Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

    İMAM MUSA KAZIM'IN (A.S) KISACA BİYOGRAFİSİ

    Adı: Musa.
    Lakapları: Abd-u Salih, Kazım, Bab'ul-Hevaic
    Künyesi: Ebu'l-Hasan, Ebu İbrahim.
    Ana-Baba: İmam Sadık (a.s), Hamide.
    Doğumu: Hicretin 128. yılı Sefer ayının 7'sinde Pazar günü Mekke ve Medine arasında yer alan "Ebva" köyünde dünyaya geldi.
    Döneminin Halifeleri: Mensur Devaniki, Mehdi Abbasi, Hadi Abbasi ve Harun Reşid. İmametinin 23 yıl 2 ay ve 17 günü Abbasî halifelerinin beşincisi olan Harun'un hükümeti döneminde geçmiştir.
    İmameti: Otuz beş yıl (148-183).
    Şahadeti: Hicretin 183. yılı, Recep ayının 25. günü 55 yaşında iken Harun Reşid'in emriyle onun Bağdat'taki zindanında şahadete erişti.
    Mezarı: Bağdat'ın yakınlarındaki Kazimeyn şehrinde.
    Yaşam Dönemi:
    1) İmamet öncesi dönem, 20 yıl (128-148)
    2) Nispeten uzun süren imamet dönemi, 35 yıl (148-183)
    İmam Kazım (a.s), zamanın tağutlarıyla sürekli büyük bir mücadele halindeydi. Basra ve Bağdat'ta birçok zindanlarda ömür geçirmiş, asla teslim olmamış ve aziz canını İslâm'a feda etmiştir.
    Çocukları: 19 erkek 18 kız. Bunlar birkaç kadından dünyaya gelmiştir.
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    #2
    Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

    İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN KISACA HAYATI

    Yedinci İmam Musa Kazım (a.s), hicri 128. yılın Sefer ayının yedisinde Mekke ve Medine arasında vaki olan “Ebva” köyünde dünyaya geldi. Babası İmam Cafer Sadık (a.s), annesi ise Hamide’dir. 20 yaşında iken ALLAH’ın emri ve babasının vasiyeti üzerine İmam oldu. İmam Musa Kazım (a.s), Müslümanlara İslam’ın hakikatini açıklayarak, onlara zalim yöneticilerden uzak durmayı emrediyordu.


    Abbasi halifelerinden olan Harun Raşit, İmam’ın Müslümanlar arasındaki etkisinden dehşete kapılarak devletin güvenliğini korumak adıyla, gerçekte ise kendi egemenliğini korumak için İmam’ı yakalatıp gizlice Medine’den Bağdat’a getirterek zindana attı. Zalim yöneticiler, İmam’ın da kendileri gibi maddi ve şehvani meselelerden etkileneceğini sanarak sarayla ilişkisi olan kötü bir kadını İmam’ı etkilemek için o hazretin bulunduğu zindana gönderdiler. O kadın İmam’ın ona hiç bir surette teveccüh etmediğini ve ALLAH karşısındaki huzu ve huşuunu, raz-u niyazını görünce, o da tövbe edip ALLAH’a yöneldi.


    İmam’ın hapiste de halk içerisinde etkisinin yoğunlaştığını anlayan Harun, Hazret’in hayatta kalmasına tahammül edemeyerek, onun Yahudi olan Sindi bin Şahik’in yönettiği bir hapse intikal ettirilmesini ve orada zehirletilerek şehit edilmesini emretti. Sonunda 55 yaşındayken hicri 183. yılın Receb ayının yirmi beşinde Bağdat’ta sözü edilen zindanda şehit edildi. Kabri, Bağdat’ın yakınında olan Kazimeyn şehrindedir.

    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #3
      Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

      İMAM MUSA KAZIM'IN DOĞUMU


      Ebvâ köyü[1] o gün[2] sanki daha farklı ışıldıyordu; güneşin ışığı uzun hurma ağaçlarını beline kadar altın renge bürümüş ve çamurdan yapılmış köy evlerinin damlarına uzun gölgeler düşürmüştü…
      Çobanların önünde çöle gitmeye hazır olan develerle koyunların sesi kalplere sabah neşesinin tohumlarını ekiyor ve kulağı yaşam sesiyle dolduruyordu…

      Köyün kenarında ve kadınların sakin berraklığından su aldıkları bir gölcük; şimdi ruhları okşayan hafif bir rüzgar dalgalanarak geçip gidiyor ve birkaç kırlangıç neşeli ve aceleci bir halle onun üzerinde sağa-sola uçuyor ve arada bir sanki Fil Yılı’nın pişirilmiş-sertleştirilmiş taşlarının sıcaklığından[3] hala sıcak olan göğüslerini suya vuruyorlardı… Biraz ötede, bir tek hurma ağacı, yüksek ve yeşil şemsiyesini bir mezarın üzerine açmış ve sabahın o vaktinde bir kadın, o mezarın üzerine eğilmiş saygı ve haşmetle onun toprağını öpüyor, yavaş yavaş ağlıyor… ve dudak altından bir şeyler söylüyordu. Hafif rüzgarın getirdiği sözlerinden sanki şu cümleler duyuluyordu:

      - Selam sana , ey Amene! Ey Peygamber’in değerli annesi… ALLAH, doğum yerinden uzak bir noktada can veren sana rahmet etsin …
      Şimdi, ben, senin gelinin Hamide, senin evladının soyundan bir bebek taşımaktayım rahmimde ve Pazartesi akşamından beri çektiğim acıdan dolayı öyle sanıyorum ki, bu mübarek bebeği bu köyde ve senin mezarının yanıbaşında dünyaya getireceğimi…
      Ah, ey bu toprakta yatan yüce kadın; kocam bana bu bebeğimin senin oğlun olan Peygamber-i Ekrem’in yedinci halifesi olacağını buyurdu…

      Efendim! ALLAH’tan bebeğimi sağ-salim dünyaya getirmemi isteyin… Sabah güneşi, o mezarın baş tarafında yeşeren tek hurma ağacının dallarının üzerinden süzülerek yere düşmüştü…

      Hamide, ağır ve ihtişamla ayağa kalktı; elbisesinin mezarın toprağından tozlanan bölümünü çırpıp temizledi; bir elini karnının üzerine bırakarak hamile kadınlar gibi ihtiyatla ağır ağır köye doğru yola koyuldu…

      Bir süre sonra, güneşin iyice yükseldiği, köy güvercinlerinin Ebvâ köyünün saf semasında, onun nur çeşmesinde kanatlarını yıkadıkları bir anda sevinç ve mutluluk sesleri köyden gökyüzüne yükseldi… Gölcüğün kıyısından, köy sokaklarından bazı kadınların sevinç ve mutluluk içerisinde sağa-sola kaçıştıklarını görüyor gibiydim…

      Ah; o sırada iki kadın o aceleci halleriyle ellerindeki iki büyük su testisiyle su almak için gölcüğe doğru geliyorlardı…
      Yeni haberleri öğrenmek için onların konuşmalarına kulak verdim:
      - Bacım! Diyorlar ki, İmam Sadık (a.s) çocuğu dünyaya geldiği zaman buyurmuş ki: “Benden sonraki imam ve ALLAH kullarının en hayırlısı dünyaya geldi…”[4]

      - Adını ne koymuşlar, biliyor musun?
      - Hatta, daha dünyaya gelmeden adını “Musa” bırakmışlardı.

      O sırada gözüm, elimde olmaksızın, gölcüğün ötesinde, çölde, o köyde olup bitenlerden habersizi elindeki sopayla koyunlarını güden bir çobana takıldı…
      Bir an aklımdan çobanın Musa ve orasının da Sina çölü olduğu geçti de içimden, “Yeni dünyaya gelen bu Musa zamanın hangi firavununa karşı dünyaya gelmiştir…?!” dedim.
      _________________
      [1] - Bu köy, Medine’yle Mekke arasında yer almıştır.
      [2] - Hicri-kameri 128 yılı, Safer ayının yedinci gününün sabahı.
      [3] - Fil Suresi’ne işarettir: Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşları gönderdi; ayaklarında pişirilmiş-sertleştirilmiş balçık taşları vardı.
      [4] - Kâfî, c. 1, s. 476.
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #4
        Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

        İMAM MUSA KAZIM (A.S) VE ABBASİ HÜKÜMETİ

        İmam Musa b. Cafer-i Kazim aleyhisselam 4 yaşındayken zalim Emevî hükümetleri yıkıldı.
        Emevîlerin Arap ırkçılığı, yağmacık, zorbalık, zulme dayanan siyasetleri, hükümetlerinin anti İran girişimleri MUHAMMEDî öz İslam’ın adilane hükümetini isteyen halkı ve özellikle İranlıları onlara karşı ayaklandırdı ve bu arada dönemin siyasi ricalleri halkın bu yönelişi ve özelikle İranlıların Ali oğulları ve Ali yönetimi gibi bir yönetime eğilimini kötüye kullanarak hakkı hak sahibine ulaştırmak adına Eba Muslim Horasanî’ni yardımıyla Emevileri yıktılar; fakat altıncı İmam Cafer b. MUHAMMED-i Sadık (a.s) yerine Ebu Abbas Seffah-i Abbasî’yi hilafet makamına geçirdiler ve gerçekte onu hilafet tahtına oturttular.[1]

        Böylece, hicri kameri 132 yılında zulüm, sitem ve iki yüzlülükte Emevîlerden hiçbir eksin yönü olmayan, hatta bunlardan bir çoğunda onlardan ileri bile geçen hilafet ve Resulullah’ın (s.a.a) vasisi kisvesinde yeni bir padişahlık silsilesi iş başına geçti.
        Bu ikisi arasındaki tek fark, Emevi saltanatı pek uzun sürmese de Abbasiler hicri kameri 757 yılına kadar, yani 524 yıl Bağdat’ta halka hilafet değil, saltanat sürdüler.

        Evet; Yedinci İmam Musa Kâzım (a.s), Ebu’l Abbas Seffah, Mensur-i Devanikî, Hâdî, Mehdi ve Harun’un zulüm, sitem ve baskılarına maruz kalarak onların hilafetlerini idrak etti.

        Bunların (Mensur’dan Harun’a kadar- her bininin İmam’ın (a.s) vücuduna ve ruhuna ellerinden geldiği kadar uyguladıkları zulüm ve sitemler bir kenara dursun, hatta o hazretin can aynasının gam, keder ve üzüntülere bürünmesi için bu zorba ve alçak kişilerin sadece kötü nefislerinin tozu bile yeterdi; eğer yapmadıklar bir şey kalmışsa o da istemedikleri için değil, yapamadıkları içindir.
        Ebu’l – Abbas Seffah hicri 136 yılında öldür ve yerine kardeşi Mensur Devanikî geçti. O, Bağdat şehrini inşa edip Eba Müslim’i öldürdü. Hilafeti yerine oturunca Alioğullarını öldürmekten, zindana atıp işkence etmekten ve mallarını zaptetmekten bir an bile vazgeçmedi; başta İmam Sadık (a.s) olmak üzere bu soyun ileri gelenlerinin çoğunu öldürdü…

        Kan dökücü, hilekâr, çok kıskanç, cimri, hırslı ve vefasız bir kişiydi; onun, ömür boyu zahmetlere katlanarak onu hilafet makamına ulaştıran Ebu Müslim’e karşı vefasızlığı tarihte darb-i misal haline gelmiştir.
        İmam Kâzım’ın (a.s) değerli babasını şehid ettiği zaman o hazret 20 yaşındaydı; İmam (a.s) Mensur’un ıstırap, korku ve vahşet saçan hükümeti döneminde otuz yaşına kadar onunla mücadele içerisindeydi; bu süre içerisinde Şiilerine çekidüzen veriyor, onların işleriyle ilgileniyordu.

        Mensur hicri 158 yılında helak olunca hükümete oğlu Mehdi geçti. Mehdi-i Abbasî’nin siyaseti halkı aldatmak ve hilekârlık üzerine kurulmuştu.

        Çoğunluğunu İmam Kâzım’ın (a.s) Şiileri oluşturan babasının siyasi mahpuslarının az bir grubu dışında hepsini serbest bırakıp zapt edilen mallarını onlara geri verdi. Fakat sürekli onları göz altında bulunduruyor ve kalbinden onlara karşı büyük bir düşmanlık besliyordu. Hatta şiirlerinde Alioğullarını kötüleyen şairlere büyük enamlar veriyordu; örneğin bir defasında “Beşşar b. Berd”e yetmiş bin dirhem ve “Mervan b. Ebi Hafs”a yüz bin dirhem verdi.

        Müslümanlara ait olan beytülmalını har vurup harman savurmak, şarap için ayyaşlık yapmak ve zamparalık konusunda çok eli açıktı; oğlu Harun’un evliliğinde 50 milyon dirhem harcamıştır.[2]

        Mehdi’nin hükümeti döneminde İmam’ın (a.s) şöhreti her tarafa yayıldı; fazilet, takva, bilgi ve önderlik semasında dolunay gibi parladığı için halk grup grup gizlice gelerek o ezeli feyz kaynağından manevi susuzluklarının gideriyorlardı.
        Mehdi’nin casusları tüm bu olup bitenleri ona bildiriyorlardı; Mehdi hilafetinin tehlikeye girmesinden endişelenerek İmam’ı (a.s) Medine’den Bağdat’a getirerek zindana atmalarını emretti.

        “Ebu Halid Zubaleî” şöyle naklediyor: …Bu emir üzerine İmam’ı getirmek için Medine’ye giden hükümet görevlileri dönüşte, Hazret’le birlikte Zubale’de benim evime indiler.

        İmam (a.s) küçük bir fırsatı değerlendirerek, Mehdi’nin adamlarının gözünden uzak, bana kendisi için bir şeyler satın almamı emretti. Ben çok üzgündüm; İmam’a, “Bu kan dökücü adama doğru gitmenizden dolayı başınıza bir bela gelmesinden endişeleniyorum” diye arzettim. İmam (a.s), “Benim ondan bir korkum yoktur; sen falan gün, filan yerde beni bekle” buyurdu.

        Nihayet İmam (a.s) Bağdat’a gitti; ben de ıstırap içerisinde o günün gelip çatması için günleri sayıyordum; İmam’ın (a.s) buyurduğu gün gelip yetişince hemen koşup belirttiği yere gittim; çok ıstıraplıydım; en küçük bir sesle yerimden sıçrıyor ve üzerlik gibi bekleyiş ateşinde yanıyordum. Artık yavaş yavaş ufuk kızıl renge bürünüyor ve güneş gece zindanına düşüyordu. Ansızın uzakta bir karartının belirdiğini gördüm; içimden uçup ona doğru koşmak geçiyordu; fakat karartının Hazret olmamasından ve sırrımın anlaşılmasından endişeleniyordum.

        Yerimde kaldım, İmam (a.s) yaklaştı; bir katıra binmiş geliyordu; mübarek keskin gözleri bana ilişince, “Eba Halid! Şüphe etme…” buyurdu. Ve sonra şöyle devam etti:

        “İleride beni bir kez daha Bağdat’a götürecekler; fakat o zaman artık geri dönmeyeceğim.”
        Ne yazık ki İmam’ın (a.s) buyurduğu gibi de oldu…[3]
        Evet, bu defa Mehdi, İmam’ı (a.s) Bağdat’a getirip zindana atınca rüya Ali b. Ebutalib’in (a.s) kendisine hitabe şu ayeti okuduğunu gördü: “ Demek işbaşına gelecek olursanız, yeryüzünde bozgunculuk yapacak, rahimleri (akrabâlık bağlarını) koparacaksınız öyle mi?” [4]
        Rabi diyor ki: Gece yarısı Mehdi birini benim peşime göndererek beni çağırttı. Korkarak hemen yanına koştum. Oraya vardığımda Mehdi’nin, “ Demek işbaşına gelecek olursanız…” ayetini okumakta olduğunu gördüm.
        Beni görünce, “Git Musa b. Cafer’i zindandan çıkar, benim yanıma getir” dedi. Ben gidip İmam’ı getirdim. Mehdi yerinen kalkarak İmam’ı yüzünü öperek kendi yanına oturttu; sonra gördüğü rüyayı anlatmaya başladı.

