Ynt: EHL-İ BEYT SEVGİSİ VE NEDEN EHLİBEYT
Tarih kitapları incelendiğinde, o dönemlerde Ehli Sünnet mezheplerinin zamanın hükümetleri tarafından yaygınlaştığını görmek mümkündür. İşte bu sebepten dolayı Ehli Sünnet mezhebine uyanların sayısı çok olmuştur. Zira insanlar padişahlarının, yöneticilerinin ve hâkimlerinin dinindedirler.
İslam dini içerisinde birçok fırka ve mezhep ortaya çıkmıştır. Ama zamanın hükümeti onları tasdik etmeyip, onaylamadığı için onlar zamanla kaybolup gitmişlerdir. Örneğin, Ovzai mezhebi, Hasan-ı Basrinin mezhebi, Ebu Uyeyne’nin mezhebi, Süfyan-ı Sevrinin mezhebi, İbni Ebi Davud’un mezhebi, Leys b. Sadın mezhebi ve diğerleri... Tamamen kaybolup gitmişlerdir. Mesala, Malik b. Enesin dostu Leys b. Sad ondan daha âlim ve daha fakihdi. Nitekim Şafii de bu şekilde söylemiştir. (Menakibi Şafii, c.1, s.524) Ama onun fıkhı diğer mezhep fıkıhlarının arasına karışarak kaybolmuş ve mezhebi ortadan kaybolup gitmiştir. Ahmet b. Hanbel şöyle diyor; İbni ebi Züeyb Malik b. Enes’den daha âlimdi. Ama Malik b. Enes şahsiyetleri daha iyi araştırıp, inceliyordu.( Tezkiretul Hifaz, c.1, s.224)
Tarihe baktığımızda Maliki mezhebinin imamı, İmam Malik’in hükümet hâkimiyetini ellerinde bulunduran insanlara yakın, onlarla uyum içerisinde olduğu ve onların yanında hareket ettiği görülür. İşte bu sebepten dolayı etkinlik ve şöhret kazanmıştır. Onun mezhebi baskı ve maddiyatla yaygınlaşmıştır. Özellikle, Endülüs’te onun öğrencisi Yahya b. Yahya birçok gayretler ile Endülüs amirine yaklaşarak onunla dost olmuş ve neticede hâkim, gazileri seçme görevini ona vermiştir. Oda sadece Maliki olan dostlarını bu göreve getirmiştir.
Aynı şekilde, daha öncede belirttiğimiz gibi Ebu Hanifenin mezhebi de Maliki mezhebi gibi Ebu Hanifenin ölümünden sonra onun iki öğrencisinin Harun-u Reşide yaklaşarak, yayılmasına vesile olmuştur. İşte Ebu Hanife bu şekilde en büyük fıkıh adamı ve onun mezhebi de en büyük fıkıh mezhebi olmuştur. Oysa onun zamanındaki âlimler onu tekfir ediyor ve dinsiz olduğunu söylüyorlardı. Ahmed b. Hanbel ve Ebul Hasan Eş’ari’de böyle yapmışlardır.
Şafii mezhebi de yok olmağa yüz tutmuşken, aniden canlanarak kudret bulmuştur. Çünkü devlet gücü onun himayesine gelmiş ve canlanmasına sebep olmuştur. Mısır tamamen Fatımi Şiası iken Selahud-din Eyyubi’nin zamanında Şafii olmuştur. Çünkü o Şiaları takibe, baskıya alıyor ve onları bir hayvan gibi boğazlıyordu.
Hanbelî mezhebi de, eğer Mutesim zamanında Abbasi devletinin himayetleri olmasaydı oda tanınmamış olur ve unutulup giderdi.
Hiç şüphesiz bu mezheplerin kökleşerek yaygınlaşmasında ve şöhret bulmasında en büyük rolü hükümetler oynamışlardır. Ve yine bu hükümetlerin başında bulunan amir ve hâkimlerin tamamı Ehlibeyt düşmanı idiler. Zira Ehlibeyt onların korkulu rüyası haline gelmişti. Çünkü onların tasavvuruna göre Ehlibeyt imamlarının varlığı onlar için en büyük engel ve tehlike teşkil ediyordu. İşte bunun için daima halkı Ehlibeytten ve Ehlibeyti de halktan uzak tutmaya çalışıyorlardı. Ehlibeyti kabullenip onlara tabi olanlara eziyetler ediyorlardı.
