Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

    Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

    Ehli Beyt(as) ile ilgili yazımıza devam edelim inşALLAH. Bugün SAid Nursi'nin Ehli Beyt(as) ile ilgili düşüncelerine bakalım.

    "Kaynak: Sadık Yalsızuçanlar

    http://hubabi.blogspot.com/2007/12/r...hl-i-beyt.html



    Risale-i Nur’da "Ehl-i Beyt"Bediüzzaman Said Nursi


    "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küllî ve umumî vazife-i nübüvvet içinde bazı hususî, cüz’î maddelere karşı azîm bir şefkat göstermiştir. Zâhir hale göre o azîm şefkati o hususî, cüz’î maddelere sarf etmesi, vazife-i nübüvvetin fevkalâde ehemmiyetine uygun gelmiyor. Fakat hakikatte o cüz’î madde, küllî, umumî bir vazife-i nübüvvetin medarı olabilecek bir silsilenin ucu ve mümessili olduğundan, o silsile-i azîmenin hesabına, onun mümessiline fevkalâde ehemmiyet verilmiş.
    Meselâ, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnız cibillî şefkat ve hiss-i karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nuranîsinin bir ucu ve verâset-i Nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.
    Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan’ı (r.a.) kemâl-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan’dan (r.a.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) olan zatların hesabına Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş.
    Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.

    Evet, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) gayb-âşinâ kalbiyle, dünyada Asr-ı Saadetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temâşâ eden ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahede eden ve zaman-ı Âdem’den beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlenmiş hâdisâtı gören, hattâ Zât-ı Zülcelâlin rüyetine mazhar olan nazar-ı nuranîsi, çeşm-i istikbal-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in arkalarında teselsül eden aktab ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüş veonların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmesinden, Şah-ı Geylânî’nin hisse-i azîmesi var.
    Üçüncü Nükte
    “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i risaletin icrasına mukabil ücret istemez; yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor.”
    Eğer denilse: “Bu mânâya göre, karâbet-i nesliye cihetinden gelen bir fayda gözetilmiş görünüyor. Halbuki, karâbet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor.”
    Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile, Âl-i Beytten çıkacak.
    Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim’in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i MUHAMMEDiyede de (a.s.m.), vezâif-i azîme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde, enbiya-yı Benî İsrail gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i MUHAMMEDiyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş.
    Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş:
    “Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir. İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyesine ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.
    Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa düşeceğini anlamış. O halde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesânide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyât-ı mânevi-yesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlâhî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş.
    Evet, Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâ-miyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zayıf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedâhe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle, din-i İslâm lehinde ednâ bir emâreyi kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder. "





    Selametle
    “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

    Doğrusu ben Hür’üm
    Sizleri kılıçtan geçiririm.
    Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
    Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

    Yorum


      #17
      Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

      abi bu son yaziyi tam olarak okumadim su an biliyorsun kolay olmuyor
      is munazara olmadigi icin cevap yazmaklada karsi karsiya degilim
      dolayisi ile özetini senden rica etsem kolaycilikmi etmis olurum!?


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #18
        Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

        Bismillahirrahmanirrahim.Selamun aleykum

        İnşALLAH devam edelim.Bugün Hayrettin KARAMAN'ın yazdığı bir yazıyı sizinle paylşmak istiyorum. İnşALLAH faydalı olur.

        "Örnek aile (Ehl-i beyt)

        Geçtiğimiz Pazar günü Konya'da, Marife dergisinin düzenlediği Ehl-i beyt sempozyumuna katıldım, bir gün sonra da hocamız, büyük alim, kamil insan Hacıveyiszade Mustafa Kurucu merhumu andık.

        Marife dergisinin Ehl-i beyt için özel bir sayı çıkarması tebrik edilecek bir davranıştır; dün olduğu gibi bugün de -belki bugün daha çok olmak üzere- bu büyük ailenin örnekliğine muhtacız. İslam aleminde ve Türkiye'de milyonlarca şîî ve alevî din kardeşlerimiz var, hem geçmiş zamanlarda hem de bugün beşinci kolun ajanları araya girerek -sünn şîî- iki büyük kitleyi birbirine düşürmek ve toz duman arasında değerlerimizi gasp etmek peşindeler. Bu sebeple hem akademisyenlerin hem de kanaat önderlerinin duyarlı davranmak, kötü niyetlilerin fırsat bulmalarını engelleyici tedbirler almak gibi bir ödevleri vardır. Marife bu ödevin akademisyenler tarafına bir katkıda bulunmuş oldu.
        Sempozyumda şîî-imâmî (12 imamcı) ve alevî katılımcılar ve konuşmacılar da vardı, olgunluk ve hoşgörü içinde geçen sempozyum sonunda bu büyük ailenin ve en azından onikinci imama kadar devam eden kutlu soyun da rehberliğine bütün ümmetin ihtiyacı olduğu, bu güzel insanların iki büyük müslüman kitleyi birleştirmede, ortak noktaların öne çıkarılması ve farklılıkların büyütülmemesi, farklılık içinde beraberlik ve dayanışmanın sağlanmasında çok önemli bir role sahip oldukları bir daha ortaya konmuş oldu.
        Bilindiği gibi dar manada Ehl-i beyt "Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin"den oluşmaktadır. Bunları bir örtünün altına alan Peygamberimiz Mevlâsına dua etmiş, onların tertemiz kılınmaları, günah kirinden arındırılmalarını ALLAH'tan istemiştir. Şu Peygamber buyruğu da Ehl-i beyt'in dinimizdeki yeri ve değeri bakımından dikkat çekmektedir: "Size iki şey bırakıyorum, bunları izlediğiniz sürece sapmazsınız: Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i beytim". Buna benzer bir hadiste Ehl-i beyt yerine "sünnetim" ifadesi geçmektedir. Bu iki ifade arasında bir çelişki olmadığı açıktır; çünkü Ehl-i beyt'in rehberliği onların sünneti en mükemmel bir şekilde yaşamalarından, kendilerinin âdeta bir "yaşayan, canlı, uygulanan bir sünnet" olmalarından kaynaklanmaktadır.
        Dar mânada Ehl-i beyt'e sünnîler Hz. Peygamber'in eşlerini, Şîî kardeşlerimiz de kaybolan İmam Mehdî'ye kadar gelen diğer imamları da katmaktadırlar. Sünnîlere göre 12 imam masum (potansiyel olarak da günah işlemez) değildirler, ama fiilen günah işlememişlerdir, onların yolunu izleyenler sünneti (Hz. Peygamberin yolunu) izlemiş olurlar. Şî'a'ya göre onlar masumdurlar. Bu değerlendirme farkı bir yana konabilir; çünkü sonuç olarak her iki zümreye göre de bu büyük insanlar müslümanlara örnektirler.
        Oniki imamın hayatları, yapıp ettikleri, sözleri, ictihad ve yorumları büyük ölçüde bilinmektedir, sağlam kaynaklara kaydedilmiştir. Bu bilinenlerin ortak noktaları üzerinden hareket edildiği zaman sünnîlerle şîî ve alevîler arasında kalacak olan farklı noktalar olsa olsa iki İslam mezhebinin varlık ve devamı sonucunu doğuracak, farklılığın tefrika ve düşmanlık doğurmasına mani olacaktır. Zaten bu imamların önemli bir kısmı, sünnîlerin mezhep imamlarının veya tarikat pirlerinin silsilelerinde (isim listelerinde) yer almış, ortak büyükler haline gelmişler, asırlar boyu her iki gurup tarafından sayılmış ve sevilmişlerdir; durum ve gerçek bundan ibaret olduğuna göre "önderleri birlikte sevip saymak, arkadan kalkıp tefrika içine düşmek" çelişki olacağından "ortak imamlar" şuuru bu ümmetin birliğini yeniden tesis edecek ve pekiştirecektir.
        Bu şuuru pekiştirmek için olmalıdır ki, merhum hocamız Hacıveyiszade Mustafa Efendi, Konya İmam Hatip okulundaki derslerinde sık sık "Haydi yavrularım, oniki imam efendilerimizin isimlerini bir sayıverelim, annelerimizin isimlerini bir hatırlayıverelim" der, biz de koro halinde onları anardık.
        Cümlesine rahmetler ve cümlesinden şefaatler diliyoruz.


