Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

    O nubuvvet ile imamet nurunun yıldızı
    O alemlerin yaratılış vasıtası
    O Muhammedin(s.a.a) Kızı
    O Alinin (a.s) Yoldaşı
    O Bütün Alemlerin Hanımefendisi Tahire, Merziye, Raziye, Sıddıke, Mubareke..
    O Hz. Fatıma s.a
    Viladet yıl dönümü ve kadınlar günü tüm müslümanlara kutlu olsun

    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

    #2
    Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

    Yorum


      #3
      Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

      çok sağolun beyza hanım
      Tanrı "Beni arayacaksınız, bütün yüreğinizle arayınca beni bulacaksınız," dedi. Yeremya 29:13

      Yorum


        #4
        Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

        O’nun doğumu bir devrimdi
        Hayatı devrimdi
        Ve ölümü de devrim oldu...

        Yeniden diriltilmek istenen putlara hep O’nun baltası indi, yeniden yeşertilmek istenen batıl umutlar hep O’na çarpıp dağıldı, maskeler O’nunla düştü, hak O’nunla kanatlanıp uçtu...
        ...
        O apaçık furkandı, karanlıkların kutup yıldızı, yolunu kaybedenlerin kılavuzu, Allah rızasının mihenk taşıydı, ta kıyamete kadar da öyle olmaya devam ediyor...

        O Fatıma’ydı...

        Kur’an O’na “Kevser “dedi...

        Doğumu; şirkin ölümüydü, hakkın ise apaydınlık devam edeceğinin müjdesi... O’nun doğumuyla batıl ümitsizliğe düştü, “Ebter”ler aşikar oldu; tıpkı velayetin müjdesi ile kafirlerin ümitsizliğe düştüğü gibi...

        O’nunla kadınlar izzet buldu... kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir ortamda, Rahmet Peygamberi’nin, geldiğinde ayağa kalktığı ve şefkatle ellerini öperek yücelttiği bir kızdı O...Alem, kız çocuğuna sevgiyi, Allah Resulü’nün O’na gösterdiği sevgiyle tanıdı...

        Merhametin zirvesiydi... Minicik elleri ile babası Rahmet Peygamber’inin yaralarını saran, işlerine koşan ve “babasının annesi” olandı O...

        Evliliği, eş olarak davranışları, anneliği kısacası her şeyi ile putlaştırılmış gelenekleri birer birer devirdi...

        O, en iyi kız evlattı, en iyi eşti, en iyi anne idi ve tüm zamanların en iyi kadını idi...

        Öfkesi Allah’ın öfkesi, sevgisi Allah’ın sevgisi idi... O Allah’ın Habibi’nin canıydı... Eti O’nun etinden, kanı O’nun kanındandı...

        O, iman için, Allah’a ve Resulüne duyulan sevgi için ölçüydü...O’na gazaplanan, O’nu inciten, gerçekte Allah’ı ve Resulü’nü incitmiş demekti... Ve “Allah ve Resulü’nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.”(Ahzab-57)

        Allah için sevmek ve Allah için gazaplanmak ile sevgisi Allah’ın sevgisi,gazabı Allah’ın gazabı olmak aynı şey değildir. İkincisi ancak “masumiyet”le ve “seçilmiş olmak”la mümkündür.

        Fatıma masumedir ve seçilmiştir.

        Buna Tathir ve Mübahale ayetleri şahittir.

        Resul’ün vefatı sonrası ise O, fitnelerin karanlık sahrasında parlayan hidayet meşalesi idi. Sözleri, gözyaşları, Beyt-ul Ahzan’ı, feryadı, istekleri, dargınlığı, vasiyeti, gizli defnedilişi, mezarının gizli oluşu ile mesajını verdi ve bir devrimci olarak gitti...

        O Sırat-el Mustakim’dir.

        İhtilaflar O’nu izleyerek çözülür...

        Yolunu kaybedenler O’nun ışığına sığınarak yolunu bulur...

        O risalet evinin kızı, velayet evinin eşi ve imamların annesidir...

        O Kevser’dir; ölülere hayat verir

        Fatıma’dır; ateş O’ndan ve sevenlerinden uzaktır

        Zehra’dır; y ve güneş ışığını O’ndan alır

        Merziyye’dir; Allah’ın rızasıdır

        Betul’dür; eşsiz ve benzersizdir

        Göklerin incisidir, yeryüzünün ziynetidir, Rahmetullah’ın tacıdır, münafıkların korkulu rüyası, Habibullah’ın habibesidir...

        Güzellik ve zerafet O’nda anlam bulur, merhamet O’na sığınır, hikmetin ta kendisidir,cennet O’nunla şereflenir, cömertlik ve fedekarlığın zirvesidir O...

        O “Sırullah”tır

        O’na selam olsun...




        [img width=800 height=600]http://f1205.hizliresim.com/x/d/5rm8m.jpg[/img]
        "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
        "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

        Yorum


          #5
          Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

          Müslüman Kadının Rehberi : Hz.Fatıma(as)





          Rahman, Rahim Allah’ın adıyla
          “Şüphesiz, biz sana Kevseri verdik. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter(soyu kesik) olan sana kin duyandır.”
          Bir makinenin kolay ve bozulmadan çalışmasını sağlamak için, nasıl sürekli bakımı yapılırsa, insan beyni denilen düşünme mekanizmasınında bakımı sürekli okuma ile olur.
          Okunan kitabın çekici olması; şahsın, zekasına,bilgisine, inançlarına, kültürüne ve değer yargılarına göre değişir. Ama kitabın değerli olup olmayışı tamamiyle, kitabın yazarına ve içeriğine bağlıdır. Bazı kitapları bir kere okumak yeterlidir. Bazı kitaplar ise o kadar değerlidirki, insan daha çok şey almak için bir kaç kere daha okur.
          Düşünün ki elinizde öyle değerli bir kitap varki, bu kitap yaşam rehberiniz olacak niteliktedir. Her okuyuşunuzda yeni ufuklara kavuşursunuz, yüreğiniz aşkla dolar. Bir ömür okusanızda bitiremeyeceğiniz, yaşamınıza, gönlünüze, ruhunuza hitap etmekle kalmayıp cennetin anahtarını sunar size. Ne yaparsınız? Bu kitabı mutlaka elde eder, gözünüz gibi korur, defalarca okursunuz değil mi? Evet doğrusuda budur zaten.
          Bahsedilen kitap, beşerin yazdığı somut bir kitap değildir elbette. Yaşamının her ayrıntısı, gönüllere kazınılması gerekilen Hz. Fatima-ı Zehra’dır. O alemlere nur olarak gönderilen Kur’an’ı kendi yaşamına geçirmiştir. Bir başka deyişle Fatıma Kur’an’ın pratiğe geçirilmiş hali yani yaşayan Kur’an’dır. Bu yüzden Allah’ın övgüsüne nail olmuştur. Resulullah (s.a.a) Hz. Fatıma’yı şöyle tanımlar: “
          Kızım Fatıma (s.a) geçmiş gelecek bütün kadınlardan üstündür. O vücudumun bir parçasıdır, gözümün nuru ve kalbimin meyvesidir. O benim ruhumdur. O insanlardan olan bir huridir. Rabbinin huzurunda ibadete durduğunda yıldızların yer ehli için parladığı gibi, onun nuru da gökteki melekler için parlar ve Allah Teala meleklerine şöyle hitap eder. “Ey melekler, bakın benim cariyem (kulum) Fatıma’ya; o benim huzurumda durmuştur, korkudan titriyor; kalbiyle benim ibadetime yönelmiştir. Sizleri şahit kılıyorum ki, ben onun takipçilerini ateşten koruyacağım.
          Öyleyse Allah’ın merhametine, sevgisine muhtaç olan bizler, Allah’a götüren rehber olarak Fatıma’yı izlememiz gerekir.
          Ilahi aydınlığa koşmak isteyen kadınların Fatıma’dan daha aydınlık bir nurları yoktur. Onun hayatına baktığımızda kısacık ömründe iman, takva, ilahi aşk ve ilimle; fedakarlık, iffet, mazlumiyet ve sabrın birleştiği mükemmel bir şahsiyetin, asırlara nasıl ders verdiğini görürüz.
          Fatıma’yı örnek almak, rehber seçmek kolay değildir. Onun taraftarı, takipçisi olabilmek için,ilk önce onu tanımak gerekir. Zira tanımadığımız bir Fatıma’yı sevmek kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Onu bir evlat, bir eş, bir ana ve bir mumine olarak tanıyıp idrak etmek ve yaşamımıza geçirmek gerekir.
          Fatıma’yı anlamadan dinleyenler, onun ismini duyunca ağlayıp sızlarlar ama yaşamlarınada karıştırmazlar. Özlerinde Fatıma’dan bir şey yoktur aslında. Başörtüsünü en ufak bir zorlukta açan bir müslüman kadın, sizce” Kadının salahı, onun, yabancı bir erkeği görmemesi ve yabancı erkeğinde onu görmemesidir.” diyen ve vefatından sonra bile mübarek vucudunun hatları belli olmasın diye kendisi icin Umeys kızı Esma’ya özel tabut hazırlamasını vasiyet eden, Fatıma’nın iffet ve din anlayışını yeterince kavrayabilmişmidir.?
          Evini lüks eşyalarla döşeyip, marka düşkünü, bakışlarıyla bile fakirleri ezen bir kadın; yoksulluk içinde ömrünü geçiren, evde çalışmaktan elleri nasırlaşan, kendisi ve çoçukları aç iken, evindeki son yiyeceği bile fakirlere veren Fatıma’ın yaşam felsefesini idrak edebilmişmidir acaba?
          Fatıma taraftarı olabilmek , onu rehber, şefaatçi edinebilmek için, Fatımalaşmak, yani Fatıma gibi düşünmek, Fatıma gibi yaşamak gerekir.
          Kalbimizde Fatıma’nın imanından, ilahi aşkından, yaşamımızda Fatıma’nın mücadelesinden, ibadetinden, fedakarlığından, iffetinden,merhametinden eser yoksa; çocuklarımızda Fatıma’nın çocuklarından izler yoksa; başımızda başörtü ama gönlümüzde sefa arzusu, kibir yada zulme duyarsızlık varsa biz Fatıma’nın taraftarları değiliz demektir.
          Allah’ın kadınlara verdiği en büyük lutuf, şeref ve izzet Fatıma gibi bir şahsiyetin kadın oluşudur. Bu değerleri göz önünde bulunduran aziz İmam (r.a.), günümüz dünya kadınlarına
          Hz. Fatıma’nın viladeti münasebetiyle “
          Dünya Müslüman Kadınlar ve Anneler Günü”nü hediye ederek yılda bir kez de olsa kendimizi muhakeme etmemizi istemiştir.
          Bu büyük kadına sarılıp onun değerlerine sahip çıktığımız müddetçe pusulamız hiç şaşmayacaktır. Allah bizleri gerçek Fatıma taraftarları olmayı ve onun şefaatine nail olmayı nasip etsin. (Amin)

          islami davet
          Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
          Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

          Yorum


            #6
            Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

            Doğum Günü Münasebeti ile Hz. Fatıma (s.a) Annemizden Kırk Hadis:


            1- “Kim halis ibadetini Allah’a doğru çıkarırsa, Allah Teala, en iyi maslahatını ona indirir.”

            2- “Biz (Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i) Allah’ın yaratıkları arasında vesilesi, seçkin kulları, kutsal odakları, açık delilleri ve göndermiş olduğu Peygamberlerin varisleriyiz.”

            3- “Gerçek mutlu, Ali’yi hayatında ve ölümünden sonra seven kimsedir.”

            4- “Mümine karşı güler yüzlü olmak insana cenneti kazandırır, zalim sapıklara karşı güler yüzlü olmak ise insanı cehennem ateşine sürükler.”

            5- “Sizin en iyiniz, büyüğüne karşı daha yumuşak davranan ve hanımlar için daha şefkatli ve bağışlayıcı olanınızdır.”

            6- “Kadınlar için daha hayırlı olan; erkekleri görmemeleri, erkeklerin de onları görmemeleridir.”

            7- “Kadının Rabbine en yakın olduğu an, evinin içinde olduğu andır.”

            8- “Sürekli annenin hizmetinde ol. Çünkü cennet onun ayakları altındadır.”

            9- “Dünyanızdan üç şey benim için sevimlidir: Allah’ın kitabını (Kur’an’ı) okumak, Resulullah’ın (s.a.a) yüzüne bakmak ve Allah yolunda infak etmek.”

            10- “Oruç tutan, dilini, kulağını, gözünü ve diğer organlarını haramdan korumazsa, o tuttuğu oruç ne derdine değer ki!”

            11- Sofranın, her Müslüman’ın tanıması gereken on iki adabı vardır. Bunlardan dördü farz, dördü müstehap, dördü edeptendir.

            Farz (gerekli) olanlar şunlardır: Nimetin asıl sahibini tanımak, vermiş olduğu nimete razı olmak, yemekten önce onu anmak (bismillah demek), yemeğin başında ve sonunda O’na şükretmek.

            Müstehap olanlar da şunlardır: Yemekten önce abdest almak, sol taraf üzerine oturmak, oturarak yemek, üç parmakla yemek.

            Edepten olanlar da şunlardır: Önünde olandan almak, lokmaları küçük tutmak, yemeği iyi çiğnemek, yemekte başkalarının yüzüne az bakmak.”

            12- Hz. Hasan (a.s) annesi hakkında şöyle demiştir: “Annem Fatime’nin bir Cuma gecesi, kendi mihrabında sabaha kadar rüku ve secde (ibadet) halinde olduğunu, mümin erkek ve kadınların ismini birer- birer anarak çok dua ettiğini, fakat kendisi hakkında hiç dua etmediğini gördüm. Bunun üzerine anneme: “Anne, neden başkaları hakkında dua ettiğin gibi kendi hakkında dua etmiyorsun?” dedim. Şöyle cevap verdiler: “Yavrum! Önce komşu sonra insanın kendisi.”