        Sonra hemen Hazret’i Medine’ye döndürmelerini emretti.

        Rabi diyor ki: “Ben bunun üzerine, bir engel çıkmasından endişelenerek o gece İmam’ın yol hazırlıklarını yaptım ve sabah erkenden Hazret Medine’ye doğru hareket etti…”[5]

        İmam Musa Kâzım aleyhisselam Medine’de Abbasî sarayının sıkı baskısına rağmen halkı irşat etmek, eğitim ve öğretim vermekle meşguldü… Hicri 169 yılında Mehdi’nin ölmesi sonucu saltanat tahtına oğlu Hâdi oturuncaya kadar böyle devam etti.

        Hâdi, babasının aksine; demokrasiye de uymuyor, açık bir şekilde Alioğullarına karşı kötü davranıyordu; hatta babasının onlara vermiş olduğu şeyleri bile kesmiştir.
        Onun için en utanç verici leke, acı Fah olayına neden oluşudur.
        _________________
        [1] - Emevî karşıtı inkılap öncüleri, Alevilerin yerin Abbasileri geçirip hilafetin asıl merkezine dönmesini engellemekle büyük bir ihanet yaptılar.
        Ebu Semle ve Ebu Müslim ilk başta insanları Alioğullarına davet ediyorlardı; fakat başından beri perde arkasında Abbasîlerin saltanat sarayının temelini oluşturuyorlardı; işte bu nedenle İmam Sadık (a.s) siyasetteki derin düşüncesiyle onların sözlerine ehemmiyet vermemiş, onların kendisine yardım etmek için kıyam etmediklerini ve kafalarında daha farklı şeyler tasarladıklarını bildiği için sözlerini önemsememişti. Bkz. Milel ve Nihel-i Şehristanî, c. 1, s. 154, Mısır baskısı; Tarih-i Yakubî, c. 3, s. 89; Biharu’l – Envar, c. 11, s. 142, Kumpanî baskısı.
        [2] - Hayatu’l – İmam, c. 1, s. 439 – 445.
        [3] - Biharu’l – Envar, c. 48, s. 71 – 72. Yine bkz. A’lamu’l – Vera-i Taberî, İlmiye-i İslamiyye basımı, s. 295, biraz farkla.
        [4] - MUHAMMED, 22.
        [5] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 30 – 31.

        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #5
          Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

          FAH OLAYI


          Medine Alevilerinden Hüseyin b. Ali, Abbasi yönetimi ve onların bitmek-tükenmek bilmeyen zulümlerinden kına gelince, İmam Musa Kâzım aleyhisselam ’ın rızasını alarak[1] Hâdi’ye karşı kıyam edip yaklaşık üç yüz kişiyle Medine’den Mekke’ye doğru hareket etti.
          Evet, Hâdi’nin ordusu Fah adına bir bölgede onu kuşatarak ordusuyla birlikte hepsini öldürdüler ve böylece Kerbela faciasına benzer bir facia onların da başına geldi: Şehdilerin başlarını bedenlerinden ayırarak Medine’ye getirdiler; içlerinde İmam Kâzım aleyhisselam da bulunan Alioğullarından bir grubunun bulunduğu mecliste sergilediler. Bu manzara karşısında hiç kimseden bir ses çıkmadı; ancak İmam Musa Kâzım aleyhisselam, Fah kıyamının önderi Hüseyin b. Ali’nin başını görünce şöyle buyurdu:
          “İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Biz ALLAH’tanız ve O’na dönücüleriz); vALLAHi Müslüman ve dürüst bir kişi olduğu halde şehid edildi; o çok oruç tutar, geceyi çokça ibadetle geçirir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırdı; ailesinde onun gibi biri yoktu.”[2]
          Hâdi, siyasî ahlak dışında, kişisel özellikler bakımından da sapık, şarap içen, zevk-u sefa süren bir kişiydi.
          Bir defasında Yusuf-i Seykal’a güzel sesle okuduğu birkaç beyitlik şiir için, bir deve yükü kadar dirhem ve dinar vermiştir.[3]
          İbn-i Dab adında biri şöyle diyor: Bir gün Hâdî’nin yanına gittiğimde şarap içmek ve uykusuzluktan dolayı gözlerinin kızardığını gördüm.

          Benden, şarap hakkında bir kıssa istedi; ben de şiir kalıbında söyledim. Hâdî okuduğum şiirleri yazdı ve bana 40 bin dirhem verdi.[4]

          Meşhur Arap müzik bilimcisi şöyle diyor: Hâdî yaşasaydı divanhalelerimizi altınla yapardık.[5]
          Evet, Hâdî de hicri 170 yılında öldü ve ondan sonra İslam’ın padişahı Harun oldu![6]

          O zaman İmam Musa Kâzım (a.s) 42 yaşındaydı.

          Harun’un dönemi, Abbasilerin güç, kudret, yağmalama ve zorbalıklarının zirvesiydi.
          Harun, biat merasimi bittikten sonra, İranlı Yahya Bermekî’yi kendine vezir seçti ve bütün işler, atamalar, azletmeler konusunda tam bir yetki vermiş ve o zamanın geleneğine göre bu yetkiyi desteklemek için de kendi yüzüğünü vermişti ona.[7] Kendisi de beytülmalı şarap içme, zamparalık yapmak, mücevherler satın alıp harman ve zevk-u sefa sürmede zayi etmekle meşguldü.
          İki veya dört yaşındaki bir koyunun bir dirheme satıldığı o dönemde beytülmalın geliri beş yüz milyon iki yüz kırk bin dirhemdi.[8] O, bu büyük geliri harcamaya koyuldu: Okuduğu bir methiye karşısında Eşca’ adında bir şaire bir milyon dirhem verdi.[9] Şair Ebu’l – Utahiye ve müzisyen İbrahim Musulî’ye birkaç beyit şiir ve birazcık saz çalıp şarkı söylemelerine karşı yüz bin dirhem ve yüz takım elbise verdi.[10]

          Harun’un sarayında çok sayıda güzel sesli ve çalgıcı kadınlar toplanmışlardı; o zamanın çeşitli saz ve çalgı aletleri vardı.[11] Harun mücevherlere çok ilgi duyardı; bir defasında bir yüzük satın almak için yüz bin dinar ödedi.[12]

          Mutfağının günlük masrafı on bin dirhemdi ve bazen onun için otuz çeşit yemek hazırlanıyordu.[13]
          Harun bir gün deve kendisine etinden bir yemek getirmelerini istedi; yemek gelince Cafer Bermekî şöyle dedi:
          - Halifemiz kendisine getirilen bu yemeğin kaç paraya mal olduğunu biliyorlar?
          - Üç dirhem…
          - Hayır vALLAHi; şimdiye kadar dört bin dirhem harcanmıştır bunun için; çünkü halife ansızın deve eti isterse hazır olsun diye bir süredir her gün bir deve kesiyorlar![14]

          Harun kumar oynadığı gibi bolca şarap da içiyordu; hatta bazen bu işi meclisinde hazır olan diğerleriyle birlikte yapıyordu.[15] Bütün bunlara rağmen halkı aldatmak için gösteriş olarak bazı İslamî şiarları da yapmaktan kalmıyordu: Hac yapıyor ve bazen bazı vaazlara kendisine vaaz ve nasihat etmeleri söylüyor, kendisi de ağlıyordu…!

          _________________
          [1] - Makatilu’t – Talibiyyin, s. 447.
          [2] - Makatilu’t – Talibiyyin, Mısır baskısı, s. 453
          [3] - Tarih-i Taberî, c. 10, s. 592, Liden basımı.
          [4] - Tarih-i Taberî, c. 10, s. 593, Liden basımı.
          [5] - Hayatu’l – İmam, c. 1, s. 458.
          [6] - Tarih-i Yakubî, c. 2, s. 407, Beyrut basımı.
          [7] - Tarih-i Taberî, c. 10, s. 603.
          [8] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 29.
          [9] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 39.
          [10] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 32.
          [11] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 62.
          [12] - el-İmamet-u ve’s – Siyase, c. 2.
          [13] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 39.
          [14] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 40.
          [15] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 70.
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #6
            Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

            İMAM MUSA KÂZIM'IN (A.S) TUTUMU


            Harun, Alioğullarının Abbasî hükümeti karşısında sert bir şekilde direnişinden çok rahatsız oluyordu; bu yüzden, mümkün olan her yolla onları ezmeye veya toplumda küçük düşürmeye çalışıyordu; kendini satmış saray şairlerine Alioğullarını hicvetmeleri için büyük paralar veriyordu. Örneğin, mensur-i Nemreî’yi Alioğulları hicvetmek için okuduğu bir kasidesi karşısında istediği her şeyi alsın diye beytülmalın hazinesine götürmelerini emretti.[1]

            Bütün Bağdat Alevilerini Medine’ye sürgün etti; onlardan büyük bir grubunu kılıçla veya zehirleterek öldürdü.[2]
            Hatta halkın İmam Hüseyin aleyhisselam ’ın mezarını ziyaret etmelerinden bile rahatsızlık duyuyordu; onun için Hazretin mezarını ve etrafındaki evleri yıkmalarını ve o temiz mezarın yanı başında yeşeren sidir ağacını kesmelerini emretti.[3] Halbuki daha önce Resulullah (s.a.a) üç defa, “ALLAH sidir ağacını kesene lanet etsin” buyurmuştu.[4]

            Şüphesiz İmam Musa Kâzım aleyhisselam Müslümanlıkla hiçbir ilgisi olmayan böyle zalim ve fasık bir kişinin ve babalarının hükümetine razı olmazdı; işte bu nedenle Fah kıyamına rıza gösteriyor ve yine bu nedenle Şiileriyle sürekli gizlice bağlantı kuruyor, zamanın zalim hükümeti karşısında her birinin konum ve tutumunun nasıl olması gerektiğini belirtiyordu.
            Örneğin, bir defasında ashabından Safvan b. Mehran’a şöyle buyurdu:

            -“Sen, develerini Harun’a kiraya vermeni saymazsak, her açıdan iyi bir kisin.”
            -Safva, “Ben onları hac yolculuğu için kiraya veriyorum ve kendim de develerin yanında gitmiyorum” diye karşılık verdi.
            -İmam (a.s), “Bu nedenle, içinden, develerinin zayi olmaması ve senin kiranı vermesi için Harun’un en azından Mekke’den dönünceye kadar sağ kalmasını istemiyor musun?” buyurdu.
            -Sefvan, “İstiyorum” dedi.
            -İmam (a.s) bunun üzerine, “Kim zalimlerin kalmasını isterse, o da onlardan sayılır” buyurdu.[5]

            Ve bazen bazı kişilere Harun’un sistemindeki makamlarını korumalarını emrediyor idiyse de, siyasi açıdan böyle uygu gördükleri içindi; bazen o vahşet, terör ve baskı hükümetinde varlıkları Şiileri için yararlı olabilecek bazı kişileri görevlendiriyor, aynı zamanda, onlar vasıtasıyla da hükümetin Alevilere karşı bazı planlarından da haberdar oluyordu. Öyle ki, Ali b. Yaktin, Harun’un sarayındaki makamından istifa vermek istediği zaman İmam Kâzım (a.s) buna izin vermedi.
            Evet, İmam (a.s) hiçbir şekilde, hatta onların elinde tutsak olduğu zamanda bile bu zalimlerle anlaşmaya yanaşmıyordu:
            İmam (a.s) zindanda tutuklu olduğu bir gün Harun, Yahya b. Halid’i zindana göndererek Musa b. Cafer af dileyecek olursa onu serbest bırakırım dedi; fakat İmam (a.s) bunu kabul etmedi.[6]

            İmam Musa Kâzım aleyhisselam en kötü şartlarda tutuklu olduğu zaman bile barışa yanaşmayan mücadeleci ve yiğitse direnişçi davranışını kaybetmiyordu.
            Bir defasında zindandan Harun’a yazdığı mektuptaki sözlerine bir bakın; onda ne kadar direniş, yiğitlik, inanç ve hedefine iman göze çarpmaktadır bir görün:
            “…Hiçbir gün bana senin huzur ve rahatlık içinde olman kadar zor geçmiyor; ama ikimiz de sonu olmayan ve zalimlerin ziyan göreceği güne doğru yola koyuluncaya dek öyle kal…”[7]

            Evet, işte bu nedenle Harun, İmam’ın (a.s) varlığına tahammül edemiyor; Harun’un, sadece İmam’ın halkın gönlünde kurduğu manevi taht nedeniyle onu kıskanarak zindana attığına inanmak saflık olur.
            O, emniyet görevlileri vasıtasıyla İmam’ın (a.s) Şiilerinin o hazretle sürekli gizlice görüştüklerini öğrenmiş ve yine İmam’ın (a.s) zemini uygun gördüğü zaman şahsen kıyam ederek veya yarenlerinden birine kıyam emri vererek kendi hükümetini yıkacağını çok iyi biliyor, diğer taraftan böyle yorulmak bilmez bir ruha sahip olan İmam’ın en küçük bir uzlaşma yoluna gitmeyeceğini, birkaç gün görünüşte elini elinin üzerine bıraktıysa, bunun susmak değil, aksine darbe indirmek için uygun bir yer kollamak amacıyla taktik gereği yapılan bir duraklama olduğunun da farkındaydı. Bu nedenle erken davranarak son derece aldatıcı bir şekilde ve arsızlıkla Resulullah’ın (s.a.a) mezarının yanı başında durarak hilafeti gasbetmesi, yaptığı zulümler, halkın malını yağmalayıp yemesi ve hilafet düzenini saltanata dönüştürmesinden utanmadan o hazrete hitaben şöyle diyor:

            “Ya Resulullah! Oğlun Musa b. Cafer hakkındaki kararımdan dolayı mazur göre beni. Ben kalben onu zindana atmak istemiyorum; fakat senin ümmetin arasında savaş çıkıp kan dökülmesinden endişelendiğim için bunu yapmak zorundayım!!”
            Sonra orada, Resulullah’ın (s.a.a) mezarının yanı başında ibadetle meşgul olan İmam’ı (a.s) tutuklayarak Basra’ya götürüp zindana atmalarını emrediyor.

            İmam Musa Kâzım (a.s) bir yıl Basra valisi İsa b. Cafer’in zindanında kaldı; o hazretin seçkin özellikleri İsa b. Cafer’in üzerinde öyle bir etki bıraktı ki Harun’a bir mektup yazarak, “İmam’ı benden alın; aksi takdirde onu serbest bırakacağım” dedi.

            Bunun üzerine Harun’un emriyle İmam’ı (a.s) Bağdat’a götürüp Fazl b. Rabi’nin yanında zindana attılar. Ondan sonra bir süre Fazl b. Yahya’ya teslim edildi; sonra da Sindi b. Şahik’in zindanına intikal edildi.

            Sürekli bu intikallerin nedeni ise şuydu: Harun her defasında zindancılardan İmam’ı (a.s) ortadan kaldırmalarını istiyorduysa hiç birisi kabul etmiyordu; nihayet son zindancı, yani Sindi b. Şahik Harun’un işaretiyle o hazreti zehirledi ve İmam (a.s) şehid olmadan önce Şia’nın ileri gelenlerinden bir grubu toplayarak onlardan Hz. Musa-i Kâzım’a (a.s) bir suikastta bulunulmadığına ve zindanda kendi eceliyle öldüğüne tanıklık etmelerini istedi. Sindi b. Şahik bu u hileyle Abbasî hükümetini İmam’a (a.s) karşı işledikleri cinayetten temize çıkarmayı ve aynı zamanda o hazretin taraftarlarının muhtemel ayaklanmasını önlemeyi tasarlıyordu.[8]

            Fakat İmam’ın (a.s) uyanıklığı onları rezil etti; şahitler gelip İmam’ı görünce, Hazret (a.s) şiddetli bir şekilde zehirlenmesine, zayıf ve durumunun kötü olmasına rağmen şahitlere, “Beni dokuz tane hurmayla zehirlediler; yarın bedenim yeşile dönüşecek ve ertesi gün de dünyada göçeceğim” buyurdu.[9]

            Nihayet o yüce İmam’ın (a.s) buyurduğu gibi de oldu.
            İki sün sonra –hicri kameri 183 yılının Receb ayının 25’inde-[10] gökyüzü mateme büründü; yeryüzü, bütün müminler, özellikle gerçek önderlerini kaybeden Şiiler bu acı olaydan dolayı yas tuttular.