        Hayrettin KARAMAN
        http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/20.../hkaraman.html



        Selametle.
        “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

        Doğrusu ben Hür’üm
        Sizleri kılıçtan geçiririm.
        Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
        Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

        Yorum


          #19
          Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

          Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

          [quote author=gulistan_2 link=topic=2506.msg18769#msg18769 date=1240335798]
          abi bu son yaziyi tam olarak okumadim su an biliyorsun kolay olmuyor
          is munazara olmadigi icin cevap yazmaklada karsi karsiya degilim
          dolayisi ile özetini senden rica etsem kolaycilikmi etmis olurum!?

          [/quote]

          Bahsettiğiniz yazıda Said Nursi Ehli Beyt(as)in değeri hakkında bilgiler vermiş. Mesela, İmam Hasan(as) ve İmam Hüseyin(as)'in Hz.Resulullah(saa) tarafıdann sevilmesinin sadece torun-dede ilişkisi olmadığını farklı anlamlar taşıdığını söylemekte. Ayrıca Kuran ile Ehl-i Beyt(as)in Hz.Resulullah(saa) tarafından insanlara bırakılan iki emanet olduğunu ve Ehl-i Beyt(as)in Hz.Resulullah(saaa)ın Sünnetinin Kaynağı olduğunu söylemekte. Ve Hz.Resulullah(saa)ın yaptığı tebliğe karşılık tek isteğinin Ehli Beyt(as)ine "sevgi beslenmesi" olduğunu söylemektedir.

          Umarım bu kısa açıklama yazı hakkında bilgi vermiştir.

          Selametle
          “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

          Doğrusu ben Hür’üm
          Sizleri kılıçtan geçiririm.
          Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
          Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

          Yorum


            #20
            Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

            Allah razi olsun abi;
            ben bu konuyu bölmek istemiyorum...bu yazida risaleden, hz.alinin 4. halife olmasinin dogrulugunu savunan yazilarda...bu celiskiler icin, kardeslerimden biri ayri bir baslik acabilirse faydalanmis oluruz...


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #21
              Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

              Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

              Şimdi de marife org sitesinde yazılan konuyla ilgli makaleye bakalım inşALLAH.


              "ŞİÎ ve SÜNNÎ MÜFESSİRLERE GÖRE EHL-İ BEYT KAVRAMI


              Ehl-i beyt (Ehlü’l-beyt) kavramı, hem lisânî delâlet hem de mezhebî siyaset cihetiyle öteden beri Şîa ile Ehl-i sünnet arasındaki önemli ihtilaf konularından biri olagelmiştir. Tarihsel süreçteki siyasî-mezhebî istismar boyutuna paralel olarak hâlen de Şiî-Sünnî-Alevî üçgeninde yer yer polemik konusu yapılagelen Ehl-i beyt’in kavramsallaşmasında umumiyetle ideolojik önyargılar belirleyici olmuştur. [1] Daha açıkçası, Kur’ân’da İslâm öncesi Arapların lisânî örfüne uygun bir anlam çerçevesi içinde kullanılan bu kavram, İslâmî terminolojideki hilafet, imamet, ismet, ulu’l-emr vb birçok kavramın anlam hayatında da görüldüğü üzere Şîa ve Ehl-i sünnet arasındaki kadîm çekişmenin tezahürü olarak siyasî bir içerik/nitelik kazanmıştır.
              Bu çalışmada, Kur’ân’daki Ehl-i beyt kavramının/tabirinin delâletiyle ilgili olarak Şiî ve Sünnî müfessirlerin görüş ve düşünceleri tahlil edilecektir. Bilgi kaynağı olarak, İsnâaşeriyye Şîa’sından Ebü’l-Hasen el-Kummî (ö. 300/912’den sonra), Ebû Ca‘fer et-Tûsî (ö. 460/1068), Ebû Ali et-Tabersî (ö. 548/1158), Feyz-i Kâşânî (ö. 1091/1680) gibi klasik dönem müfessirleri ile Cenâbezî, Tabatabâî ve İbn Rüveyş el-Alevî gibi son devir Kur’ân alimlerinin; Ehl-i sünnet’ten ise Taberî (ö. 310/923) başta olmak üzere Beğavî (ö. 516/1122), İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200), Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1209), Kurtubî (ö. 671/1273), Kâdî Beyzâvî (ö. 685/1288), İbn Kesîr (ö. 774/1372), Suyûtî (ö. 911/1505), Âlûsî (ö. 1270/1853) ve Elmalılı M. Hamdi Yazır gibi müfessirlerin tefsirlerine müracaat edilecektir.