            13- Bir kadın Hz. Fatıma (a.s)’ın huzuruna gelip: “Benim zayıf bir annem vardır, namazda bilmediği bir şeyle karşılaşmış, cevabını öğrenmem için beni size gönderdi.” dedi. Hz. Fatıma (a.s) onun sorusunu cevaplandırdı. O ikinci bir soru sordu. Hz. Fatıma onu da cevaplandırdı. Sonra üçüncü bir soru sordu; böylece on kez sordu ve cevaplarını aldı. Sonra çok soru sorduğundan: “Size fazla zahmet vermiş olmayayım ey Allah’ın Resulünün kızı” dedi. Hz. Fatıma (a.s): “Sormak istediğin ne varsa sıkılmadan sor. Acaba ağır bir yükü bir gün boyunca damın üzerine çıkarmak için bin dinar karşılığında kiralanan adama yapacağı iş zor gelir mi?” diye sordu. Kadın; “Hayır, gelmez” dedi. Hz. Fatıma (a.s) şöyle devam etti: “Ben senin her sorunun cevabını yanıtlama karşılığında yerle arşın arasını dolduracak inciden daha fazla bir mükafatla mükafatlandırılacağım. Bu nedenle bu iş bana asla zor gelmemelidir.”

            14- “Allah’ım! Verdiğin rızka kani eyle beni, ayıplarımı ört, yaşattığın sürece afiyet ver bana, bağışla beni. Canımı aldığında acı bana, bana rahmeyle. Allah’ım! Bana mukadder kılmadığın şeyi elde etmek için beni yorma (uğraştırma beni); bana mukadder kıldığın şeye ulaşılmasını kolaylaştır.

            Allah’ım! Benim için baba-anamı ve üzerimde hakkı olan herkesi en iyi mükafatınla mükafatlandır. Allah’ım, bütün vakit ve çabamı yarattığın gaye doğrultusunda sarf etmemi sağla, bana vereceğini üstlendiğin şeyi elde etmek için çaba sarf etmekle meşgul etme beni, mağfiret diliyorum senden, (öyleyse) beni cezalandırma, ben senden istiyorum (öyleyse) beni mahrum bırakma.

            Allah’ım! Nefsimi bana küçük göster, kendi makamını benim nazarımda büyült; itaatini, senin rızanı kazandıracak şeyleri yapmayı ve seni gazaplandıracak şeylerden uzak durmayı ilham eyle bana; ey merhametlilerin en merhametlisi!.”

            15- İmam Ali (a.s) evlendiği gece Hz. Fatıma (a.s)’ı üzgün görünce; “Neden rahatsızsın?” dedi. Hz. Fatıma (a.s) şöyle cevap verdi: “Ömrümün tükendiği ve kabir evine konulacağım zamanı hatırladım. Babamın evinden bu eve göçmem, buradan kabir evine göçeceğimi hatırlattı bana. Allah aşkına gel de bu gece birlikte Allah’a ibadet edelim…”

            16- “Hz. Ali (a.s), Hz. Fatima’nın iki gün bir şey bulamayıp aç kaldığını öğrenince üzülerek; “Neden bu durumu bana bildirmedin?” dediğinde, Hz. Fatıma (a.s) şöyle dediler: “Ya Ebu’l Hasan! Gücünün dışında olan bir şeyi senden isteyerek seni zorluğa düşürebilirim diye Rabbimden utandım.”

            17- Bir gün İmam Ali (a.s) Hz. Fatıma’ya: “Ebu Bekir ve Ömer kapının arkasında sizinle görüşmek için izin bekliyorlar ne dersiniz?” dediğinde şöyle dediler: “Ya Ali! Ev senin evin, ben de senin eşinim ne dilersen onu yap.”

            18- Hz. Fatıma (a.s), Şiilerinden olup olmadığını öğrenmek isteyen birisine şöyle buyurdu: “Eğer emrettiğimiz şeyi yerine getiriyor ve sakındırdığımız şeyden de sakınıyorsan o halde sen bizim Şiilerimizden olur aksi takdirde olmazsın.”

            Bunu duyan adam aldığı cevaptan rahatsız olunca Hz. Fatıma şöyle buyurdular:

            “Durum düşündüğün gibi değildir. Şiilerimiz cennet ehlinin en iyilerindendirler. Bizi seven, dostlarımızı dost edinen ve düşmanlarımızı kendine düşman bilen herkes cennet ehlidir. Ama sadece kalbi ve diliyle biz Ehl-i Beyt’e teslim olup emir ve nehiylerimize muhalefet eden kimseler gerçek Şiilerimizden olmazlar. Elbette bununla birlikte bunlar da bela ve musibetlere duçar olmak veya herkesin toplanacağı kıyametin çeşitli zorluklarına katlanmak veya cehennemin üst tabakasının azabını tatmak vasıtasıyla günahlardan temizlendikten sonra cennet ehli olacaklardır. Onları, bize karşı duydukları sevgilerinden dolayı bulundukları yerden kurtarıp kendi yanımıza götüreceğiz.”

            19- Hz. Fatıma (a.s) birinci ve ikinci halifeye hitaben şöyle buyurdular: “Acaba Resulullah (s.a.a)’den size bir hadis nakledersem onunla amel eder misiniz?” Evet dediklerinde şöyle buyurdular: “Allah aşkına söyleyin, acaba Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duymamış mısınız?: “Fatime’nin hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur, Fatime’nin öfkesi benim öfkemdir; öyleyse kim kızım Fatıma’yı severse beni sevmiştir, kim Fatıma’yı öfkelendirirse beni öfkelendirmiştir.” Evet bu hadisi Resulullah’tan duymuşuz dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: “Ben Allah’ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki, sizin ikiniz beni öfkelendirdiniz, beni hoşnut etmediniz, Peygamberi mülakat ettiğimde mutlaka sizin ikinizi ona şikayet edeceğim.”

            20- “Bir gün Resulullah (s.a.a), uyumak için yatağı sermiş olduğum halde yanıma geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Fatıma, şu dört şeyi yapmadıkça uyuma: Kur’an’ı hatmetmek, Peygamberleri şefaatçi kılmak, müminleri razı etmek, Hac ve Umre yapmak.” Resulullah (s.a.a) bunları buyurup namaza koyuldu, namazını bitirinceye kadar sabrettim. Ya Resulellah! Dört şey yapmayı bana emrettin, oysa onları şu halde yapmaya kadir değilim dedim. Resulullah (s.a.a) gülümseyerek şöyle buyurdular: “Kulhu vellah (İhlas) suresini üç defe okuduğunda Kur’an’ı hatmetmiş gibi olursun; bana ve benden önceki Peygamberlere salavat getirdiğinde kıyamet günü senin şefaatçin oluruz; müminlere mağfiret dilediğinde hepsi senden razı olur; “subhanellah velhamdu lillah vela ilahe illellah vellahu ekber” dediğinde ise Hac ve Umre yapmış (gibi) olursun.”

            21- Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Kocasını öfkelendiren kadına yazıklar olsun; kocası kendisinden razı olan kadın ne mutlu.”

            22- Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in Miraç gecesi, cehennemde azap gören kadınlar hakkında şöyle buyurduğunu naklediyor: “…Saçıyla asılan kadının suçuna gelince, o kadın saçını erkeklerden örtmüyordu. Diliyle asılan kadının suçuna gelince, o kadın kocasını incitiyordu… başı domuz başı, gövdesi de eşek gövdesi gibi olan kadının suçuna gelince, o kadın söz taşıyan ve yalancı idi. Köpek şeklinde olan kadının suçuna gelince, o kadın makyaj yapan, bağırarak çok ağlayan ve kıskançlık yapan birisi idi.”

            23- “Babam Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) bakıp şöyle buyurdu: “Bu ve bunun Şiaları cennettedirler.”

            24- “Babam Resulullah (s.a.a)’in, ölümüne yol açan hastalığında -evi ashabıyla dolu iken- şöyle buyurduğunu duydum: “Ey insanlar! Çok geçmeksizin sizin aranızdan ayrılacağım, mazeretinizi tamamlayacak (size bir özür bırakmayacak) bir söz size söylüyorum; bilin ki ben sizin aranızda Rabbimin kitabını ve itretim olan Ehl-i Beyt’imi emanet bırakıyorum.” Sonra Ali’nin elini tutarak şöyle buyurdu: “Bu Ali, Kur’an iledir, Kur’an da Ali ildedir; bunlar Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar. Ben kıyamet günü, benden sonra bunların hakkında nasıl davrandığınızı sizden soracağım.”

            25- “Resulullah (s.a.a) camiye girişinde şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla, Allahım Muhammed’e salat eyle, günahımı bağışla, rahmetinin kaplarını yüzüme aç.” Camiden de çıktığında şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla, Allahım! Muhammed’e salat eyle, günahımı affet, lütuf ve bağış kapılarını yüzüme aç.”

            26- “Cuma günü öyle bir vakit vardır ki, Müslüman bir kul o vakitte Allah’tan bir hayır dilerse Allah onu ona bağışlar, o vakit de, güneşin yarısının batmaya koyulduğu andır.”

            27- “Babam Resulullah (s.a.a)’den namazında gevşeklik yapan kadın ve erkekler hakkında soru sorduğumda şöyle buyurdular: “Kadın ve erkeklerden her kim namazında gevşeklik yaparsa Allah Teala onu on beş belaya duçar eder: Allah Teala bereketi ömründen alır, bereketi rızkından kaldırır, salih insanların simasını onun yüzünden giderir, yaptığı her işe ücret (mükafat) verilmez, duası göklere yükselmez (müstecab olmaz), salih insanların duasından nasibi olmaz, zelil olarak ölür, açken ölür, susuz olarak can verir; öyle ki dünya nehirlerinin suyunu bile ona verirlerse susuzluğu giderilmez, Allah Teala bir meleği onu kabirde rahatsız etmesi için memur eder, kabri dar olur, kabri karanlık olur, Allah Teala bir meleği, halkın ona baktığı halde yüz üstü çekip sürümesi için görevlendirir, sıkı bir hesaba (sorgu suale) tabi tutulur, Allah Teala, (rahmet gözüyle) ona bakmaz, onu (günahlardan) arındırmaz ve onun için elemli bir azap olur.”

            28- “Muhammed (s.a.a) ve Ali (a.s), bu ümmetin babalarıdırlar; onların eğriliklerini düzeltir, itaat ettiklerinde onları ebedi azaptan kurtarır, uyum sağladıklarında da onları daimi nimete götürürler.”

            29- Hz. Fatıma (a.s) Hz. Ali’yi (a.s) kınayan bir cahile şöyle buyurdu: “Ali’nin kim olduğunu biliyor musun? O rabbani bir İmam, nurla dolu bir vücut, arif ve efendilerin kutbu, pak ailenin oğlu, doğru olanı konuşan, imamet dairesinin merkezi, Peygamber’in iki gülü ve cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’in babasıdır.”

            30- “Allah Teala, Gadir-i Hum vakıasından sonra hiç kimseye bir bahane ve özür yolu bırakmamıştır.”

            31- Hz. Ali’nin imametini Peygamber’in sözleriyle kanıtlamak mümkün müdür? diyen birisine şöyle buyurdular:

            “Hayret! Gadir-i Hum gününü unuttunuz mu? Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: Ali, aranızda kendimden sonra bıraktığım en hayırlı kimsedir; Ali benden sonra İmam ve halifedir. Daha sonra iki oğlum Hasan ve Hüseyin ve Hüseyin’in neslinden olan dokuz kişi en iyi İmamlardır. Onlara uyarsanız, onları hidayetçi ve hidayete ermiş bulursunuz, muhalefet ederseniz kıyamet gününe dek daima aranızda ihtilaf baş gösterir.” O zaman Ali neden sustu ve kendi hakkını almadı? dediğinde de şöyle buyurdular:

            “…Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: İmamın örneği Kabe örneğidir; halk ona gelmelidir, o halka değil.” Sonra şöyle devam ettiler:

            “Allah’a ant olsun ki eğer hakkı ehline bıraksalardı ve Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine uysalardı, Allah konusunda iki kişi bile ihtilafa düşmezdi. Hz. Ali’den İmam Hüseyin’in dokuzuncu evladı olan Hz. Mehdi’ye kadar olan İmamlar biri birinin ardınca onu miras alırlardı. Ama (ne yazık ki) cahil halk Allah’ın geriye attığını öne geçirdiler, Allah’ın öne geçirdiğini geriye attılar. Hatta seçileni inkar ettiler, onu kurutmaya koyuldular! Onlar istek ve görüşlerine uyarak bu çirkin yolu seçtiler. Kahrolsunlar! Acaba Allah Teala’nın şu özünü duymamışlar mıydı? “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer, seçim onlara ait değildir.”(Kasas/68) Evet, onlar bunu duydular fakat onlar Kur’an’ın buyurduğu gibi kimselerdir: “Gerçek şu ki gözler kör olmaz ancak sinelerdeki kalpler körelir.”(Hacc/46) Heyhat, onlar dünyada uzun arzulara kapıldılar, öleceklerini unuttular. Allah onları helak etsin, işlerini boşa çıkarsın. Allah’ım, yücelikten sonra küçülmekten sana sığınırım.”

            32- Hz. Fatıma (a.s), babasından sonra Uhud’da Hz. Hamza’nın kabrinin kenarında matem tuttuğunda “Neden halk sizin ve Ali’nin aleyhinde olup onun kesin olan hakkını gasp ettiler?” dediklerinde şöyle buyurdu:

            “Bunların hepsi Bedir savaşından kalan kinler ve Uhud savaşının intikamlarıdır. Bu kinler münafık kalplerde saklıydı. Ama hedeflerine ulaştıklarında (hükümeti gasp ettiklerinde) kinlerini bize kustular.”

            33- Hz. Resulullah’ın vefatı üzerine Hz. Fatıma şu şiiri okudu:

            Topraklar altında gizlenene de ki, bağırmamı ve feryadımı duyuyor musun?

            Öyle musibetler başıma geldi ki, gündüzün başına gelseydi kararır gece oluverirdi.

            Ben Muhammed’in gölgesinde himaye altında idim,

            Hiçbir zulümden (düşmandan) korkmuyordum, O benim güzelimdi.

            Bu gün zelil ve zulme uğramaktan korkuyorum,

            Bana zulmedeni ridamla defediyorum.

            Kumru gam ve kederden gece bir dala ağlasa,

            Ben sabah vakti ağlarım.

            Senden sonra hüznü munisim kılacağım,

            Sana gözyaşı döküp ağzımı açacağım (onu silah edineceğim).

            Ahmed’in türbesini koklayana ne gam,

            Uzun zaman güzel bir koku koklamasa da.