            Şimdi, o yüce şehide hitaben şöyle diyoruz:

            O zaman, akşamüzeri hurmanın göklere yükselen dallarının hafifçe esen rüzgarın okşamasıyla birbirine kulak verip senin yaşamının yiğitlik şiirini fısıldaşmakta ve sana yapılan zulümlerin mesajını rüzgara vermektedirler.
            O zaman baharlarda gökyüzünün boğaza düğümlenen sesi açılıp patlar ve bulutların sağnak göz yaşları akıveriri; bu, tarihin yanağının genişliğince sana ağlayan zulme uğramış Şiilerinin üzüntüden boşalan göz yaşlarıdır…
            Ahh, ey yüce hak imam!
            İri ve sıkı göz yaşlarından oluşan perdeler senin mukavemet, direniş ve nihayet hak yolunda can verme hamasetini görmemizi engellemeyecek ve eğer sana ağlıyorsak, ayakta ağlıyoruz; böylece senin düşman karşısında direnişini takdir edip tarih ve varlık alemiyle birlikte senin direnişin karşısında saygıyla ayağa kalkıyoruz.
            Sana kalbimizin en güzel ve en şecaatli yerinden her zaman en temiz selamlar olsun…
            _________________
            [1] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 77.
            [2] - Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 463 – 497.
            [3] - Emali-i Şeyh Tusî, s. 206, taş basımı.
            [4] - Emali-i Şeyh Tusî, s. 206.
            [5] - Rical-i Keşi, s. 440 – 441; İmam’ın (a.s) değerli babası İmam Sadık (a.s) da Yunus b. Yakub’a, “Onlara cami inşa etmek konusunda bile yardım etme” buyuruyor. Vesailu’ş – Şia, c. 12, s. 120 – 130.
            [6] - Gaybet-i Şeyh Tusî, taş basımı, s. 21.
            [7] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 32.
            [8] - Gaybet-i Şeyh Tusî, s. 22 – 25, taş basımı.
            [9] - Uyun-u Ahbari’r – Rıza, c. 1, s. 97.
            [10] - Kâfî, c. 1, s. 486; Envaru’l – Behiyye, s. 97.
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #7
              Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

              MÜNAZARA VE İLMİ TARTIŞMALAR


              Yüce Ehl-i Beyt İmamları aleyhimusselam ilahî ilimleriyle kendilerinden sorulan her soruya doğru, tam ve soran kişinin anlayacağı şekilde cevap veriyorlardı. Herkes ve hatta düşmanlar bile onlarla ilmi tartışmalara girselerdi kendi acizliklerini ve o yüce kişilerin geniş ve kapsamlı ilimlerini itiraf ediyorlardı.
              Harun Reşid, İmam’ı (a.s) Medine’den Bağdat’a getirerek onunla tartışmaya girişti:

              -Harun: Sizden, bir süredir zihnimde dolaşıp duran ve şimdiye kadar hiç kimseden sormadığım bazı soruları sormak istiyorum; bana, sizin hiçbir zaman yalan söylemediğinizi dediler; o halde bana doğru cevap verin!
              -İmam (a.s): Beyan etme serbestliğim olursa sorun konusunda bildiğim söylerim.
              -Harun: Görüşünü açıklama konusunda serbestsin; istediğiN şeyi buyur…

              Benim ilk sorum şudur: Biz ve siz bir ağacın gövdesinden olduğumuz halde neden siz ve diğer insanlar, Ebutaliboğullarının Abbasıoğullarından üstün olduğuna inanıyorsunuz?
              Abbas ve Ebutalib ikisi de Peygamberin amcalarıydı ve Peygamberle akrabalık açısında aralarında hiçbir fark yoktur.
              -İmam (a.s): Biz Peygambere sizden daha yakınız.
              -Harun: Nasıl?
              -İmam (a.s): Çünkü babamız Ebutalib Resul-i Ekrem’in (s.a.a) babasıyla bir anne ve babadandılar; fakat Abbas Peygamberin babasının üvey kardeşiydi; (sadece anne tarafından kardeşlerdi).
              -Harun: Diğer bir sorum ise şudur: Neden siz Peygamberden miras da aldığınızı iddia ediyorsunuz; oysa Resulullah (s.a.a) vefat edince amcası Abbas (bizim babamız) hayattaydı; fakat diğer amcası olan Ebutalib (Sizin babanız) ölmüştü; ve açıktır ki amca hayatta oldukça miras amca oğluna ulaşmaz?
              -İmam (a.s): Görüşümü açıklamada serbest miyim?
              -Harun: Konuşmamızın başında serbestsiniz demiştim.
              -İmam (a.s): İmam Ali b. Ebutalib (a.s) şöyle buyuruyor: Çocuk olduğu zaman anne, baba, karı ve kocadan başkası miras olmaz; insanın çocuğu olduğu zaman ne Kur’an’da ve ne de rivayetlerde amcanın miras aldığı belirtilmemiştir. O halde amcayı baba gibi bilenler bunu kendi yanlarınsan söylüyorlar ve sözlerinin bir dayanağı yoktur (Dolayısıyla Resulullah’ın (s.a.a) kızı Zehra oldukça amcası Abbas miras alamaz.)
              Ayrıca, Resulullah’ın (s.a.a) Ali hakkında (ALLAH’ın selamı onun üzerine olsun) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ali sizin en üstün kadınızdır” ve yine Ömer b. Hattab’tan şöyle nakledilmiştir: “Ali hüküm verenlerin en iyisidir.”
              Ve bu cümle Hz. Ali (a.s) için ispatlanmış olan kapsamlı bir sözdür; çünkü Resulullah’ın (s.a.a), ashabını kendileriyle övdüğü Kur’an ilmi, ahkama ilmi, mutlak ilim gibi ilimlerin tümü İslam hükmü ve İslam yargısının mana ve mefhumunda bir araya toplanmıştır; dolayısıyla, “Ali hüküm vermeden herkesten üstündür” dediğimiz zaman, o hazretin bütün ilimlerde diğerlerinden üstün olduğunu kastetmiş oluyoruz.
              (O halde, Ali’nin “Kişinin çocuğu olduğu zaman amcası ondan miras almaz” şeklindeki buyruğu bir delildir ve onu kabul etmemiz gerekiyor. Ali, “Amca, baba hükmündedir” dememiştir; zira Resulullah’ın (s.a.a) buyruğu gereğince Ali din hükümlerini diğerlerinden daha iyi biliyor.)
              -Harun: Diğer bir sorum da şudur:
              Neden halkın sizi Resulullah’a intisap ederek, size, “Resulullah’ın çocukları” demelerine izin veriyorsunuz; halbuki sizler Ali’nin çocuklarısınız; çünkü herkes kendi babasına intisap eder (annesine değil); Resulullah ise sizin annenizin babasıdır.
              -İmam (a.s): Eğer Resulullah (s.a.a) hayatta olsaydı da senin kızını isteseydi, kızını ona verir miydin?
              -Harun: Subhanellah; neden vermeyeyim; hatta bu durumda bütün Araplara, Acemlere ve Kureyş’e karşı övünürdüm bile.
              -İmam (a.s): Fakat Peygamber dirilseydi benim kızımı istemezdi ve ben de kızımı ona vermezdim.
              -Harun: Neden?
              -İmam (a.s): Çünkü o benim babamdır (anne tarafından olsa bile), fakat senin baban değildir.
              (O halde ben Resulullah’ın çocuğu olduğumu söyleyebilirim.)
              -Harun: O halde neden siz kendinizi Resulullah’ın zürriyeti (soyu) sayıyorsunuz; halbuki zürriyet kızdan değil, oğuldan sürer gider.
              -İmam (a.s): Beni bu soruyu cevaplamaktan muaf gör.
              -Harun: Hayır; cevap vermek ve Kur’an’dan da delil getirmek zorundasınız…
              -İmam (a.s): “…V e onun soyundan Dâvûd'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yûsuf'a, Mûsâ'ya ve Hârûn'a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyyâ'ya, Yahyâ'ya, Îsâ ve İlyâs'a da (yol göstermiştik).”[1]
              Şimdi bu soruma cevap ver: Bu ayette İsa İbrahim’in soyu sayılmıştır; acaba İsa baba tarafından mı İbrahim’e mensuptur anne tarafından mı?
              -Harun: Kur’an’ın apaçık nassını üzerine İsa’nın babası yoktu.
              -İmam (a.s): O halde anne tarafından onun soyu sayılmıştır; biz de annemiz Fatıma –ALLAH’ın selamı onun üzerine olsun- tarafından Peygamber’in (s.a.a) soyu sayılmaktayız.
              Bu konuda başka bir ayet de okuyayım mı?
              -Harun: Okuyun!
              -İmam (a.s): Mubahele ayetini okuyacağım: “Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden la'netleşelim de, Allâh'ın la'netini yalancıların üstüne atalım!” [2]
              Hiç kimse Resulullah’ın (s.a.a) Necran Hıristiyanlarıyla mubahele yaparken mubahale için kendisiyle birlikte Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başkasını götürdüğünü iddia etmemiştir; o halde bu ayette “oğullarımızı” kelimesinden maksat Hasan ve Hüseyin’dirler (ALLAH’ın selamı onların üzerine olsun); halbuki onlar anne tarafından Peygambere intisap etmekteler ve Resulullah’ın (s.a.a) kızının oğullarıdırlar.
              -Harun: Bizden bir şey istemiyor musunuz?
              -İmam (a.s): Hayır, evime dönmek istiyorum.
              -Harun: Bu konuyu düşünmem gerek…[3]
              _________________
              [1] - En’am, 84.
              [2] - Âl-i İmran, 61.
              [3] - Uyun-u Ahbari’r – Rıza, c. 1, s. 81, Kum basımı; İhticac-i Tabersî, Necef – Taş baskısı, s. 211 – 213; Biharu’l – Envar, c. 48, s. 125 - 129.
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #8
                Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri




                [b]
                İmam Kâzım'ın (a.s) İbadeti


                İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın ALLAH Teala'yı özel tanıyışı, Rabbi'yle manevî ünsiyeti ve tertemiz Ehl-i Beyt İmamlarına (a.s) has olan zatî nuraniliği; bütün bunların hepsi onu sıcak bir ibadete ve ALLAH Teala'yla aşıkane bir raz-u niyaza sevk ediyordu. İmam (a.s) ibadeti ALLAH Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de yaratılışın hedefi olarak tanıttığı gibi biliyor ve toplumsal işlerden boşalınca hiçbir şeyi ibadetle eşit tutmuyordu. Harun'un emriyle zindana atıldığı zaman şöyle buyuruyordu:
                "ALLAH'ım! Uzun bir zamandan beridir sana ibadet etmem için beni boşa çıkarmanı diliyordum senden; şimdi duamı kabul ettin; o halde bundan dolayı sana hamd olsun."[1]

                Bu sözler, İmam'ın (a.s) zindana düşmenden önce toplumsal işlerle ne kadar çok meşgul olduğunu da göstermektedir aynı zamanda.
                Hazret (a.s) Rabi'nin zindanındayken, Harun bazen zindanın içini görebileceği bir dama çıkarak zindana bakıyordu. Her defasında elbise gibi bir şeyin zindanın bir köşesine düştüğünü, yerinden hiç hareket etmediğini görüyordu. Bir defasında, "O elbise kimindir?" diye sorduğunda Rabi', "Elbise değil, zamanının büyük bir bölümünün secde ve ALLAH'a ibadet için yere kapanan Musa b. Cafer'dir" dedi.
                Bunun üzerine Harun, "Gerçekten o Haşimoğullarının çok ibadet eden kişilerinden biridir" dedi.
                Rabi', "O halde neden zindanda o kadar baskı yapmalarını emrediyorsun?" diye sorunca Harun:
                "Heyhat; bundan başka bir çarem yok benim" şeklinde karşılık verdi!![2]

                Bir defasında, Harun ay parçası gibi güzel bir cariyeyi İmam'a (a.s) hizmetçi olarak gönderdi; fakat içinden de Hazret ona eğilim gösterecek olursa ona karşı bir propaganda yapmayı tasarlıyordu. İmam (a.s) o cariyeyi getiren kişiye, "Siz bu hediyelere ümitlenip onlarla övünüp duruyorsunuz; Halbuki bu hediyeye ve benzeri şeylere hiç ihtiyacım yok benim" buyurdu. Harun bu söze öfkelenerek adama, "Cariyeyi zindana götür ve İmam'a, biz seni kendi rızanla zindana atmadık söyle" dedi (Yani bu cariyenin zindanda kalması da senin rızana bağlı değildir).
                Çok geçmeden cariyeyle İmam'ın (a.s) ilişkilerini gözetlemek için görevlendirilen Harun'un casusları cariyenin vaktinin çoğunu secde halinde geçirdiğini haber verdiler ona. Harun, vALLAHi Musa b. Cafer onu büyülemiştir… dedi.
                Sonra cariyeyi çağırıp durumu ondan sordu. Fakat cariyenin ağzından İmam'ı (a.s) övgüden başka bir şey çıkmadı. Harun, görevlisine cariyeyi kendi yanında tutmasını ve bu olaydan kimseye bir şey söylememesini istedi. Cariye İmam'ın (a.s) şehadetinden birkaç gün önce ölünceye kadar sürekli ibadet halindeydi.[3]

                O hazret şu duayı çok okuyordu:
                "ALLAHumme inni es'eluke'r – rahete inde'l – mevt ve'l – affe inde'l – hisab"
                (ALLAH'ım! Ben ölüm anından senden rahatlık ve hesap anında ise bağışlanma diliyorum.)[4]

                İmam (a.s) çok güzel Kur'an okuyordu; öyle ki, sesini duyan herkes ağlıyordu; Medine halkı ona "Zeynu'l-Muteheccidin" (teheccüd edenlerin ziyneti) lakabını vermişlerdi.[5]

                _________________
                [1] - Hayatu'l – İmam, c. 1, s. 140; İrşadı-i Şeyh Mufid, s. 281, biraz farkla.
                [2] - Hayatu'l – İmam Musa b. Cafer, c. 1, s. 140; İrşadı-i Şeyh Mufid, s. 281, biraz farkla.
                [3] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, Kum baskısı, c. 4, s. 297, biz özetle naklettik.
                [4] - İrşad-u Şeyh Mufid, s. 277.
                [5] - İrşad-u Şeyh Mufid, s. 279.




                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #9
                  Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                  İmam Kâzım'ın (a.s) Hilim, Afv ve Sabrı

                  İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın eşsiz sabrı sabır ve affı diğerleri için bir örnektir.
                  İmam'ın isminin peşinden "Kâzım" lakabının yer alması o hazretin bu özelliğini göstermekte, öfkesini yenip aff ve sabrını ortaya koymaktadır.
                  Abbasilerin İslam ülkesinin dört bir yanında baskı ortamı yaratarak halkın malların beytülmal diye alıp zevk-u sefa sürdükleri ve onları har vurup harman savurmaları sonucu genel bir fakirliğin her tarafı kapsadığı, halkın çoğunluğunun kültürsüz ve fakir olduğu, Abbasilerin Alevi karşıtı propagandalarının da saf kişilerin zihinlerini bulaştırdığı dönemde, bazıları cahilliklerinden dolayı İmam'a (a.s) öfkeleniyor, fakat o hazret güzel ahlakıyla onlara teselli veriyor, edep ve metanetiyle onlara öğüt veriyordu.