Hiç şüphesiz bu amirler ve yöneticiler bazı yağcı âlimleri kendi hükümetleri ile uyum sağlayan fetvalar vermeleri için iş başına getirdiler. Zira halk daima şer’i hükümlerin ve dini meselelerin halline muhtaçtı.
İşte bu sebeplerden dolayı, bütün dönemlerde, dini meselelerden ve şer’i hükümlerden haberdar olmayan amirler ve yöneticiler fetva vermeleri için kendileri ile uyum sağlayan âlimleri yanlarına alıyor ve bu vesile ile halka din ve siyasetin ayrı şeyler olduğunun imajını veriyorlardı. Halife hüküm süren siyaset adamıydı ve fakih ise din adamıydı.
Böyle bir durumda, fetva makamında olan din adamı da siyaset makamında olan siyasetçinin menfaatinin zıddına ve onun zararına fetva vermezdi. Zaten böyle bir verecek olsa bile, bu tür bir şâhısı fetva makamına getirmezlerdi. Neticede fetva makamında olan fakih devlet siyaseti ve onun ideolojisinin icra olunması ile zerre kadar muhalefet etmiyordu. İşte bu sebeplerden dolayı Ehlibeyt imamlarının neden siyaset meydanından bir kenara bırakıldıklarını rahatlıkla anlamak mümkündür. Tarih boyunca onlardan bir tanesinin dahi hüküm makamına veya fetva makamına atandığı görülmemiştir.
Oysa tarihi gerçeklere ve ilmi hakikatlere göre o dönemlerde İmam Cafer Sadık (a.s) fetva makamına atananlardan ve bütün mezhep imamlarından daha üstün, daha âlim ve daha fakihti. Ve bunların tamamıda bu hakikati itiraf etmişlerdir. Ama ne yazık ki siyaset bazılarını ön plana çıkarıp yüceltebiliyor ve bazılarını da arka plana atarak unutulmalarını sağlayabiliyor.
Tarihi gerçeklere göre Ehli Sünnet ve cemaatin dört mezhebini tehditler ve birilerinin cebini doldurmalar ile kökleştirip yayan siyaset gücü olmuştur. Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler Esad Haydarın “El- İmam Sadık vel mezahib-ul Erbaa” adlı eserine bakabilirler.
Mısırlı Ahmed Emin “Zühr-ul İslam” adlı eserinde şöyle diyor; Ehli Sünnetin mezheplerinin takviyesinde devletlerin çok büyük rolü olmuştur. Ne zaman hükümetler kuvvetli olup bir mezhebi himaye etseler, halk ona uyar. Ve devlet yıkılıncaya kadar oda ayakta kalır.( Zührul İslam, c.4, s.96)
Netice olarak biz diyoruz ki, Eğer İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yolunu mezhep olarak adlandırmak doğru olursa, onun mezhebi Ehlibeyt mezhebinin aynısıdır. Nitekim bütün Müslümanlar bu şekilde adet etmiş kendilerine mezhep unvanında bir isim seçmişlerdir. Ama hakikatler ışığında, İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yolunun has Muhammedi İslam olduğu açık bir şekilde görülmekte ve bilinmektedir. Bu manada Peygamberin sünnetine olduğu gibi amel edenlerin Şialar- Caferiler olduğu söylenebilir. Çünkü Şialar- Caferiler Ehlibeyt İmamları aracılığı ve vesilesi ile Resulü Ekrem’in sünnetine ulaşıp ve ona göre amel ederler. Çünkü Ehlibeyt Peygambere en yakın olanlardır. Ve ev halkı evin içerisinde olup bitenlerden evin dışındakilere nazaran daha iyi haberdardırlar. Dolayısıyla ehlibeyt taraftarları her ne kadar Şia veya Caferi olarak bilinseler bile ehlibeyt kanalıyla Peygamberin sünnetine amel eden gerçek sünnet ehli olanlardır.