              I. “EHL-İ BEYT” KAVRAMIYLA İLGİLİ GENEL MALÛMÂT


              Ehl-i beyt, Arapça ehl ve beyt kelimelerinden oluşmuş bir terkiptir. Ehl (Çoğulu: ehâl, âhâl, ehlûn, ehlât) kelimesinin fiil kalıbındaki çeşitli müştakları cana yakın olmak, bir yerde meskun bulunmak, uygun ya da müsait olmak, lâyık/liyâkatli olmak, bir şeyi hak etmek, bir şeye imkan tanımak, mümkün kılmak, hoş karşılamak, evlenmek gibi anlamlar içerir. Müzekker bir kelime olan ehl ise aile, yakın akraba, eş, zevce, ahali, taraftar, bir yerde yaşayan, bir şeye lâyık olan gibi manalara gelir. [2]
              Kelime nisbet edildiği şeye göre farklı bir anlam kazanır. Sözgelimi, ehlü’r-racul terkibi, bir erkeğin başta hanımı olmak üzere aynı çatı altında yaşadığı diğer aile fertlerine delâlet eder. Kelime herhangi bir ülke ismiyle kullanıldığında o ülkenin insanlarına, bir din veya mezhep adına izafetle kullanıldığında o din veya mezhebin mensuplarına, bir meslek ismiyle birlikte kullanıldığında da söz konusu mesleğin erbabına işaret eder. Peygamberlere izafe edildiğinde ise onların getirdikleri ilâhî mesaja kulak veren müminler topluluğuna (ümmet) delâlet eder. Nitekim Hûd Suresi 11/45-46. ayetlerde Hz.Nûh’un, “Ey rabbim! Oğlum benim ehlimdendir.” çağrısına, aynı dine ya da inanç sistemine mensup olmamak manasında, “[Hayır], o senin ehlinden değildir.” diye karşılık verilmiş ve bu kullanımda kelimeye dinî-ahlâkî bir anlam yüklenmiştir. [3]
              Fîrûzâbâdî (ö. 817/1415) ehl lafzının Kur’ân’da on ayrı anlamda (vech) kullanıldığını söyledikten sonra bunlar arasında; bir beldenin sakinleri, Tevrat ve İncil okurları (Ehl-i Kitap), mal-mülk sahibi, kabile ve yakın akraba, ümmet, ıtret, aşiret, eş, çocuk ve torun gibi manaları zikretmiştir. [4] Bir telakkiye göre âl kelimesi de ehl kökünden türetilmiştir (maklûb). Sözlükte bir şeyin kendisi, serap ve taraf gibi anlamlar içeren âl, aynı zamanda aile, akraba, dost ve yakın arkadaş, dindaş gibi manalar da taşır ve bu son gruptaki manalar cihetinden ehl kelimesinin müteradifi sayılabilir. [5]
              Bununla birlikte, iki kelimeyi birbirinden farklı kılan bazı nüanslar da mevcuttur. Ebû Hilâl el-Askerî’nin (ö. 400/1009’dan sonra) belirttiğine göre ehl kelimesi hem nesep, hem de bir yere mahsus olma (ihtisas) anlamında kullanılır. Örneğin, ehlü’r-racul terkibi bir kimsenin akrabasına, ehlü’l-basra ve ehlü’l-ilm gibi terkipler ise bir yere ve zümreye mensubiyeti ifade eder. Buna karşılık âl lafzı, bir kimsenin yalnızca yakın akraba ve arkadaş çevresine delâlet eder. Bu yüzden, kişinin ailesi ve dostları için âlu’r-racul demek câiz olduğu halde, “Basralı” anlamında âlu’l-basra, yahut “ilim erbabı” anlamında âlu’l-ilm tabiri kullanılmaz. [6]
              Beyt (çoğulu: ebyât, buyût, ebâyît, buyûtât) lafzına gelince; sözlükte ev, mesken, çadır, kabuk, kılıf, onur, şiîr dizesi, kabir gibi anlamları bulunan bu lafız, [7] Fîrûzâbâdî’nin tespitine göre Kur’ân’da menzil/mesken, eşlerin evleri, mescit, Kabe, Peygamber’in odaları, nübüvvet evi, hapishane, arı kovanı, hayvan derisinden yapılmış çadır vb. on beş ayrı manada kullanılmıştır. [8] En yalın ve yaygın anlamıyla “hane halkı”na (aile) tekabül eden Ehl-i beyt lafzı, ev sahibinin yanısıra eş, çocuk, torun ve yakın akrabayı da kapsar. “Câhiliye devri Arap toplumunda kabilenin hakim ailesini ifade eden Ehl-i beyt, İslâmî dönemden itibaren günümüze kadar sadece Hz.Peygamber’in ailesi ve soyu anlamında kullanılagelen bir terim olmuştur. Şiî kaynaklarda Ehl-i beyt yerine ıtre kelimesi de kullanılmıştır.” [9]
              Ehl-i beyt (Ehlü’l-beyt) kavramı/tabiri Kur’ân’da üç kez geçer. Mushaf tertibinde bu kavramın/tabirin zikredildiği ilk ayette (Hûd 11/73) meleklerin dilinden Hz.İbrahim’in hanımına, “ALLAH’ın dilediği işi gerçekleştirmesini mi yadırgıyorsun? ALLAH’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey hane halkı!” diye hitap edilmiştir. İkinci ayette (Kasas 28/12), Hz.Musa’nın ablasının Firavun hanedanına, “Size onun bakımını üstlenecek bir aile göstereyim mi?” diye bir teklifte bulunduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın mihverini oluşturan üçüncü ayette ise (Ahzâb 33/33), “Ey Ehl-i beyt! ALLAH sizden her türlü manevî kiri (rics)* gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” denilmiştir.
              Görüldüğü gibi Ehl-i beyt tabiri Hûd Suresi 11/73. ayette “aile” anlamında kullanılmıştır. Ayetin Hz.İbrahim’in hanımına hitapla başlamış olması, Ehl-i beyt’in sadece onun hanımından ibaret olduğunu değil; aynı zamanda hanımıyla birlikte diğer aile efradını kapsadığını da gösterir. Nitekim bazı Sünnî müfessirler bu ayeti, Hz.Peygamber’in Ehl-i beyt’ine hanımlarının da dahil edilmesi gerektiği fikrine delil göstermişlerdir. [10] Kasas Suresi 28/12. ayetin özelde Hz.Musa’nın annesine, genelde diğer aile fertlerine delâlet ettiği ise izahtan varestedir. Ahzâb 33/33. ayete gelince, bu ayette geçen Ehl-i beyt tabiri, bir sonraki başlıktan itibaren etraflıca incelenecektir.
              Ehl-i beyt tabiri birçok hadiste de zikredilmiştir. Bunların bazısında ashâbın hane halkından, pek çoğunda da Resûlullah’ın ıtretinden bahsedilmiştir. [11] Hz.Peygamber’in ıtretiyle ilgili hadislerin bir kısmında ise sahabeye Kur’ân ile Ehl-i beyt’ten ibaret olan iki değerli kaynak/emanet bırakıldığı ve onlar hakkında dikkatli olunması gerektiği belirtilmiştir. [12] Ayrıca, muhtelif rivayetlerde de Ehl-i beyt’in faziletinden söz edilmiş ve bu rivayetlerin hemen hepsinde söz konusu tabirin medlûlü Hz.Peygamber, Hz.Ali, Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’den oluşan beş kişiye (Hamse-i Tâhire) hasredilmiştir. [13]

              Mustafa ÖZTÜRK
              Kaynak: http://www.marife.org/12-ozturk.htm

              [1] Konunun istismar boyutu ve siyasî-mezhebî önyargıyla ele alınışına dair bkz. Sönmez Kutlu, “Ehl-i beyt Sembolik Kapitalinin Tarihî Süreç İçinde Semerelendirilmesi”, İslâmiyât III (2000), Sayı: 3, s. 99-120; M. Zeki Duman, “Kur’ân-ı Kerim’de Ehl-i beyt”, EÜİFD, Sayı: 11 (2000), s. 37-58.
              [2] Cemâluddîn İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, Beyrut 1990, XI. 28-32.
              [3] Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî ğarîbi’l-kur’ân, İstanbul 1986, s. 36; Ebü’l-Kâsım ez-Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa, Beyrut 1989, s. 25-26; Ebü’l-Bekâ el-Kefevî, el-Külliyyât, Beyrut 1993, s. 210.
              [4] Mecduddîn el-Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-temyîz, Beyrut trz., II. 83-84.
              [5] Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 37-38. Kelimenin kökeni ve ne mânaya geldiğine dair geniş bilgi için bkz. Ebû Abdillâh el-Kurtubî, el-Câmi‘ li ahkâmi’l-kur’ân, Beyrut 1988, I. 260-261.
              [6] Ebû Hilâl el-Askerî, el-Furûk fi’l-luğa, Beyrut 2000, s. 315.
              [7] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, II. 14-15; Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs, Küveyt 1986, IV. 456-467.
              [8] Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-temyîz, II. 196-197.
              [9] Mustafa Öz, “Ehl-i beyt”, DİA, İstanbul 1994, X. 498.
              * Ayetteki “rics” terimini Kâdî Beyzâvî ve Nesefî’nin, “Rics istiâre yoluyla günah anlamına gelir” tarzındaki açıklamalarına dayanarak “manevî kir” şeklinde karşılamayı uygun gördük. “Her türlü” kaydını ise kelimenin başındaki elif-lam takısını istiğrak manasına hamleden görüşe istinaden ekledik. Kâdî el-Beydâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, İstanbul trz., II. 245; Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, Beyrut 1988, III. 303; Şihâbuddîn el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, Beyrut 1994, XXII. 18.
              [10] Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, IX. 48.
              [11] Bkz. Buhârî, “Savm” 30; Tirmizî, “Edâhî” 10, “Menâkıb” 30, 60, “Sevâbu’l-Kur’ân” 13, “Fiten” 52; İbn Mâce, “Mukaddime” 11, 16, “Cihad” 11, “Fiten” 34, “Edâhî” 1; Dârımî, “Fezâilü’l-Kur’ân” 33; İbn Hanbel, el-Müsned, II. 5, III. 17, 36.
              [12] Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe” 36; Tirmizî, “Menâkıb” 31; İbn Hanbel, el-Müsned, V. 181.
              [13] Bkz. Muttakî el-Hindî, Kenzü’l-‘ummâl, Beyrut 1985, XII. 93-132; XIII. 638-689.