                  Medine'de yaşayan ikinci halifenin çocuklarından biri İmam'a (a.s) eziyet ediyor ve bazen Hazret'i gördüğünde çirkin sözler söyleyip hakaret ediyordu.
                  İmam'ın (a.s) yarenlerinden bazıları onu ortadan kaldırmayı öneriyorlar, fakat İmam (a.s) sert bir şekilde onları bu işten alıkoyuyordu.
                  Bir gün İmam (a.s) onun Medine dışındaki tarlasının yerini sordu. Sora bir merkebe binerek oraya gitti. Adamın tarlada olduğunu görünce merkebiyle birlikte tarlaya girdi. Adam bunu görünce, "Ekinlerimi ezme!" diye bağırmaya başladı. Fakat İmam (a.s) onun bağırmasını önemsemeyerek beneğinin üzerinde onun yanına gitti.[1] Adamın yanına ulaşınca merkebinden inerek güler yüzlü ve saygılı bir şekilde " Bu tarla için ne kadar harcadın?" diye sordu.
                  - Adam: Yüz dinar.
                  - İmam (a.s): Ne kadar kâr edeceğini sanıyorsun.
                  - Adam: Gaybı bilmem ben.
                  - İmam (a.s): Ne kadar kazanmayı umuyorsun dedim.
                  - Adam: İki yüz dinar.
                  - İmam (a.s) ona üç yüz dirhem vererek, "Ziraatın da senin olsun; ALLAH umduğun şeye ulaştıracaktır seni" buyurdu.

                  Adam yerinden kalkarak İmam'ın (a.s) başını öpüp kendisinin kusurunu ve yaptığı hakaretleri affetmesini istedi. İmam (a.s) tebessüm ederek geri döndü…
                  Ertesi gün, adam mescitte oturduğu sırada İmam (a.s) içeri girdi.
                  Adam İmam'ı (a.s) görür görmez, "ALLAH risaletini nereye indireceğini daha iyi bilir" dedi.
                  (İmam Musa b. Cafer'in gerçekten imamete layık olduğuna işaret etmek istiyor.)
                  Bunun üzerine arkadaşları hayretle, olay nedir; daha önce onun hakkında kötü şeyler söylüyordun dediler.
                  Adam yine İmam'ın (a.s) hakkında dua edince arkadaşları onunla kavga etmeye başladılar…
                  Bunun üzerine İmam (a.s), daha önce o adamı öldürmeyi düşünen yarenlerine, "Hangisi daha güzel; sizin yapmak istediğiniz mi yoksa benim davranışımla onu yola getirmem mi?" buyurdu.[2]

                  _________________
                  [1] - Bu iş o adamı yola getirmek için yapıldığından İmam'a (a.s) göre caiz ve hatta yapılması gerekli bir şeydi.
                  [2] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 28; İraşad-i Şeyh Mufid, s. 278.
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                    İmam Musa Kâzım (a.s)'ın Cömertliği

                    İmam Musa Kâzım aleyhisselam dünyaya hedef olarak bakmıyor; bir mal elde edecek olsaydı onunla bir hizmette bulunup perişan bir kişiyi yatıştırmak, bir açı doyurmak, bir çıplağı giydirmek isterdi.

                    MUHAMMED b. Abdullah-i Bekrî şöyle diyor: Mali bakımdan çok kötü bir duruma düşmüştüm. Bir miktar borç para bulmak için Medine'ye girdim. Fakat hangi kapıyı çaldıysam borç para bulamadım; çok yorulmuştum. İçimden Ebu'l – Hasan Musa b. Cafer'in -ALLAH'ın selamı onun üzerine olsun- huzuruna gidip durumumu ona yakınayım, dedim.

                    Sora sora hazreti Medine etrafındaki köylerin birinde, bir tarlada çalışırken buldum. İmam (a.s) beni ağırlamak için yanıma gelip benimle yemek yedi; yemekten sonra, "Benimle bir işin mi vardı?" diye sordu. Ben durumu anlattım kendisine; İmam (a.s) yerinden kalkarak tarlanın bir köşesindeki bir odaya gitti; bir süre sonra üç yüz dinar altın getirip bana verdi. Ben isteğime ulaştıktan sonra merkebime binerek geri döndüm.[1]

                    Yaşı doksanı bulan İsa b. MUHAMMED şöyle diyor: Bir yıl kavun, salata ve kabak ekmiştim; toplama zamanı yaklaşınca çekirgeler bütün mahsulümü yok etti ve ben bu nedenle yüz yirmi dinar zarar ettim.
                    O günlerde, Hz. İmam Musa Kâzım aleyhisselam (sanki bütün Şiilerin tek tek durumunu gözetiyormuş gibi) bir gün benim yanım ageldi; selam vererek durumumu sordu; ben, "Çekirgeler bütün mahsullerimi yok etiler" dedim.
                    - İmam (a.s), "Ne kadar zarar gördün?" buyurdu.
                    - Ben, "Develerin parasıyla birlikte yüz yirmi dinar" dedim.
                    Bunun üzerine İmam (a.s), bana yüz elli dinar verdi.
                    - Ben, "Siz bereketli bir kişisiniz; tarlama gelip dua edin" dedim.
                    - İmam (a.s) gelerek dua etti ve sonra şöyle buyurdu:
                    "Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: Zarara uğrayan mal ve mülkünüzden geriye kalana yapışın."
                    Ben o tarlayı suladım ve ALLAH Teala öyle bir bereket verdi ve öyle bir mahsul verdi ki onları on bine sattım.[2]

                    _________________
                    [1] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 28.
                    [2] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 29.
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                      Hz. Musa Kâzım'ın (a.s) İmametinin İncelenmesi

                      Değerli İmamlarımızın (a.s) imam, ilmî, dinî ve siyasi mercii insanlara tanıtırken, bundan siyasi bakımdan su-istifade etmek isteyenlerin kaçış yolları olmasın diye ve yine gerçek Şiilerin hakiki imam ve önderi tanımaları için sürekli o kişinin ismini apaçık bir şekilde söylerlerdi; işte bu nedenle İmam Musa Kâzım (a.s) hakkında da, değerli babaları, Abbasilerin zulüm ve baskı temelleri üzerine kurulan hükümetinin hakimiyetine rağmen bir çok yerde kendisinden sonra o hazretin imam olduğunu apaçık beyan etmiştir, onlardan bir kaçı örnek olarak şöyledir:

                      1- Ali b. Cafer şöyle diyor: Babam İmam Sadık aleyhisselam özel ashabından bir gruba şöyle buyurdu: Oğlum Musa hakkındaki tavsiyemi kabul edin; çünkü o, bütün çocuklarımdan ve benden geri kalan herkesten üstündür; o benim halifem, benden sonra Allah'ın bütün kullarına hücceti olacaktır.[1]

                      2- Ömer b. Aban şöyle diyor: İmam Sadık aleyhisselam , kendisinden sonraki imamları andı.
                      Ben oğlu İslamil'in ismini getirdim. Fakat İmam, "Hayır" buyurdu; "Vallahi bu iş bizim elimizde değil; Allah'ın yetkisindedir."[2]

                      3- İmam Sadık aleyhisselam 'ın en seçkin öğrencilerinden biri olan Zurare şöyle diyor: İmam'ın (a.s) huzuruna çıktım; o sırada sağ tarafında evlatlarının efendisi Musa aleyhisselam 'ın ve karşısında ise bir cenazenin olduğunu -oğlu İsmail'in cenazesi- gördüm.
                      İmam (a.s) bana, "Ey Zurare! Git Davud Rikki, Harman ve Ebu Basir'i -yarenlerinden üç kişi- buraya getir" buyurdu.
                      Ben gidip onları getirdim. Başkaları da gelince otuz kişi olduk ve oda ağzına kadar doldu.
                      İmam (a.s) Davud Rikki'ye, "Cenazenin üzerindeki bez parçasını aç" buyurdu. Davud İmam'ın (a.s) emrini yerine getirdi. Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:
                      "Ey Davud! Bak bakalım İsmail diri midir, ölmüş mü?"
                      Davud, "Efendim! Ölmüştür" dedi.
                      İmam (a.s) oradaki herkese cenazeyi gösterdi ve herkes İsmail'in öldüğüne tanıklık etti.
                      İmam daha sonra şöyle buyurdu: "Allah şahid olsun (ki halkın yanılmaması için bu kadar çaba gösterdim)." Sonra İmam'ın (a.s) emri üzerine ona gusül verip hunut sürerek kefenlediler. Kefenlendikten sonra yine Mufazzal'a, "Onun yüzünü aç" buyurdu.

                      Mufazzal İmam'ın (a.s) emrini yerine getirince, "Diri midir, yoksa ölmüş mü?" diye sordu. Mufazzal, "Ölmüş" dedi. Yine oradaki herkesten aynı soruyu sordu; onlar da ayı cevabı verdiler. İmam (a.s) tekrar, "Allah'ım! Sen şahid ol; fakat buna rağmen yine Allah'ın nurunu söndürmek isteyen grup İsmail'in imam olduğunu söz konusu edecekler" buyurdu.
                      Sonra oğlu Musa'ya işaret ederek şöyle buyurdu:
                      "Bir grup istemese de Allah kendi nurunu teyit edecektir."
                      İsmail'i defnettikten sonra İmam (a.s) oradakilerden, "Burada defnedilen kimdi?" diye sordu. Onlar da "İsmail'di" dediler. İmam (a.s) tekrar, "Allah'ım! Sen şahid ol" buyurdu. Sonra oğlu Musa'nın elinden tutarak şöyle buyurdu:
                      "Allah yeryüzünü ve ondaki varlıkları teslim alıncaya (kıyamete) kadar bu hak üzeredir, hak da onunladır, hak ondandır."[3]

                      4- Mensur b. Hazim şöyle diyor: İmam Sadık aleyhisselam 'a, "Babam-anam size feda olsun; her gün canlar ölümle karşılaşmaktadır; eğer sizin başınıza da böyle bir şey gelecek olursa imamımız kim olacaktır?" diye sordum. İmam (a.s), elini oğlu Ebu'l – Hasan Musa'nın sağ omzuna bırakarak, "Bana bir şey olacak olursa, bu oğlum sizin imamınız olacaktır" buyurdu. O hazret o zaman 5 yaşındaydı ve İmam Sadık'ın (a.s) diğer oğlu Abdullah da -ki bazıları daha sonra onun imamlığına inandılar- o mecliste bizimle birlikteydi.

                      5- Şeyh Mufid -Allah'ın geniş rahmeti onun üzerine olsun- şöyle diyor:
                      Mufazzal b. Ömer, Muaz b. Kesir, Abdurrahman b. Haccac, Feyz b. Muhtar, Yakub b. Sırac, Süleyman b. Halid ve Safvan-ı Cemmal gibi İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam 'ın yarenlerinin ileri gelenlerinden biri grup ve uzamasın diye isimlerini saymadığımız diğerleri İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın İmam Sadık'tan (a.s) sonra imamet makamına geçmesi konusunu söz konusu etmişlerdir ve yine bu mevzu fazilet ve takvalarında şüphe olmaya İmam Musa Kâzım'ın (a.s) kardeşlerinden İshak ve Ali'den de rivayet edilmiştir.[4]

                      Bütün bu açıklama ve beyanlarla Şia ve İmam Cafer-i Sadık'la (a.s) ilişki içerisinde olan kimseler, babası hayattayken ölen İsmail'in veya ismi Muhammed olan İsmail'in oğlunun ya da diğer oğlu Abdullah'ın değil, oğlu Ebu'l–Hasan Musa b. Cafer-i Kâzım'ın (a.s) imam olduğunda şüphe etmemişlerdir. Bütün bunlara rağmen, İmam Sadık'ın (a.s) şehadetinden sonra bir grup oğlu İsmail'in veya İsmail'in oğlunun veya Abdullah'ın imam olduğuna inanarak onlar için tayin edilen apaçık yoldan saptılar.

                      _________________
                      [1] - A'lamu'l – Verra-i Tabersî, s. 291, İlmiyy-i İslamiyye baskısı; İsbatu'l – Hudat, c. 5, s. 486.
                      [2] - Besairu'd – Derecat, s. 471, yeni baskı; İsbatu'l – Hudat, c. 5, s. 484.
                      [3] - Gaybet-i Nu'manî, taş baskısı, s. 179; Biharu'l – Envar, c. 48, s. 21.
                      [4] - İrşad-i Şeyh Mufid, s. 270.
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                        İmam'ın (a.s) Öğrencileri ve Mektebinde Eğitim Alanlar

                        İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın ilim ve davranışları Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ve tertemiz babalarının ilim ve amelinin göstergesiydi. Bütün ilim ve kemal susamışları onun mektebinin kaynağından susuzluklarını gideriyorlardı; insanları öyle yetiştiriyordu ki, onun mektebinden ders alanlar çok kısa bir zamanda ilim ve amelde çok yüce bir makama olaşabiliyorlardı.
                        Yaklaşık yirmi yaşındayken değerli babaları şehadet makamına ulaştı; babasının öğrencileri ve mektebinde eğitilenlerin çoğu ondan yüz çevirmeden yaklaşık otuz yıldan fazla kendisinden istifade ettiler.[1]
                        Fıkıh, hadis, kelam ilim ve münazarada o hazretin mektebinde eğitim görenler diğerleriyle mukayese edilmeyecek nitelikteydiler; ahlak, amel ve Müslümanlara hizmet konusunda kendi dönemlerinin örnekleriydiler. Kelam dalında hoca olanlar onların hiç biriyle tartışamaz, münazarada hemen yenik düşer, acizliklerini itiraf ederlerdi.
                        İmam'ın (a.s) bu öğrenciler
                        inin yüce şahsiyetleri muhalifleri, özellikle dönemin yönetimini hayrete düşürmüştü; halk arasında o kadar sevilen ve sayılan onların kıyam ederek halkı kendi peşlerine çekmelerinden endişeleniyorlardı.
                        Şimdi bu mektepte eğitim alanlardan bazılarının kısaca hayatlarına değinelim:

                        1- İbn-i Ebi Umery:

                        İbn-i Ebi Umeyr hicri 217 yılında vefat etmiş, üç imamı (İmam Kâzım, İmam Rıza ve İmam Cevad) görmüştür; döneminin meşhur alimlerinden ve Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) yarenlerindendi; ondan çeşitli konularda çok sayıda rivayet ulaşmıştır elimize. Onun yüce makamı Şia ve Sünnilerin dillerine düşmüş, her iki kesim arasında güven duyulan bir kişi olmuştur; Ehl-i Sünnet ulemasından olan Cahiz onun hakkında şöyle yazıyor: İbn-i Ebi Umeyr her konuda döneminde tekti.[2]
                        Fazl b. Şazan şöyle diyor: Bazı kişiler hakim sisteme İbn-i Ebi Umeyr'in bütün Irak Şiilerinin isimlerini bildiğini haber verdiler; hakim sistem ondan Irak Şiilerinin ismini vermesini istedi; fakat o çekinerek vermedi. Bunun üzerine onu soyundurarak iki hurma ağacı arasına asıp ve yüz kırbaç vurdular ve ayrıca ona yüz bin dirhem malî zarar verdiler.[3]
                        İbn-i Bukeyr şöyle diyor: İbn-i Ebi Umeyr'i zindana attılar; zindanda bir çok eziyetler çekti ve bütün serveti elinden alındı;[4] galiba zindana atılıp eziyetler gördüğü sıralarda onun hadis kitapları yok oldu.
                        Şeyh Mufid şöyle yazıyor: İbn-i Ebi Umeyr on yedi yıl zindana atıldı ve bütün mallarını kaybetti; adamın biri ona on bin dirhem borçluydu; İbn-i Ebi Umeyr'in servetini kaybettiğini anlayınca evini satarak onu parasını hazırlayıp getirdi.
                        İbn-i Ebi Umeyr, "Bu parayı nereden aldın? Bir miras mı ulaştı sana veya bir hazine mi buldun?" diye sordu.
                        Adam, "Evimi sattım!" dedi.
                        İbn-i Ebi Umeyr, "İmam Sadık (a.s) bana kişinin içinde oturduğu ihtiyacı olan ev borcun müstesnalarındandır buyurdu; bu yüzden, bu paraların hatta bir dirhemine bile ihtiyacım olmasına rağmen kabul edemem" dedi.[5]