Genel Bir Açıklama
Tarih kitapları incelendiğinde, o dönemlerde Ehli Sünnet mezheplerinin zamanın hükümetleri tarafından yaygınlaştığını görmek mümkündür. İşte bu sebepten dolayı Ehli Sünnet mezhebine uyanların sayısı çok olmuştur. Zira insanlar padişahlarının, yöneticilerinin ve hâkimlerinin dinindedirler.
İslam dini içerisinde birçok fırka ve mezhep ortaya çıkmıştır. Ama zamanın hükümeti onları tasdik etmeyip, onaylamadığı için onlar zamanla kaybolup gitmişlerdir. Örneğin, Ovzai mezhebi, Hasan-ı Basrinin mezhebi, Ebu Uyeyne’nin mezhebi, Süfyan-ı Sevrinin mezhebi, İbni Ebi Davud’un mezhebi, Leys b. Sadın mezhebi ve diğerleri... Tamamen kaybolup gitmişlerdir. Mesala, Malik b. Enesin dostu Leys b. Sad ondan daha âlim ve daha fakihdi. Nitekim Şafii de bu şekilde söylemiştir. (Menakibi Şafii, c.1, s.524) Ama onun fıkhı diğer mezhep fıkıhlarının arasına karışarak kaybolmuş ve mezhebi ortadan kaybolup gitmiştir. Ahmet b. Hanbel şöyle diyor; İbni ebi Züeyb Malik b. Enes’den daha âlimdi. Ama Malik b. Enes şahsiyetleri daha iyi araştırıp, inceliyordu.( Tezkiretul Hifaz, c.1, s.224)
Tarihe baktığımızda Maliki mezhebinin imamı, İmam Malik’in hükümet hâkimiyetini ellerinde bulunduran insanlara yakın, onlarla uyum içerisinde olduğu ve onların yanında hareket ettiği görülür. İşte bu sebepten dolayı etkinlik ve şöhret kazanmıştır. Onun mezhebi baskı ve maddiyatla yaygınlaşmıştır. Özellikle, Endülüs’te onun öğrencisi Yahya b. Yahya birçok gayretler ile Endülüs amirine yaklaşarak onunla dost olmuş ve neticede hâkim, gazileri seçme görevini ona vermiştir. Oda sadece Maliki olan dostlarını bu göreve getirmiştir.
Aynı şekilde, daha öncede belirttiğimiz gibi Ebu Hanifenin mezhebi de Maliki mezhebi gibi Ebu Hanifenin ölümünden sonra onun iki öğrencisinin Harun-u Reşide yaklaşarak, yayılmasına vesile olmuştur. İşte Ebu Hanife bu şekilde en büyük fıkıh adamı ve onun mezhebi de en büyük fıkıh mezhebi olmuştur. Oysa onun zamanındaki âlimler onu tekfir ediyor ve dinsiz olduğunu söylüyorlardı. Ahmed b. Hanbel ve Ebul Hasan Eş’ari’de böyle yapmışlardır.
Şafii mezhebi de yok olmağa yüz tutmuşken, aniden canlanarak kudret bulmuştur. Çünkü devlet gücü onun himayesine gelmiş ve canlanmasına sebep olmuştur. Mısır tamamen Fatımi Şiası iken Selahud-din Eyyubi’nin zamanında Şafii olmuştur. Çünkü o Şiaları takibe, baskıya alıyor ve onları bir hayvan gibi boğazlıyordu.
Hanbelî mezhebi de, eğer Mutesim zamanında Abbasi devletinin himayetleri olmasaydı oda tanınmamış olur ve unutulup giderdi.
Hiç şüphesiz bu mezheplerin kökleşerek yaygınlaşmasında ve şöhret bulmasında en büyük rolü hükümetler oynamışlardır. Ve yine bu hükümetlerin başında bulunan amir ve hâkimlerin tamamı Ehlibeyt düşmanı idiler. Zira Ehlibeyt onların korkulu rüyası haline gelmişti. Çünkü onların tasavvuruna göre Ehlibeyt imamlarının varlığı onlar için en büyük engel ve tehlike teşkil ediyordu. İşte bunun için daima halkı Ehlibeytten ve Ehlibeyti de halktan uzak tutmaya çalışıyorlardı. Ehlibeyti kabullenip onlara tabi olanlara eziyetler ediyorlardı.