            34- Hz. Fatıma, Peygamber (s.a.a) defnedildikten sonra perişan bir halde evden çıkıp halsizlikten babasının kabrine zor ulaşabildi. Mihrabı, ezan okunan yeri görünce bağırmasıyla yere düşmesi bir oldu. Kadınlar bu durumu görünce yüzüne su serptiler. Ayıldığında babasının kabrine bakarak şöyle dedi:

            “Babacığım gücüm tükendi, bedenimde hal kalmadı, düşmanım şematet etti, üzüntü beni öldürdü.

            Babacığım! Yalnız, hayran ve tek kaldım. Sesim tutuldu, belim kırıldı, hayatım bunaldı, günlerim karardı.

            Babacığım! Senden sonra yalnızlığım için bir munis, gözyaşımı dindirecek birisi, zaafım için bir yardımcı bulamam. Babacığım! Senden sonra Kur’an’ın hükmedildiği yer, Cebrail ve Mikail’in indikleri mekan yok oldu.

            Babacığım! Senden sonra sebepler (ilişkiler) değişti, kapılar yüzüme kapandı.

            Babacığım! Senden sonra artık dünyadan nefret ediyorum, nefesim tükeninceye dek sana ağlayacağım.

            Babacığım! Sana olan aşkım tükenmek bilmez, sana olan hüznüm sona ermez. Eyvah babacığım! Eyvah Allah’ım!”

            35- Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali’yi biate götürmek için evine saldıranların karşısında durup Hz. Ali’yi savunarak şöyle buyurdular:

            “Ey sapıklar, yalancılar! Ne diyorsunuz, ne istiyorsunuz? Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun? Evime girmek mi istiyorsun? Şeytan hizbinle beni mi korkutuyorsun? Oysaki şeytanın hizbi güçsüzdür. Yazıklar olsun sana! Allah’a ve Peygamber’ine karşı olan bu cesaret nedir? Peygamber’in neslini yeryüzünden yok etmek ve Allah’ın nurunu söndürmek mi istiyorsun? Bil ki, Allah nurunu tamamlayacak ve onu ebedileştirecektir. Ey Ömer! Senin azgınlığın beni evimden dışarı (namahremler önüne) çıkardı; hücceti sana ve diğer her sapığa tamamladı. Ey Hattap oğlu! Allah’a ant olsun ki, günahsızların belaya yakalanmalarından korkmasaydım, Allah’a yemin edip (bedduada bulunup) çabuk icabete eriştiğini görürdün.”

            Dövülüp darbe aldıktan ve Muhsin ismindeki çocuğu karnında öldükten sonra şöyle dediler:

            “Ay babacığım! Yâ Resulullâh! İşte çok sevdiğin kızına böyle davranıyorlar! Ah! Ey Fizze! Gel de beni tut! Allah’a ant olsun ki, karnımdaki yavrum öldürüldü!!!”

            36- “Allah imanı şirkten temizlenmek, namazı kibirden arınmak, zekatı nefsi tezkiye etmek ve rızkı arttırmak, orucu ihlası sabit kılmak, haccı dini güçlendirmek, adaleti kalpleri birbirine bağlamak, itaatimizi dinin düzenini sağlamak, imametimizi tefrika ve dağılmayı önlemek, cihadı İslam’ın izzetini yüceltmek, sabrı hakkın mükafatını elde etmek, iyiliği emretmeyi umumun maslahatını korumak, anne babaya iyiliği Allah’ın gazabını önlemek, sıla-i rahimde bulunmayı müminler topluluğunu arttırmak, kısası, nefisleri/kanları korumak, ahde vefayı mağfirete erişmek, tartıda doğru olmayı kıtlıkla/yoklukla savaşmak, şarabı yasaklamayı kötülüklerden uzak kalmak, iftira ve yakışık olmayan isnatlardan kaçınmayı Allah’ın lanetinden korunmak ve hırsızlık etmemeyi iffetli olmak için bir sebep kılmıştır. Hakeza Allah şirki de hakkın rububiyeti ve kullukta ihlaslı olmak için haram kılmıştır.

            O halde Allah’tan gereği gibi sakının ve sadece Müslümanlar olarak ölün. Allah’a emir ve yasakları hususunda itaat edin: “Şüphesiz ki Allah’tan sadece alim kulları korkar.”

            37- Bir gün Ensar ve Muhacirlerden bir grup kadın, Hz. Fatime’nin ziyaretine gittiler. Ey Resulullah’ın kızı, nasıl sabahladın, durumun nasıldır? diye sorduklarında şöyle buyurdu:

            “Allah’a ant olsun ki, dünyanızı sevmediğim, erkeklerinize darıldığım halde sabahladım. Onları denedikten sonra uzağa attım, sınadıktan sonra onlara sinirlendim. Keskinin körelmesi, ciddiyetten sonra gevşeklik, başı kayaya çalmak, mızrağın (veya kanalın) çatlaması, görüşlerin bozulması, isteklerin sapması ne de kötüdür! “Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne de kötüdür. Allah onlara gazaplandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır.”(Maide/81-82) Çaresizlikten onun (Fedek ve Hilafetin) ipini onlara taktım, onu onlara yükledim, onun baskınını onlara yaptım (diyeceğimi dedim). Zalim kavim hayır görmesin, neticesiz kalsın, rahmetten uzak olsun. Yazıklar olsun onlara! Onu (hilafeti), risalet kökünden (merkezinden) nübüvvet ve delalet temelinden, Ruh’ul Emin’in (Cebrail’in) indiği evden, din ve dünya işlerine alim olanın elinden çıkardılar. “Bilin ki bu, büyük ve açık bir hüsrandır.” Ali’den intikam almalarının sebebi ne idi? Allah’a ant olsun ki, onun kılıcının kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, düşmanları çiğnemesinden, çarpışmasının cezasından (onlara kılıç sallamasından) ve Allah rızası için olan öfkesinden dolayı ondan intikam aldılar. Allah’a ant olsun ki, eğer yoldan çıksaydılar (mani olmasaydılar), Resulullah’ın Ali’ye bıraktığı yulardan (önderlikten) ve onu kabul etmekten vazgeçselerdi ve onu (hilafet devesini) Ali’ye bıraksalardı, bu deve onları doğru yola götürürdü, burunsallığı kimseyi yaralamazdı, yürümesi ağırlaşmazdı, binicisi yorulmazdı, onları hazım ve kanık veren temiz suyun kaynağına götürürdü, yanları suyu bulandırmazdı, onları doyurup geri getirirdi.

            Hz. Ali onlara, gizli ve açık nasihat etti. Hilafete ulaşsaydı zenginlikten çok süslenmezdi (Beyt-ul maldan kendisi için zahire etmezdi), susuzluğunu ve açlığını gidereceği az bir miktar hariç dünya malından bir şey elde etmezdi. O zaman kimin zahit, kimin dünyaya haris olduğu, kimin doğru konuşan, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkmış olacaktı. “Eğer halk inansalardı, korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları şeylerden dolayı cezalandıracağız.”(A’raf/96) “Bunlardan zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir. Ve onlar (Allah’ı) aciz bırakabilecekler de değillerdir.”(Zümer/51)

            38- “Emir-ul Müminin Ali hakkında Allah’ın ve Peygamber’in ahdini bozan, hakkımdan dolayı bana zulmeden, mirasımı gasp eden, babamın bana yazdığı Fedek’in malikiyet senedini yakan, tanıklarımı tekzip eden kimseler bana namaz kılmasınlar. Allah’a ant olsun ki, o tanıklar Cebrail, Mikail, Emir-ul Muminin Ali ve Ümmü Eymen’di. Bize yardım edilmesi gerektiğinde onlar (ashap) evlerine çekildiler. Oysa Emir-ul Müminin Ali beni, Hasan ve Hüseyin’le birlikte gece ve gündüz onların (Muhacir ve Ensarın) evlerine götürüyordu. Allah’ı, Peygamberi onlara hatırlatıyordum; biz Ehl-i Beyt’e zulmetmeyin, Allah’ın bize verdiği hakkı gasp etmeyin diyordum. Gerçi, size yardım edeceğiz diye olumlu cevap veriyorlardı, ama gündüz olunca bize yardım etmekten vazgeçiyorlardı. Nihayet bizim eve saldırdılar, kapımızın önüne çok odun topladılar, o odunları yakarak bizi yakmak istediler… Böyle bir ümmet mi bana namaz kılacak?!!!”

            39- “Ya Ali! Ben öldüğümde sen bana gusül ver, benim kefin defin işlerimi sen üstlen, namazımı sen kıl, beni kabrime koy defnet, kabrimin üzerindeki toprağı dümdüz et, yüzüme taraf başımın yanında otur, çok Kur’an ve dua oku. Çünkü bu anlarda ölü dirilerle üns etmeye muhtaçtır. Ben seni Allah’a ısmarlıyorum ve evlatlarım hakkında güzel davranmayı sana tavsiye ediyorum.”

            40- Hz. Fatime’nin vefatından sonra Hz. Ali (a.s) yazılan vasiyetnameyi çıkarıp okudu. o vasiyetnamede şöyle yazılmıştı:

            “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Bu Resulullah’ ın kızı Fatime’nin vasiyetnamesidir. O, Allah’tan başka bir ilahın olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi oldu-ğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna, kıyamet gününün geleceğine ve onun gelmesinde bir şüphe olmadığına tanıklık ediyor. Ya Ali! Ben Muhammed’in kızı Fatıma’ yım, dünya ve ahrette seninle olmam için Allah beni seninle evlendirdi. Sen başkalarından bana daha layıksın. Bana gusül verme ve beni kefenleme işlerini gece yap, bana gece namaz kıl, beni gece defnet ve hiç kimseye haber verme. Seni Allah’a ısmarlıyorum; kıyamet gününe dek evlatlarımı selamlıyorum.”

            KAYNAKLAR:

            1- Bihar, c.68,s.249. Avalim, c.11,s.623. Nehc’ul- Hayat, s.25.

            2- Şerh-i Nehc’ul- Belağa, c.16,s.211. Nehc’ul- Hayat, s.36.

            3- Yenabi’ul- Mevedde, s.213. Menakıb-i Harezmi, s.47. Zehair’ul- Ukba, s.92. Nehc’ul- Hayat, s.48.

            4- Bihar, c.72,s.401. Avalim, c.11,s.628. Nehc’ul- Hayat, s.26.

            5- Delail’ul- İmamet. Nehc’ul- Hayat, s.157.

            6- Bihar, c.101,s.36. Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.23. Nehc’ul- Hayat, s.160.

            7- Bihar, c.43,s.92. Avalim, c.11,s.223. Mecma’uz- Zevaid, c.9,s.202. Nehc’ul- Hayat, s.164.

            8- Musned-i Ahmed, s.28. Kenz’ul- Ummal, c.16,s.426. Nehc’ul- Hayat, s.312.

            9- Vekayi’ul- Eyyam, c.Siyam, s.295(Hiyabani). Nehc’ul- Hayat, s.271.

            10- Delail’ul- İmamet, s.7. Avalim, c.11,s.626. Nehc’ul- Hayat, s.158.

            11- Nefais’ul- Lübab, c.3,s.124.(el yazılı). Avalim, c.11,s.629. Nehc’ul- Hayat, s.56.

            12- Bihar, c.43,s.82. Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.25. Beyt’ul- Ahzan, s.22. Nehc’ul- Hayat, s.149.

            13- Bihar, c.2,s.3. Mehaccet’ul- Beyza, c.1,s.30. Avalim, c.11,s.621. Nehc’ul- Hayat, s.225.

            14- A’yan’uş- Şia, c.1,s.323.

            15- İhkak’ul- Hak, c.4,s.481. Ğayet’ul- Meram fi Rical’il- Buhari, s.295. Nehc’ul- Hayat, s.35.

            16- Bihar, c.371,s.303. Fezail’ul- Hamse, c.2,s.147. Nehc’ul Hayat, s.!9.

            17- Bihar, c.28,s.303. Sahih-i Muslim, c.2,s.72. Nehc’ul- Hayat, s.22.

            18- Tefsir’ul- Burhan, c.4,s.21. Avalim, c.11,s.620. Leali’l- Ahbar, c.5,s.156. Nehc’ul- Hayat, s.26.

            19- El-İmamet-u ve’s- Siyase, c.1,s.14.

            20- Fatimet’uz- Zehra Behcet-u Kalb’il- Mustafa, c.1,s.304.

            21- Bihar’ul- Envar, c.8,s.310.

            22- Bihar’ul- Envar, c.8,s.309.

            23- İhkak’ul- Hak, c.7,s.308.

            24- Yenabi’ul- Mevedde, s.44.

            25- Müsned-i Fatimet’uz- Zehra, s.215.

            26- A.K. s.227.

            27- A.K. s.235.

            28- Bihar, c.23,s.259. Tefsir’ul- Burhan, c.3,s.245. Nehc’ul- Hayat, s.37.

            29- Riyaheyn’uş- Şeria, c.1,s.93. Nehc’ul- Hayat, s.44.

            30- Bihar, c.43,s.158. Hisal, c.1,s.173. Delail’ul- İmamet, s.38. Nehc’ul- Hayat, s.42.

            31- Bihar, c.36,s.353. Avalim, c.11,s.444. Ğayet’ul- Meram, s.96. Nehc’ul- Hayat, s.38.

            32- Bihar, c.43,s.156. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.2,s.205. Nehc’ul- Hayat, s.46 ve 117.

            33- Avalim, c.11,s.454. Menakıb, c.1,s.242. A’lam’un- Nisa, c.4,s.113. Nehc’ul- Hayat, s.199.

            34- Bihar, c.43,s.176. Avalim, c.11,s.487. Nehc’ul- Hayat, s.71.

            35- Bihar, c.53,s.18. Kafi, c.1,s.460. Avalim, c.11,s.401. Nehc’ul- Hayat, s.137.

            36- Şerh-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.16,s.236. Keşf’ul- Ğumme, c.1,s.492. Müruc’uz- Zeheb, c.2,s.311. Bihar, c.43,s.206. A’lam’un- Nisa, c.4,s.116. Muraciat, s.103. Tezkiret’ul- Havass, s.179. Keşf’ul- Mehacce, s.124. el- İmamet-u ve’s- Siyase, c.2,s.14. el-İsabe, s.61. Usd’ul- Ğabe, c.2,s.522. Tarih-i İbn-i Kesir, c.12,s.441. İkd’ul- Ferid, c.2,s.6. Mizan’ul- İ’tidal, c.2,s.172.