                        2- Safvan b. Mihran:


                        Safvan b. Mihran, ulemanın ileri gelenlerinin rivayetlerine önem verdikleri güvenilir ve temiz kişilerdendir; ahlak ve davranışlarında öyle bir makama ulaştı ki İmam (a.s) tarafından teyit edildi. Daha önce de değindiğimiz gibi, İmam'dan, zalimlere yardım edilmemesi ve onlara her türlü yardımdan sakınılması gerektiğini duyunca Harun'a kiraya vermiş olduğu develeri, bu vesileyle zalime yardım etmemek için sattı.[6]

                        3- Safvan b. Yahya:

                        Safvan b. Yahya, İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın ashabının ileri gelenlerindendi. Şeyh Tusî şöyle yazıyor: Safvan muhaddislerin yanında dönemin en güvenilir ve en takvalı insanı sayılıyordu.[7]
                        Safvan İmam Rıza'yı (a.s) görmüş ve o hazretin yanında yüce bir makam ve mevki edinmiş,[8] İmam Cevad aleyhisselam da onu överek, "Allah ondan razı olsun; hiçbir zaman ben ve babama muhalefet etmedi" buyurdu.[9]
                        İmam Musa Kâzım aleyhisselam şöyle buyuruyor: Birlikte çobansız bir koyun sürüsüne saldıran iki yırtıcı kurdun zararı, makam sevgisinin Müslüman'ın dinine verdiği zarardan daha fazla değildir; fakat bu Safvan makamperest değildir.[10]

                        4- Ali b. Yaktin:

                        Ali b. Yaktin hk. 124 yılında Kufe'de dünyaya gelmiştir;[11] Şii olan babası İmam Sadık aleyhisselam 'a kendi malından gönderiyordu; Mervan onu takip altına alınca kaçmak zorunda kaldı. Bunun peşinden eşi ile Ali ve Abdullah ismindeki iki oğlu Medine'ye gittiler. Emevî saltanatı yıkılıp Abbasî hükümetinin kurulması üzerine Yaktin ortaya çıkıp eşi ve iki oğluyla birlikte Kufe'ye döndü.[12]
                        Ali b. Yaktin, Abbasîlerle yakın bir bağlantı kurdu ve Abbasî hükümetinin bazı önemli makamlarını ele geçirdi; o dönemde Şiilerin sığınağı ve yardımcısı olup onların sıkıntılarını gideriyordu.
                        Harun-i Reşid, Ali b. Yaktin'i kendisine vezir seçince Ali b. Yaktin, onların işlerine iştirak etme konusunda İmam Seccad'ın (a.s) görüşünü sordu.
                        İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Mecbur kalırsan, Şiilerin mallarından sakın."
                        Ravi diyor ki: Ali b. Yaktin bana, "Görünüşte malları Şiilerden alıyor, fakat gizlice kendilerine iade ediyorum" dedi.[13]
                        Bir defasında İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'a şöyle yazdı: "Sultanın işlerine tahammülüm kalmadı; Allah beni size feda etsin, müsaade ederseniz bu işten çekilmek istiyorum."
                        İmam (a.s), ona şöyle cevap yazdı: "İşinden çekilmene izin vermiyorum; Allah'tan çekin!"[14]
                        Ve yine bir defasında ona şöyle buyurdu: "Bir şeyi taahhüt edersen ben de senin için üç şeyi taahhüt ederim. Benim taahhüt edeceğim üç şey şunlardır: Kılıçla öldürülmeyecek, fakirlik görmeyecek ve zindana düşmeyeceksin.
                        Ali b. Yaktin, "Benim taahhüt edeceğim şey nedir?" diye sordu.
                        İmam (a.s), "Bizim dostlarımızdan birisi sana gelirse ona ikramda bulunmanı istiyorum" buyurdu.[15]
                        Abdullah b. Yakya-i Kahili şöyle diyor: Bir gün İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın huzurundaydım; o sırada Ali b. Yaktin o hazrete doğru geliyordu. İmam (a.s) yarenlerine şöyle buyurdu: "Kim Resulullah'ın (s.a.a) ashabından birini görmek istiyorsa bize doğru gelen şu adama baksın."
                        Oradakilerden biri, "Öyleyse o cennetliktir değil mi?" diye sordu.
                        İmam (a.s), "Ben onun cennetlik olduğuna tanıklık ediyorum" buyurdu.[16]
                        Ali b. Yaktin İmam'ın (a.s) emirlerini yerine getirme konusunda hiçbir şekilde kusur etmiyor, gevşek davranmıyordu; Hazret neyi emretseydi, hikmetini bilmese bile hemen yerine getirirdi:
                        Bir defasında Harun-i Reşid, Ali b. Yaktin'e hediye olarak bir takım elbiseler verdi; onların arasında şahane bir cüppe vardı. Ali b. Yaktin o elbiselerle cüppeye diğer malları da ekleyerek İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'a gönderdi. İmam (a.s) o cüppe dışında bütün malları kabul etti ve Ali b. Yaktin'e, "Yakında bu cüppeye ihtiyacın olacak, onu kendi yanında sakla ve kimseye verme" diye yazdı.
                        Ali b. Yaktin, İmam'ın (a.s) o elbiseyi neden geri gönderdiğini anlayamadı; fakat buna rağmen onu sakladı. Birkaç gün sonra Ali b. Yaktin kendisiyle içli-dışlı olan bir kölesine öfkelenerek onu dışarı attı; Ali b. Yaktin'in İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'a karşı sevgi beslediğini ve İmam'a (a.s) elbise gönderdiğini bilen köle Harun'un yanına giderek bildiklerini söyledi. Harun öfkelenerek, "Bu konuyu araştıracağım; dediğin gibi olursa onu öldüreceğim" dedi. Derhal Ali b. Yaktin'i çağırtıp, "Sana verdiğim şu cüppe nerededir?" diye sordu.
                        Ali b. Yaktin, "Ona koku sürüp özel bir yerde sakladım…" dedi.
                        Harun, "Hemen onu buraya getir!" dedi.
                        Ali b. Yaktin hizmetçilerinden birini göndererek elbiseyi getirtip Harun'un önüne koydu. Harun elbiseyi görünce yatıştı ve Ali b. Yaktin'e, "Elbiseyi götür yerine bırak; kendin de selametle geri dön; bundan böyle senin hakkında hiç kimsenin çekiştirmesini kabul etmeyeceğim" dedi ve sonra o köleye bin kırbaç vurmalarını emretti. Fakat köle beş yüz kırbaç yedikten sonra can verdi.[17]
                        Ali b. Yaktin hk. 182 yılında, İmam Musa b. Cafer (a.s) zindandayken vefat etti.[18] Onun bir takım kitapları vardı; Şeyh Mufid ve Şeyh Saduk onlardan bazılarının isimlerini kaydetmişlerdir.[19]

                        5- Mumin Tak:[20]


                        Muhammed b. Ali b. Nu'man, künyesi Ebu Cafer, lakabı Mümin Tak'tır; İmam Cafer-i Sadık ve İmam Musa Kâzım'ın (a.s) ashabından olup İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) yanda yüce bir makama sahipti; Hazret onu ashabının ileri gelenleri arasında saymıştır.[21]
                        Mümin Tak, herhangi bir muhalifle tartışsaydı onu galip gelirdi.
                        İmam Sadık aleyhisselam ilmi gücü ve istidadı olmayan bazı yarenlerini kelamî tartışmalara girmekten alıkoyarken Mümin Tak'ın bu tartışmalara girmesini tavsiye ediyordu.
                        İmam Sadık (a.s) onun hakkında Halid'e şöyle buyurmuştur: Tak sahibi halkla tartışır ve bir doğan gibi avın üzerine iner; oysa senin kanatlarını yolacak olurlarsa kesinlikle uçamazsın."[22]
                        İmam Sadık (a.s) şehadet mertebesine ulaşınca, Ebu Hanife, kinayeyle Mümin Tak'a, "İmam'ın öldü" dedi. Mümin Tak bu söze karşı hemen, "Fakat senin imamına zamanın belli olan güne kadar mühlet verilmiştir" dedi.[23] Yani senin imamın Allah Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de hakkında "Haydi, dedi, sen ertelenmişlerdensin! O bilinen vaktin gününe kadar!" [24] buyurduğu şeytandır.

                        6- Hişam b. Hekem:

                        Hişam b. Hekem tartışma, münazara ve kelam ilminde bir dahiydi; bu konuda diğerlerinden üstündü. İbn-i Nedim şöyle yazıyor: Hişam, Şii mütekellimlerinden olup imamet hakkında tartışmayı tüm detay ve incelikleriyle ortaya koyan bir kişiydi; o, kelam ilminde uzman ve hazır cevap bir kişiydi.[25]
                        Hişim çok sayıda kitap yazmış, çeşitli din ve mezheplerin önderleriyle ilginç tartışmalar yapmıştır:
                        Yahya b. Halid-i Bermekî, Harun-i Reşid'in huzurunda Hişam'a, "Hakkın iki zıt kutupta olması mümkün müdür?" diye sordu.
                        Hişam, "Hayır" dedi. Yahya, "İki kişi bir konuda ihtilaf edince ikisi de hak üzere veya ikisi de batıl ya da biri hak ve diğeri batıl değil midir?" dedi.
                        Hişam, "Evet, bu konuda ancak bu üç şık düşünülebilir; fakat birinci şık imkansızdır; çünkü her ikisinin de hak üzere olması imkansızdır" dedi.
                        Bunun üzerine Yahya, "Bir din hükmünde ihtilafa düşen kişilerden her ikisinin de hak üzere olması imkansızsa, o halde Resulullah'ın (s.a.a) mirası üzerinde ihtilafa düşerek Ebubekr'in yanına giden Ali ve Abbas'tan hangisi hak üzereydi?" diye sordu.
                        Hişam, "Bu konuda hiç birisi hatalı değildir" dedi; "Onların bu kıssasının Kur'an'da da örneği vardır: Kur'an-ı Kerim'de Hz. Davud'un kıssasında iki meleğin tartışarak Davud'un (a.s) yanına gelip ondan aralarındaki ihtilafı halletmesini istediler; acaba bu iki melekten hangisi hak üzereydi?"
                        Yahya, "İkisi de hak üzereydiler; aralarında bir ihtilaf yoktu" dedi; "Onların ihtilafları şekilseldi ve bu hareketle Hz. Davud'un dikkatini bir şeye çekmek istiyorlardı."[26]
                        Hişam, "Ali'yle (a.s) Abbas'ın ihtilafı da böyleydi" dedi; "Onların arasında bir ihtilaf yoktu. Onlar sadece Ebubekir'e yaptığı hatayı bildirmek için böyle yaptılar; onlar böylece Ebubekir'e, 'Kimse peygamberden miras almaz;" sözünün doğru olmadığını ve kendilerinin peygamberden miras aldıklarını anlatmaya çalıştılar.
                        Yahya şaşırarak cevap veremedi; bunun üzerine Harun-i Reşid, Hişam'ı övdü.[27]
                        Yunus b. Yakub şöyle diyor: Aralarında Harman b. A'yun, Mümin Tak, Hişam b. Salim, Tayyar ve Hişam b. Hekem de bulunan İmam Sadık aleyhisselam 'ın ashabından bir grup İmam'ın (a.s) yanında olduğu bir sırada o hazret genç yaştaki Hişam'a, "Amr b. Ubeyd'e ne yaptığını ve ondan neler sorduğunu anlatmak istemez misin?" buyurdu.
                        Hişam, "Sizden utanıyorum; sizin huzurunuzda dilim konuşamıyor!" dedi.
                        İmam (a.s), "Size emrettiğimiz zaman emrimizi yerine getirin" buyurdu!
                        Bunun üzerine Hişam şöyle dedi: Amr b. Ubeyd'in Basra mescidinde oturup halka konuşma yaptığını duymuştum. Bu konu bana ağır geldi. Cuma günü Basra'ya gidip mescide girdiğimde Amr b. Ubeyd'in mescitte oturduğunu ve halkın da etrafını sarıp ondan bazı konuları sorduklarını gördüm. Kalabalığı yarıp onun yanına oturduktan sonra, "Ey bilgili kişi! Ben yabancı bir adamım. Müsaade ederseniz bir soru sormak istiyorum!" dedim. Amr izin verince ben, "Acaba senin gözün var mı?" diye sordum. Amr, "Ey çocuğum! Bu ne biçim bir soru?" dedi. "Ben böyle soracağım" dedim. Amr, "Her ne kadar aptalca bir soruysa da olsun yine de sor" dedi. Ben yine sordum:
                        - Gözün var mı?
                        - Evet.
                        - Onunla neyi görüyorsun?
                        - Renkleri ve şekilleri.
                        - Burnun var mı?
                        - Evet.
                        - Onunla ne yapıyorsun?
                        - Kokuları alıyorum.
                        - Ağzın var mı?
                        - Evet.
                        - Onunla ne yapıyorsun?
                        - Yemekleri tadıyorum.
                        - Peki beynin (ve duyu merkezin) var mı?
                        - Evet, var.
                        - Peki onunla ne yapıyorsun?
                        - Onunla uzuvlarıma gelen her şeyi teşhis ve ayırt ediyorum.
                        - Bu uzuvların senin bu duyu merkezine olan ihtiyacını gidermiyor mu?
                        - Hayır!
                        - Nasıl olur bu? Halbuki senin bütün uzuvların sapasağlamdır!
                        - Bu uzuvlarım bir şeyde şüphe ettiği zaman şüpheyi giderip yakin edinmek için beyin ve duyu merkezine müracaat ederler.
                        - O halde Allah Teala beyin ve duyu merkezini bu uzuvların şüphelerini gidermek için yaratmıştır değil mi?
                        - Evet.
                        - Öyleyse kesinlikle beyin ve duyu merkezine ihtiyacımız var değil mi?
                        - Evet.
                        - Allah Teala senin uzuvlarında doğruyla yanlışı ayırt edecek bir imamsız bırakmamışken bütün bu insanları ihtilaf ve şüphe anında kendisine müracaat edecekleri bir imam olmadan kendi hallerine mi bırakmıştır?!!
                        Amr b. Ubeyd sustu ve bir şey söylemedi. Sonra bana dönerek…, "Nerelisin?" dedi
                        Ben, "Kufeliyim" dedim.
                        Amr, "Öyleyse sen Hişam'sın" dedi. Ve sonra beni alıp kendi yerine oturttu ve ben kalkıncaya kadar da artık bir şey söylemedi.
                        İmam Sadık aleyhisselam tebessüm ederek, "Bu istidlali sana kim öğretti?" diye sordu.
                        Hişam, "Ey Resulullah'ın (s.a.a) torunu!" dedi, "Kendiliğinden dilime aktı."
                        Bunun üzerine İmam aleyhisselam şöyle buyurdu: "Ey Hişam! Allah'a andolsun ki bu istidlal İbrahim ve Musa'nın Suhuf'unda yazılmıştır."[28]
                        _________________
                        [1] - İmam Sadık (a.s) hicri kameri 148 yılında ve İmam Kâzım (a.s) ise 183 yılında şehadete ulaşmıştır.
                        [2] - Muntaha'l – Makal, s. 254, taş baskısı.
                        [3] - Rical-i Keşşî, s. 591.
                        [4] - Rical-i Keşşî, s. 590.
                        [5] - İhtisas-i Şeyh Mufid, Tahran basımı, s. 86.
                        [6] - Rical-i Keşşî, s. 440 - 441.
                        [7] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 109, 1380 - Necef baskısı.
                        [8] - Fihrist-i Neccaşî, s. 148, Tahran baskısı.
                        [9] - Rical-i Keşşî, s. 502.
                        [10] - Rical-i Keşşî, s. 503.
                        [11] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 117.
                        [12] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 117.
                        [13] - Kâfî, s. 110.
                        [14] - Kurbu'l - Esnad, s. 126, taş baskı.
                        [15] - Rical-i Keşşî, s. 433.
                        [16] - Rical-i Keşşî, s. 431.
                        [17] - İrşad-i Şeyh Mufid, s. 275.
                        [18] - Rical-i Keşşî, s. 430.
                        [19] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 117.
                        [20] - Mumin Tak'ın dükkanı, Kufe'de bir tavanın altında yer aldığı için ona bu isim verilmiştir.
                        [21] - İrşad-i Şeyh Mufid, s. 135, 239 ve 240.
                        [22] - Rical-i Keşşî, s. 186.
                        [23] - Rical-i Keşşî, s. 187.
                        [24] - Hicr, 38.
                        [25] - Fihrist-i İbn-i Nedim, s. 263, Mısır baskısı.
                        [26] - Hz. Davud'la (a.s) iki meleğin kıssası Sâd Suresi, 21 - 26. ayetlerde zikredilmiştir; bunu açıklamasını tefsir kitaplarında okuyabilirsiniz.
                        [27] - el-Fusulu'l - Muhtarret-i Seyyid Murtaza, s. 26, Necef baskısı, (özetle).
                        [28] - Rical-i Keşşî, s. 271 - 273; Usul-i Kâfî, c. 1, s. 196, biraz farkla; Murucu'z - Zeheb-i Mesudî, içeriğe zarar vermeyecek fazla bir ihtilafla.
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                          İmam Musa Kazım (a.s)'dan Kırk Hadis