              Selametle.
              “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

              Doğrusu ben Hür’üm
              Sizleri kılıçtan geçiririm.
              Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
              Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

              Yorum


                #22
                Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                Kaldığımız yerden devam edelim. Şimdi ALLAH(cc) izin verirse Mehmet Ali Demirbaş'ın Ehli Beyt(as) ile ilgili yazdıklarını paylaşmak istiyorum.


                Kaynak: Mehmet Ali Demirbaş



                "Ehl-i Beytin Fazileti

                Ehl-i beyt, Peygamber efendimiz MUHAMMED aleyhisselamın bütün aile fertlerine denir. Mübarek hanımları, kızı Hazret-i Fatıma ile Hazret-i Ali ve bunların evlatları olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, onların çocukları ve kıyamete kadar gelecek torunlarının hepsine de ehl-i beyt denir. Hatta Peygamberimizin temiz soyunun bağlı olduğu Haşimoğullarına da ehl-i beyt denir. Eshab-ı kiramdan Selman-ı Farisi de ehl-i beytten sayıldı. Fakat özellikle Ehl-i beyt denilince, Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma ve mübarek iki oğlu Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin anlaşılır. (radıyALLAHü teâlâ anhüm)

                Resulullah efendimizin soyu, Hazret-i Fatıma’dan devam etti. Hazret-i Hasan’ın çocuklarına ve torunlarına Şerif, Hazret-i Hüseyin’in nesline de Seyyid denir. Peygamber efendimizin temiz ve mübarek kanını taşıyan seyyidler ve şerifler, çeşitli ülkelerde yaşamaktadır. Her birisi güzel ahlak numunesi olup, yurdumuzda da sayıları pek çoktur.

                Doğru yoldaki İslam âlimleri, ehl-i beyt sevgisini, son nefeste iman ile gitmek için şart görmüşlerdir. Ehl-i Beyti sevmek her mümine farzdır. Bunlarda Resulullah efendimizin zerreleri vardır. Onlara kıymet vermek, saygı göstermek her Müslümanın vazifesidir. Çünkü imanın temeli ve en kuvvetli alameti, ALLAHü teâlâyı sevmek ve ALLAHü teâlânın sevmediklerini sevmemektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
                (İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, ALLAH dostlarını sevmek ve Onun düşmanlarına düşmanlık etmektir.) [İ.Gazali]

                Hak teâlâ, Hazret-i İsa’ya da buyurdu ki:
                (Yer ve gökteki bütün mahlukların ibadetini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.) [İ.Gazali]

                ALLAHü teâlâ, Ehl-i beyte buyuruyor ki:
                (ALLAH sizlerden ricsi [her kusur ve kirleri] gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor.) [Ahzab 33]

                Peygamber efendimiz, Hazret-i Ali’yi, Hazret-i Fatıma’yı, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’i mübarek abâları ile örterek şöyle dua etti:
                (İşte benim ehl-i beytim bunlardır. Ya Rabbi, bunlardan kötülüğü kaldır ve hepsini temiz eyle!) [Mesabih]

                Her namazda, Âl-i MUHAMMED diye dua ettiğimiz Ehl-i beyt bunlardır. ALLAHü teâlânın en çok sevdiği resulü MUHAMMED aleyhisselamdır. Onun da en çok sevdiği Ehl-i beyti ve Eshabıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
                (Şu üç hürmeti gözetenin, dini ve dünyası muhafaza edilir, yoksa hiç bir şeyi korunmaz. İslam’a, Peygambere ve Onun nesline hürmet.) [Taberani]

                [İslam’a hürmet, Dinin emirlerine riayet etmektir, Peygambere hürmet, sünnetine uymaktır, nesline hürmet seyyidlere, şeriflere hürmettir.]

                Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Ehl-i beyt, asi [günahkâr] olsalar da, bunları sevmek lazımdır. Bunları sevmek, kalb ile, beden ile ve mal ile yardım yapmakla olup, bunlara riayet ve hürmet etmek iman ile ölmeye sebep olur) buyurdu.

                Ehl-i beyt, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Ehl-i beytin fazilet ve kemalatı pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmaya, methetmeye, insan gücü yetişmez.

                İmam-ı Ali’yi çok sevmek, Ehl-i sünnet alametidir. Onu sevmek için, bir veya birkaç sahabiyi sevmemek, doğru yoldan ayrılmak olur.

                Ehl-i beyti sevmek, her mümine farzdır. Son nefeste iman ile gitmeye sebep olur. Aklı az olan, iyi düşünemeyen bazı kimseler, burada yanılıyor. Sevmek için sevgilinin düşmanlarını sevmemek lazımdır diyorlar. İctihadları icabı olarak Hazret-i Ali ile muharebe etmiş olan Hazret-i Âişe’yi ve Hazret-i Muaviye’yi ve Hazret-i Talha’yı ve Hazret-i Zübeyr’i, Ehl-i beyte düşman sanarak, bu büyük insanlara düşmanlık ediyorlar. Böylece doğru yoldan ayrılıyorlar. Halbuki, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, o muharebeler, dünya hırsından,mevki ve şöhret sevgisinden değil idi. İctihad ayrılığından idi. Muharebe etmek için değil, anlaşmak için karşı karşıya gelmişlerdi. Abdullah bin Sebe yahudisinin ve arkadaşlarının hilesi ile harbe yol açılmıştı. Eshab-ı kiramın hepsi, Ehl-i beyti seviyordu. Buna inanmayanlar, yani Eshab-ı kiramı Ehl-i beyte düşman zan edenler, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere inanmamış olur. Âyet-i kerime ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Eshab-ı kiram, Ehl-i beytin sevgisini, imanlarının sermayesi edinmişlerdi. (Eshab-ı Kiram kitabı)

                İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
                (Babam zahir ve bâtın ilimlerinde yani kalb ilimlerinde çok âlim idi. Her zaman ehl-i beyti sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. Bu sevgi insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder, derdi. Vefat edeceklerinde baş ucunda idim. Son anlarında şuuru azaldığında kendisine bu nasihatini hatırlattım ve o sevginin nasıl tesir ettiğini sordum. O haldeyken bile, (Ehl-i beytin sevgisinin deryasında yüzüyorum) buyurdu. Hemen ALLAHü teâlâya hamd ve sena ettim.

                Ehl-i beyti sevmemek, Harici olmaktır. Eshab-ı kiramı sevmemek sapık olmaktır. Ehl-i beyti de, Eshab-ı kiramın hepsini de sevmek ve hürmet etmek Ehl-i sünnet olmaktır.

                Ehl-i beytin sevgisi, Ehl-i sünnetin sermayesidir. Ahiret kazançlarını, hep bu sermaye getirecektir. Ehl-i sünneti tanımayanlar, bu büyüklerin orta, adil, halis sevgilerini bilmeyerek, ifratı seçerek, sevgide taşkınlık yaparak, orta ve adil sevgiyi sevmemek sanıyor. Ehl-i sünnete harici damgasını basıyorlar. Bu zavallılar bilemiyorlar ki, aşırı ve taşkınca sevmek ile hiç sevmemek arasında, bir de doğru, insaflı, orta derecede sevgi vardır. Hakkın yeri de, her şeyde ortada, merkezdedir. Bu hak ve adalet merkezi, Ehl-i sünnete nasip olmuştur.

                Sevmenin aşırı ve tehlikeli olması şöyledir ki, Hazret-i Ali’yi sevmiş olmak için, diğer üç Halifeye düşman olmak lazımdır diyorlar. İnsaf etmeli, iyi düşünmeli, bu nasıl sevgidir ki, bu sevgiyi elde etmek için, Resulullahın Halifelerine, yani vekillerine düşmanlık şart oluyor? (Eshab-ı Kiram kitabı)

                Ehl-i beytin hepsini sevmeli

                Resulullah, Eshab-ı kiramdan hiçbirinin sonradan kâfir olmayacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi. Herhangi birisine dil uzatmamızı yasak etti. ALLAHü teâlâ, Eshab-ı kiramdan razı olduğunu, Onları sevdiğini bildiriyor. ALLAHü teâlânın sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Onlardan razı olması sonsuzdur. Eshabdan hiçbiri mürted, münafık olmaz. ALLAHü teâlânın bunlardan razı olması değişmez. Münafıklar, Eshabdan değildir. Münafıklardan birkaçının, imansızlıklarını sonradan açıklamaları, Eshab-ı kiramın sonradan mürted olması demek değildir.