            37- İhticac, c.1,s.108. Emali, c.1,s.384. Delail’ul- İmamet, s.39. Belağet’un- Nisa, s.32. Keşf’ul- Ğumme, c.23,s.147. Şerh-i İbn-i Ebi’l Hadid, c.16,s.233. A’lam’un- Nisa, c.4,s.123. Bihar, c.43,s.158. Avalim, c.11,s.445. İhkak’ul- Hak, c.10,s.306. Nehc’ul- Hayat, s.126.

            38- Bihar, c.43,s.204. Keşf’ul- Ğumme, c.1,s.494. Mecma’un- Nureyn.147. Nehc’ul- Hayat, s.291.

            39- Bihar, c.79,s.27. Beyt’ul- Ahzan, s.176. Nehc’ul- Hayat, s.315.

            40- Bihar, c.43,s.214. A’yan’uş- Şia, c.1,s.321. Avalim, c.11,s.514. Nehc’ul- Hayat, s.320.
            Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

            Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


            İmam Cafer-i Sadık (a.s)

            Yorum


              #7
              Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun


              Mader, dustet darem...
              Anne, seni seviyorum...


              Hz. Zehra (s.a) (Viladet -Farsça Methiye).mp4
              "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
              "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

              Yorum


                #8
                Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

                BİSMİHİ TEALA
                HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
                RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

                Selamun Aleykum kardeşlerim;


                Hz. Fatıma'nın Doğum Günü

                [img alt=hz. fatıma'nın doğum günü]http://img.tebyan.net/big/1386/08/56425575941621091117924415914718324648133.jpg[/img]


                Yüce Allah, Hz. Fatıma'nın tertemiz ve dosdoğru kişiliğinin oluşmasına elverişli ortamı hazırlamıştı. Baba, Resul-i Ekrem (s.a.v), anne de Hatice idi.

                Ebu Basir, İmam Cafer-i Sadık’tan şöyle rivayet eder: "Fatıma, Peygamberimizin (s.a.v) doğumunun (milâdının) kırk beşinci senesinin cemaziyelahir ayının yirminci gününde dünyaya geldi. Mekke'de sekiz yıl, Medine'de ise on yıl kaldı. Babasının ölümünden yetmiş beş gün sonra, hicretin on birinci senesinin cemaziyel-ahir ayının üçüncü gününe denk gelen salı günü vefat etti."


                [img alt=hz. fatıma'nın doğum günü]http://img.tebyan.net/big/1386/08/2352241113913422015122620236198229163166129108.jpg[/img]

                Hz.Fatıma'nın İsimleri

                Sıddıka; çok tasdik eden (Allah'ın selâmı ona olsun). Hz. Fatıma babasının sözlerini tasdik eder, onları davranışlarıyla da doğrulardı. Sözlerini eksiksiz yerine getirirdi. O, es-Sıddıkatu'l-Kübra idi. Torunu İmam Sadık'tan da rivayet edildiği gibi, asırlar onun marifeti ekseninde döndüler.

                Mübareke: Ondan çok hayır kaynaklandığı için bu ismi almıştır.

                Kur'ân onu Kevser diye isimlendirir. Bunun nedeni de Hz. Peygamber'in (s.a.v) soyunun onun aracılığıyla devam etmesidir. Ya da Allah'ın, Resul'üne verdiği çok hayrın en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim Kevser Suresi'nde buna değinilir.

                İbn Abbas, Peygamberimizin (s.a.v) şöyle dediğini rivayet eder: "Kızım Fatıma beşerî bir huridir. Hayız kanı görmez, Allah onu ve sevenlerini ateşten koruduğu için 'Fatıma' adını almıştır."[1]

                Resulullah (s.a.v) bir diğer hadiste de şöyle buyuruyor: "Fatıma, insan hurilerdendir. Cenneti özlediğimde, onu öperdim."[2]

                Enes b. Malik'in annesi şöyle der: "Fatıma, dolunay gibiydi. Ya da bulutların ardından çıkan güneş gibiydi. Kızıla çalan bir beyazlığı vardı. Saçları simsiyahtı. İnsanlar içinde Resulullah'a (s.a.a) en çok benzeyen oydu."[3]

                Her türlü kirden ve pislikten arındığı için, kendisine Tahire lakabı verilmişti. Nitekim Kur'ân-ı Kerim Tathir Ayeti'nde onun her türlü kirden temizlenmiş olduğuna tanıklık etmiştir.

                Hz. Fatıma'nın bir lakabı "Raziye", bir diğeri de "Merziyye"dir. Çünkü o, kendisi için takdir edilen dünyanın acılarına, zorluklarına, musibetlerine ve bunlardan dolayı alacağı sevaba razıydı. Kur'ân-ı Kerim'in "İnsân Suresi"nde haber verdiği gibi, Rabbinin katında razı olunmuş biriydi. Rabbi, onun çabasından razı olmuş ve onu en büyük korkudan emin kılmıştı. O, haklarında "Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar."[4] buyurulanlardan biridir. Rabbinden çok korktuğundan kuşku yoktur; onun hayatı bunun tanığıdır.

                Resulullah (s.a.v) ona "Ümmü Ebîha" yani "Babasının Anası" lakabını takmıştı. Bu, onun değerine, saygınlığına yönelik bir işaretti. Çünkü hiç kimseyi, Peygamberimiz (s.a.v), onu sevdiği kadar sevmiyordu. Hiç kimse Peygamber (s.a.v) yanında onun derecesine ve konumuna yetişememiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), ona, evlâdın annesine yaptığı muamelenin aynısını yapıyordu. Nitekim o da, Hz. Peygamber'e (s.a.v) annenin evlâdına davrandığı gibi davranıyordu. Çünkü Peygamber'i (s.a.v) kucaklıyor, yaralarını sarıyor ve acılarını hafifletiyordu.



                -------------------------------------------------------------

                [1]- Tarih-i Bağdad, 12/331, Hadis no: 6772

                [2]- Tarih-i Hatib el-Bağdadî, 5/87; el-Gadîr, 3/18

                [3]- el-Müstedrek, Hakim, 3/161

                [4]- Mâide, 119

                Allah'a emanet olun...

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

                  BİSMİHİ TEALA
                  HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
                  RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

                  Selamun Aleykum kardeşlerim;


                  İnsan Şeklinde Huri

                  "Dünya ve dünyamalı Muhammed ve Âl-i Muhammed'e yakışmaz...

                  [img alt=69771-2.jpg]http://admin.ehlibeytalimleri.com/Folders/Haber_Ic_Foto/69771-2.jpg[/img]

                  Hz. Fatıma'nın (s.a) geceleri ibadetle geçirdiğini tarihte okumak mümkündür. Ama bu amelin Allah katındaki gerçek değerini, Peygamberden (s.a.a) öğrenmek gerekir. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

                  "Kızım Fatıma (s.a) geçmiş gelecek bütün kadınlardan üstündür. O vücudumun bir parçasıdır, gözümün nuru ve kalbimin meyvesidir. O benim ruhumdur. O insanlardan olan bir huridir. Rabbinin huzurunda ibadete durduğunda yıldızların yer ehli için parladığı gibi, onun nuru da gökteki melekler için parlar ve Allah Teala meleklerine şöyle hitap eder. "Ey melekler, bakın benim cariyem (kulum) Fatıma'ya; o benim huzurumda durmuştur, korkudan titriyor; kalbiyle benim ibadetime yönelmiştir. Sizleri şahit kılıyorum ki, ben onun takipçilerini ateşten koruyacağım." (1)

                  İnsan Şeklinde Bir Huri

                  1- Suyutî, "ed-Dürr-ül Mensur" adlı tefsirinde, "Subhan-ellezi esra bi-abdihi leylen min-el mescid-il haram…" (2) ayetinin tefsir bölümünün sonunda, Tabaranî'den naklen Aişe'nin şöyle dediğini yazıyor:

                  Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Miraca götürüldüğümde beni cennete dahil ettiler ve ben cennet ağaçlarından bir ağacın yanında durdum; öyle bir ağaçtı ki, cennette onun gibi güzel, yaprakları beyaz ve meyvesi hoş olan bir ağaç görmemiştim; onun meyvesinden alıp yedim; bu benim sulbümde nutfeye dönüştü; yeryüzüne döndüğümde Hatice'yle bir araya geldim ve o, Fatıma'ya hamile kaldı. O zamandan beri ne zaman cennet kokusunu arzuluyorsam Fatıma'yı kokluyorum." (3)

                  2- Müstedrek-üs Sahihayn'ın sahibi, kendi senediyle Sa'd İbn-i Malik'ten Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Miraca götürüldüğüm gece, Cebrail (a.s) bir cennet ayvasını bana getirdi; ben onu yedim ve Hatice, Fatıma'ya hamile oldu. Bu yüzden ben cennet kokusuna iştiyak duyduğumda Fatıma'nın boynunu kokluyorum." (4)

                  3- Zehair-ül Ukbâ kitabında İbn-i Abbas'tan şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı çok öperdi. Aişe, Peygambere: "Niçin Fatıma'yı böyle çok öpüyorsun?" dedi. Resulullah (cevabında) şöyle buyurdu: "Miraca götürüldüğüm gece, Cebrail beni cennete götürdü ve bütün meyvelerinden bana ikram etti. Bu meyveler benim sulbümde nutfeye dönüştü ve Hatice, Fatıma'ya hamile oldu. Ben o meyveleri arzu ettiğimde Fatıma'yı öpüyorum, onun kokusu bana cennette yediğim meyveleri hatırlatıyor.”"(5)

                  4- Zehair-ül Ukbâ kitabında Siret-ül Molla'dan naklen Peygamberin (s.a.a) şöyle buyurduğu kaydedilmiştir: "Cebrail cennetten bir elma getirdi, ben onu yedim ve Hatice ile bir araya geldim. O, Fatıma'ya hamile oldu. Bir müddet sonra Hatice bana: “Benim hamlim çok hafiftir ve sen yanımdan ayrıldığında, karnımdaki bebek benimle konuşuyor… dedi." (6)

                  5- Hatib-i Bağdadî, "Tarih-i Bağdad" adlı eserinde Aişe'den şöyle naklediyor: "Ben, Resulullah'a (s.a.a): "Neden Fatıma geldiğinde onu öpüyorsun.?" dedim. Resulullah: “Ey Aişe, ben miraca götürüldüğüm gece, Cebrail beni cennete götürdü ve orada bana bir elma verdi; ben onu yedim; o, benim sulbümde nutfeye dönüştü. Yeryüzüne indiğimde Hatice'yle bir araya geldim. İşte Fatıma o nutfeden dünyaya geldi. O, insan şeklinde olan bir huridir. Cenneti arzu ettiğim vakit, onu öpüyorum." buyurdu. (7)

                  6- Yine Tarih-i Bağdad'da Hatib kendi senediyle İbn-i Abbas'tan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kızım Fatıma, Hz. Adem soyundan bir hurîdir. Onun, Fatıma (kesilmiş, ayrılmış) diye adlandırılması, Allah'ın onu ve dostlarını ateşten kestiği, ayırdığı içindir."[8]

                  Anne Rahmindeyken Konuşma ve İlahi Yardım


                  Zehair-ül Ukbâ kitabının müellifi, Siret-ül Molla'dan naklen, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu yazıyor: "Cebrail, bana cennetten bir elma getirdi; ben onu yedim ve Hatice'yle bir araya geldim. O, Fatıma'ya hamile kaldı. Hatice: "Benim kolay bir hamlim var. Sen benim yanımdan ayrıldığında karnımdaki çocuk benimle konuşuyor" diyordu.

                  Hatice, doğum vakti geldiğinde Kureyş hanımlarına haber gönderdi. Ama onlar kabul etmeyerek: "Muhammed'in hanımı olduğun için senin yanına gelmeyiz." dediler. Bu esnada aniden, güzellik ve nurları vasfedilemeyecek dört hanım Hatice'nin huzuruna geldi; onlardan biri: "Ben senin annen Havva'yım”, diğeri: “Ben Mezahim kızı Asiye'yim”, öbürü: "Ben Musa'nın bacısı Gülsüm'üm", dördüncüsü: "Ben İmran'ın kızı ve İsa'nın annesi Meryem'im” dedi ve sözlerine şunu eklediler: "Kadınların yapması gereken işi üstlenmek ve sana yardım etmek için geldik."

                  Hatice diyor ki: "Böylece Fatıma (s.a) dünyaya geldi ve secde halinde yere düştü; ama parmağını göğe doğru kaldırmıştı." (9)

                  Fatıma Ve Betul Denilmesinin Sebebi


                  İbn-i Abbas'ın Resulullah'tan (s.a.a) şu hadisi nakletmiştir:

                  "Onun Fatıma (kesilmiş), diye adlandırılması Allah'ın onu ve dostlarını ateşten (cehennemden) kestiği, ayırdığı içindir."

                  [color=rgb(255, 0, 0)]Diğer hadisler;[/color]

                  1- Zehâir-ül Ukbâ kitabında nakledildiği üzere Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


                  "Resulullah (s.a.a) Fatıma'ya şöyle buyurdu: "Ey Fatıma, neden Fatıma (kesilmiş, ayrılmış) diye isimlendirildiğini biliyor musun?" Ben (Ali): "Neden Fatıma diye isimlendirilmiş ya Resulullah?" diye sordum. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Çünkü Allah (azze ve celle) kıyamette onu ve onun soyundan gelenleri cehennem ateşinden kesmiş, ayırmıştır."

                  Muhibbuddin Taberî, İmam Ali Rıza'nın (a.s) kendi Müsned'inde bu hadisi şu ibareyle naklettiğini yazıyor: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hakikaten Allah (azze ve celle) kızım Fatıma'yı ve onun evlatlarını ve onları sevenleri ateşten kesmiş, ayırmıştır. Bunun için Fatıma (kesilmiş, ayrılmış) diye isimlendirilmiştir." (10)

                  2- Kenz-ül Ummâl'da bu hadis şöyle nakledilmiştir: "Onun Fatıma diye adlandırılması, Allah'ın onu ve onu sevenleri ateşten uzaklaştırmış olduğu içindir."(11)

                  3- İbn-i Esir, "en-Nihaye” adlı kitabında şöyle yazıyor: "Fatıma, "Betûl" (ayrılan) diye adlandırılmıştır. Çünkü o, kendi zamanının kadınlarından fazilet, din ve soyluluk yönünden ayrılmış (ve seçkinlik kazanmış)tır." (12)

                  Bazıları da dünyadan kopup Allah'a yöneldiği için bu adı aldığını söylemişlerdir.