                          Kurtuluşun Hakkı Söylemekte Oluşu

                          1- Dostlarından birine şöyle buyurdu: "Ey adam! Allah' tan kork; helak olmana sebep olsa bile hakkı söyle. Çünkü (gerçekte) kurtuluşun ondadır. Ey adam! Allah'tan kork; kurtulmana sebep olsa bile batılı terk et. Çünkü (gerçekte) helakın ondadır."[1]

                          Allah'ın İnsanlara Zahiri ve Batıni Hücceti

                          2-"Allah-u Teala'nın insanlara zahiri ve batını iki hücceti (delili) vardır, zahiri hücceti, Resuller, peygamberler ve İmamlardır; batini hücceti ise akıldır."[2]

                          Dünyanın derin Bir Deniz Oluşu

                          3- "Ey Hişam! Lokman oğluna şöyle dedi; "İnsanların en akıllısı olman için hakka boyun eğ. Ey yavrum, dünya derin bir denizdir; bir çok insan onda boğulmuştur. Bu denizde gemin takva (geminin) yükü iman, yelkeni tevekkül, kaptanı akıl kılavuzu (pusulası) ilim, lengeri ise sabır olmalıdır."[3]

                          Allah'ın Dininde Fakih Olmanın Gerekliliği

                          4- "Allah'ın dininde fakih olun (dini iyice anlamaya çalısın). Çünkü dinde fakih olmak basiretin anahtarıdır, ibadetin kemalidir, din ve dünyanın yüce makam ve derecelerine ulaşmak için de bir vesiledir. Fakihin, abide olan üstünlüğü, güneşin yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kim, dininde fakih olmazsa Allah onun, hiçbir amelini beğenmez."[4]

                          Zamanı Dörde Ayırmak

                          5- "Zamanınızı dörde ayırmaya çalışın; bir bölümünü Allah'la münacat etmeye, bir bölümünü geçiminizi sağlamaya,bir bölümünü ayıplarınızı size bildiren kardeşlerinizi ve gönüllerinde size karşı samimiyetleri olan güvenilir insanları ziyaret etmeye ve bir bölümünü de haramlar dışındaki zevklere ayırın; bununla (sonuncuyu yapmakla) diğer üç bölümü de yapmaya kadir olursunuz."[5]

                          Güzel Komşuluk

                          6- "Güzel komşuluk, komşuya eziyet etmemek değildir;güzel komşuluk, eziyete tahammül etmektedir."[6]


                          Ey Yavrum!


                          7- çocuklarından birine şöyle buyurdular:
                          "Ey yavrum! Allah-u Teala'nın, seni nehyettiği masiyette görmesinden ve seni emrettiği itaate görmemesinden sakın. (Allah'a kulluk etmede) gayretli ve ciddi ol. Yine de Allah'a ibadet ve itaatte kendini kusursuz görme. Çünkü gerektiği şekilde Allah'a ibadet etmek mümkün değildir. Şaka yapmaktan sakın. Çünkü şaka, imamın nurunu giderdiği de hafifletir. Usanmak ve tembellikten sakın. Çünkü bunlar, dünya ve ahiret nasibinden seni alıkoyur."[7]

                          Ey Hişam!

                          8- "Ey Hişam! Yiğitliği olmayanın dini olmaz, aklı olmayanın da yiğitliği olmaz. Halkın en değerlisi, dünyayı kendisi için bir değer görmeyen kimsedir. Bilin ki, bedenlerinizin kıymet ve değeri ancak cennettir. Öyleyse onu başka bir şeye satmayın."[8]

                          Akıllı Kimse...

                          9- "Akıllı kimse, yalanlamasından korktuğu kimseye bir şey söylemez; reddedeceğinden endişe ettiği kimseye ağız açmaz, gücü yetmediği şeyi vaat etmez, arzu etmesiyle kınandığı şayi arzulamaz ve aciz kalacağından korktuğu işe teşebbüs etmez."[9]

                          İki Yüzlü ve İki Dilli Olan Kul

                          10- "İki yüzlü ve iki dilli olan kul ne de kötü kuldur; kardeşinin huzurundan onu över, gıyabında (gıybetini ederek) etini yer; kardeşine bir nimet verildiğinde kıskanır, sıkıntıya düştüğünde de onu yalnız bırakır."[10]


                          Müminin Kardeşi


                          11- "Mümin aynı ana ve babadan olmasa bile müminin kardeşidir. Kim kardeşine iftira eder, ona hile yapar, ona nasihat etmez ve (gıyabında) onun gıybetini ederse melundur."[11]

                          İki Günü Eşit olanın Zarara Uğramış Olması

                          12- "Kimin iki günü (manevi yönden) eşit olursa, zarara uğramıştır, kimin ikinci günü birinci gününden daha kötü olursa melundur (Allah'ın rahmetinden uzaktır) kim kendi nefsinde bir (manevi) artış görmezse noksanlık uçurumundadır; böyle olan bir kimsenin de ölmesi, yaşamasından daha iyidir ."[12]

                          Üç Şeyi Üç Şeye Musallat Kılanın, Aklı Yok Etmek İçin Hava ve Hevesine Yardım Etmiş Olması

                          13- "Kim üç şeyi, üç şeyi musallat kılarsa, aklını yok etmek için heva ve hevesine yardım etmiş gibi sayılır: Fikrini nurunu, uzun arzularla öldüren; çok konuşmakla, hikmetini mahveden; ibret almak nurunu, nefsani şehvetlerle yok eden; ibret almak nurunu yok eden sanki aklını yıkmak için nefsine destek olmuştur; aklını yok eden kimse de dinini ve dünyasını ifsat etmiştir."[13]

                          Yeni Günahlar İcat Etmekle Yeni Belaların Gönderilmesi

                          14- "İnsanlar önceden bilmedikleri yeni günahlar icat ettikçe, Allah da onlara tanımadıkları yeni belalar gönderir."[14]

                          Gerçeği Bilene Halkın Sözlerinin Bir Fayda Veya Zararı Olmaması

                          15- "Ey Hişam! Elindeki cevize halk "incidir" derse, sana bir faydası olmaz; çünkü sen onun ceviz olduğunu biliyorsun. Elindeki inciye de halk "cevizdir" derse, sana bir zararı olmaz; çünkü sen onun inci olduğunu biliyorsun."[15]

                          Alime Saygı

                          16- "Ey Hişam! Bilmediğin ilmi de cahile öğret ve öğrendiğin ilmi de cahile öğret. Alime ilmi için saygı göster ve onunla çekişmekten sakın. Cahili cehaleti için küçük gör; fakat onu kendinden kovma; onu kendine yaklaştır (bilmediği şeyleri) ona öğret."[16]

                          Kibirden Kaçınmanın Gerekliliği

                          17- "Kibirlenmekten kaçın; çünkü kimin kalbinde bir zerre miktarınca kibir olursa cennete giremez. Büyüklük Allah'ın ridasıdır; kim Allah'ın ridası hususunda Onunla çekişirse, Allah onu yüzü üstü cehenneme atar." [17]

                          Her Şeyin Bir Nişane ve Bir Bineği Olması

                          18- "Her şeyin bir nişanesi vardır; akıllı insanın nişanesi de tefekkürdür; tefekkürün nişanesi de susmaktır. Her şeyin bir bineği vardır; akıllının bineği de alçak gönüllülüktür. Nehyedildiğin şeyi yapman, cehalet bakımından sana yete."[18]

                          Hz. İsa'nın Havarilerine Tavsiyesi

                          19- "Ey Hişam! İsa Mesih (a.s) havarilerine şöyle buyurdu:
                          "…Ey dünya kulları, hak olarak diyorum ki; Ahiret şerefine, ancak sevdiğiniz şeyleri terk etmekle nail olabilirsiniz. Tövbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü yarından önce bir gece ve gündüz vardır; Allah'ın kaza ve kaderi her gece ve gündüz caridir. Şu söylediğin bir gerçektir ki; borçlu olmayan borçlu olandan daha huzurlu ve kaygısızdır; günah işlemeyen kimse de günah işleyenden, her ne kadar halis tövbe edip Allah'a dönse dahi daha çok huzurludur. Küçük ve ehemmiyetsiz sayılan günahlar, şeytanın tuzaklarındandır. Şeytan, günahlarınızın toplanması ve ardından sizi kuşatması için onları gözünüzde küçük ve basit gösterir."[19]

                          Konuşmacıların Üç Kısım Olması

                          20- "Konuşmacılar üç kısımdır: Kar eden, salim kalan ve helak olan. Kar eden, Allah'ı zikir eden kimsedir; salim kalan, susan kimsedir; helak olan da batıla dalan kimsedir. Şüphesiz Allah Teala, çirkin söz söyleyen, kötü dilli olan, söylediğine ve söylenilenlere itina etmeyen hayasiz kimselere cenneti haram kılmıştır."[20]

                          Kendilerine Allah'ın Rahmetinin Yağdırılması İstenilen Kimseler

                          21- "Allah, kendisinden hakkıyla hayâ edip utanan, başını ve başında yer alan uzuvlarını (göz, kulak,dil vs.), haramdan koruyan, karnı ve karnının koruduğu şeyleri (yemeği ve içmeyi) haramdan sakındıran, ölümü ve çürümeyi hatırlayan, cennetin zorluklarla çevrildiğini ve cehennemin de lezzet ve şehvetlerle kuşatılmış olduğunu bilip idrak eden kimseye rahmetini yağdırsın."[21]

                          İhtirastan ve Halkın Elindeki Şeylere Göz Dikmekten Sakınmanın
                          Gerekliliği


                          22- "Ey Hişam! İhtirastan sakın; halkın elindeki şeylere göz dikme; halktan bir şey ummak fikrini kalbinde öldür; çünkü başkasında olana göz dikmek zilletin anahtarıdır ve bu tutum akli yok eder, yiğitliği çürütür, şerefi lekeler ve ilmi giderir. Allah'a sığınmayı ve O'na tevekkül etmeyi unutma; isteklerinden alıkoymak için nefsinle cihet et; nefsine karşı cihat etmek, düşmana karşı cihat emek gibi sana farzdır." [22]

                          Kim Kendisini Halkın Haysiyetini Çiğnemekten Alıkorsa...

                          23- "Kim kendisini halkın haysiyetini çiğnemekten alıkoyarsa, Allah kıyamet günü onun hatalarından geçer. Kim halka karşı gazabının önünün alırsa, Allah da kıyamet günü ona karşı gazabının önünü alır."[23]

                          Ziraatın Yumuşak Yerde, Hikmetin De Mütevazı Kalpte Bitmesi

                          24- "Ey Hişam! Ziraat, yumuşak yerde olur; kayanın üzerinde değil. Böylece ilim ve hikmet de mütevazı kalpte yerleşir ve hayatını sürdürür, müstekbir kalpte değil. Çünkü Allah-u Teala, tevazuyu aklın nişanesi, tekebbürü de cehaletin nişanesi kılmıştır…Allah Teala, tevazu edeni ise yüceltir." [24]

                          İnsanın Fakirlik ve Uzun Ömrü Kendisine Telkin Etmekten Kaçınması

                          25- "Kendinize fakirliği ve uzun ömrü teklin etmeyin; çünkü bunu yapan cimri olur; uzun ömür telkin eden de ihtiraslı olur. Yiğitliği lekelemeyerek ve israf da olmayacak miktarda helal şeylerden yararlanmakla dünyadan kendiniz için bir pay ayırın; bunu da dini işeriniz için yardımcı kılın. Çünkü şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kim dünyasını, dini için veya dinini dünyası için terk ederse bizden değildir."[25]

                          Ey Hişam!

                          26- "Ey Hişam! Eğer yeterli miktar seni ihtiyaçsız kılıyorsa, dünyada en az şey (sade yaşayış) sana yeter. Eğer sana yetecek kadarı seni müstağni kılmıyorsa o zaman dünyada hiçbir şey seni müstağni kılmaz." [26]

                          Musibetle Mükafatın Yok Olmasına Sebep Olan Amel

                          27- "Kim musibette, elini dizine veya elini eline vurursa mükafatı heder olur. Musibetin sevabı, ancak musibet sahibinin sabretmesine ve musibet vakti, "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" (biz Allah'tanız ve O'na döneceğiz) demesine bağlıdır… Allah, ihtiyaç miktarı yardım eder ve musibet miktarınca da sabır verir." [27]

                          Aklın Güçlülüğünün Nişanesi

                          28- "Ey Hişam, yalnızlığa sabr etmek aklın güçlülüğünün nişanesidir. Kim Allah Tebarek ve Teala tarafından verilen akılla akıl ederse dünya ehlinden ona meyledenlerden uzaklaşır ve Allah'ın indinde olana yönelir. Allah da korkuda onun munisi ve yalnızlıkta arkadaşı olur; fakirlikte onu ihtiyaçsız kılar ve aşireti olmaksızın da onu izzetlendirir."[28]

                          İhsanın Üç Şartla Kamil Olması

                          29- "İhsan ancak üç şartla kamil olur: Küçük saymak, gizlemek ve acele etmek. İyiliğini küçük sayan, kardeşini büyütmüştür; onu büyük sayan da kardeşini küçültmüştür. Kim yaptığı ihsanı gizlerse, işi değer kazanır. Kim sözünü verdiği şeyi yerine getirmekte acele ederse, verdiği şey daha da hoş olur."[29]


                          Hamd-u Sena ve Salavattan Önce Dua Eden Kimsenin Durumu


                          30- "Allah'a hamd-u sena etmeden ve Peygambere salat (ve selam) göndermeden önce dua eden, kirişsiz kemanla ok atan kişiye benzer. Allah'ın vereceği mükafata yakini olan, cömertçe bağışta bulunur. Mutedil davranan, muhtaç olmaz."[30]

                          Malsız Zengin Olmak İsteyenin Yapacağı İş

                          31- "Kim, malsız zenginliği, kalbin kıskançlıktan rahat olmasını ve dininin sağlam kalmasını istiyorsa, dualarından Allah'tan (c.c) aklının kamil olmasını dilemelidir. Akli kamil olan, yeterli olan mala kanaat eder, yeterli olan mala kanaat eden zengin olur; yeterli olan mala kanaat etmeyen ise zenginlik yüzü görmez."[31]

                          Malını Allah Yolundan Esirgeyenin Onun İki Katını Günah Yolunda
                          Harcaması


                          32- "Sakın Allah'a itaat yolunda malını esirgeme. Çünkü onun iki katını günah yolunda harcarsın." [32]

                          Ey Hişam!