                Abdülaziz Dehlevi hazretleri, Tuhfe-i isna aşeriyye kitabında diyor ki:
                (Eshab-ı kiram arasında münafıklar vardı. Bunlar önceleri belli değildi. Fakat, Peygamber efendimizin son senelerinde, müminler münafıklardan ayrıldı. Resulullah vefat ettikten az sonra, bu münafıklardan kimse hayatta kalmadı. Âl-i İmran suresinin, (Ey münafıklar! ALLAH, sizi kendi halinize bırakmaz. Halis müminleri münafıklardan ayırır) mealindeki 179. âyeti ve Buhari’deki (Medine şehri, münafıkları müminlerden ayırır. Demirci ocağı, demiri pasından ayırdığı gibi ayırır) mealindeki hadis-i şerif, münafıklarla kâfirlerin ayrıldığını göstermektedir.

                Yine (Tuhfe) kitabında diyor ki:
                (Hurufiler, Ehl-i sünnet, Ehl-i beyte düşmandır, diyorlar. Bu sözlerine herkesi inandırmak için, acıklı hikayeler de söylüyorlar. Çirkin hikayelerin hepsi yalan ve iftiradır. Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, Ehl-i beytin hepsini sevmek, kadın erkek her Müslümana farz ve lazımdır. Onları sevmek imanın şartıdır. Ehl-i sünnet âlimleri, Ehl-i beytin üstünlüklerini bildiren çok sayıda kitap yazmışlardır. Ehl-i sünnetin hepsi, her namazlarında, Ehl-i beyte hayır dua etmektedir.

                (Benden sonra, size iki rehber bırakıyorum: ALLAH’ın kitabını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum)

                hadis-i şerifi gösteriyor ki, Kur’an-ı kerimin bir kısmına inanıp, başka yerlerine inanmamak fayda vermediği gibi, Ehl-i beytin bir kısmına inanıp sevmek, ötekilere lanet edip kötülemek de, ahirette fayda vermez. Kur’an-ı kerimin hepsine iman etmek lazım olduğu gibi, Ehl-i beytin de hepsini sevmek lazımdır. Ehl-i beytin hepsini sevmek de, (Ehl-i sünnet)ten başka hiç kimseye nasip olmamıştır. Çünkü Hariciler, Hazret-i Ali’ye ve Onun temiz evlatlarına düşman olmak alçaklığına sürüklendiler. Sebeiyye fırkası, Müslümanların mübarek anneleri olan Hazret-i Âişe-i Sıddıka’ya ve Hazret-i Hafsa’ya ve Resulullahın halasının oğlu Zübeyr bin Avvam’a düşman olmak felaketine yuvarlandılar. Kiramiyye fırkası, Hazret-i Hasan’ın ve Hazret-i Hüseyin’in imamlığına inanmadılar. Muhtariyye fırkası da, imam-ı Zeynelabidin’e inanmadılar. İmamiyye fırkası, Zeyd-i şehide inanmadı. İsmailiyye de, imam-ı Musa Kazım’a inanmadı. Bunlar gibi, daha nice fırkalar, Ehl-i beyti sevmekten ve yukarıdaki hadis-i şerife uymaktan mahrum kaldılar. Hiç birini ayırmadan hepsini sevmek Ehl-i sünnete nasip oldu. (H.S.Vesikaları)"


                Selametle.
                “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                Doğrusu ben Hür’üm
                Sizleri kılıçtan geçiririm.
                Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                Yorum


                  #23
                  Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                  Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                  ALLAH(cc)ın izniyle devam edelim. Ben bugün menzil nette Ehl-i Beyt(as) hakkında yazılan bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

                  Kaynak: http://www.menzil.net/modules.php?na...e&sid=1331

                  EHL-İ BEYTİ SEVMENİN GEREĞİ VE FAZİLETİ

                  ALLAHu Teâlâ’yı seven kimse, elbette O’nun sevdiklerini de sever. Önce ALLAH’ın Habibi Hz. Rasûlullah’ı (s.a.v) sever. Sonra ona ait olan, ondan sayılan, onunla anılan her şeyi sever. Sevmesi de gerekir. Bunların başında Ehl-i Beyt gelir.

                  EHL-İ BEYT KİMDİR?

                  Ehl-i Beyt, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ailesi ve evlâtlarıdır. Mü’minlerin anneleri, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm), Ehl-i Beytin şerefli ferdleridir.( Râzî, Tefsir-i Kebir, XXV, 181)

                  Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan evlâtları da Ehl-i Beyt’in birer parçasıdır Onları sevmek her mü’minin vazifesidir. Bu sevgi çok şerefli ve gereklidir. Kalbinde azıcık Ehl-i Beyt sevgisi bulunmayan kimse, Hz. Rasûlullah’ın sevgisinde yalancıdır.

                  Aşağıda vereceğimiz ayet ve hadislerde görüleceği üzere, Hz. Rasûlullah’ın kendisine tâbi olan amcaları ve onların çocukları da Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır.( Bkz:Ibn Atıyye, el-Muharraru’l-Veciz, IV, 384. (Beyrut, 1993))

                  ALLAH Teâlâ, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytini bizzat Kur’an’da zikretmiş ve onlara şu şekilde iltifatta bulunmuştur:

                  “Ey Peygamber hanımları! Namazı kılın, zekâtı verin; ALLAH’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! ALLAH sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab/33)

                  Ümmü Seleme validemiz (r. anha) demiştir ki: “Bu âyet-i kerime benim evimde indi. Hz Rasûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı. Onları Hayber yapımı geniş bir elbisenin altına topladı, kendisi de içine girdi ve:
                  “İşte bunlar benim ehl-i beytimdir” buyurdu. Sonra inen ayet-i kerimeyi okudu ve:

                  “ALLAHım! Onlardan kötülükleri gider. Onları tertemiz et!” diye duâ etti. Ben: “Yâ Rasûlellah, ben Ehl-i Beytten değil miyim? dedim.” Hz. Rasûlullah (s.a.v),
                  “Sen benim ehlimsin. Sen zaten hayır içindesin” buyurdu.( Taberî, Câmiü’l-Beyân, Cüz:XXII, Shf:7; Ibnu Kesir, Tefsir, VI, 412-413.)

                  Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ashâb-ı kirâmı ve ümmetim Ehl-i Beyt’in hukunu iyi koruma konusunda şiddetle uyarmıştır:

                  Zeyd b. Erkam (r.a) anlatıyor: ALLAH Rasûlü (s.a.v), Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. ALLAH’a hamd, sena ve zikirden sonra şöyle buyurdu:

                  “Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi ALLAH’ın Kitabı’dır. Onda nur ve hidayet vardır. ALLAH’ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında ALLAH’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında ALLAH’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında ALLAH’tan korkmanızı hatırlatırım. ” Zeyd b. Erkam’ı dinleyenler arasında bulunan Husayn b. Sebre,

                  “Ey Zeyd, Rasûlullah’ın (s.a.v) zevceleri de Ehl-i Beytten midir?” diye sordu, Zeyd (r.a),

                  “Tabi ki Efendimizin hanımları da Ehl-i Beyttendir. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v) haklarının korunmasını istediği Ehl-i Beyt, kendilerine sadakanın haram olduğu kimselerdir” dedi. Husayn,

                  “Onlar kimdir?” diye sorunca Zeyd b. Erkam (r.a),

                  “Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Cafer ve Abbas’ın âilesidir” dedi. Husayn,

                  “Bunlara sadaka haram mıdır?” diye sorunca, Zeyd (r.a),

                  “Evet” dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9.)"


