*… Ebu Ma’mer Se’dani şöyle rivayet etmiştir:
“Bir şahıs Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (aleyhi selâm) huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavî kitabı hakkında şek içindeyim.” İmam (aleyhi selâm) ona şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, Allah’ın kitabında şek ettiğin şey nedir?” dedi ki: nasıl şek etmeyeyim? Kitabın bazı yerleri bazı yerlerini çürütmektedir!”
Ali b. Ebu Talib (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz kitabın bazı yerleri bazı yerlerini tasdik eder, bir birlerini tekzip etmez. Lâkin sen, onu anlayacak kadar akıl rızkına sahip değilsin. Söyle bakayım Allah Azze ve Celle’nin kitabının nerelerinde şek ettin?” dedi ki: Allah şöyle diyor: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz. (A’raf, 51)” ve aynı şekilde şöyle söylemekte: “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! (Tövbe, 67)” ve yine şöyle diyor: “Senin Rabbin unutkan değildir. (Meryem, 64)” Bir yerde unuttuğunu haber veriyor, başka bir yerde unutmadığını haber veriyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri!”
İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka nerelerde şek ettiysen onları da söyle.” Dedi ki: Allah şöyle diyor: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler. (Nebe, 38)” konuşun diyor onlarda şöyle diyorlar: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik. (En’am, 23)” ve şöyle diyor: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. (Ankebut, 25)” ve yine şöyle diyor: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir. (Sad, 64)” ve şöyle diyor: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim. (Kaf, 28)” ve keza şöyle diyor: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder. (Yasin, 65)” Bir yerde onların konuşacağının haberini veriyor, başka bir yerde Rahman’ın izin verdiklerinin dışında kimsenin konuşmayacağının haberini veriyor. İzin verdiklerinin de doğru konuşacağını söylüyor. Bir yerde mahlûkların konuşmayacağının haberini veriyor, ama onların şu sözünü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Naklediyor. Bir yerde de onların kendi aralarında tartıştıklarını söylüyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur. (Kıyamet, 22 ve 23)” ve şöyle diyor: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 103)” ve şöyle diyor: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. (Necm, 13 ve 14)” ve şöyle diyor: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz. (Ta-ha, 109 ve 110)” Gözler O’nu görürse ilmin de O’nu kapsadığı anlamına gelir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. (Şura, 51)” ve şöyle diyor: “Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu. (Nisa, 164)” ve şöyle demiştir: “Rableri onlara seslendi… (A’raf, 22)” ve şöyle diyor: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına söyle… (Ahzab, 59)” ve şöyle diyor: “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. (Maide, 67)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Medhi yüce olan Allah şöyle diyor: “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem, 65)” Bir taraftan insanı işiten, gören, sahip, terbiye eden olarak adlandırmakta, öte taraftan O’nun müşterek olan bir çok adının olduğunu söylüyor. Diğer taraftan da “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. (yunus, 61)” ve şöyle diyor: “Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. (Al-i İmran, 77)” ve şöyle diyor: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. (Mutaffifin, 15)” O’nu görmekten mahrum olanlar nasıl O’na bakabilirler? Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Gökte olanın, sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. (Mülk, 16)” ve şöyle diyor: “Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir. (Ta-ha, 5)” ve şöyle diyor: “O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (En’am, 3)” ve şöyle diyor: “zâhirdir, bâtındır. (Hadid, 3)” ve şöyle diyor: “Her nerede olsanız, O sizinle beraberdir. (Hadid, 4)” ve şöyle diyor: “biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf, 16)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Övgüsü yüce olan Allah şöyle diyor: “Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler saf saf durduğu zaman… (Fecr, 22)” ve şöyle diyor: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz. (En’am, 