                  Ubeydet-ül Harevî de "Garibeyn" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Fatıma'nın "Betûl" diye isimlendirilmesi, eşsiz olduğu içindir."

                  4- İbn-i Esir, “Üsd-ül Gabe” adlı kitabında, Hz. Fatıma'nın hayatını anlatırken şöyle yazıyor: "Fatıma'nın künyesi, "Ümmî Ebiha" (babasının annesi) idi." (13)

                  5- İbn-i Abdülbirr, "el-İstiâb" adlı kitabında İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın künyesi, "Ümmî Ebiha" idi." (14)

                  Birçok Yönüyle Hz. Resulullah'a Benzerdi


                  1- Sahih-i Tirmizî, kendi senediyle Resulullah'ın zevcesi Aişe'den şöyle nakletmiştir:

                  "Ben, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma kadar oturup kalkmasında, davranış, tutum ve vakarında Resulullah'a (s.a.a) benzeyen birisini görmedim."

                  Ve yine şöyle demiştir: "Fatıma, Peygamberin (s.a.a) yanına geldiğinde, Peygamber yerinden kalkıp ona doğru gider ve onu öpüp kendi yerinde oturturdu. Peygamber (s.a.a) de onun yanına geldiğinde, Fatıma yerinden kalkar, onu öper ve kendi yerinde oturturdu." (15)

                  2- Hakim, Müstedrek-üs Sahihayn'de kendi senediyle Aişe'nin şöyle dediğini nakleder:


                  "Ben, Fatıma kadar konuşma ve sohbetinde Resulullah'a (s.a.a) benzeyen birisini görmedim. Fatıma, Resulullah'ın bulunduğu yere geldiğinde, Peygamber ona hoş geldin der, (sonra) yerinden kalkıp Fatıma'ya doğru gider; elinden tutup öper ve kendi yerinde oturturdu." (16)

                  Müstedrek-üs Sahihayn'in sahibi şöyle demiştir: "Bu hadis, Buharî ve Müslim'in, sahih hadis için zikrettikleri şartları taşımaktadır."

                  Bu hadisi, Beyhakî de kendi Sünen'inde şu ekle nakletmiştir: "Peygamber de, (s.a.a) Fatıma'nın yanına geldiğinde Fatıma, ona hoş geldin der, yerinden kalkıp babasının elinden tutar ve öperdi."

                  3- İmam Ahmed İbn-i Hanbel de kendi Müsned'inde, Enes İbn-i Malik'in şöyle dediğini nakletmiştir:


                  "Hiç kimse Hasan İbn-i Ali (a.s) ve Fatıma (s.a) kadar Resulullah'a (s.a.a) benzemiyordu." (17)

                  4- Müslim kendi Sahih'inde, Fatıma'nın faziletleri babında, Aişe'nin şöyle dediğini yazıyor:


                  "Peygamberin (s.a.a) hanımlarının hepsi (onun huzurunda) bir araya toplanmış oldukları bir sırada Fatıma geldi. Yürüyüşü Resulullah'ın (s.a.a) yürümesi gibiydi. Resulullah (s.a.a): "Hoş geldin kızım!" dedi ve sonra onu sağ veya sol yanında oturttu…" (18)

                  İbn-i Mace, Ahmed İbn-i Hanbel ve hadis alimlerinden birçokları bu hadisi nakletmişlerdir.

                  5- Muttakî, Kenz-ül Ummâl'da, Aişe'den şöyle nakleder: "Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Fatıma'nın (s.a) saçından çok öperdi." (19)

                  Bu hadisi, İbn-i Asakir de nakletmiştir.

                  6- İbn-i Esir, Üsd-ül Gabe'de İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder: "Peygamber (s.a.a) her seferden döndüğünde, Fatıma'yı (s.a) öperdi." (20)

                  Bu hadisi, Heysemî de Mecma-üz Zevâid'de nakletmiş ve Taberanî'nin de "el-Evsat" adlı eserinde bu hadisi naklederek, râvilerinin hepsinin güvenilir olduklarını kaydettiğini sözlerine eklemiştir. Yine Muhibbiddin Taberî de "Zehâir-ül Ukbâ" adlı kitabında bu hadisi zikrederek, İbn-i Seri'nin de bu hadisi tahriç ettiğini söylemiştir.

                  7- Muhibbuddin Taberî Aişe'den naklen şöyle yazıyor:


                  "Resul-i Ekrem (s.a.a), bir gün Fatıma'nın boğazının altındaki çukurdan öptü." (21)

                  Muhibbuddin Taberî, bu hadisi Harbî'nin de naklettiğini ve Molla'nın da kendi Sire'sinde tahriç ettiğini kaydetmiştir. Sonuncu nakilde şu ek de yer almıştır: "Ben Resulullah'a (s.a.a); "Şimdiye kadar yapmadığın bir işi yaptın" dedim. Resulullah şöyle buyurdu: "Ey Aişe, ben cenneti arzu ettiğimde Fatıma'nın boğazının altındaki çukuru öperim."

                  Babası İle Arasında Olan Sevgi Ve Muhabbet


                  1- Müslim kendi Sahih'inde, İbn-i Mes'ud'un şöyle dediğini naklediyor:

                  "Resulullah (s.a.a) Beytullah'ın (Kâbe'nin) yanında namaz kılıyordu, Ebu Cehil ve dostları da bir kenarda oturmuşlardı. Bir gün önce de orada dişi bir deve kesilmişti. Ebu Cehil; "Sizlerden hanginiz kalkıp bu devenin işkembesini alıp Muhammed'in (s.a.a) boynunun üzerine koyabilirsiniz?" dedi. Onların içerisinden en şaki (kötü) olanı kalkıp onu aldı ve Resulullah (s.a.a) secdeye gittiğinde onu Peygamberin boynunun üzerine koydu. Onlar, birbirlerine bakıp gülüşmeye başladılar. Ben de durup bakıyordum. Eğer gücüm olsaydı, onu Resulullah'ın (s.a.a) üzerinden alırdım. Peygamber (s.a.a) öylece secde halinde durmuş, başını kaldırmıyordu. Bir kişi gidip Fatıma'ya haber verdi. O, küçücük bir kızdı. Hz. Fatıma (s.a) gelip onu bir kenara attı ve sonra o adamlara yönelerek onları ayıplamaya ve kınamaya başladı. Peygamber (s.a.a) namazını bitirince, sesini yükselterek onlara beddua etmeye başladı. Peygamber dua ettiğinde veya Allah'tan bir şey istediğinde dua ve hacetini üç defa tekrarlardı. Şöyle beddua etti: "Allah'ım! Sen Kureyş'i cezalandır!" Bu sözü üç defa tekrarladı. Onlar, Peygamberin sesini işitince gülmeleri kesildi ve kalplerine korku düştü. Sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'ım, Hişam oğlu Ebu Cehil, Rabia oğlu Utbe, Rabia oğlu Şeybe ve Utbe oğlu Velid, Halef oğlu Ümeyye ve Ebu Muit oğlu Ukbe'yi sen cezalandır!" Başka bir isim de söyledi ama ben unutmuşum."

                  İbn-i Mes'ud diyor ki: "Andolsun Muhammed'i (s.a.a) hak peygamber olarak gönderene ki, Bedir savaşında, ismi söylenenlerin hepsinin öldürülerek cesetlerinin kuyuya atıldığına şahit oldum." (22)

                  Bu hadisi, Buhârî de kendi Sahih'inde nakletmiştir. Yine bu hadisi Nesai ve Ahmed de kendi hadis kitaplarında nakletmişlerdir.

                  2- Sahih-i Müslim'de, Ebu Hâzım'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Sehl İbn-i Sa'd, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Uhud savaşında aldığı yara hakkında sorulan bir soruya şöyle cevap verdi: "Resulullah'ın (s.a.a) yüzü yaralanmış, azı dişi kırılmış ve başındaki miğferi ezilmişti. Resulullah'ın kızı Fatıma, (salamullahi aleyha) Peygamberin yüzündeki kanı yıkıyor ve Ali İbn-i Ebu Talib de (a.s) kalkanıyla su döküyordu. Fatıma, (s.a) suyun kanı daha da artırdığını görünce bir hasır parçasını yaktı ve külünü alıp yaranın üzerine sürdü, böylece kan kesildi." (23)

                  Müslim, bu hadisi başka bir senetle de Ebu Hâzım'dan naklediyor. Müslim'in bu nakline göre hadisin başı şöyledir:

                  Sehl İbn-i Sa'd'den Resulullah'ın (s.a.a) yaralanması hakkında sorulunca onun şöyle cevap verdiğini duydum: "Andolsun Allah'a ki, ben, Resulullah'ın (s.a.a) yarasını yıkayanı ve ona su dökeni tanıyorum ve ne ile tedâvi edildiğini biliyorum…"

                  3- Ebu Nuaym, Hilyet-ül Evliyâ'da Ebu Sa'leb el-Haşenî'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.a) her yolculuktan döndüğünde mescitte iki rekât namaz kılmayı severdi. Mescitten çıktıktan sonra, hanımlarının yanına gitmeden önce mutlaka Hz. Fatıma'yı (s.a) görmeye giderdi. Resulullah (s.a.a) yine savaşlardan birinden dönmüştü, mescide gidip iki rekât namaz kıldı, sonra da Hz. Fatıma'yı görmeye gitti. Fatıma (s.a), Resulullah'ı (s.a.a) karşılayarak Peygamberin yüzünü ve gözlerini öpmeye ve ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.a) "Seni ağlatan nedir?" diye sordu. Fatıma (a.s): "Senin renginin sarardığını görüyorum (bu yüzden ağlıyorum)." dedi.

                  Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Fatıma, Allah (azze ve celle) babanı öyle (önemli) bir iş için meb'us etmiştir ki, Allah o iş sebebiyle yeryüzündeki her bir çadır ve kulübeye izzet veya zillet sokar. Bu işin kapsayışı gecenin her tarafı kapsaması gibidir." (24)

                  Kenz-ül Ummâl'da, bu hadisin naklinden sonra şu sözler kaydedilmiştir: "Bu hadisi, Taberanî el-Kebir'de nakletmiştir. Keza; bu hadisi, Heysemî Mecma-üz Zevâid'de nakletmiştir."

                  Heysemî'nin nakline göre hadisin orta kısmı şöyledir: "…Resulullah (s.a.a): "Neden böyle ağlıyorsun?" buyurdu. Fatıma: "Senin bitkin ve yorgun olarak eski bir elbise içinde olduğunu gördüğüm için ağlıyorum." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ağlama! Gerçekten Allah (azze ve celle)…”

                  4- Muhibbuddin Taberî, Zehâir-ül Ukbâ kitabında, Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Biz Resulullah (s.a.a) ile Hendek çukurlarındaydık ki, Fatıma (s.a), Resulullah'a bir parça ekmek getirdi ve ekmeği ona uzattı. Resulullah (s.a.a) "Nedir bu?" diye sorduğunda Fatıma: "Çocuklarım için pişirdiğim ekmeğin bir parçasını sana getirdim." dedi. Resulullah (s.a.a) (onu yiyerek) şöyle buyurdu: "Kızım, bu ekmek üç günden sonra babanın yediği ilk yiyecektir." (25)

                  En Son Vedalaşılan ve İlk Görüşülen

                  1- Ebu Davud, kendi Sahih'inde, Resulullah'ın (s.a.a) hizmetkârı Sevban'dan şöyle naklediyor: "Resulullah (s.a.a) yolculuğa çıktığında, ailesinden en son görüştüğü kimse, Fatıma (s.a) olurdu; yolculuktan döndüğünde de ilk uğradığı kimse, yine Fatıma (s.a) olurdu…" (26)

                  Bu hadisi, Ahmed İbn-i Hanbel de kendi Müsned'inde, keza Beyhakî de kendi Sünen'inde nakletmiştir.

                  2- Zehebî, Müstedrek-üs Sahihayn'in hamişinde basılan "Telhis" adlı kitabında şöyle naklediyor: "Resulullah (s.a.a) savaşçılarla birlikte Medine'den çıkmak istediğinde en son vedalaştığı şahıs, Fatıma (s.a) olurdu; döndüğünde de görüştüğü ilk şahıs, yine o olurdu…" (27)

                  3- Yine Hakim, adı geçen kitapta İbn-i Ömer'den şöyle naklediyor: "Peygamber (s.a.a) yolculuğa çıktığı zaman en son görüştüğü şahıs, Fatıma (s.a) olurdu; yolculuktan döndüğünde de ilk görüştüğü şahıs, yine o olurdu."

                  Hakim bu hadisi başka bir senetle de nakletmiştir ve bu ikinci nakilde şunları da eklemiştir: "Resulullah (s.a.a) ona: "Babam ve annem sana feda olsun!" derdi." (28)

                  4- Yine Hakim mezkur kitabında, Ebu Sa'lebe'den neklediyor ki: "Resulullah (s.a.a) savaş veya yolculuktan döndüğünde, mescide gider ve orada iki rekât namaz kılardı; sonra Fatıma'yı görmeye giderdi ve daha sonra hanımlarının yanına gelirdi." (29)

                  Hakim bu hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiştir.

                  5- İbn-i Hacer, es-Savaik-ul Muhrika'da, Ahmed (İbn-i Hanbel) ve diğerlerinin şu hadisi zikrettiklerini kaydetmiştir (İbn-i Hacer hadisi özetleyerek nakletmiştir): Resulullah (s.a.a) yolculuktan döndüğünde, Hz. Fatıma'yı (s.a) görmeye gider ve uzun süre onun yanında kalırdı. Bir defasında Hz. Fatıma (s.a) iki gümüş bilezik, bir kolye, bir küpe takmış ve kapısına da perde asmıştı. Resulullah (s.a.a) her zamanki gibi onu görmeye geldi; ama yanından ayrıldığında rahatsız olduğu yüzünden belli oluyordu. Gelip minberinin üzerinde oturdu.

