra Emiru’l-mü’mîn’e [Hz. Ali] vermişti. O da kendisinden sonra Hasan (as)’a vermişti. Hasan da Hüseyin (as)’e vermişti. Resulullah [bu yetkiyi verirken de] söyle buyurmuştu: Eslerimin içinde Kıyamet günü beni göremeyecek olanlar, vasilerim tarafından talakları verilmiş olanlardır” diyerek saçmalamada ne derece zirve yaptıklarını görmek mümkündür. Muaviye’yi Hz. Peygamberin minberinde görmeye tahammül edemeyen Siîler
bir taraftan Peygamberin Muaviye’yi lanetlediğini ve “Onu minberimin üzerinde görürseniz, öldürünüz” dediğini aktarırlarken, diğer taraftan, “Resulullah rüyasında Ümeyye oğullarının birbiri ardınca minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya onu üzdü kendisini teselli etmek için yüce Allah Kevser suresini nazil buyurdu” iddiasında bulunmaktadırlar. Bir birinden iki ayrı duruşu ifade eden bu haberlerden ilki, daha erken döneme ait iken, ikinci haber ise Emevî hanedanına mensup halifelerin peş peşe iktidara geldikleri bir döneme aittir. Nitekim rivayetteki teslimiyet havası Emevîlerin güçlü olduğu dönemlerde uydurulmuş olduğunu göstermektedir. Ibnu’l-Esîr, hilafeti Muaviye’ye teslim ettiğinden dolayı eleştirilen Hz. Hasan’in kendisini savunmak için bu haberi kullandığını söylemektedir. Yukarıda sadece bir kaçını aktarmış olduğumuz haberlerden de anlaşıldığı gibi, Hz. Hasan dönemi sonraki kuşaklar tarafından birçok kez restorasyona tabi tutulmuş ve “tarih kurgulayıcıları” tarafından birden fazla kurgulanmıştır. İste “tarihin geriye dönük olarak okunması”nın en güzel örneği olan, bu kurgu tarih içerisinden doğruyu bulup çıkarmak İslam tarih yazarlarının önündeki en büyük problemlerden biri olarak durmaktadır.
Yorum