Hiç şüphesiz bu amirler ve yöneticiler bazı yağcı âlimleri kendi hükümetleri ile uyum sağlayan fetvalar vermeleri için iş başına getirdiler. Zira halk daima şer’i hükümlerin ve dini meselelerin halline muhtaçtı.
İşte bu sebeplerden dolayı, bütün dönemlerde, dini meselelerden ve şer’i hükümlerden haberdar olmayan amirler ve yöneticiler fetva vermeleri için kendileri ile uyum sağlayan âlimleri yanlarına alıyor ve bu vesile ile halka din ve siyasetin ayrı şeyler olduğunun imajını veriyorlardı. Halife hüküm süren siyaset adamıydı ve fakih ise din adamıydı.
Böyle bir durumda, fetva makamında olan din adamı da siyaset makamında olan siyasetçinin menfaatinin zıddına ve onun zararına fetva vermezdi. Zaten böyle bir verecek olsa bile, bu tür bir şâhısı fetva makamına getirmezlerdi. Neticede fetva makamında olan fakih devlet siyaseti ve onun ideolojisinin icra olunması ile zerre kadar muhalefet etmiyordu. İşte bu sebeplerden dolayı Ehlibeyt imamlarının neden siyaset meydanından bir kenara bırakıldıklarını rahatlıkla anlamak mümkündür. Tarih boyunca onlardan bir tanesinin dahi hüküm makamına veya fetva makamına atandığı görülmemiştir.
Oysa tarihi gerçeklere ve ilmi hakikatlere göre o dönemlerde İmam Cafer Sadık (a.s) fetva makamına atananlardan ve bütün mezhep imamlarından daha üstün, daha âlim ve daha fakihti. Ve bunların tamamıda bu hakikati itiraf etmişlerdir. Ama ne yazık ki siyaset bazılarını ön plana çıkarıp yüceltebiliyor ve bazılarını da arka plana atarak unutulmalarını sağlayabiliyor.
Tarihi gerçeklere göre Ehli Sünnet ve cemaatin dört mezhebini tehditler ve birilerinin cebini doldurmalar ile kökleştirip yayan siyaset gücü olmuştur. Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler Esad Haydarın “El- İmam Sadık vel mezahib-ul Erbaa” adlı eserine bakabilirler.
Mısırlı Ahmed Emin “Zühr-ul İslam” adlı eserinde şöyle diyor; Ehli Sünnetin mezheplerinin takviyesinde devletlerin çok büyük rolü olmuştur. Ne zaman hükümetler kuvvetli olup bir mezhebi himaye etseler, halk ona uyar. Ve devlet yıkılıncaya kadar oda ayakta kalır.( Zührul İslam, c.4, s.96)
Netice olarak biz diyoruz ki, Eğer İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yolunu mezhep olarak adlandırmak doğru olursa, onun mezhebi Ehlibeyt mezhebinin aynısıdır. Nitekim bütün Müslümanlar bu şekilde adet etmiş kendilerine mezhep unvanında bir isim seçmişlerdir. Ama hakikatler ışığında, İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yolunun has Muhammedi İslam olduğu açık bir şekilde görülmekte ve bilinmektedir. Bu manada Peygamberin sünnetine olduğu gibi amel edenlerin Şialar- Caferiler olduğu söylenebilir. Çünkü Şialar- Caferiler Ehlibeyt İmamları aracılığı ve vesilesi ile Resulü Ekrem’in sünnetine ulaşıp ve ona göre amel ederler. Çünkü Ehlibeyt Peygambere en yakın olanlardır. Ve ev halkı evin içerisinde olup bitenlerden evin dışındakilere nazaran daha iyi haberdardırlar. Dolayısıyla ehlibeyt taraftarları her ne kadar Şia veya Caferi olarak bilinseler bile ehlibeyt kanalıyla Peygamberin sünnetine amel eden gerçek sünnet ehli olanlardır.
Yorum