                  Selametle

                  Not: Devam Edecek İnşALLAH...
                  “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                  Doğrusu ben Hür’üm
                  Sizleri kılıçtan geçiririm.
                  Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                  Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                    Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                    ALLAH(cc)ın izniyle devam edelim.

                    "Âlimlerin ekseriyetine göre Ehl-i Beyt, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli aileleri, kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve kıyamete kadar oların sulbünden gelen zürriyetleridir. Yani Hz. Hüseyin’in torunları olan seyitler ve Hz. Hasan’ın torunları olan şerifler Ehl-i Beyt’in günümüzdeki şerefli mensuplarıdır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şerefli nesli, kıyamete kadar hiç kesilmeyecektir.

                    Hz. Hüseyin’in (r.a) oğlu Ali Zeynelâbidîn (rah), babası Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra, Şamlılar tarafından esir edilerek Dımeşk’a getirildi. Onu böyle gören zalim bir Şamlı: “Sizin kökünüzü kazıyan ve fitnenin başını kesen ALLAH’a hamdolsun!” diye, güya onların fitne başı olduğunu ima etmeye çalıştı. Zeynelâbidîn (rah), adama,

                    “Sen Kur’an’ı okudun mu?” diye sordu, adam,

                    “Evet, okudum” dedi. Zeynelâbidîn (rah),

                    “Sen, ALLAH Teâlâ’nın, “Resûlüm, onlara de ki: ‘Ben bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum’ (Şûrâ/23)
                    âyetini okumadın mı?” diye sordu. Adam,

                    “Bu ayette sevilmesi emredilen yakınlar siz misiniz?” diye sorunca, İmam, “Evet, onlar biziz” dedi.( Taberî, Cüz:XXV, Shf:33 (Beyrut, 1995); Suyûtî, ed-Dürrü’1-Monsûr, VII, 348)

                    Bir gün İmam Azâm (rah) hocası İmam Cafer es-Sadık hazretlerinden ilim ve hadis dinlemeye gelmişti. Hocası elinde bir asa ile çıkageldi. İmam Azam (rah), “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, siz henüz asaya ihtiyaç duyacak bir yaşta değilsiniz” dedi. Cafer es-Sâdık (rah),

                    “Evet dediğin gibidir, fakat bu elimdeki asa Hz. Rasûlullah’ın asasıdır; onu bereket için yanımda taşıyorum” dedi. İmam Azam (rah), hemen ileri atılıp bastona sarıldı ve, “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, müsaade buyurun, onu öpeyim” dedi. Cafer es-Sâdık (rah) hemen kolunu açtı ve İmam Azam’a göstererek:

                    “VALLAHi sen bilirsin ki bu ten Hz. Peygamber’in hücrelerini taşıyan bir tendir ve şu gördüğün kıllar da onun kılındandır. Onu öpmüyorsun da asayı öpmek istiyorsun!” dedi. Bununla, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in zürriyetinin Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir parçası olduklarını hatırlattı (Bkz: MUHAMMED Besyûnî, es-Seyyidc Fâtımatu’z-Zehrâ, 37. (Beyrut, 1990))"



                    Selametle
                    “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                    Doğrusu ben Hür’üm
                    Sizleri kılıçtan geçiririm.
                    Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                    Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                      Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                      ALLAH(cc)ın izniyle devam edelim. Şimdi de somuncubaba net adresinden Prof.Dr.Ramazan ALTINTAŞ'a ait Ehl-i Beyt(as) ile ilgili bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

                      " Düşünce

                      Prof. Dr. Ramazan ALTINTA Ş


                      Kelamî Mezheplere Göre Ehl-i Beyt İnancı

                      Arapça’da ehl sözcüğü, muzaaf olduğu kelimeye göre anlam kazanır. Bu kelime, bir yere, bir düşünceye, bir inanç ve görüşe ait olan insan topluluğunu ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de geçen bu tabir muzaaf olarak karye halkı, Medine halkı, senin ailen, zikir ehli, sizin aileniz, ev halkı gibi değişik şekillerde kullanılmıştır. İşte bu makalemizde Kur’an ve sünnetten hareketle Müslüman tecrübede ehl-i beyt kavramı nasıl bir anlam alanına sahipmolmuştur? sorusuna cevap arayacağız. Yukarıda geçtiği gibi Arapça’da ‘ehl-i beyt’ tabiri,
                      İngilizce’deki household kelimesinin anlamı gibi "aile" manasına kullanılmaktadır. Sosyolojide aile; çekirdek ve geniş aile şeklinde ikiye ayrılır. Her iki tanımda ekleme ve çıkarma yapılmış olsa da ortak noktayı, aynı ortamı paylaşan aile bireyleri topluluğu oluşturur. Dolayısıyla ehl-i beyt tabiri, ailede bulunan bütün fertleri birbirinden ayırmaksızın ya da bir kısmını bir kısmına tercih etmeksizin hepsini içine alacak bir anlam genişliğine sahiptir. Bu anlamda hiçbir kimse, ailede bulunan ve birlikte aynı mekânı paylaşan herhangi bir kimsenin ‘eşini ya da çocuğunu’ ev halkından saymamazlık edemez..."


                      Selametle
                      “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                      Doğrusu ben Hür’üm
                      Sizleri kılıçtan geçiririm.
                      Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                      Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                        Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                        Aynı yazarın yazısına devam edelim inşALLAH.


                        " Düşünce

                        Prof. Dr. Ramazan ALTINTA Ş



                        Ehl-i Sünnet’e Göre Ehl-i Beyt Anlayışı

                        Kur’an-ı Kerim’de özellikle iki yerde kullanılan ‘ehl-i beyt’ kavramında evin hanımı, ailenin en önemli unsuru olarak sayılmıştır. Bu hususu şu iki âyette rahatlıkla görmek mümkündür:
                        “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey, dedi. Ey evin hanımı/Yâ ehle’lbeyt! ALLAH’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl ALLAH’ın işine şaşarsınız? O, övülmeye lâyıktır, yücelerin yücesidir, dediler.” “Önceden, sütannelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa’nın ablası: “Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını/ehl-i beyti tavsiye edeyim mi?” dedi. Bu her iki âyette geçen “ehl-i beyt” terimi, evin hanımları hakkında kullanılmıştır. Kur’an’da bir başka ayette geçen:
                        “Ey ehl-i beyt! ALLAH sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor
                        ” pasajındaki “ehl-i beyt” terimi, özellikle Hz. Peygamber’in hanımları ve çocukları için kullanılmıştır. Bu yüzden ilk müfessir tabakası içerisinde yer alan İbn Abbas, Urve b. Zübeyir ve İkrime ‘ehl-i beyit’ten maksadın Hz.Peygamber’in hanımları olduğunu ifade etmişlerdir.O halde Sünnî İslâm anlayışına göre son âyetten (el-Ahzap 33/33) hareketle söylemek gerekirse ‘ehl-i beyt’, Hz. MUHAMMED (s.a.v)’in eşleri, kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır. O halde Kur’an-ı Kerim’de geçen ehl-i beyt kavramı, bir kimsenin ailesine mensup olan bütün bireyleri içine alacak bir anlam genişliğine sahiptir. Nitekim Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetler de bu görüşü desteklemektedir. Şöyle ki, İbn Ebî Hâtim’e göre, Hz. Aişe’ye Hz. Ali hakkında sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Hz. Peygamber’in en çok sevdiği ve yine O’nun en çok sevdiği kızının kocası olan bir kimseyi mi bana soruyorsunuz? Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi, Hz. Fatıma’yı, Hz. Hasan ve Hüseyin’i çağırarak bir örtü altına alıp; “ALLAH’ım! Bunlar benim ev halkım, onlardan pisliği uzaklaştır ve onları tertemiz kıl!” diye dua ettiğini gördüm” demiştir. Hatta Hz. Aişe bu olay karşısında, Ey ALLAH’ın Rasulü! Bende senin ev halkından biriyim. Beni de örtünün altına alıp dua etsen, demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) de şu cevabı vermiştir: “Sen dışarıda kal. Elbette sen zaten ehl-i beytimsin.” Müslim, Tirmizi ve Ahmed b.Hanbel gibi muhaddislerden birçoğu Hz. Peygamber’in, başta mü’minlerin anneleri olmak üzere, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ehl-i beyitten saydığını gösteren birçok hadis rivâyet etmişlerdir.Bu rivâyetten anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber Hz. Ali ve evlâdını aba içerisine alırken, Hz.Aişe’ye zaten siz ehl-i beyttensiniz, demek suretiyle kızı, damadı ve torunlarını onure etmek istemiştir. Yoksa Hz. Peygamber, burada ehl-i beytini sınırlandırmamıştır. Söylemek gerekirse ehli beyt, İslâm dininin son peygamberi Hz. MUHAMMED’in ev ahalisi ve akrabalarını, kısacası ailesini tanımlamak için kullanılan genel bir adlandırmadır."