94)” ve şöyle diyor: “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler? (Bakara, 210)” ve şöyle diyor: “Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. (En’am, 158)” bir yerde Rabbinin gelmesini diyor, başka bir yerde Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Celle Celaluhu şöyle diyor: “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. (Secde, 10)” Müminler hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler. (Bakara, 46)” ve şöyle buyurmuştur: “Onunla görüştükleri gün sözleri selâmdır. Ahzap, 44)” ve şöyle demiştir: “Her kim Rabbiyle görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir. (Ankebut, 5)” ve şöyle buyurmuştur: “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır. (Kehf, 110)”
Allah bu ayetlerin birinde O’nunla görüşeceklerini söylüyor. Bir defasında gözlerin kendisini görmeyeceğini ve onun gözleri kuşattığını söylüyor ve bir defasında da “O’nu ilim olarak ihata edemezler” Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar. (Kehf, 53)” ve şöyle diyor: “O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur, 25)” ve şöyle buyuruyor: “Siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. (Ahzap, 10)” Bir yerde onların zanlarda bulunduğunun haberini veriyor, başka bir yerde onların bildiklerini söylüyor. Zan, şektir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle diyor: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Enbiya, 47)” ve şöyle diyor: “Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir terazi kurmayacağız. (Kehf, 105)” ve şöyle buyuruyor: “işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir. (Mü’min, 40)” ve şöyle diyor: “O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır. (A’raf, 8 ve 9)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (Secde, 11)” ve şöyle diyor: “Allah, ölüm anında canları alır. (Zümer, 42)” ve şöyle diyor: “Onlar vazifede kusur etmezler. (En’am, 61)” ve şöyle buyuruyor: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında… (Nahl, 32)” ve şöyle diyor: “Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler… (Nahl, 28)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!” Eğer bana merhamet etmesen ve senin elinle açılacağına ümit ettiğim bu gönlümü açmasan hakikaten ben helâk olurum. Eğer rab Tebareke ve Teâlâ hak, kitabı hak ve peygamberleri hak olsa kesinlikle ben helâk ve ziyankârlardan olurum, yok eğer peygamberler batıl olsa benim için bir sakınca yoktur ve kurtulmuş olurum.”
Bunun üzerine İmam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Çok kutsaldır benim Rabbim. Çok kutsaldır, Tebareke ve Tealadır. Yücedir, büyüktür. Şahadet ediyorum ki O, sonu gelmeyecek daimdir ve bunda şekkimiz yoktur. O’na hiçbir şey benzemez. O, işiten ve görendir. Kuşkusuz kitap haktır. Peygamberler haktır. Mükâfat ve azap haktır. Eğer imandan ziyadesiyle rızıklanırsan veya mahrum olmazsan ki bunlar Allah’ın elindedir. Dilerse rızıklandırır, dilemezse ondan seni mahrum bırakır. Ama ben şek ettiğin şeyleri sana öğreteceğim. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur. Eğer Allah sana hayır vermeyi dilerse sana ilminden öğretecek ve sabit kılacaktır. Ve eğer şer ve kötülüğünü dilerse şaşırıp helâk olursun.
Allah’ın : “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!” sözünden maksat yani onlar dünya yurdunda Allah’ı unuttular ve ona itaat etmediler ve sonuçta Allah’ta onları ahirette unutur, yani onlara her hangi bir şeyden dolayı mükâfat vermez ve hayırdan unutulmuş olurlar. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz.” Yani Allah, unuttuklarından dolayı kendisine dünya yurdunda itaat edip, zikir eden dostlarına verdiği sevabı onlara vermez. Allah dostları ise Allah’a, Resulüne iman etmiş ve gaybtan (ölümden sonraki hayattan) korkmuşlardı. Allah’ın: “Senin Rabbin unutkan değildir.” bu sözünden maksat yani Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’dır, uludur, büyüktür. Unutmaz, gaflet etmez, bilâkis koruyan ve bilendir. Araplar unutkanlık hakkında şöyle derler: “Falan şahıs bizi unuttu ve artık bizi anmıyor” yani falan şahıs bizim için hayırlı bir iş yapıp, hayırla anmıyor. Allah Azze ve Celle’nin zikrettiği bu şeyi anladın mı?” dedi ki: Evet beni rahatlatın, Allah’ta seni rahatlatsın. Benim bu sorunumu çözdün. Allah mükâfatını arttırsın.