                  Fatıma (s.a), süslendiği ve ziynet eşyaları taktığından dolayı Resulullah'ın (s.a.a) rahatsız olduğunu anladı. Bu yüzden onları çıkarıp Allah yolunda harcaması için Resulullah'a gönderdi. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Babası feda olsun ona; (yapması gerekeni) yaptı." Bu sözü üç defa tekrarladı ve buyurdu ki: "Dünya Muhammed ve Âl-i Muhammed'e yakışmaz. Eğer dünyanın Allah yanında bir sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, hiçbir kafire ondan bir yudum su bile içirmezdi." Sonra kalkıp Fatıma'nın (s.a) yanına gitti.

                  İbn-i Hacer demiştir ki: Ahmed İbn-i Hanbel kitabında şunu da eklemiştir: Peygamber (s.a.a) Sevban'a, o ziynet eşyalarını ashabından birilerine vermesini ve Fatıma'ya Yemen kumaşından bir gerdanlık ve fil dişinden yapılmış iki bilezik almasını emretti ve buyurdu ki: "Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir ve ben bunların kendi zevklerini dünya hayatında yaşayıp bitirmelerini istemiyorum." (30)

                  Ev İşlerini Görmesi Ve Fatıma Tesbihi


                  1- Buhârî Hz. Ali'den (a.s) naklediyor ki:

                  Fatıma (s.a) el değirmenini çevirmekten dolayı rahatsız olmuştu. (O sıralarda) Resulullah'ın (s.a.a) yanına bir cariye getirmişlerdi. Hz. Fatıma, Resulullah'ı görmek için evinden çıktı, ama onu bulamadı. Aişe'yi görünce durumu ona anlattı. Resulullah (s.a.a) geldiğinde Aişe, Fatıma'nın geldiğini ona haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) bizim yanımıza geldi. Biz bu sırada yatakta idik; kalkmak istedim, ama o, "Yerinizde durun!" buyurdu. Sonra gelip ikimizin arasında oturdu. Öyle ki ayaklarının soğukluğunu göğsümün üzerinde hissediyordum. Ve buyurdu ki: "İstediğinizden daha hayırlı olan bir şeyi size öğretmemi istemez misiniz? Yatarken 34 defa tekbir getirin (Allah-u Ekber deyin), 33 defa Sübhanellah ve 33 defa da Elhamdulillah söyleyin! Bu sizler için cariyeden daha iyidir." (31)

                  Buhârî, bu hadisi Sahih'inin diğer bir babında da nakletmiştir. Yine bu hadisi, Müslim ve Ebu Davud da kendi Sahih'lerinde nakletmişlerdir.

                  2- Ebu Davud, Ebu-l Verd İbn-i Semame'den nakletmiştir ki, Hz. Ali (a.s) İbn-i A'bed'e şöyle buyurdu:

                  "Acaba kendim ve Resulullah'ın kızı Fatıma ile ilgili sana bir şey anlatayım mı?" Sonra şöyle buyurdu: "Resulullah'ın (s.a.a) en çok sevdiği şahıs Fatıma idi. O benim evimde bulunduğu sırada el değirmenini çevirmekten elleri nasır bağlamıştı. Tulum ile su taşımaktan boynunda iz kalmıştı. Evi sürekli süpürdüğünden elbiseleri tozlanıyor ve ocağın ateşini yakmaktan elbisesi siyahlaşıyordu. O bu işler neticesinde rahatsız olmuştu. (Bu sıralarda) Resulullah'ın (s.a.a) yanına bir köle getirdiklerini duyduk. Fatıma'ya: “Babanın yanına gidip sana bir hizmetçi vermesini istemez misin?" (Fatıma bu iş için Peygamberin bulunduğu yere) gitti, ama Resulullah konuşuyordu; utanıp (sözünü söylemeden) geri döndü.

                  Ertesi gün Resulullah (s.a.a), yanımıza geldi ve Fatıma'nın başı ucunda oturdu. Fatıma babasından utanarak başını yorganın altına soktu. Sonra Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: "Âl-i Muhammed'in, dünkü isteği ne idi?" Fatıma susup bir şey söylemedi.

                  Ben dedim ki: "And olsun Allah'a ben sana söyleyeceğim, ey Allah'ın Resulü! Bu (kızınız), benim evimde el değirmeni çevirmesi yüzünden eli nasır bağlamıştır; tulum ile su taşıması neticesinde boynunda iz kalmıştır; evi süpürmesi elbiselerini tozlandırmıştır; ocak yakması yüzünden elbiseleri siyah olmuştur; biz senin yanına bir köle veya hizmetçi getirdiklerini öğrendik (bu yüzden) ben ona: "babandan sana bir hizmetçi vermesini iste" dedim.

                  Sonra Ebu Davud Resulullah'ın (s.a.a), Hakem'in hadisinde yer aldığı bir şekilde ona cevap verdiğini söylemiştir.

                  Ebu Davud'un, Hakem'in hadisindeki mazmundan maksadı, bizim bu hadisden önce Buhârî ve Müslim'den naklen zikrettiğimiz hadiste geçen cevaptır. Yani Resulullah (s.a.a) cevapta buyurdu ki: "İstediğinizden daha hayırlı olan bir şeyi size öğretmemi istemez misiniz…?" (32)

                  Bu hadisi Ebu Nuaym da "Hilyet-ül Evliyâ" adlı eserinde özetle nakletmiştir.

                  3- Ebu Nuaym, Hilyet-ül Evliyâ kitabında Züheri'den nakletmiştir ki: Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma o kadar el değirmeni ile buğday öğüttü ki, elleri kabararak nasır bağladı ve el değirmeninin izi onun elinde kaldı. (33)

                  4- Ahmed İbn-i Hanbel, Enes İbn-i Malik'den şöyle rivayet etmiştir: Bilal, bir gün sabah namazına geç geldi. Resulullah (s.a.a) ona: "Neden geç kaldın?" diye sordu. O şöyle dedi: Fatıma'nın yanından geçiyordum, onun (el değirmeni ile) buğday öğütmekle meşgul olduğunu ve çocuğunun ağladığını gördüm; ona dedim ki: "Eğer istersen ben el değirmenini çevireyim, sen çocuğu susturmaya bak; veya istersen, ben çocuğu susturayım, sen değirmeni çevir."

                  Hz. Fatıma: "Ben çocuğuma senden daha şefkatliyim…" dedi. Bu yüzden, geç kaldım." Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sen ona merhamet etmişsin, Allah da sana merhamet etsin" (34)

                  5- Kenz-ül Ummâl'da Cabir'den şöyle rivayet edilmiştir:


                  Resulullah (s.a.a) Fatıma'nın deve tüyünden bir abâya bürünüp buğday öğüttüğünü gördü. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: "Ey Fatıma, dünyanın acılarına sabret ki, yarın ahiretin bol nimetlerine kavuşasın." (Bunun üzerine) şu ayet nazil oldu : "Ve elbette yakında Rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, sonunda râzı olacaksın." (35)

                  Kenz-ül Ummâl'ın sahibi şöyle yazmıştır: "İbn-i La'l, İbn-i Murdeveyh, İbn-ün Neccar ve Deylemî de bu hadisi zikretmişlerdir."

                  Keza Suyutî "ed-Dürr-ül Mensur" adlı eserinin Duha suresinin tefsiri bölümünde bu hadisi nakletmiş ve bu hadisi, Asakirî'ninde "Mevâiz" adlı eserinde kaydettiğini bildirmiştir.



                  Kaynaklar

                  (1) - Bihar-ül Envar, c.28, s.37

                  (2) - İsra/1

                  (3) - ed-Dürr-ül Mensur, İsrâ suresinin tefsiri, âyet 1.

                  (4) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.156.

                  (5) - Zehâir-ül Ukbâ, s.36.

                  (6) - Zehâir-ül Ukbâ, s.44.

                  (7) - Tarih-i Bağdâd, c.5, s.87. Zehâir-ül Ukbâ, s.36.

                  [8] - Tarih-i Bağdâd, c.12, s.331. es-Savâik-ul Muhrika, s.96.

                  (9) - Zehâir-ül Ukbâ, s.44

                  (10) - Zehâir-ül Ukbâ, s.26

                  (11) - Kenz-ül Ummâl, c.6, s.219.

                  (12) - en-Nihâye, "Betele" maddesi

                  (13) - Üsd-ül Gâbe, c.5,s.520.

                  (14) - el-İstiâb, c.2, s.752.

                  (15) - Sahih-i Tirmizî, c.2, s.319, hadis no: 3807, Sahih-i Ebi Dâvud, s.223 hadis no: 4540, Müstedrek-üs Sahihayn, c.4, s.172, Edeb-ül Müfred, s.136. Feth-ül Bâri, c.9, s.200.

                  (16) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.154 ve 159. Edeb-ül Müfred, s.141. el-İstiâb, c.2, s.51. Sünen-i Beyhâki, c.7, s.101.

                  (17)- Müsned-i Ahmed, c.3, s.146 hadis no: 12213.

                  (18)- Sahih-i Buhari, hadis no: 3353, Sahih-i Müslim, hadis no: 4486, 4487, 4488, Sahih-i Tirmizi hadis no: 3807, Fezâil-üs Sahabe kitabında Fezail-i Fatıma (a.s) bölümü. Müsned-i Ahmed, c.6, s.282 hadis no: 22343, 24839, 25209. Sahih-i İbn-i Mâce hadis no: 1610, Hz. Peygamberin hastalığıyla ilgili hadisler bölümü.

                  (19) - Kenz-ül Ummâl, c.7, s.111. Feyz-ül Kadir, c.5, s.176.

                  (20) - Üsd-ül Gâbe, c.5, s.512. Mecma-üz Zevâid, c.8, s.42. Zehâir-ül Ukbâ, s.36.

                  (21) - Zehâir-ül Ukbâ, s.36.

                  (22) - Sahih-i Müslim, Cihâd kitabı hadis no: 3349, 3350, 3351. Sahih-i Buhârî, Bab-ül Vudu hadis no: 233, 490, 2717, 2948, 3565 Sünen-i Nesai hadis no: 305, Müsned-i Ahmed, hadis no: 3537, 3766.

                  (23) - Sahih-i Müslim, Cihâd kitabı hadis no: 3345. Sahih-i Buhâri, hadis no: 236, 2688, 2695, 2610, 3767, 4847, 5281, Sünen-i Tirmizi hadis no: 2011, Sünen-i ibn-i Mace hadis no: 3455, 3456, Müsned-i Ahmet hadis no: 21734, 21763.

                  (24) - Hilyet-ül Evliyâ, c.2, s.3. Kenz-ül Ummâl, c.1, s.77. Mecma-üz Zevâid, c.8, s.262.

                  (25) - Zehâir-ül Ukbâ, s.47.

                  (26) - Sahih-i Ebu Dâvud, hadis no: 3680. el-İntifa-u bi'l-Ac bölümü, Müsned-i Ahmed, c.5, s.275 hadis no: 21329. Sünen-i Beyhaki, c.1, s.26.

                  (27) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.1, s.489.

                  (28) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.159.

                  (29) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.155.

                  (30) - es-Savaik-ul Muhrika, s.109.

                  (31) - Sahih-i Buhârî, Bid-ul halk Ve Humus bölümü hadis no: 2881, 3429,4942, 4943, 5843, Sahih-i Tirmizi hadis no: 3330, 3331,. Sahih-i Müslim, Zikir ve Duâ bölümü hadis no: 4906. Sahih-i Ebi Dâvud, c.3, hadis no: 2595, 4403, Müsned-i Ahmed hadis no: 702, 797, 949, 1085, 1166, 1185, 1244, Sünen-i Daremi, et-Tesbih-u İnde-n Nevm bölümü hadis no: 2569.

                  (32) - Sahih-i Ebi Davud, c.3, et-Tesbih-u İnde-n Nevm bölümü, hadis no: 2595, 4403,. Hilyet-ul Evliyâ, c.2, s.41.

                  (33) - Hilyet-ül Evliyâ, c.2, s.41.

                  (34) - Müsned-i Ahmed, c.3, s.150 hadis no: 12066.

                  (35) - Kenz-ül Ummâl, c.6, s,296. ed-Dürr-ül Mensur, Duhâ suresinin tefsiri.


                  Ehlader Araştırma Bölümü
                  Allah'a emanet olun....

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun


                    Sahabe ve düşünürler gözü ile Hz. Fatıma (sa)




                    Lui Masinion: "Hz. İbrahim’in duaları, Hz. Fatıma’dan yayılan 12 nurdan haber veriyor."


                    Fransız şarkiyatçı ve araştırmacı Lui Masinion şöyle diyor: "Hz. İbrahim'in duaları, Hz. Fatıma'dan yayılan 12 nurdan haber veriyor. Hz. Musa'nın Tevrat'ı ise Hz. Muhammed'in (s.a.v) ve bereketli kızı ve İsmail ve İshak gibi iki evladı, yani Hasan ve Hüseyin'in gelişini müjdeliyor. İncil, bereketli bir kızı olan Hz. Muhammed'in (s.a.v) gelişinden haber veriyor."


                    Bu büyük kadın, kısa hayatı boyunca İslam ve Müslümanlar için büyük hayırlara ve bereketlere vesile oldu. Hz. Fatıma'nın (s.a) yaşamı ve siyerini irdelemek, hiç kuşkusuz büyük ibretler ve dersler içerir. Bu bereketlerden, o hazretin siyeri üzerinde düşünmeyi ve mübarek yaşamını örnek almayı ve dindarlık ve takva dersi çıkarmayı gösterebiliriz.


                    İslam peygamberinin (s.a.v) muhterem kızı Hz. Fatıma (s.a), Resulüllah efendimizin (s.a.v) en küçük ve en sevdiği kızıydı ve İslam peygamberinin (s.a.v) pak ve mutahhar soyu kızı Fatıma ile dünyada sürdü.


                    Hz. Fatıma (s.a) nübüvvet ve risalet evinde yetişti. O hazret Kuran-ı Kerim'i Resulüllah'ın (sav) dilinden duydu ve öğrendi ve ruhunu bu semavi kitapla arındırdı ve yaşamını da Kuran-ı Kerim ahkâmına göre düzenledi.