                        Selametle
                        “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                        Doğrusu ben Hür’üm
                        Sizleri kılıçtan geçiririm.
                        Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                        Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                          Bismillahirrahmanirrahim.Selamun Aleykum

                          İnşALLAH devam edelim.

                          "Yukarıda söz konusu edilen Ebû Hâtim’in rivâyetinden anlaşılmaktadır ki, mü’minlerin annelerini ehl-i beytten saymayanların görüşü yanlıştır. Ne yazık ki, İslâm düşünce tarihinde bu dışlamacı bakış açısı ehl-i beyti sınırlandırıcı bir İslâm yorumunu benimseyerek, Hz. Peygamber’in eşlerini kapsam alanı dışında tutmuştur. Bunun tarihi, içtimaî ve itikada yönelik bir takım sebepleri vardır. Şüphesiz bu mesele ayrı bir tartışmanın konusudur. Burada şu kadarını söyleyelim ki, Kur’an-ı Kerim tarafından açıkça ifade edilen bir konuya hadisle karşı çıkmak son derece usûl ve üslûp yanlışı yapmak olur. Bazı hadislerde rivâyet edilen Hz. Peygamber’in ailesinden dört kişiyi örttüğü örtünün içine Hz. Aişe ve Hz. Ümmü Seleme’yi almaması olayından, onları ehli beyt içine dâhil etmediği anlamı çıkarılamaz. Kaldı ki Hz. Peygamber’in eşleri zaten ev halkındandır. Çünkü Kur’an’da onlara; “Ey ev halkı!” diye hitap edilmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber Kur’an’da bu açık ifadenin ailenin diğer üyelerinin ehl-i beyte dâhil olmadığı gibi bir yanlış anlamaya sebebiyet olabileceğini düşünerek onların da Hz. Ali, Hz. Fatıma ve oğulları gibi ev halkından olduğunu bu olay vesilesiyle ayrıca belirtmiştir. Bu sebeple müminlerin anneleri olan muhtereme eşleri hakkında tekrar vurgulamaya gerek duyulmamıştır. Çünkü Kur’an bu noktayı açıklığa kavuşturmuştur."

                          Selametle
                          “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                          Doğrusu ben Hür’üm
                          Sizleri kılıçtan geçiririm.
                          Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                          Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                            Allah razi olsun kardesim, su basit mesele bile ne kadar tartisiliyor, halbuki hic bir alimin aciklamasi olmaksizin bazi seyler dikkate alinacak olsa, ehlibeytin kimler oldugunu her insan anlar.


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                              Bismillahirrahmanirrahim:Selamun Aleykum

                              [quote author=gulistan_2 link=topic=2506.msg28691#msg28691 date=1242736479]
                              Allah razi olsun kardesim, su basit mesele bile ne kadar tartisiliyor, halbuki hic bir alimin aciklamasi olmaksizin bazi seyler dikkate alinacak olsa, ehlibeytin kimler oldugunu her insan anlar.
                              [/quote]

                              Allah(cc) sizdende razı olsun

                              Selametle
                              “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                              Doğrusu ben Hür’üm
                              Sizleri kılıçtan geçiririm.
                              Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                              Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: Ehl-i Sünnet ve Şia'ya Göre Ehl-i Beyt(as) (KİMDİR?)

                                Bismillahirrahmanirahim.Selamun Aleykum

                                Bu Ehli Sünnet alimleri tarafından Ehli Beyt(as) ile ilgili olarak ortaya konan delillleri bulabildiğim ölçüde yazdım. Şimdi ise Ehl-i Beyt(as) hakkında farklı bir yaklaşı sergileyen Haber10 sitesinde ve Haftalık Gerçek Hayat dergisinde yazan İhsan Eliaçık'ın bir yazısını bölümler halinde sizinle paylaşmak istiyorum. Daha sonra ise İhsan Eliaçık'a Ehli Beyt(as) mektebi alimlerinden birisinin vermiş olduğu cevabı sizlerle paylaşacağım inşALLAH.

                                " İhsan Eliaçık (20/3/2007 / Haber10 sitesindeki bir yazısı)

                                Ehl-i Beyt kimdir?

                                Kuran'dan önceki eski dünya kutsal tanrı-devletlerin dünyasıydı.
                                Böylesi bir dünyada o tek kişilik varlığı ile "insana" yer yoktu. Dünya, yer ve gök tanrıları, tanrıların oğulları, temsilcileri, panteonları, kutsal hanedanları ve aileleri tarafında paylaşılmıştı.
                                Kuran geldi "ALLAH birdir (ehad). Bölünmez bir bütündür (samed). Doğmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O'na denk olamaz." dedi ve yeni bir çağ başlattı.Yer ve gök tanrılarının, tanrıların oğullarının, temsilcilerinin, kutsal hanedanların, ailelerin, tapınakların, din adamlarının önünde böcekler gibi yerlerde sürünen o tek kişilik varlığı ile "insanoğlu"nu tutup ayağa kaldırdı.
                                "Ancak sana ibadet ederiz. Ancak senden yardım dileriz" sözleri, bu anlamda, Kuran'ın eski dünya tanrılarına, tanrı taslaklarına, oğullarına, temsilcilerine, kutsal hanedanlarına, ailelerine, oligarşilerine isyanı ifade eder.
                                İnsanlık tarihinde yepyeni bir çağdır bu.
                                İnsanoğlunu kendi özgür kişiliği ile yalnızca "ALLAH ile yürüyüşe" (seyr ilALLAH) çağıran insanca bir dünyaya geçiştir bu. ALLAH dış dünyada görünür somut bir "nesne" olmadığı için, sonuçta "ALLAH ile yürüyüş", bütün görkemi ile "insanın" ortaya çıkışı, kendi heva ve hevesinden bile azatlaşarak özgürleşmesi anlamına gelir.