Sonra imam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: Allah’ın bu sözü: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Ve bu sözü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Ve bu sözü: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız.” Ve bu sözü: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir.” Ve bu sözü: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim.” Ve bu sözünden: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” Maksat şudur: bunlar o günün (kıyamet günü) miktarı elli bin yıl olan bir birinden farklı olan farklı yerlerine işarettir. Allah Azze ve Celle o gün (kıyamet günü) onları bir birinden farklı olan yerlerde bir araya getirir. Onlar kendi aralarında konuşurlar. Bazıları bazılarından bağış ve af talep etmektedirler. Bunlar dünya yurdunda (hak) olan reislerine (Peygamber, imamlar ve onların hak takipçilerine) itaat edip onlara tabi olan kişilerdir. Dünya yurdunda zulüm ve düşmanlıkta bir birlerine yardım eden günahkârlar kin kusarak bir birlerine olan nefretlerini dile getirmekte. Mustazaflar ve müstekbir zorbalar bir birlerine küfür isnat ederek bir birlerine lânet ederler. Bu ayetteki “küfür”den maksat tanımamazlıktan gelmek kabul etmemek anlamındadır. Yani gerçekte şöyle demek istemiştir: “Birbirlerini reddettiler ve dışladılar.” Bunun bir benzeri İbrahim Suresinde şeytanın şu sözünde gelmiştir: “Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı (reddetmiştim) kabul etmemiştim. (İbrahim, 22)” Halilurrahman İbrahim’in şu sözü: “Sizi tanımıyor, inkâr ediyoruz. (Mumtehine, 4)” yani sizden uzağız. Sonra başka bir yerde bir araya gelerek ağlarlar. Eğer onların bu ağlama sesleri dünya ehline ulaşırsa tüm yaratıklar dünya yaşantısından el çekerler ve Allah’ın dilediği dışındakilerin tamamının kalpleri titrer. Onlar sürekli kan ağlarlar. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve orada konuşmaları istenir ve şöyle derler: ““Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Sonra Allah Tebareke ve Teala onların ağızlarına mühür vurur ve elleri, ayakları ve derileri konuşmaya başlar. Sonra onların işledikleri günahlara şahitlik ederler. Sonra onların dillerindeki mührü kaldırır ve derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? Derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. derler (Fussilet, 21)” sonra başka bir yerde toplanırlar ve sorgulanmaya başlanırlar. O sırada onların bazıları bazılarından kaçarlar. Bu da Allah Azze ve Celle’nin şu sözünde yer almıştır: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. (Abese, 34 – 36)” onlar konuşmaya davet edilecekler, “Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Peygamberler (aleyhimu’s selâm) kalkarlar ve bu yerdeki duruma şahitlik ederler. Bu da Allah’ın bu sözüdür: “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâlleri nice olacak! (Nisa, 41)” sonra başka bir yerde toplanırlar. Orası “Makam-u Mahmud” denilen “Muhammed”in makamıdır. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) Allah Tebareke ve Teâlâ’ya ondan önce hiç kimsenin etmediği Hamdi sena edecek, sonra hiçbir meleğin kalmayacağı şekilde tüm meleklere sena edecek. Sonra O’ndan önce hiç kimsenin etmediği bir şekilde tüm peygamberleri övecek. Sonra “sıddıklar”, “şehitler” ve “Salihler”den başlayarak tüm mümin erkek ve kadınları övüp selâmlayacak. Sonra gök ve yer ehli O’na hamdedecektir. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “(Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur. (İsra, 79)” o makamdan payı olana ne mutlu ve o makamdan pay ve nasibi olmayana yazıklar olsun. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve birbirlerinden yararlanırlar. Bunların tümü hesaptan önce olacaktır. Hesaba götürüldüklerinde tüm insanlar kendi dertlerine düşerler. Allah’tan o günün bereketini istiyoruz. Soruyu soran adam: Allah seni rahatlığa çıkarsın, ey Müminlerin emiri! Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: “Allah Azze ve Celle’nin şu sözünün anlamı ise: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” ve şu sözünün: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” ve şu sözünün: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” ve şu sözünün: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.” Şudur: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” Sözünden maksat: Allah Azze ve Celle’nin dostlarının hesaptan ayrıldıklarındaki yerdir. Onlar hesaptan ayrıldıklarında “heyevan” denilen bir nehirde gusül (yıkanırlar) alırlar ve o sudan içerler. Sonra yüzleri ışıl ışıl parıldar. Sonra onlardaki tüm çirkinlikler ve sıkıntılar gider. Sonra onlara cennete girmeleri emredilir. İşte bu makamdan rablerine onlara nasıl mükâfatlar verdiğinden bakarlar. Sonra o makamdan cennete girerler. İşte bu Allah Azze ve Celle’nin bu ayette söylediği meleklerin onlara selâm vermeleridir: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin. (Zümer, 73)” işte bu sırada cennete girmeyi ve rablerinin onlara vaat ettiği şeylere bakmaya yakin ederler. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “Rablerine bakıp durur.” O’na bakmaktan maksat, fakat Allah Tebareke ve Teâlâ’nın sevaplarına bakmaktır. Allah’ın şu sözünün anlamı ise: “Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür.” Yani “Gözler O’nu göremez” maksat vehimler O’nu kuşatamaz, “hâlbuki O, gözleri görür.” Yani Allah onları kuşatır. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” Bu Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’nın kendisini methettiği sıradaki övgüsüdür. O, mukaddes ulu ve büyüktür. Musa (aleyhi selâm) Allah’tan şöyle bir istekte bulundu –Allah Azze ve Celle’nin hamdıyla bu söz O’nun ağzından cari oldu- “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim! (A’raf, 143)” bu istek çok ağır bir istekti ve çok büyük bir istekte bulunmuştu da cezaya çarptırıldı. Allah Tebareke ve Teâlâ ona: Beni ölmedikçe dünyada göremezsin. Ben ancak ahirette görebilirsin. Ama eğer dünyada görmek istiyorsan şu dağa bak eğer yerinde durursa sende beni görürsün. Subhan Allah bazı nişanelerini aşikâr edince Rabbimiz dağa tecelli etti ve dağ parçalandı ve yumuşak toprak haline dönüştü. “Musa bayılarak yere düştü” yani öldü. Onun cezası ölümdü. Sonra Allah O’nu tekrar diriltti ve peygamberliğe seçti ve tövbesini kabul etti. Sonra Musa (aleyhi selâm) şöyle dedi: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” Yani onların içinden senin görülemeyeceğine ilk iman eden benim. Allah’ın bu sözünün anlamı ise: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Yani Allah’ın hiçbir mahlûkunun uğramadığı Sidretü’l-Münteha’daydı Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih). Allah’ın ayetin sonundaki şu sözü: “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (Necm, 17 ve 18)” yani Cebrail’i (aleyhi selâm) kendi çehresinde iki defa gördü. Bir şimdi bir de önceden. Ve kuşkusuz Cebrail’in yaratılışı azimdir ve O ruhanîlerdendir. Âlemlerin Rabbi Allah dışında hiç kimse ruhanîlerin yaratılışını ve özelliklerini idrak edemez.”
“Bir şahıs Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (aleyhi selâm) huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavî kitabı hakkında şek içindeyim.” İmam (aleyhi selâm) ona şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, Allah’ın kitabında şek ettiğin şey nedir?” dedi ki: nasıl şek etmeyeyim? Kitabın bazı yerleri bazı yerlerini çürütmektedir!”
Ali b. Ebu Talib (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz kitabın bazı yerleri bazı yerlerini tasdik eder, bir birlerini tekzip etmez. Lâkin sen, onu anlayacak kadar akıl rızkına sahip değilsin. Söyle bakayım Allah Azze ve Celle’nin kitabının nerelerinde şek ettin?” dedi ki: Allah şöyle diyor: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz. (A’raf, 51)” ve aynı şekilde şöyle söylemekte: “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! (Tövbe, 67)” ve yine şöyle diyor: “Senin Rabbin unutkan değildir. (Meryem, 64)” Bir yerde unuttuğunu haber veriyor, başka bir yerde unutmadığını haber veriyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri!”
İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka nerelerde şek ettiysen onları da söyle.” Dedi ki: Allah şöyle diyor: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler. (Nebe, 38)” konuşun diyor onlarda şöyle diyorlar: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik. (En’am, 23)” ve şöyle diyor: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. (Ankebut, 25)” ve yine şöyle diyor: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir. (Sad, 64)” ve şöyle diyor: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim. (Kaf, 28)” ve keza şöyle diyor: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder. (Yasin, 65)” Bir yerde onların konuşacağının haberini veriyor, başka bir yerde Rahman’ın izin verdiklerinin dışında kimsenin konuşmayacağının haberini veriyor. İzin verdiklerinin de doğru konuşacağını söylüyor. Bir yerde mahlûkların konuşmayacağının haberini veriyor, ama onların şu sözünü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Naklediyor. Bir yerde de onların kendi aralarında tartıştıklarını söylüyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur. (Kıyamet, 22 ve 23)” ve şöyle diyor: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 103)” ve şöyle diyor: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. (Necm, 13 ve 14)” ve şöyle diyor: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz. (Ta-ha, 109 ve 110)” Gözler O’nu görürse ilmin de O’nu kapsadığı anlamına gelir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. (Şura, 51)” ve şöyle diyor: “Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu. (Nisa, 164)” ve şöyle demiştir: “Rableri onlara seslendi… (A’raf, 22)” ve şöyle diyor: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına söyle… (Ahzab, 59)” ve şöyle diyor: “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. (Maide, 67)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Medhi yüce olan Allah şöyle diyor: “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem, 65)” Bir taraftan insanı işiten, gören, sahip, terbiye eden olarak adlandırmakta, öte taraftan O’nun müşterek olan bir çok adının olduğunu söylüyor. Diğer taraftan da “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. (yunus, 61)” ve şöyle diyor: “Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. (Al-i İmran, 77)” ve şöyle diyor: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. (Mutaffifin, 15)” O’nu görmekten mahrum olanlar nasıl O’na bakabilirler? Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Gökte olanın, sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. (Mülk, 16)” ve şöyle diyor: “Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir. (Ta-ha, 5)” ve şöyle diyor: “O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (En’am, 3)” ve şöyle diyor: “zâhirdir, bâtındır. (Hadid, 3)” ve şöyle diyor: “Her nerede olsanız, O sizinle beraberdir. (Hadid, 4)” ve şöyle diyor: “biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf, 16)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Övgüsü yüce olan Allah şöyle diyor: “Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler saf saf durduğu zaman… (Fecr, 22)” ve şöyle diyor: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz. (En’am, 94)” ve şöyle diyor: “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler? (Bakara, 210)” ve şöyle diyor: “Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. (En’am, 158)” bir yerde Rabbinin gelmesini diyor, başka bir yerde Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Celle Celaluhu şöyle diyor: “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. (Secde, 10)” Müminler hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler. (Bakara, 46)” ve şöyle buyurmuştur: “Onunla görüştükleri gün sözleri selâmdır. Ahzap, 44)” ve şöyle demiştir: “Her kim Rabbiyle görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir. (Ankebut, 5)” ve şöyle buyurmuştur: “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır. (Kehf, 110)”
Allah bu ayetlerin birinde O’nunla görüşeceklerini söylüyor. Bir defasında gözlerin kendisini görmeyeceğini ve onun gözleri kuşattığını söylüyor ve bir defasında da “O’nu ilim olarak ihata edemezler” Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar. (Kehf, 53)” ve şöyle diyor: “O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur, 25)” ve şöyle buyuruyor: “Siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. (Ahzap, 10)” Bir yerde onların zanlarda bulunduğunun haberini veriyor, başka bir yerde onların bildiklerini söylüyor. Zan, şektir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle diyor: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Enbiya, 47)” ve şöyle diyor: “Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir terazi kurmayacağız. (Kehf, 105)” ve şöyle buyuruyor: “işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir. (Mü’min, 40)” ve şöyle diyor: “O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır. (A’raf, 8 ve 9)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (Secde, 11)” ve şöyle diyor: “Allah, ölüm anında canları alır. (Zümer, 42)” ve şöyle diyor: “Onlar vazifede kusur etmezler. (En’am, 61)” ve şöyle buyuruyor: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında… (Nahl, 32)” ve şöyle diyor: “Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler… (Nahl, 28)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!” Eğer bana merhamet etmesen ve senin elinle açılacağına ümit ettiğim bu gönlümü açmasan hakikaten ben helâk olurum. Eğer rab Tebareke ve Teâlâ hak, kitabı hak ve peygamberleri hak olsa kesinlikle ben helâk ve ziyankârlardan olurum, yok eğer peygamberler batıl olsa benim için bir sakınca yoktur ve kurtulmuş olurum.”
Bunun üzerine İmam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Çok kutsaldır benim Rabbim. Çok kutsaldır, Tebareke ve Tealadır. Yücedir, büyüktür. Şahadet ediyorum ki O, sonu gelmeyecek daimdir ve bunda şekkimiz yoktur. O’na hiçbir şey benzemez. O, işiten ve görendir. Kuşkusuz kitap haktır. Peygamberler haktır. Mükâfat ve azap haktır. Eğer imandan ziyadesiyle rızıklanırsan veya mahrum olmazsan ki bunlar Allah’ın elindedir. Dilerse rızıklandırır, dilemezse ondan seni mahrum bırakır. Ama ben şek ettiğin şeyleri sana öğreteceğim. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur. Eğer Allah sana hayır vermeyi dilerse sana ilminden öğretecek ve sabit kılacaktır. Ve eğer şer ve kötülüğünü dilerse şaşırıp helâk olursun.
