İmam ve Oğlu.
İmam Hüseyin'le (a.s) Aliekber arasındaki ilişki, basit bir baba oğul ilişkisinden ibaret değildi asla. Bambaşka bir ilişki vardı bu baba-oğul arasında.
Çoğuna göre uzun denilebilecek ömrüm boyunca, hiçbir babayla evlâdı arasında bunca derin bir duygu, sevgi, şefkat, itaat ve bunca yakınlık ve ünsiyet görmedim ben.
O ikisi arasında gördüğüm bu istisna alâkaya, öteden beri hayran olmuşumdur.
Hatta bazen bunun bir baba-oğul ilişkisi değil de, pek maharetli bir bahçıvanla pek nadir bir çiçeğin ilişkisi olduğunu düşünmüşümdür.
İki aşığın ilişkisi...
İki vurgunun, iki tutkunun...
Mumla pervanenin...
Biri diğersiz edemeyen kırk yıllık iki kalender can dostunun...
Evet, kesinlikle basit bir baba-oğul ilişkisi değildi bu.
Yekdiğeri uğruna her an can vermeye hazır iki fedainin...
İmamla me'mumun...
Muradla müridin...
Aşıkla maşukun...
Sevenle sevilenin...
Güneşle gündüzün ilişkisi tıpkı.
İmam Hüseyin'in (a.s) kimi zaman ona bakışını ha-tırlıyorum da... Boyuna, bosuna, yürüyüşüne, davranışlarına, hatta gözkapaklarının hareketlerine bile öylesine tutkunca bakardı ki, yıllardır sevgilisinin özlemiyle tutuşmuş bir aşığın vuslat demi sanırdın...
Ve Aliekber... Hem tutkunun, hem tutulmuşluğun en bâriz timsali.
Kalpten kalbe yol vardır derler; ama onunla İmamın kalbi arasında yol bulamazsın. Mesafe olmayınca, yol mu kalır?
Aşura öncesiydi.
İmam atının üzerinde, bir an gözlerini yumduktan sonra; "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn! Elhamd-u lillahi Rabb-il âlemîn!" diyerek gözlerini açtı.
— Hepimiz Allah'tanız ve sonunda herkesin dönüşü O'na olacaktır. Hamt, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Bu sırada onun yanı başında, sırtımda oturmuş hâlde duran Aliekber tedirginlikle sordu:
— Babacığım, uğrunuza canım feda! Ne oldu da birdenbire bu ayet-i kerimeyi okuyup, sonra da Allah'a hamdettiniz?
İmam (a.s), sevinçle ışıldayan bakışlarını oğlu Ali-ekber'e dikti ve dedi:
— Eyerin üzerinde bir an uykuya dalıvermişim. Bir atlının bizim ölüm haberimizi getirdiğini gördüm. "Bu kavim gidici! Ölüm onların ardı sıra yürümekte!" diye bağırıyordu. Bunun, şahadet müjdemiz olduğunu anladım!
Ali'n, o kara kirpiklerini aşağı indirdi, bakışlarıyla babasının eline bir buse kondurarak dedi:
— Babacığım! Biz hak üzere değil miyiz?
— Elbette yavrum! Canımı elinde tutan ve bütün dönüşlerin kendisine olduğu Rabbime yemin ederim ki, biz hak yoldayız; hak üzereyiz ve esasen hakkın özü biziz!
— Ölmekten korkmamız için hiçbir sebep yok o zaman!
Baba, oğlunun bu kararlı sözlerine gülümseyiverdi memnuniyetle. Daha da öte hatta; İmamın (a.s) ruhunun gülümsediğini hissettim o sırada.
Zülcenah'ı bana yaklaştırarak elini Ali'nin omzuna koydu ve dedi:
— Allah senden razı olsun Ali'm! Rabbim de bilir ya, ben senden pek razıyım. Yüce Allah, babandan taraf en iyi mükâfatla mükâfatlandırsın seni yavrum!
Ah! Sakin ol Leyla! Yine çizmeyi aştım, biliyorum.
Ama sen böyle ağlayınca, anlatamıyorum işte.
Ne diyordum? Ha evet, baba-oğul ilişkisiydi işte bu! Ama o ikisi arasındaki deryalarca tutkunun bir köşesiydi bu sadece.
Var edilmişler silsilesinin en uç zirvesinde duran ve zirvelerde nazlı nazlı süzülen yavrusunu kıvançla izleyen baba...
Ah! Ağlama Leyla! Ağlayacağın çok şey var daha...
Ben mi? Benim gözyaşlarım elimde değil ki...