                                ***

                                Ondört asır önce Kuran, baba kültünü kutsayan, feodal (aynı kabileye/aşirete/toprağa bağlı herkesi tek bir kimsenin malı sayan) bir dil, tarih ve coğrafya evrenine hitap etmişti.
                                Bu coğrafyada "baba" kültü olanca ağırlığı ile hüküm sürmekteydi. Babaya dayalı, soydan devirli, aile büyüğünü yücelten, onu kutsamayı esas alan bir anlayış vardı. Bir tür "Arap patriarchi"si (Arap babaya/ataya dayalı, Arap baba/ata sülbünü kutsayan) toplumsal dokunun iliklerine sinmişti. Bundan geçinen 7-8 büyük kabile ağası ve tefeci bezirgan (Kabe çetesi) Mekke'ye hükmetmekteydi. Kâhinler ve din adamları da insanların ruhlarına nüfuz ederek bu anlayışı tahkim ediyordu.
                                Böyle bir topluma Kuran "Rabbiniz ALLAH'tır" dedi. Rab, sözlük anlamı itibarîyle "Baba" demektir. Aramicenin bir lehçesini konuşan Hz. İsa da "Babamız (Rabbimiz) ALLAH'tır" demişti. Ancak bu, "Ben de O'nun oğluyum" anlamında değil, "O baba diye yücelttiklerinizin, oğul diye kutsadıklarınız hepsi sahtedir. Kutsanacak ve yüceltilecek yegâne varlık ALLAH'tır" anlamına geliyordu.
                                Yani biyolojik değil teolojik bir izah yapıyordu.
                                Yani Sami/Arami "patriarchi"sine isyan ediyordu. ALLAH'tan başka neyi yüceltiyorlarsa onu yıkıyor, yerine en yalın haliyle "ALLAH" inancını yerleştiriyordu.
                                Baba kültünü yüceltiyorlarsa "Baba ALLAH'tır", göğe tapıyorlarsa "O gökteki ALLAH'tır" diyordu. İneğe tapıyorlarsa ineği yaratan ALLAH'tır, güneşe, yıldıza, aya tapıyorlarsa onları yaratan da ALLAH'tır, "Bunların hiç biri tanrı değil, tanrı bir ve bölünmez bir bütün halinde ALLAH'tır" demek istiyordu.
                                Fakat İsa'nın bu söylemi pagan Roma iklimine girince biyolojik anlamda babaya dönüştü. Tanrı'nın gerçekten baba, İsa'nın da O'nun oğlu olduğunu sanmaya başladılar. Bu anlayış Roma'ya eski Mısır'dan geçmişti, Mısır'a da Mezopotamya'dan…
                                ALLAH'ın nefesi, ruhu, canlılığı anlamına gelen "Ruhullah" tabirini, gerçekten ALLAH'ın bir parçası anlamında uknuma dönüştürdüler. ALLAH'ın yeryüzündeki sesi, söylemi, hitabı anlamına gelen "Kelimullah" tabirini, üçün üçü olarak teslise yordular. İlahi hitabın tabiatını pagan kafaları ile anlayamadılar. Tevhidi parça parça ettiler, "sözün" namusunu koruyamadılar, ne denmek istediğini kavrayamadılar.
                                Böylece İsa'nın çığlığı bir kelebek gibi Roma'nın duvarlarına çarpıp yere düştü.

                                ***

                                Hz. MUHAMMED onu düştüğü yerden aldı, tekrar diriltti.
                                Kuran, öncekilerin başına geleni bildiği için olsa gerek, Hz. MUHAMMED'i insanlığa şöyle tanıttı; "MUHAMMED adamlarınızdan birinin "babası" değildir. Fakat ALLAH'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH'tır her şeyi hakkıyla bilen." (Ahzap;33/40)
                                Arka plâna inersek, bu ayetin indiği dönemde "Zeyd, MUHAMMED'in evlâdı mı, evlâtlığı mı? Eski bir köle, seçkin bir Arap kızı ile (Zeynep binti Cahş) nasıl evlenebilir? Diyelim ki evlendi, onu nasıl boşamaya kalkar? Diyelim ki boşadı, bir peygamber onun boşadığı ile nasıl evlenebilir? MUHAMMED onun ve de bizim neyimiz olmaktadır?" türünden "sınıf ve köken farkı gözeterek ayrımcılık kokan" tartışmalar olmaktaydı.
                                İşte bu ayetler bunlara cevap olarak geldi.
                                Dikkat edilirse evlâtlık kurumunu düzenleyen ayetlerde savunulan kişinin Zeynep veya Hz. Peygamber'den ziyade, adının bizzat anılmasından da anlaşılacağı gibi Zeyd olduğu görülür.
                                Hz. Peygamber'in onu Zeynep ile evlenmeye teşviki ile başlattığı reformcu girişim, ALLAH'ın onun boşadığı kadınla bu kez Hz. Peygamberi evlenmeye teşviki ile hitama erdiriliyor. Bunun o günkü toplumda geçerli olan "sosyal statü" anlayışı açısından anlamı sanıldığından çok daha büyüktür.
                                Şöyle ki: Zeyd eski bir köle ve evlâtlıktır, dahası kabilesizdir. O günkü geçerli sosyal statü anlayışına göre kendini koruyacak bir kabilesi bile yoktur. Yani kimsesiz ve gariban birisidir. Böyleleri toplumda yalnız kalmaya mahkûm olmakta, hor ve hakir görülmektedir. Anne ve babalarının adı ile bile çağırılmamakta, aristokrat Arap kabilesine mensup bir kızla evlenmesi çok görülmekte, evlenmiş olsa bile boşama hakkı başına kakılmakta, boşandığında da onun boşadığı ile evlenmeyi "kabile gururu" kendine yedirememektedir. Bir nevi devşirme muamelesine tabi tutularak geçmişleri ve aile bağları tümden silinmek, yok edilmek istenmektedir…
                                İşte bu durumda olan birisini; garipleri, yoksulları, mazlumları, mağdurları, mahrumları, âmâyı, körü, sağırı, özürlüyü, evlâtlıkları, toprağa gömülen kızları, alınıp satılan kadınları, köleleri vb. toplumda ne kadar garip ve kimsesiz, hakkı yenen, ekmeği elinden alınan varsa onu koruma ve kollamayı misyon edinmiş "kimsesizlerin kimsesi" ALLAH'ın kitabı ona sahip çıkmakta ve bizzat Zeyd diye adını vererek kendi "Peygamberini" onun boşadığı kadınla evlendirmektedir!
                                İşte esas mesele budur.
                                Yoksa aklı başka bir şeye basmayan kimi müfessirin sandığı gibi, ALLAH, peygamberinin gönlü dışarıda olmasın diye, sırf onu hoş tutmak için, gönlü kime kayarsa onu onsuz bırakmamak için hiç bir ayetten çekinmeyip vahiy indirmiş filan değildir. Bu, Kuran'ın ruhundan habersiz biçare ve sefilce bir yorumdur.
                                Oysa Kuran bu mesele üzerinden, evlâtlık kurumunu cahiliye Araplarının anladığı şekilden çıkarmakta, yeni bir düzenlemeye tabi tutmakta ve bu bağlamda "Hz. MUHAMMED'in içlerinden kimi adamlardan/erkeklerden birisinin babası olmadığını" söylemekle de, (zımnen) onun üzerinden bir hanedanlık türetilemeyeceği, bir patriarchy (babaya dayalı, soydan devirli saltanat) kurulamayacağını anlatmak istenmektedir.
                                Böyle bir şeyin önüne geçmek için de etrafında hanedanlık oluşturma ihtimali bulunan ev halkının (ehl-beyt) konumu ile Hz. MUHAMMED'in (s.a.v) tarihi misyonunun ne olduğunu, nasıl anlaşılması gerektiğini ele almakta ve bu cümleden olarak "MUHAMMED içinizdeki adamlardan/erkeklerden birisinin babası değildir, bilakis "ALLAH'ın elçisi" ve sonuçta (netice itibarîyle, hitamen/hatemen) peygamberlerin sonuncusudur, hepsi bu! Başka yönlere çekip ondan bir hanedanlık çıkarmaya, baba kültü türetmeye, kendisini ve ailesini kutsamaya kalkışmayın" mesajı vermektedir..."


                                Selametle
                                “Hüseyin her müminin göz yaşıdır.”

                                Doğrusu ben Hür’üm
                                Sizleri kılıçtan geçiririm.
                                Ve bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
                                Sizleri öyle öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X