                          33- "Ey Hişam! Bütün insanlar yıldızları görür; ama yıldızların rotası ve duruş yerlerini bilenden başkası onlara bakıp kendi yolunu bulamaz. Böylece sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama onunla amel edenden başkası hidayete erişemez."[33]

                          Halkın Allah'a İtaat İçin Yaratılmış Olması 34- "Ey Hişam! Halk Allah'a itaat için yaratılmıştır; kurtuluş itaatle, itaat ilimle, ilim öğrenmek de akıl ile sağlanır ve ilim ancak rabbani alimden alınır; alim de akılla tanınır." [34]

                          Müminin Yitik Malı

                          35- "Bilin ki hikmetli söz müminin yitik malıdır; öyleyse ilim elden çıkmadan onu elde edin; ilmin elden çıkması, alimin aranızdan kaybolmasıdır (ölmesidir)."[35]

                          Kulların En Kötüsü

                          36- "Kulların en kötüsü, kötü dilli olduğundan dolayı kendisiyle birlikte oturulması sevilmeyen kimsedir. Acaba halkı yüz üstü cehennem ateşine atan, dilin ürünlerinden başka bir şey midir? Saçma sözleri terk etmek, kişinin dininin güzel olduğunu gösterir."[36]

                          Kulu Allah'a Yaklaştıran En Güzel Vesile

                          37- "Ey Hişam! Kulu Allah'a yaklaştıracak en güzel vesile, namaz kılmak; ana ve babaya iyilik etmek; haset, bencillik ve övünmeyi terk etmektir."[37]

                          Amelin Temiz Olmasına, Rızkın Çoğalmasına ve Ömrün Uzamasına Sebep Olan Amel

                          38- "Ey Hişam! Dili doğru söyleyenin ameli temiz olur; iyi niyetli olanın rızkı çoğalır; kardeşlerine ve ailesine iyilik yapanın da ömrü uzar."[38]

                          Helak Olmaya Sebep Olan Şeyler

                          39- "Kim Allah'ın künhü (zatı) hakkında konuşursa, helak olur, kim riyaset talep ederse, helak olur; kim bencilliğe kapılırsa helak olur."[39]

                          Aklın Yarısı

                          40- "İnsanlara kendini sevdirmek aklın yarısıdır. Çok gam, ihtiyarlık getirir. Acelecilik ahmaklıktır. Aile azlığı iki kolaylıktan biridir (diğer kolaylık ise kişinin zengin olmasıdır). Anne ve babasını üzen, onlara asilik etmiştir." [40]
                          _________________
                          Kaynakça:
                          [1] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 849. h. 5
                          [2] - Bihar'ul-Envar, c. 1, s. 137
                          [3] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 795
                          [4] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 321
                          [5] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 853
                          [6] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 851
                          [7] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 315
                          [8] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 803
                          [9] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 390
                          [10] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 395 ve Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 310
                          [11] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 333
                          [12] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 327
                          [13] -Tuhaf'ul-Ukul, s. 797
                          [14] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 322
                          [15] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 797
                          [16] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 329
                          [17] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 817
                          [18] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 797
                          [19] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 808
                          [20] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 812
                          [21] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 804
                          [22] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 823
                          [23] - Vesail'uş-Şia, c. 11, s. 289
                          [24] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 816
                          [25] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 853
                          [26] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 799
                          [27] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 834
                          [28] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 301
                          [29] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 837
                          [30] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 835
                          [31] - Usul'ul-Kafi,c. 1, s. 18
                          [32] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 320
                          [33] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 807
                          [34] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 798
                          [35] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 309
                          [36] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 310
                          [37] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 807
                          [38] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 801
                          [39] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 851
                          [40] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 835
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                            İMAM KAZIM (A.S)'IN YAŞANTISIYLA İLGİLİ HADİS VE RiVAYETLER


                            Birinci Bölüm: İmam (a.s)'ın Nefsî Özellikleriyle Şahsî Davranışları

                            1- "Abd-u Salih" Diye Adlanması

                            İbn-i Cevzî diyor ki:
                            "Haşimî hanedanından olan Ebu'l- Hasan Musa bin Cafer (İmam Kazım), çok ibadet ettiğinden, (Allah yolunda) gayretinden ve geceleri ibadetle geçirdiğinden dolayı "Abd-u Salih" diye çağrılıyordu.
                            İmam Kazım (a.s), kerim (bağış ve ihsanda bulunan) ve halim (yumuşak huylu ve sâkin tabiatlı) birisiydi. Bir adam ona eziyet edip incittiğinde, ona bir takım malî yardımlar gönderiyordu." [1]

                            2- "Kazım" Diye Adlanması


                            Rabiy' bin Abdurrahman diyor ki:
                            "Allah'a and olsun ki, İmam Musa bin Cafer (a.s), ferasetli ve ileri görüşlülerdendi. Kendisinden sonra kimin onun imametinde kalacağını ve ölümünden sonra kimin ondan sonraki İmam'ı inkar edeceğini biliyordu. Bununla birlikte onlara olan öfkesini belirtmeyip yutuyor ve onlardan bildiği şeyi yüzlerine vurmuyordu. İşte bundan dolayı "Kazım" (öfkesini yutan) olarak adlanmış oldu."[2]

                            3- Elini Yemekten Önce Yıkadığında Kurulamaması...

                            Murazim diyor ki: "İmam Musa Kazım (a.s)'ı, yemekten önce abdest aldığında (veya ellerini yıkadığında) mendil ile ellerini kurulamadığını, yemekten sonra abdest aldığında (veya ellerini yıkadığında) ise mendil ile ellerini kuruladığını gördüm." [3]

                            4- Muharrem Ayı Girdiğinde Güldüğünün Görülmemesi

                            İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
                            "... Babamın -Allah'ın selamı ona olsun- Muharrem ayı girdiğinde güldüğü görülmezdi. On güne kadar sürekli gamlı ve mahzun idi. Onuncu gün (yani Aşura günü) olduğunda, o gün onun musibet, hüzün ve ağlama günü olurdu ve buyuruyordu ki: "Bugün öyle bir gündür ki, İmam Hüseyin (a.s) bugünde şahadete erişmiştir."[4]

                            5- Namaz Odası

                            İbrahim bin Abdulhamid diyor ki:
                            "İmam Musa Kazım (a.s)'ın namaz kıldığı odaya gittim. Odada hurma yaprağından yapılan bir sepet, asılmış bir kılıç ve Kur'an'dan başka bir şey yoktu."[5]

                            6- Çalışması

                            Hasan bin Ali bin Ebî Hamza babasından naklen diyor ki:
                            "İmam Musa Kazım (a.s)'ın kendi arazisinde çalıştığını ve ayaklarının (şiddetli çalışmasından dolayı) ter içerisinde kalıp yaş olduğunu gördüm. Bunun üzerine: "Fedan olayım, işçiler neredeler?" diye sorduğumda buyurdular ki:
                            "Ey Ali, ben ve babamdan daha üstün olanlar arazilerinde elleriyle çalışmışlardır."
                            "Onlar kimlerdir?" diye sorduğumda da buyurdular ki:
                            "Resulullah (s.a.a), Emir'ul- Muminin Ali (a.s) ve babalarım; onların hepsi elleriyle çalışmışlardır. Çalışmak peygamberlerin, vasilerin ve salih insanların işidir."[6]

                            7- Şöhretli Elbiseden Kaçınması

                            Ravi diyor ki:
                            "İmam Musa Kazım (a.s) açısından, şöhretli (dikkat çekici ve parmakla gösterilen) elbise giymekten daha kötü bir şey yoktu. İmam (a.s), kendisine yeni bir elbise getirdiklerinde (ilk önce) onun yıkanmasını emrediyor, sonra onu giyiyorlardı."[7]

                            8- Sofrada Yeşillik Olmasına Özen Göstermesi


                            Muvaffak el-Medînî babasından, o da dedesinden şöyle dediğini naklediyor:
                            "İmam Musa Kazım (a.s) bir kimseyi benim peşimce gönderdi; (yanına vardığımda) beni yemek sofrasının başına oturttu. Sofrayı getirdiklerinde içerisinde yeşillik yoktu. İmam (a.s) yemekten el çekti. Sonra hizmetçiye: "Yeşilliği olmayan bir sofradan yemek yemediğimi bilmiyor musun? O halde yeşillik getir" diye buyurdular.
                            Hizmetçi yeşillik getirip onu sofranın üzerine bıraktığında, İmam (a.s) elini uzatarak yemek yemeğe başladı."[8]

                            9- Akşam Yemeği


                            Süleyman bin Caferî diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), akşam yemeğini bir kekle olsa dahi terk etmiyordu ve buyuruyordu ki: "Akşam yemeği beden için bir güçtür."[9]

                            10- Helvayı Sevmesi

                            Ahmed bin Harun bin Muvaffak el-Medinî babasından, o da babasından şöyle dediğini naklediyor:
                            "İmam Musa Kazım (a.s) bir gün, bir adamı benim peşim sıra gönderdi. Ben de onun yanına vararak onunla birlikte yemek yedim. Çok helva yiyince: "Ne kadar da bu helvayı seviyorsunuz!" dediğimde buyurdular ki:
                            "Biz ve Şialarımız helavetten (tatlılıktan) yaratılmışız; işte (bundan dolayı) helvayı seviyoruz."[10]

                            İkinci Bölüm: İmam (a.s)'ın Toplumsal Davranışı

                            12- Kötülük Edenlere Karşı Davranışı

                            İbn-i Esir şöyle diyor:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın "Kazım" diye lakap almasının sebebi, O'na kötülük edenlere iyilik ettiğinden dolayıdır. Böyle davranış, O'nun her zamanki adeti idi."[11]

                            13- Yoksullara Yardımı
                            İrbilî diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), ailesi ve akrabalarıyla en çok irtibatı olan ve onlara ihsanda bulunan insanlardandı. Geceleri (tanınmayacak bir şekilde) Medine fakirlerini arayarak onlara para, un ve hurma veriyordu; onlar ise bu yardımların kimin tarafından yapıldığını bilmiyorlardı."

                            14- Bağışı Yahya bin Hasan diyor ki:

                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), bir adamdan sevmediği bir şey kendisine ulaşınca (incindiğinde) bir kese dinar ona gönderiyordu. Onun para kesesi, iki yüzle üç yüz arası idi. İmam Musa Kazım (a.s)'ın para kesesi mesel olmuştu."[12]

                            15- Hizmetçileriyle İstişare Etmesi

                            Hasan bin Cehm diyor ki:
                            Biz İmam Rıza (a.s)'ın babasını andığımızda buyurdular ki:
                            "Hiç kimsenin aklı, O'nunla eşit değildi. Bununla birlikte bazen kendisine: "Zenci hizmetçilerinden biriyle mi istişare ediyorsun?" dediklerinde: "Allah Teala, bazı sorunları bazen onun diliyle kolaylaştırıp halletmiştir" buyuruyordu.
                            Bazen İmam Kazım (a.s)'a, arazi ve bostan işleri konusunda bir şey önerdiklerinde İmam (a.s) onların dedikleri şekilde yapıyordu."[13]

                            16- Oğlunu Methetmesi

                            İsmail bin Hattab diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s)ın huzuruna vardığımızda oğlu Ali'yi (İmam Rıza'yı) methetmeye başlıyordu. Onu övüyor ve diğerleri hakkında söylemediği şeyi onun fazilet ve iyiliği hakkında söylüyordu. Güya bizi onun imametliğine hidayet etmek istiyordu."[14]

                            17- Oğluna Karşı Davranışı

                            Süleyman bin Hafs şöyle diyor:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), oğlu Ali'yi "Rıza" diye adlandırıyordu. Örneğin şöyle diyordu: "Oğlum Rıza bana dedi ki..." Ona hitap ettiğinde de: "Ya Ebe'l-Hasan!" diye hitap ederdi."[15]

                            18- Oğlu Ali (İmam Rıza) Hakkında Tavsiyesi


                            Muhammed bin İshak babasından naklen diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), oğullarına şöyle buyuruyordu: "Sizin bu kardeşiniz Ali bin Musa, Âl-i Muhammed'in (Peygamber ailesinin) alimidir. Öyleyse dininiz hakkında ondan soru sorun ve size söylediğini ezberleyin (onunla amel edin)."[16]

                            19- Musibet Sahiplerine Teselli Vermesi

                            Hişam bin Hakem diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), ölüyü defnetmeden önce ve onu defnettikten sonra musibet görenlere teselli veriyordu."[17]

                            20- Allah'tan Korkması, Halka Ümit Vermesi ve Kur'ân'ı Hazinle Okuması

                            Hafs diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s)'dan (Allah'ın azamet karşısında) daha şiddetli korkan ve halka ondan daha çok ümit veren bir kimse görmedim. O, Kur'ân'ı hazin bir sesle okuyor ve adeta insanı kendisine muhatap kılıyordu."[18]

                            Üçüncü Bölüm: İmam (a.s)'ın İbadeti

                            21- İmam (a.s)'ın İbadet ve Zikri

                            Ammar bin Eban diyor ki:
                            Bacım, İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın hizmetçisi idi. Ondan şöyle dediği bize naklolunmuştur:
                            "İmam Musa Kazım (a.s) yatsı namazını kıldığında, Allah'a hamd ediyor, O'nu ululuyor ve O'nu çağırıyordu; Gecenin yarısı geçinceye dek sürekli bu haldeydi. Sonra kalkıp namaz kılıyordu. Daha sonra sabah namazını kılıyordu. Daha sonra güneş doğuncaya kadar biraz zikir ediyordu..."[19]

                            22- Kur'ân Okuması

                            Yunanî diyor ki.
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), Kur'ân'ı herkesten daha güzel bir sesle okuyordu. Kur'ân okuduğunda mahzun oluyordu. O'nun Kur'an tilavetini dinleyenler ağlıyorlardı. (O'nun kendisi de) Allah korkusundan ağlıyordu; öyle ki mübarek sakalı göz yaşlarıyla ıslanıyordu."[20]

                            23- Geceyi İbadetle Geçirmesi

                            İrbilî diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), gece nafilelerini kılıyor ve onları sabah namazına vaslediyordu (sabah namazına kadar ibadet ediyordu). Daha sonra güneş doğuncaya dek takibatla (dua ve zikirle) meşgul oluyordu..."[21]

                            24- Secdeye Kapanması Ahmed bin Abdullah, babasından şöyle dediğini naklediyor:

                            "(Zindana bakmak için) Damın üzerinde oturmuş olan Fazl bin Rebiy'nin yanına gittim. Bana: "Bu odaya bak, ne görüyorsun?" dedi. (Ben de bakınca "Atılmış bir elbise görüyorum" dedim. O: "İyi bak, biraz dikkat et" dedi. Dikkatle baktığımda: "O, secde halinde olan bir kişidir" dedim. Bunun üzerine: "Onu tanıyor musun? O Musa bin Cafer'dir. Ben onu sürekli bu halde görüyorum. O sabah namazını kılıyor, güneş doğuncaya dek takibat (dua ve zikir) okuyor. Daha sonra secdeye kapanıyor ve öğleye kadar böylece secde halinde kalıyor. Namaz vakitlerini kendisine bildirmesi için birisini görevlendirmiştir. Ona namaz vaktinin girdiğini haber verdiklerinde, kalkıp abdest almaksızın namaza başlıyor; bu onun her zamanki adetidir."[22]

                            25- Her Gün İçin Uzun Secdeleri

                            Sevbanî diyor ki:
                            "Ebu'l-Hasan Musa bin Cafer (a.s), on küsur yıl boyunca her gün için güneşin doğuşundan öğleye kadar secdeye kapanıyordu."