                    Hz. Fatıma (s.a) hiç bir kadının erişemediği faziletlere yetişti ve bu yüzden İslam peygamberi (s.a.v) Hz. Fatıma'yı (s.a) iki âlemde kadınlarının efendisi olarak adlandırdı. Bunun dışında Hz. Fatıma (sa) o dönemin Arap yarımadasında bilinen tüm bilimleri biliyor, öyle ki bazı savaşlarda babasının yaralarını en iyi şekilde tedavi ediyor ve ev işlerinde hiç bir yardım almaksızın bizzat evini yönetiyordu.


                    Hz. Fatıma (s.a) evlatlarını da en iyi şekilde yetiştirdi ve kendisini veya ailesini ilgilendirmeyen işlere karışmazdı. O hazret icap etmediği takdirde asla konuşmaz ve kendisinden soru sorulmadıkça, cevap vermezdi.


                    Hz. Fatıma'nın (s.a) şanı, faziletleri ve erdemleri hakkında birçok rivayet söz konusudur. Hz. Fatıma (s.a) sahabelerin, müslüman ve gayri müslim düşünürlerin gözünde yüce bir konuma ve kişiliğe sahip bir kadındır.


                    Ebu Abdullah Muhammed Bin İsmail Buhari, ehlisünnetin en ünlü kitaplarından biri olan Sahihi Buhari adlı eserinde İslam peygamberinden (s.a.v) şöyle naklediyor: "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır. Kim onu öfkelendirirse, beni öfkelendirmiş olur. Buhari bir başka yerde de şöyle diyor: Fatıma, cennet kadınlarının efendisidir."


                    Ehlisünnet fıkhının önderlerinden Ahmet Bin Hanbel, kesin belgelere istinat ederek Malik Bin Uns'tan naklen şöyle naklediyor: Tam 6 ay boyunca İslam peygamberi (s.a.v) her gün sabah namazına giderken Fatıma'nın evinin önünden geçer ve şöyle buyururdu: Namaz! Namaz! Ey ehli beyt. Ve ardından Ahzab suresinin 33. Ayetini tilavet ederdi: ...

                    "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."


                    İslam peygamberinin (s.a.v) eşi Ayşe'den şöyle nakledilmiştir: "Hiç kimseyi hatta konuşmada Resulüllah'a benzer görmedim. Ne zaman Fatıma babasının huzuruna çıkarsa, Resulüllah ona saygı olarak ayağa kalkar ve elini öper ve ona hoş geldin der ve özel bir yere oturturdu ve ne zaman Resulüllah kızı Fatıma'yı ziyaret gidecek olursa, o da aynı şekilde davranırdı."


                    Tefsiri kebir yazarı Fahr-i Razi, Kevser suresini izah ederken bazı yönlerine temas ediyor. Kendisi bu yönlerden birine temas ederken, Kevser'den maksadın İslam peygamberinin (s.a.v) kızı Hz. Fatıma (s.a) soyundan gelen evlatları olduğunu belirterek şöyle diyor: Bu ayetin nazil oluşunun sebebi İslam peygamberinin (s.a.v) düşmanlarının, peygamberin Ebter, yani evlatsız olduğuna dair düşmanlıklarını bertaraf etmek içindir. Bu ayet şunu demek istiyor ki yüce Allah peygamberine öylesine bereketli bir soy inayet edecektir ki zaman sürecinde hep kalacaktır. Bakın! Şimdiye kadar ehlibeyt hanedanından onca insan katledildi, lakin dünya hala risalet hanedanının evlatları ile dolu. Oysa Emevi hanedanından onca kalabalık nüfusuna karşın, şimdi geride önem arz edecek bir tek kişi bile kalmadı. Fakat Resulüllah'ın evlatlarına bakın! Masum imamlar gibi büyük âlimler ve bilginler, hepsi risalet hanedanının mirasıdır.


                    Hz. Fatıma'nın (s.a) şahsiyeti, dünyada tüm âlim insanların talim ve terbiye ve kişilik örneğidir ve bu şahsiyet, birçok Şii, Sünni, Hristiyan düşünür ve İslam bilgini ve şarkiyatçı tarafından irdelenmiştir. Fransız düşünür Hanry Korban, Hz. Fatıma (s.a) hakkında derin araştırma yapan batı felsefesinin önde gelen düşünürlerinden biridir. Kendisi Hz. Fatıma'nın varlığını, ilahi marifet ve tanımın kemale erme kaynağı olduğunu belirtiyor.


                    Korban, Hz. Fatıma'nın (s.a) mübarek varlığı ilahi zatın tecellisi olduğunu vurguluyor. Arz-i Melekût adlı eserinde Korban şöyle diyor: Hz. Fatıma'nın (s.a) faziletlerini irdelediğimiz vakit, bu varlığın ilahi zatın tecellisi olduğunu söyleyebiliriz. Yaşamının bir bölümünü Hz. Fatıma'nın (s.a) kişiliğini araştırmaya adayan Fransız şarkiyatçı ve araştırmacı Lui Masinion Necran Hristiyanları ile İslam peygamberinin (s.a.v) arasında Medine'de yaşanan mübahale hakkında bir makale yazmış ve içinde çok ilginç noktalara temas etmiştir.

                    Kahire üniversitesi İslam tarihi hocası Dr. Ali İbrahim Hasan da Hz. Fatıma'yı (s.a) şöyle anlatıyor:

                    "Hz. Fatıma'nın (s.a) yaşamı tarihin seçkin bir sayfasını oluşturur. Bu sayfada büyüklük ve azametten çeşitli görüntülere rastlıyoruz, lakin bu azamet azametini tahtından veya servetinden veya eşsiz güzelliğinden kazanan Belkis veya Klopatra'ya, ve bu cesaret erkeklerden oluşan bir orduya hükmetmekten kaynaklanmıyor. Biz öyle bir şahsiyetle karşı karşıyayız ki dünyaya hikmet ve haşmetten bir nur yayan bir kadınla karşı karşıyayız. Öyle bir haşmet ki servetten değil, ruhunun ta derinliklerinden kaynaklanan bir haşmettir."


                    İslam şahsiyetleri hakkında ünlü telifleri bulunan Süleyman Ketani adlı hristiyan yazar ve şair, Fatıma-i Zehra (sa) hakkında kaleme aldığı eserinde şöyle yazıyor: Hz. Fatıma (sa) tarihi belgeler ve rivayetlerin işaret ettiğinden çok daha ötede yüce bir mevkie sahiptir. Hz. Fatıma'yı (s.a) ifade etmek için kendisinin Hz. Muhammed'in (sav) kızı, imam Ali'nin (s.a) eşi ve imam Hasan (s.a) ve imam Hüseyin'in (s.a) validesi ve alemin en seçkin kadını olduğunu söylemek yeter. Eserinin sonunda Hz. Fatıma'ya (s.a) hitap eden Ketani şöyle diyor:

                    "Ey Fatıma! Ey Mustafa'nın kızı! Ey yeri iki omuzu ile sırtlayan en aydın çehre! Sen iki kez yere gülümsedin. Bir kez babanın çehresine, hani ölüm döşeğinde yatarken sana, ona katılacak ilk kişinin sen olduğunu müjdelediği vakit ve ikinci kez, ömrünün son anlarında son nefesini verirken gülümsedin. Sen her zaman sevgi ile yaşadın. Sen her zaman pak ve iffetle yaşadın. Sen iki evlat doğurdun ve yetiştirdin ve onlara bağışlamayı öğrettin. Sen yeri alaylı bir gülümseme ile bıraktın ve ebediyete katıldın. Ey peygamberin kızı! Ey Ali'nin eşi! Ey Hasan ve Hüseyin'in validesi ve ey bütün âlemlerin ve devranların büyük kadını!"


                    Ve son olarak İran İslam Cumhuriyeti kurucusu imam Humeyni (r.a) Hz. Fatıma'nın (s.a) şahsiyeti hakkında şöyle diyor:


                    "Müslüman kadınlar kişisel, sosyal ve ailevi yaşamlarında Hz. Fatıma'yı (s.a) akılcılık, marifet ve akıl bakımından örnek almalı ve ibadet, cihad, arenada bulunma, sosyal kararların alınma sürecinde, ev işlerinde, eşine bakma, salih evlatlar yetiştirme konusunda o hazreti izlemelidir. Zira İslam'ın bu seçkin kadınının yaşamı, Müslüman kadının siyaset arenasına girmek, toplumda aktif rol oynamakla birlikte eğitim, ibadet, eşine bakma, salih evlat yetiştirme gibi alanlarda Hz. Fatıma'yı izlemenin ve İslam peygamberinin (s.a.v) muhterem kızını izlemenin mümkün olduğunu gösteriyor."


                    Hz. Fatıma (s.a) şöyle diyor: "Kim ki has ibadetini yüce Allah'a gönderirse, yüce Allah da ona en üstün maslahatlarını gönderir."
                    Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                    Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                    İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

                      Kevser Suresi Ve Hz. Fatıma (sa)



                      Rıza Üstadî

                      Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:

                      “Rahman, Rahîm Allah'ın adıyla. (Ey Habibim!) Biz sana Kevser'i verdik. Şu hâlde Rabbin için namaz kıl ve (tekbir alırken) ellerini boğazına kadar kaldır. Şüphesiz asıl soyu kesik olan, sana kin duyandır.”

                      Kur'an-ı Kerim, açık ve anlaşılır bir kitap olarak beşerin istifadesine sunulmuştur ki onun ayetleri üzerinde dikkatle düşünsünler, ondan azami derecede faydalansınlar. Kur'an üzerinde ne kadar dikkatlice düşünür ve onu derin bir şekilde mütalâa edersek, yeni yeni bilgilere ulaşırız ve yüzümüze yepyeni kapılar açılır. Burada Hz. Fatıma-ı Zehra'nın bereketli doğum günü münasebetiyle mübarek Kevser suresini ele alıp, Kur'an üzerinde tefekkür ederek nasıl yeni bilgilere ulaşıldığının bir örneğini sunacağız.

                      Bu mübarek sure hakkında çok söz söylenmiştir, ama bizim çabamız, bu surenin tefsirinde yeni bir mesaj sunabilmektir.

                      Asıl bahsimize girmeden önce giriş olarak bir konuya değinmek istiyoruz: Kur'an-ı Kerim'in 114 suresi içerisinde en küçük ve en kısa sure, Kevser suresidir. Çünkü üç ayetten fazla değildir. Kur'anı kerimde üç ayetli olan sureler Asr suresi, Nasr suresi ve Kevser suresidir ve bunlar içerisinde en kısa olanı, Kevser suresidir. Nasr suresi 19 kelimeden, Asr suresi ise 14 kelimeden oluşur, oysa Kevser suresi 10 kelimeden meydana gelmiştir. Harf hesabıyla da Nasr suresi 77 harf, Asr suresi 68 harf ve Kevser suresi 42 harften müteşekkildir.

                      Değinmek istediğimiz konu şudur: Bu sure, bu kadar kısa olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'in bütün ayetleri için geçerli olan genel mucizevî yönünün yanında birkaç ayrı mucizevî yöne de sahiptir ki, bahsimizin arasında onlara işaret edeceğiz.

                      Şimdi asıl bahsimize geçelim: Bu sure, Hz. Fatıma ile ilgilidir. Allah-u Tealâ, Peygamberine şöyle hitap ediyor: “Biz sana Kevser'i verdik.” Yani Zehra'yı verdik.

                      Acaba Hz. Fatıma-ı Zehra'nın adı Kevser midir ki bu sure bu şekilde tefsir ve tercüme ediliyor? Hz. Fatıma'nın isimlerine baktığımızda o isimlerin içinde “Kevser”in zikredilmediğini görüyoruz. Bu yüzden Hz. Fatıma-ı Zehra'nın ismi Kevser olmadığı için bu ayet-i kerimenin anlamı, “Biz sana Zehra'yı verdik.” şeklinde anlaşılmamalıdır.

                      Aynı şekilde bu mübarek sureyle ilgili hadislere baktığımızda bu ayet-i kerimede Kevser'in Hz. Fatıma-ı Zehra olduğuna dair bir hadis bulunmamaktadır.

                      Öyleyse Kevser'in Hz. Fatıma-ı Zehra'nın isimlerinden biri olmadığına ve Hz. Fatıma'nın Kevser olduğuna dair bir hadis bulunmadığına göre, bazı âlimler ve müfessirler, bundan maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğunu nasıl söylemişlerdir?

                      Cevap şudur: Değerli âlimler ve müfessirlerimiz, bu sure üzerinde derin bir teemmül ve tefekkürle, maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğu sonucuna varmışlardır.

                      Biz, “Kevser” kelimesinin lügat manasının daha iyi aydınlanabilmesi için yaklaşık on tane lügat kitabı ve edebî yönü ağırlıklı olan tefsire müracaat ettik.

                      Lisan'ül-Arap adlı sözlükte, “Çok olan her şeye ‘Kevser' denir.” diye geçmektedir.

                      Mishab-ı Feyyumî'de şöyle geçer: “Kevser, sayıca çok olan demektir.”

                      Zemahşerî, Esas'ul-Belâğa adlı eserinde şöyle der: “Kevser, sayısı çok olan şey demektir.”

                      Şey Tusî, et-Tibyan adlı tefsirinde şöyle der: “Kevser, tabiatında çokluk olan şey demektir.”

                      Merhum Şeyh Tabersî, Mecma'ul-Beyan adlı tefsirinde, “Kevser, tabiatında çokluk olan şey demektir.” der. Yani, Şeyh Tusî'nin aynı ibaresini kullanır.

                      Zemahşerî, el-Keşşaf adlı tefsirinde Kevser'i, çokluğu aşırı derecede olan şey şeklinde açıklar.

                      Ebu's-Suud Tefsiri'nde şöyle denir: “Kevser, aşırı derecede çok olan şey demektir.”

                      Bu ibareleri yan yana koyduğumuzda şu neticeye varıyoruz: Kevser, yani oldukça çok olan şey.

                      Öyleyse ayeti lügat manasına göre tercüme edersek, demeliyiz ki: Allah-u Tealâ, Peygamberine şöyle buyuruyor: “Biz sana oldukça çok bir şey verdik.”

                      Kevser, lügatte oldukça çok bir şey manasına geldiğinden müfessirlerimiz demişlerdir ki: Allah-u Tealâ, Peygamberine oldukça çok bir şey verdiğini açıkladığına ve bunu ona verilen büyük bir nimet olarak zikrettiğine göre, o şey kesinlikle şer değildir. Çünkü Allah-u Tealâ'nın, aziz Peygamberine, biz sana oldukça çok bir şey verdik buyurup da bundan şerri kastettiği düşünülemez.