Allah’ın : “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!” sözünden maksat yani onlar dünya yurdunda Allah’ı unuttular ve ona itaat etmediler ve sonuçta Allah’ta onları ahirette unutur, yani onlara her hangi bir şeyden dolayı mükâfat vermez ve hayırdan unutulmuş olurlar. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz.” Yani Allah, unuttuklarından dolayı kendisine dünya yurdunda itaat edip, zikir eden dostlarına verdiği sevabı onlara vermez. Allah dostları ise Allah’a, Resulüne iman etmiş ve gaybtan (ölümden sonraki hayattan) korkmuşlardı. Allah’ın: “Senin Rabbin unutkan değildir.” bu sözünden maksat yani Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’dır, uludur, büyüktür. Unutmaz, gaflet etmez, bilâkis koruyan ve bilendir. Araplar unutkanlık hakkında şöyle derler: “Falan şahıs bizi unuttu ve artık bizi anmıyor” yani falan şahıs bizim için hayırlı bir iş yapıp, hayırla anmıyor. Allah Azze ve Celle’nin zikrettiği bu şeyi anladın mı?” dedi ki: Evet beni rahatlatın, Allah’ta seni rahatlatsın. Benim bu sorunumu çözdün. Allah mükâfatını arttırsın.
Sonra imam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: Allah’ın bu sözü: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Ve bu sözü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Ve bu sözü: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız.” Ve bu sözü: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir.” Ve bu sözü: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim.” Ve bu sözünden: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” Maksat şudur: bunlar o günün (kıyamet günü) miktarı elli bin yıl olan bir birinden farklı olan farklı yerlerine işarettir. Allah Azze ve Celle o gün (kıyamet günü) onları bir birinden farklı olan yerlerde bir araya getirir. Onlar kendi aralarında konuşurlar. Bazıları bazılarından bağış ve af talep etmektedirler. Bunlar dünya yurdunda (hak) olan reislerine (Peygamber, imamlar ve onların hak takipçilerine) itaat edip onlara tabi olan kişilerdir. Dünya yurdunda zulüm ve düşmanlıkta bir birlerine yardım eden günahkârlar kin kusarak bir birlerine olan nefretlerini dile getirmekte. Mustazaflar ve müstekbir zorbalar bir birlerine küfür isnat ederek bir birlerine lânet ederler. Bu ayetteki “küfür”den maksat tanımamazlıktan gelmek kabul etmemek anlamındadır. Yani gerçekte şöyle demek istemiştir: “Birbirlerini reddettiler ve dışladılar.” Bunun bir benzeri İbrahim Suresinde şeytanın şu sözünde gelmiştir: “Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı (reddetmiştim) kabul etmemiştim. (İbrahim, 22)” Halilurrahman İbrahim’in şu sözü: “Sizi tanımıyor, inkâr ediyoruz. (Mumtehine, 4)” yani sizden uzağız. Sonra başka bir yerde bir araya gelerek ağlarlar. Eğer onların bu ağlama sesleri dünya ehline ulaşırsa tüm yaratıklar dünya yaşantısından el çekerler ve Allah’ın dilediği dışındakilerin tamamının kalpleri titrer. Onlar sürekli kan ağlarlar. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve orada konuşmaları istenir ve şöyle derler: ““Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Sonra Allah Tebareke ve Teala onların ağızlarına mühür vurur ve elleri, ayakları ve derileri konuşmaya başlar. Sonra onların işledikleri günahlara şahitlik ederler. Sonra onların dillerindeki mührü kaldırır ve derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? Derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. derler (Fussilet, 21)” sonra başka bir yerde toplanırlar ve sorgulanmaya başlanırlar. O sırada onların bazıları bazılarından kaçarlar. Bu da Allah Azze ve Celle’nin şu sözünde yer almıştır: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. (Abese, 34 – 36)” onlar konuşmaya davet edilecekler, “Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Peygamberler (aleyhimu’s selâm) kalkarlar ve bu yerdeki duruma şahitlik ederler. Bu da Allah’ın bu sözüdür: “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâlleri nice olacak! (Nisa, 41)” sonra başka bir yerde toplanırlar. Orası “Makam-u Mahmud” denilen “Muhammed”in makamıdır. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) Allah Tebareke ve Teâlâ’ya ondan önce hiç kimsenin etmediği Hamdi sena edecek, sonra hiçbir meleğin kalmayacağı şekilde tüm meleklere sena edecek. Sonra O’ndan önce hiç kimsenin etmediği bir şekilde tüm peygamberleri övecek. Sonra “sıddıklar”, “şehitler” ve “Salihler”den başlayarak tüm mümin erkek ve kadınları övüp selâmlayacak. Sonra gök ve yer ehli O’na hamdedecektir. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “(Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur. (İsra, 79)” o makamdan payı olana ne mutlu ve o makamdan pay ve nasibi olmayana yazıklar olsun. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve birbirlerinden yararlanırlar. Bunların tümü hesaptan önce olacaktır. Hesaba götürüldüklerinde tüm insanlar kendi dertlerine düşerler. Allah’tan o günün bereketini istiyoruz. Soruyu soran adam: Allah seni rahatlığa çıkarsın, ey Müminlerin emiri! Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın!”
Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: “Allah Azze ve Celle’nin şu sözünün anlamı ise: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” ve şu sözünün: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” ve şu sözünün: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” ve şu sözünün: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.” Şudur: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” Sözünden maksat: Allah Azze ve Celle’nin dostlarının hesaptan ayrıldıklarındaki yerdir. Onlar hesaptan ayrıldıklarında “heyevan” denilen bir nehirde gusül (yıkanırlar) alırlar ve o sudan içerler. Sonra yüzleri ışıl ışıl parıldar. Sonra onlardaki tüm çirkinlikler ve sıkıntılar gider. Sonra onlara cennete girmeleri emredilir. İşte bu makamdan rablerine onlara nasıl mükâfatlar verdiğinden bakarlar. Sonra o makamdan cennete girerler. İşte bu Allah Azze ve Celle’nin bu ayette söylediği meleklerin onlara selâm vermeleridir: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin. (Zümer, 73)” işte bu sırada cennete girmeyi ve rablerinin onlara vaat ettiği şeylere bakmaya yakin ederler. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “Rablerine bakıp durur.” O’na bakmaktan maksat, fakat Allah Tebareke ve Teâlâ’nın sevaplarına bakmaktır. Allah’ın şu sözünün anlamı ise: “Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür.” Yani “Gözler O’nu göremez” maksat vehimler O’nu kuşatamaz, “hâlbuki O, gözleri görür.” Yani Allah onları kuşatır. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” Bu Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’nın kendisini methettiği sıradaki övgüsüdür. O, mukaddes ulu ve büyüktür. Musa (aleyhi selâm) Allah’tan şöyle bir istekte bulundu –Allah Azze ve Celle’nin hamdıyla bu söz O’nun ağzından cari oldu- “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim! (A’raf, 143)” bu istek çok ağır bir istekti ve çok büyük bir istekte bulunmuştu da cezaya çarptırıldı. Allah Tebareke ve Teâlâ ona: Beni ölmedikçe dünyada göremezsin. Ben ancak ahirette görebilirsin. Ama eğer dünyada görmek istiyorsan şu dağa bak eğer yerinde durursa sende beni görürsün. Subhan Allah bazı nişanelerini aşikâr edince Rabbimiz dağa tecelli etti ve dağ parçalandı ve yumuşak toprak haline dönüştü. “Musa bayılarak yere düştü” yani öldü. Onun cezası ölümdü. Sonra Allah O’nu tekrar diriltti ve peygamberliğe seçti ve tövbesini kabul etti. Sonra Musa (aleyhi selâm) şöyle dedi: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” Yani onların içinden senin görülemeyeceğine ilk iman eden benim. Allah’ın bu sözünün anlamı ise: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Yani Allah’ın hiçbir mahlûkunun uğramadığı Sidretü’l-Münteha’daydı Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih). Allah’ın ayetin sonundaki şu sözü: “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (Necm, 17 ve 18)” yani Cebrail’i (aleyhi selâm) kendi çehresinde iki defa gördü. Bir şimdi bir de önceden. Ve kuşkusuz Cebrail’in yaratılışı azimdir ve O ruhanîlerdendir. Âlemlerin Rabbi Allah dışında hiç kimse ruhanîlerin yaratılışını ve özelliklerini idrak edemez.”
Yorum