                            26- İftarı


                            Halid bin Necih diyor ki:
                            "Ben Ramazan ayında İmam Sadık (a.s) ve İmam Musa Kazım (a.s)'la birlikte iftar ediyordum. İftar sofrasına getirilen ilk şey, sirke ve zeytin yağıyla ıslanmış bir kase tirit idi. İmam (a.s) ilk önce ondan üç lokma alıp yiyor ve daha sonra bir sahan yemek getiriliyordu."[23]

                            27- Ramazan Ayının Son On Günündeki İbadet

                            İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
                            "Babam, Ramazan ayının son on gününde her gece, önceki gecelerin müstahap namazlarına yirmi rekat daha artırıyordu."[24]

                            28- Cuma Namazı İçin Hazırlanması

                            Saduk (r.a) diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s) kendisini, Perşembe gününden, Cuma gününün (ibadeti) için hazırlıyordu."[25]

                            29- Yaya Olarak Hacca Gitmesi

                            Ali bin Cafer diyor ki:
                            "Kardeşim Musa bin Cafer (a.s) ile dört umre yolculuğunda beraberdik. O, âilesiyle birlikte yaya olarak Mekke'ye doğru hareket ediyordu."[26]

                            30- İlk Mazlumu Ziyaret Etmesi

                            Ravi diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s), Emir'ulMuminin Ali (a.s)'ın kabrinin kenarında şöyle diyordu:
                            "Selam olsun sana ey Allah'ın velisi (dostu); şehadet ediyorum ki, şüphesiz sen ilk mazlum ve hakkı gasp edilen ilk şahıssın."[27]

                            Dördüncü Bölüm: İmam (a.s)'ın Duaları

                            31- Secdelerindeki Duası

                            İbn-i Şehraşub diyor ki:
                            İmam Musa bin Cafer (a.s) secdelerinde şöyle diyordu:
                            "İlahî, (gerçi) günah ve isyan kulundan taraf çirkindir ama af ve suçlardan geçmek senden taraf güzeldir."[28]

                            32- Diğerlerine Dua Etmeği Tavsiye Etmesi

                            Safvan bin Yahya diyor ki:
                            İmam Musa bin Cafer (a.s) buyuruyorlardı ki:
                            "Kim, mümin ve müslüman kadın ve erkeklerden birine dua ederse, Allah-u Teala, dua ettiği her mümine karşılık ona dua eden bir melek görevlendirir."[29]

                            33- Zindandaki Duası

                            İmam Musa bin Cafer (a.s)'ı gözetim altında bulunduran casuslardan biri diyor ki:
                            Musa bin Cafer'in, dualarında şöyle dediğini çok duyuyordum:
                            "Allah'ım, sen biliyorsun ki, ben sürekli senden, ibadetin için meşguliyetten bir boşluk istiyordum. Allah'ım, sen de böyle yaptın; o halde sana hamd olsun."[30]

                            34- Gece Namazı Mihrabındaki Duası

                            Ahmed bin Halid-i Berkî diyor ki:
                            İmam Musa bin Cafer (a.s), gece namazı için mihrapta durduğu zaman şöyle diyordu:
                            "Allah'ım, sen beni düzgün ve kusursuz yarattın; çocukken beni besleyerek eğittin ve beni diğerlerinden ihtiyaçsız kıldın...
                            Allah'ım, geçmişte benden vuku bulan kötülükleri biliyorsun; hem de onları benden daha iyi biliyorsun. Amel defterimde sıralanan suçlardan dolayı yazıklar olsun bana! Eğer her şeyi kapsayan affının, halime şamil olacağını umduğum yerler olmasaydı, (ümitsizlikten) helak olup giderdim. Eğer kulun günahından kaçması mümkün olsaydı, ondan kaçmaya en layık ben olurdum...
                            Allah'ım, kaçarsam beni bulursun; firar edersem, beni yakalarsın. O halde senin huzurunda zelil, boynu bükük ve hakir olarak durmuş bulunuyorum. Eğer cezalandırırsan, bunu hakketmişim ve ey Rabbim, bu senden taraf bir adalettir. Eğer affedersen, şüphesiz sen kötülükleri affedensin; affın ve rahmetin beni kuşatmış olur ve afiyetin (bağışlaman) beni sarmış olur.
                            Allah'ım, o halde güzel isimlerin ve perdelerin örttüğü güzelliğin hürmetine senden, bu tahammülsüz cana ve bu güçsüz bedene acımanı istiyorum. Güneşin sıcağına dayanamayan bu zayıf beden, cehennem ateşine nasıl dayanabilir! Yıldırım sesini duymaya tahammülü olmayan, gazabının sesine nasıl dayanabilir!
                            Allah'ım, o halde bana acı; çünkü ben hakir bir fakirim ve değersiz bir insanım. Beni azaba çarptırmış olursan, azaba çarptırılmam zerre kadar olsun saltanatını artıracak değil; bana azap edilmekle saltanatın artacak olsaydı, azaba karşı sabretmeyi senden isterdim ve bunun senin olmasını isterdim. Fakat saltanat ve mülkün, itaat edenlerin itaatiyle artmasından ve günahkârların da günahıyla azalmasından daha büyük ve daha kalıcıdır. O halde ey merhametlilerin en merhametlisi, beni bağışla; Muhammed ve Ehl-i Beyti'ne salat eyle ve bizden taraf müslümanları mükafatlandırdığın en güzel bir mükafatla O'nu mükafatlandır; ey alemlerin Rabbi olan Allah!"[31]

                            35- Her Gün Mağfiret Dilemesi

                            İbrahim bin Ebî'l- Bilad diyor ki:
                            "İmam Musa bin Cafer (a.s) bana buyurdu ki:
                            "Ben, her gün Allah Teala'dan beş bin kez mağfiret diliyorum." (İmam -a.s- benim şaşırdığımı görünce "Beş bin kez istiğfar etmek çok mudur?" diye buyurdular."[32]

                            36- Gece Mağfiret Dilemesi

                            Seyyid bin Tavus (r.a) diyor ki:
                            "...İmam Musa bin Cafer (a.s) geceyi sehere kadar sürekli mağfiret dilemekle geçiriyordu."[33]

                            37- Çoğu Zamanlar Okuduğu Dua

                            İbn-i Şehraşub diyor ki:
                            İmam Musa bin Kazım (a.s) çoğu zaman şu duayı okuyordu:
                            "Allah'ım, ölüm vakti rahatlık ve hesap vakti ise âf diliyorum senden."[34]
                            İmam (a.s) bu duayı (durmadan) tekrarlıyordu."[35]

                            38- Zemzem Suyunu İçerken Okuduğu Dua

                            Ahmed bin Halid diyor ki:
                            İmam Musa Kazım (a.s) zemzem suyunu içtiğinde şöyle diyordu:
                            "Bismillah, el-hamdu lillah, eş-şükrü lillah."
                            (Allah'ın adıyla, bütün hamt ve şükürler Allah'a mahsustur.)[36]

                            39- Yüz Defa Söylediği Zikir

                            İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
                            "Kim, sabah ve akşam namazından sonra yedi defa: "Bismillah ve velâ havle velâ kuvvete illa billah" derse, Allah-u Teala yetmiş çeşit belayı ondan uzaklaştırır..."
                            İmam Musa bin Cafer (a.s) buyurdular ki: "Ben, o zikri yüz defa söylüyorum."[37]

                            40- Evinden Çıkarken Okuduğu Dua İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
                            "Babam (Musa bin Cafer -a.s-) evinden çıkarken şöyle diyordu:
                            "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla. Allah'ın güç ve kudretiyle, benim güç ve kudretimle değil; hayır, ey Rabbim, rızkına yönelerek senin güç ve kudretinle evden çıkıyorum. O halde beni afiyet ve esenlikle evime döndür."[38]

                            ___________________
                            [color=brown]Kaynakça:
                            [1] - Keşf'ul- Ğumme, C. 2, S. 250.
                            [2] - Uyun, C. 1, S. 103, H. 1.
                            [3] - kâfî, C. 6, S. 291, H. 2.
                            [4] - İkbal'ul- A'mal, S. 544.
                            [5] - Kurb'ul- Esnad, S. 310, H. 1208. Bu hadisten, namaz için özel bir yerin olması ve dikkat çekici eşya ve fotoğrafların bulunmaması anlaşılmaktadır.

                            [6] - Bihar, C. 48, S. 115, H. 27.
                            [7] - Bihar, C. 79, S. 314.
                            [8] - Avalim, C. 21, S. 206, H. 3.
                            [9] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 198, H. 1580.
                            [10] - Kâfî,C. 6, S. 321, H. 1.
                            [11] - Kamil-i İbn-i Esir, C. 6, S. 164.
                            [12] - Kâfî, C. 5, S. 166.
                            [13] - Mekarim'ul- Ahlak, S. 335.
                            [14] - Bihar, C. 49, S. 18, H. 19.
                            [15] - Uyun, C. 1, S. 22, H. 2.
                            [16] - Keşf'ul-Ğumme, C. 2, S. 317.
                            [17] - Tehzib, C. 1, S. 463, H. 1563.
                            [18] - Kâfî, C. 2, S. 606.
                            [19] - Tarih-i Bağdat, C. 13, S. 31.
                            [20] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 318.
                            [21] - Keşf'ul- Ğumme, C. 2, S. 228.
                            [22] - Bihar, C. 48, S. 107.
                            [23] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 278, H. 1895.
                            [24] - Kurb'ul- Esnad, S. 207.
                            [25] - Men Lâ Yahzuruh'ul- Fakih, c.1, S. 416, H. 1228.
                            [26] - Bihar, C. 48, S. 100, H. 2.
                            [27] - Bihar, C. 100, S. 265, H. 3.
                            [28] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 318.
                            [29] - A'lam'ud- Din, S. 393.
                            [30] - Bihar, C. 48, S. 107, H. 9.
                            [31] - Bihar, C. 87, S. 229, H. 42.
                            [32] - Bihar, C. 93, S. 282, H. 26.
                            [33] - Bihar, C. 102, S. 16, H. 10.
                            [34]- Duanın Arapçısı şöyledir: "Allahumme innî es'eluk'er- rahete ind'el- mevt, ve'l- affe ind'el- hesap."
                            [35] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 318.
                            [36] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 400, H. 2400.
                            [37] - Bihar, C. 86, S. 112, H. 12.
                            [38] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 91, H. 1241.

                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                              İmam Musa Kazım (a.s)'la İlgili Sorular Ve Cevaplar

                              S. 1- İmam Musa Kazım (a.s)'ın meşhur lâkapları nelerdir?
                              C. 1- Abd-u Salih, Kazım, Bab'ul- Havaiç.
                              S. 2- İmam Musa Kazım (a.s)'ın künyeleri nelerdir?
                              C. 2- Ebu'l Hasan, Ebu İbrahim.
                              S. 3- İmam Musa Kazım (a.s)'ın anne ve babasının isimleri nelerdir?
                              C. 3- Babasının adı, İmam "Sadık", annesinin adı ise "Hamide"dir.
                              S. 4- İmam Musa Kazım (a.s) ne zaman ve nerede dünyaya gelmiştir?
                              C. 4- Hicretin 128. Yılının Sefer ayının yedisinde Pazar günü sabahı, Mekke ile Medine arasında yer alan "Ebva" köyünde dünyaya gelmiştir.
                              S. 5- Kazım'ın manası nedir ve neden İmam Musa bin Cafer'e "Kazım" diyorlardı?
                              C. 5- "Kazım" öfkesini sindiren manasına gelir. Zalimlerin zulmüne sabrettiğinden, öfkesini yendiğinden, suçluların suçunu affettiğinden ve çok halim olduğundan dolayı "Kazım" olarak meşhur olmuştur.
                              S. 6- İmam Musa Kamı (a.s)'ın hayat dönemi kaç bölüme ayrılır?
                              C. 6- İki bölüme ayrılır:
                              1) İmametinden önceki dönem.
                              2) İmametinden sonraki dönem.
                              S. 7- İmam Musa Kazım(a.s)'ın imamet dönemi kaç yıl sürmüştür?
                              C. 7- Otuz beş yıl.
                              S. 8- İmam Musa Kazım (a.s) imamet döneminde hangi tağutlarla (halifelerle) karşı karşıyaydı?
                              C. 8- Mensur-u Devaneki, Mehdi Abbasî, Hadi Abbasi, Harun'ur- Raşid.
                              S. 9- İmam Musa kazım (a.s)'ın, meşhur ve seçkin olan iki çocuğunun isimleri nelerdir?
                              C. 9- İmam Ali Rıza ve Hz. Fatime-i Masume (a.s).
                              S. 10- İmam Musa Kazım (a.s)'ın zahiri, batini ve ahlaki sıfatları nasıldı?
                              C. 10- İmam Musa Kazım (a.s) orta boylu, nur yüzlü, siyah saçlı ve esmerdi. Bedeni çok ibadet ettiğinden dolayı zayıf, ama güçlü ruha sahipti. İmam Musa Kazım (a.s) çok ibadet ettiğinden dolayı "Abd-u Salih" lakabıyla meşhur olmuştur. Bağışta babaları gibi cömert ve bağışlayan idi. İmam Kazım (a.s) çoluk çocuğuna ve hizmetçilerine karşı çok şefkatli idiler.
                              Daima yoksul ve fakirleri düşünüyordu. Hüzünlü ve güzel sesle sürekli Kur'ân okuyordu; Kur'ân okuduğunda halk, evinin etrafında toplanıp şevkten ağlıyorlardı. Medine halkı, ona çok gayretli olduğundan dolayı "Zeyn'ul- Müçtehidin" lakabı vermişlerdi.
                              S. 11- İmam Musa Kazım (a.s) hangi halifenin zamanında yıllarca zindanda kaldı?
                              C. 11- Abbasi halifelerinin beşincisi olan Harun Raşid'in hilafeti zamanında.
                              S. 12- "Zeyn'ul- Müçtehidin" hangi İmamın lakabıdır?
                              C. 12- İmam Musa Kazım (a.s)'ın lakabıdır.
                              S. 13- İmam Musa Kazım (a.s) kimin emriyle ve kaç yaşında zehirlendi?
                              C. 13- 55 yaşında Harun Raşid'in emriyle.
                              S. 14- İmam Musa Kazım (a.s) ne zaman ve nerede şahadete eriştiler?
                              C. 14- Hicretin 183. Yılında, Recep ayının yirmi beşinci günü, Harun Raşid'in Bağdat'taki zindanında zehirletilerek şahadete eriştiler.
                              S. 15- İmam Musa Kazım (a.s)'ın, şehit edildiği zindanın ismi nedir ve o zindan nerededir?
                              C. 15- Zindanın ismi; "Zindan-i Sindi bin Şahik"tir ve bu zindan Bağdat'tadır.
                              S. 16- Hangi İmam şehit olduktan sonra halkla konuştu?
                              C. 16- İmam Musa Kazım (a.s) şehit edildikten sonra, Sindi bin Şahik, Hazretin mübarek na'şının Bağdat köprüsünün üzerine bırakılmasını emretti, kendisi de halka; "Musa bin Cafer kendi eceliyle ölmüştür." diye ilan etti. Nakledildiğine göre halis Şiilerden biri Hazretin mübarek na'şının yanına gelerek şöyle dedi: "Ey Peygamber'in evladı, sen doğru konuşansın, baban da doğru konuşandı, acaba seni öldürdüler mi yoksa kendi ecelinle mi öldün?"
                              İmam (a.s) bunun üzerine: "Katlen, katlen, katlen!" (Üç defa tekrarlayarak; Beni öldürdüler!) buyurdu.
                              S. 17-Hangi imam, zindanda işkence edildiği zincirlerle defnedilmesini vasiyet etmiştir, bunun sebebi ne idi?
                              C. 17- İmam Musa Kazım (a.s) kendilerine işkence edildiği zincirlerle defnedilmesini vasiyet etmiştir. Sebebi, ceddi Resulullah (s.a.a) ve annesi Fatımat'üz- Zehra'yla (a.s) karşılaştığında "Bana zindanda bu zincirlerle işkence ediyorlardı" demesi için olabilir.
                              S. 18- İmam Musa Kazım (a.s)'ın kabri nerededir?
                              C. 18- Bağdat'ın yanındaki Kazimeyn şehrindedir.


                              (Sugname-i Al-i Muhammed, s. 104, M. İştihardi)
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X