                      Bu yüzden tefsir kitaplarında “Kevser”in, “hayr-ı kesir=çok hayır” veya “bütün hayırlar” ya da “dünya ve ahiret hayrı” anlamına geldiği söylenmiştir.

                      Öyleyse lügat kitapları ve Kur'an'ın edebî yönüne ağırlık veren eski tefsirlere başvurduğumuzda karşımıza şöyle bir anlam çıkıyor: Allah-u Tealâ, Peygamberine buyuruyor ki: “Biz sana hayr-ı kesir verdik, biz sana dünya ve ahiret hayrı verdik, biz sana bütün hayırları verdik.”

                      Daha sonra tefsir kitaplarında, Rasulullah'a verilen bu hayr-ı kesirin, dünya ve ahiret hayrının ve bütün hayırların ne olduğu söz konusu olmuştur.

                      Bazıları, “Maksat, Kur'andır.” demişler, “Çünkü Kur'an, hayır ve bereketin kaynağıdır, Kur'an'da dünya ve ahiret hayrı vardır ve Kur'an bütün hayırları kapsamaktadır.”

                      Bazı müfessirler, “Maksat, nübüvvettir. Çünkü nübüvvet, dünya ve ahiret hayrıdır. Nübüvvet, hayrın tamamıdır. Nübüvvet, hayr-ı kesirdir.” demişlerdir.

                      Bazı tefsirlerde, hayr-ı kesir (çok hayır) olan Kevser'in ne olduğu hususunda yirmi altıya yakın farklı görüş nakledilmiştir.

                      Bazıları, “Maksat, Müslümanların çokluğudur.” demişlerdir.

                      Bazıları, “Maksat, şefaattir.” demişlerdir.

                      Bazı hadislerde, “Kevser, cennette bir nehirdir.” denmiştir.

                      Ancak biz, bazı karinelerden yola çıkarak bu mübarek surede Kevser'den maksadın ya özellikle Hz. Fatıma-ı Zehra ya da Hz. Fatıma-ı Zehra'yı da kapsayan bir mana olduğunu düşünüyoruz.

                      Öyleyse bazı müfessirlerin söyledikleri gibi bu ayet-i kerimede Kevser'den maksat, Kur'an veya nübüvvet değildir. Bilâkis maksat, Hz. Fatıma-ı Zehra'dır. Bir kere daha tekrar edelim ki biz, Kevser'in, Hz. Fatıma'nın ismi olduğunu veya hadislerde bu şekilde tefsir edildiğini söylemiyoruz. Biz diyoruz ki: Bazı büyük âlimler, bu surenin ayetleri üzerinde tedebbür edip iç ve dış karineleri göz önünde bulundurarak şu neticeye varmışlardır ki Kevser'den maksat, Hz. Fatıma-ı Zehra ya da Hz. Fatıma-ı Zehra'yı da kapsayan bir manadır.

                      Şöyle ki: Hicrî sekizinci yüzyılda yazılmış çok değerli tefsirlerden olan Tefsir-i Nişaburî'de şöyle deniyor:

                      “İbn-i Abbas, Mukatil ve Kelbî gibi bütün müfessirler şöyle demişlerdir: As b. Vail ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kısmı diyorlardı ki: ‘Muhammed ebterdir, soyu kesiktir. Ölümünden sonra yerine geçecek bir oğlu yoktur. O öldükten sonra ismi zikri unutulacaktır ve biz böylece ondan kurtulmuş olacağız.' Onlar bu sözü söylediklerinde Peygamber'in Hatice'den olan oğlu Abdullah ölmüştü. Bu sözler üzerine Allah-u Tealâ, bu sureyi indirerek onlara, Muhammed'in (s.a.a) soyunun kıyamete kadar devam edeceğini ve İslâm dinin sürekli yükseliş ve artışta, küfrün ise sürekli yenilgi ve çöküşte olacağını bildirdi.”

                      Bu olay öncesinde Allah Resulü'nün Kasım ve Abdullah isimlerinde iki oğlu vardı. (Bu iki çocuk başka isimlerle de çağrılıyorlardı. Dolayısıyla da eğer başka isimler duyarsanız, bunların farklı kişiler olduklarını zannetmeyin. Daha sonra Allah-u Tealâ ona İbrahim adında bir oğul daha verdi. Allah Resulü'nün çocukları için duyduğumuz çeşitli isimler, bu üç oğluna aittir.) Biset ve risaletin başlangıcında Allah Resulü'nün Kasım ve Abdullah isimli bu iki oğlu vefat etti. As b. Vail adında bir şahıs Peygamber'le karşılaştı ve biraz onunla sohbet ettikten sonra Kureyş büyüklerinin yanına geldi. Mescid-i Haram'da oturan Kureyş büyükleri ona, kiminle sohbet ettiğini sordular? O cevaben, “Bu ebter, yani soyu kesik şahısla.” dedi. Çünkü iki oğlu da vefat etmişti ve onun yerini alacak oğlu kalmamıştı. Maksadı şuydu: Peygamber vefat ettiğinde ardında bir oğlu olmadığı için birincisi; onun nesli kesilecektir. İkincisi; dünyadan gittiğinde adı ve şanı da unutulacak ve azametle anılmayacaktır. Üçüncüsü; dini ortadan kalkacaktır. Dördüncüsü; biz baki kalacağız.

                      Bu sırada Kevser suresi nazil oldu. Yani bu mübarek surenin nüzul sebebi, müşriklerin ileri sürdüğü bu dört iddiadır.

                      İlk iddia: Peygamber vefat ettiğinde oğlu olmadığı için nesli kesilecektir.

                      İkinci iddia: Oğlu olmadığı için adı tarih sahnesinden silinecek ve azametle anılmayacaktır.

                      Üçüncü iddia: Vefat ettiğinde yerine geçecek kimse olmadığından dini ortadan kalkacaktır.

                      Dördüncü iddia: Resulullah'ın düşmanları olan bizler baki kalacağız.

                      Tefsir-i Nişaburî'de deniyor ki: “Bu sohbetler Resulullah'ın düşmanları tarafından konu edildiği zaman Allah-u Tealâ bu sureyi nazil etti.”

                      Öyleyse bu sure o dört iddiaya cevap olarak indirilmiştir. Bu nedenle bu sureyi öyle bir şekilde açıklamalıyız ki o dört iddiaya cevap olabilsin. Her kim bu sureyi o dört iddiayla irtibatlandırmadan tefsir ederse, sure üzerinde yeterince teemmül etmemiştir.

                      Bazı müfessirler, Kevser'den maksadın Kur'an olduğunu söylemişlerdi. Ancak, acaba Allah-u Tealâ'nın Peygamberine Kur'an'ı indirmesi, o dört iddiaya cevap olabilir miydi? Çünkü onların bir iddiası da, Peygamber'in soyunun kesilecek olmasıydı. Acaba Peygamber'e Kur'an'ın verilmesi, Peygamber'in neslinin kesilmemesini sağlıyor muydu? Öyleyse bu söz doğru değildir.

                      Bazı müfessirler, maksadın nübüvvet olduğunu söylemişlerdi. Acaba nübüvvetin verilmesi, Peygamber neslinin devamını sağlar mıydı? Öyleyse bu ihtimal de doğru değildir.

                      Bazıları da, Kevser'den maksadın neslin çokluğu olduğunu söylemişlerdir. Fakat onlar diyorlardı ki: Resulullah vefat ettiğinde nesli kesilecek ve dini de ortadan kalkacaktır. Öyleyse ayetin manası, “Senin neslin de baki kalacak, dinin de.” şeklinde olmalıdır ki onlara cevap olabilsin. Eğer maksat, sadece neslin çokluğu olsaydı, bu da yeterli cevap olmazdı. Çünkü neslin çokluğu, dinin baki kalmasına neden olmaz.

                      Ama Kevser'den maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğunu söylersek, o zaman söz konusu her dört iddianın da cevabı verilmiş olur.

                      Onların diyorlardı ki: Resulullah'ın gitmesiyle, Peygamber'in nesli kesilecektir.

                      Kur'an diyor ki: Allah, Peygamber'e Fatıma'yı verdi ve Fatıma vasıtasıyla Peygamber'in nesli kıyamete kadar baki kalacaktır.

                      Onlar diyorlardı ki: Peygamber'in gitmesiyle adı da ortadan kalkacaktır.

                      Kur'an diyor ki: Allah, Peygamberine Fatıma'yı verdi ve Fatıma'nın evlâtları vasıtasıyla Peygamber'in adı ve yâdı her zaman baki kalacaktır. (Fatıma'nın evlâdı İmam Hüseyin (a.s) şehadetiyle, İmam Sadık (a.s) ise ilim ve öğretilerini neşretmekle Peygamber'in adının ortadan kalkmasına izin vermeyeceklerdir.)

                      Onlar diyorlar ki: Peygaber'in gitmesiyle onun dini ortadan kalkmış olacaktır.

                      Kur'an diyor ki: Allah, Peygamber'e Fatıma'yı verdi ki, onun ve evlâtlarının vasıtası ile Peygamber'in dini her zaman için baki kalsın. Yani Fatıma (s.a) ve onun evlâtları Resulullah'ın dininin ortadan kalkmasına izin vermeyeceklerdir.

                      Peygamber'in vefatından sonra meydana gelen olaylarda Hz. Fatıma'nın fedakârlıkları Resulullah'ın dininin baki kalmasına sebep olmuştur. Daha sonra da Hz. Hüseyin'in şehadeti ve diğer imamların zahmetleri, aynı fonksiyonu üstlenmiştir. Öyleyse bu sure üzerinde tefekkürle şu neticeye varıyoruz: O keveser, o hayr-ı kesir, o dünya ve ahiret hayrı ve Allah'ın Peygamber'e verdiği o bütün hayırlar Fatıma'dır.

                      Fatıma (s.a) hayrın merkezidir. Fatıma'nın isimlerinden biri de Mübareke'dir. Biliyoruz ki Allah-u Tealâ ve Resulullah'ın Fatıma, Ali ve diğer hidayet imamlarına verdikleri isimlerin hepsinin bir vech-i tesmiyesi, bir sebebi ve hikmeti vardır. Hadis kaynaklarımızda Fatıma'nın neden Fatıma diye isimlendirildiği açıklanmıştır. Örneğin bir hadiste, Fatıma'nın Fatıma diye adlandırılmış olması, “insanların onun hakikati ve künhünü tanımaktan kesilmiş (âciz) oldukları” şeklinde gerekçelendirilmiştir.

                      Evet, beşer Fatıma'yı tanıyamaz. Beşeriyet Fatıma'yı tam anlamıyla tanımaktan kesilmiştir. Fatıma lafzının kökü olan “fatm” kelimesi, lügatte kesmek ve ayırmak anlamına gelmektedir. Örneğin, çocuğu sütten kesmek için bu kelime kullanılır.

                      Bir başka hadiste İmam Sadık şöyle buyuruyor: “Fatıma, bütünüyle şerden ayrıldığı için ona bu ad verilmiştir.”

                      Bazı hadislerde Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yüce Allah, kızım Fatıma'yı ve onun dostlarını cehennemden ayırdığı ve necat ehli oldukları için ona Fatıma adı verilmiştir.”

                      Buna göre, Fatıma'ya “Mübareke” isminin verilmiş olması da, mutlaka bu büyük hatunun bereket ve hayrın merkezi olmasından dolayıdır. Hayr-ı kesir, çok hayır anlamında olan “Kevser” de, ifade ettiği mana itibariyle “Mübareke” ismiyle tam bir uyum içerisindedir.

                      Buraya kadar, Tefsir-i Nişaburî'de sahabe ve tabiînden olan müfessirlerden aktarılan nüzul sebebinin de yardımıyla şu neticeye varıyoruz: Kevser'den maksat, Fatıma-ı Zehra'dır.

                      Bir başka karine de şudur: Hz. Fatıma'nın velâdetinden önce Resulullah'ın (s.a.a) düşmanları, Resulullah'ın vefat etmesiyle hükümetin onların eline geçeceğini ve İslâm'ın ortadan kalkacağını zannediyorlardı. Ama Hz. Fatıma'nın mübarek velâdetiyle İslâm düşmanlarının sevinci kursaklarında kaldı. Ayrıca Hz. Fatıma'nın velâdet tarihiyle Kevser suresinin nüzul tarihi de aynıdır. Bu da bize şunu gösteriyor: Hayır ve bereketin kaynağı olan Hz. Fatıma'nın bereketli doğumundan sonra Allah-u Tealâ, Resulüne diyor ki: “Biz sana Kevser'i verdik.” Yani, biz sana Fatıma'yı verdik.

                      Böylece şu neticeye varıyoruz: Tefsir-i Nişaburî'de, keza diğer tefsir kaynaklarında nakledilen nüzul sebebi karinesi, nüzul tarihi karinesi ve diğer bazı karinelerden hareketle, bu surenin tefsiriyle ilgili olarak ortaya atılan görüşler arasında Kevser'den maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğu görüşünün sahih olduğu anlaşılıyor.

                      Dikkat ederseniz, bu ayet, bu sure ve mevcut karineler üzerinde iyice tedebbür ve tefekkür edilmesi sonucunda, daha önce eski müfessirlerin değinmemiş olduğu yeni bir mana ortaya çıkmıştır.

                      Eski tefsirlerde, Kevser'in manasına ilişkin olarak çeşitli ihtimaller verilmiştir ki bunlardan biri de, nesil ve zürriyetin çokluğudur. Ancak Kevser'den özellikle Hz. Fatıma'nın kastedilmiş olduğu söylenmemiştir. Fakat son dönem âlimlerinden bazıları, derin düşünce ve tefekkürlerinin neticesinde bu güzel, değerli ve cazip istifadeyi etmişlerdir.
                      Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                      Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                      İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Hz. Fatıma'nın s.a Viladeti ve Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

                        Tüm Müslüman ve Hürriyet aşığı kadınların Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun...


                        Fatıma s.a'ya onun babasına eşine ve evlatlarına, o tertemiz aileye selam olsun. Düşmanlarına lanet olsun...

                        Yorum

                        YUKARI ÇIK
                        Çalışıyor...
                        X