İmam Hüseyin'le (a.s) Aliekber arasındaki ilişki, basit bir baba oğul ilişkisinden ibaret değildi asla. Bambaşka bir ilişki vardı bu baba-oğul arasında.
Çoğuna göre uzun denilebilecek ömrüm boyunca, hiçbir babayla evlâdı arasında bunca derin bir duygu, sevgi, şefkat, itaat ve bunca yakınlık ve ünsiyet görmedim ben.
O ikisi arasında gördüğüm bu istisna alâkaya, öteden beri hayran olmuşumdur.
Hatta bazen bunun bir baba-oğul ilişkisi değil de, pek maharetli bir bahçıvanla pek nadir bir çiçeğin ilişkisi olduğunu düşünmüşümdür.
İki aşığın ilişkisi...
İki vurgunun, iki tutkunun...
Mumla pervanenin...
Biri diğersiz edemeyen kırk yıllık iki kalender can dostunun...
Evet, kesinlikle basit bir baba-oğul ilişkisi değildi bu.
Yekdiğeri uğruna her an can vermeye hazır iki fedainin...
İmamla me'mumun...
Muradla müridin...
Aşıkla maşukun...
Sevenle sevilenin...
Güneşle gündüzün ilişkisi tıpkı.
İmam Hüseyin'in (a.s) kimi zaman ona bakışını ha-tırlıyorum da... Boyuna, bosuna, yürüyüşüne, davranışlarına, hatta gözkapaklarının hareketlerine bile öylesine tutkunca bakardı ki, yıllardır sevgilisinin özlemiyle tutuşmuş bir aşığın vuslat demi sanırdın...
Ve Aliekber... Hem tutkunun, hem tutulmuşluğun en bâriz timsali.
Kalpten kalbe yol vardır derler; ama onunla İmamın kalbi arasında yol bulamazsın. Mesafe olmayınca, yol mu kalır?
Aşura öncesiydi.
İmam atının üzerinde, bir an gözlerini yumduktan sonra; "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn! Elhamd-u lillahi Rabb-il âlemîn!" diyerek gözlerini açtı.
— Hepimiz Allah'tanız ve sonunda herkesin dönüşü O'na olacaktır. Hamt, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Bu sırada onun yanı başında, sırtımda oturmuş hâlde duran Aliekber tedirginlikle sordu:
— Babacığım, uğrunuza canım feda! Ne oldu da birdenbire bu ayet-i kerimeyi okuyup, sonra da Allah'a hamdettiniz?
İmam (a.s), sevinçle ışıldayan bakışlarını oğlu Ali-ekber'e dikti ve dedi:
— Eyerin üzerinde bir an uykuya dalıvermişim. Bir atlının bizim ölüm haberimizi getirdiğini gördüm. "Bu kavim gidici! Ölüm onların ardı sıra yürümekte!" diye bağırıyordu. Bunun, şahadet müjdemiz olduğunu anladım!
Ali'n, o kara kirpiklerini aşağı indirdi, bakışlarıyla babasının eline bir buse kondurarak dedi:
— Babacığım! Biz hak üzere değil miyiz?
— Elbette yavrum! Canımı elinde tutan ve bütün dönüşlerin kendisine olduğu Rabbime yemin ederim ki, biz hak yoldayız; hak üzereyiz ve esasen hakkın özü biziz!
— Ölmekten korkmamız için hiçbir sebep yok o zaman!
Baba, oğlunun bu kararlı sözlerine gülümseyiverdi memnuniyetle. Daha da öte hatta; İmamın (a.s) ruhunun gülümsediğini hissettim o sırada.
Zülcenah'ı bana yaklaştırarak elini Ali'nin omzuna koydu ve dedi:
— Allah senden razı olsun Ali'm! Rabbim de bilir ya, ben senden pek razıyım. Yüce Allah, babandan taraf en iyi mükâfatla mükâfatlandırsın seni yavrum!
Ah! Sakin ol Leyla! Yine çizmeyi aştım, biliyorum.
Ama sen böyle ağlayınca, anlatamıyorum işte.
Ne diyordum? Ha evet, baba-oğul ilişkisiydi işte bu! Ama o ikisi arasındaki deryalarca tutkunun bir köşesiydi bu sadece.
Var edilmişler silsilesinin en uç zirvesinde duran ve zirvelerde nazlı nazlı süzülen yavrusunu kıvançla izleyen baba...
Ah! Ağlama Leyla! Ağlayacağın çok şey var daha...
Ben mi? Benim gözyaşlarım elimde değil ki...
Yorum