Şiiliğin ortaya çıkışıyla ilgili görüşlerden biri şudur ki; Şiilik Kerbela vakası sırasında veya İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra ortaya çıkmıştır. Araştırmacılar Kerbela hadisesinin, Şiiliğin ortaya çıkışını nasıl etkilediği ve bu elim olayın Şiilik üzerindeki etkisi konusunda aynı görüşe sahip değillerdir. Açıktır ki hazin ve yürekleri parçalayan Kerbela olayı Şiiliğin gelişmesinde ve yayılmasında çok önemli ve büyük bir rol ifa etmiştir ve aşağı yukarı hiçbir yazar da bunu inkâr etmemiştir. Ancak bazı düşünürlerin sözlerinden şu anlaşılmaktadır ki hatta Şiiliğin ilk tohumları ve ilk ortaya çıkışı İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamı ve şehadeti neticesinde olmuştur. Kimi düşünürler ise 10 Muharrem’i Şiiliğin siyasi alanda ortaya çıktığı tarih olarak bilmektedirler. Dolayısıyla bu konudaki görüşleri iki bölümde incelemek mümkündür:
a) Şiiliğin ortaya çıkış tarihini Kerbela hadisesi olarak kabul eden kimseler
b) Kerbela hadisesinin Şiiliğin gelişmesi ve yayılmasında önemli unsur olduğuna inanan kimseler
ŞİİLİĞİN KERBELA HADİSESİ SONUCU ORTAYA ÇIKTIĞI GÖRÜŞÜNÜ SAVUNAN KİMSELER
Ali Sami Neşar bu görüşü ısrarla savunan kimselerdendir. Neşar, tarihi kaynaklardan delillere isnat ederek özellikle de Murucu’z-Zeheb, Tarihul Yakubi ve aynı şekilde İbni Nedim’in el-Fihrist eserinden kanıtlar getirmiş ve Peygamber (s.a.a) döneminde, Sakife olayında, fitne baş gösterip Osman’ın öldürülmesi zamanında, İmam Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde hatta hazretin şehadetinden sonra Şiilik kelimesinin İmam Ali’nin (a.s) taraftarı anlamında kullanıldığını görüşünü inkâr etmiştir. Neşar, iddia etmiştir ki bu dönemlerde Şia kelimesi mutlak manada kullanılıyordu. Nitekim Ali’nin (a.s) taraftarlarına Ali’nin Şia’sı, Muaviye’nin taraftarlarına da Muaviye’nin Şia’sı denilmekteydi. Neşar sonra şöyle görüş belirtiyor: “Şia gerçekte Kerbela vakasında İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra İslami bir fırka olarak şekillendi ve işleri tedbir etmeye başladı.”
Neşar, sözlerinin devamında Tevvabin ve Muhtar b. Ebi Ubeyd Sakafi’nin kıyamından bahsetmiş ve İmam Hüseyin’in (a.s) intikamını alan ilk grubu Şii olarak nitelemiştir. Daha sonraları bu gruba Tevvabin denilmiştir ve şöyle eklemiştir: “Hüseyni Şia Muhtar’ın eliyle ortaya çıktı. Aslında bu Şia Hanefiye olarak meşhur olan Muhammed b. Ali b. Ebu Talib’e nispet verilen Şiadır. Halk, Kufe’de Muhtar’ın etrafına toplandı. Muhtar, İmam Hüseyin’in (a.s) katillerini öldürdü, sonra kendisi de öldürüldü. Kufe’de Muhtar b. Ebi Ubeyd’in öldürülmesinden sonra Şiilik yavaş yavaş dini bir fırka olarak şekillenmeye başladı ve altyapısını hazırlamaya başladı. Ancak Şia, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) imameti döneminde nihai yapısına ulaştı ve son şeklini aldı.”
Meşhur Türk tarihçi Ethem Ruhi Fığlalı Şia kavramını bu dönemde kullanan ilk tarihçidir. O, Şiiliğin Kerbela vakasından önce var olmadığına inanmakta ve eserinde şöyle yazmaktadır: “Şiilik siyasi bir akım olarak Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’da acımasızca öldürülmesinden sonra meydana gelmiştir.”
Hatta Philip Khouri konuyla ilgili olarak şöyle yazar: “Hakikaten Şia Mezhebi 10 Muharrem tarihinde meydana gelen olay sonucu ortaya çıkmıştır ve o günden sonra da Hz. Muhammed’in (s.a.a) nübüvveti nasıl İslam’ın temel inançlarından sayıldıysa Ali’nin hanedanın imameti de Şia’nın temel inançlarından sayıldı. “
Sumeyra Leysi şöyle diyor: “Kerbela faciasının Şiiliğin gelişip yayılmasında ve bu mezhebin taraftarlarının çoğalmasındaki etkisi inkâr edilmez bir gerçektir. Hatta Şiilik akımının Muharrem aynının dokuzunda başladığını iddia edersek abartmış olmayız.”
“20. Asırda İran” isimli eserde de İmam Hüseyin (a.s) Şiiliğin müessisi olarak tanıtılmıştır.
BU GÖRÜŞÜ SAVUNAN ORYANTALİSTLER
KC Le Mobtown’a göre Şiilik İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinin neticesinde ortaya çıkmıştır. O, şöyle yazıyor: “Şiilik, mezhebi bir akım olarak Hüseyin b. Ali’nin (a.s) 61-68 h.k yılında şehadetinden sonra ortaya çıkmış ve değerlerini ondan alarak zirveye ulaştı.”
Eshter Witman şöyle diyor: “İmam Hüseyin’in (a.s) kanının zamanın hükümeti tarafından akıtılması Şiiliğin ilk tohumlarının serpilmesi olmuştur.”
Kazama ise “Şiiliğin Kerbela hadisesinden sonra meydana geldiği” görüşünü savunmaktadır.
B) KERBELA VAKASININ ŞİİLİK MEKTEBİNİN YAYILMASINDA AKTİF ROL OYNADIĞINI SAVUNANLAR
Kimi düşünürler ise şuna inanmaktadır ki Kerbela vakası Şiilik mektebini derinden etkilemiştir. İmam Hüseyin’in (a.s) hayati yüce kıyamı ve şehadetinin Şiilerin duygu bağlarının ve gönüllerinin kaynaşıp güçlenmesine etkisi Şiilerin kendileri tarafından da kabul edilmektedir. İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra Şiilik mektebi adından daha sık bahsedilmeye başlandı. Kimilerine göre İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti dağınık Şiileri birleştirdi. Dağınık Şiilerden derli toplu ve geniş bir oluşum meydana getirdi ve onları Sünnilerden ayırdı.
Seyyid Hüseyin Muhammed Caferi eserinde bu görüş hakkında şöyle diyor: “İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti son derece önemli bir yere sahiptir ve Şiilerin üzerinde oldukça derin bir etki bırakmıştır.”
Ali Hasan Harbutali şöyle diyor: “… Kerbela hadisesinden sonra durum değişti. İmam Hüseyin’in (a.s) kanı Şia hareketini derinden etkiledi ve Şiilerin sayısının artmasına neden oldu. Öyle ki “Şia 10 Muharrem’de ortaya çıktı” iddiasında bulunmak mümkündür. Bu dönüm noktasından sonra Şiiliğin dini yönü siyasi yönüne galebe etti.”
Abdülaziz ed-Duri eserinde konuyla ilgili olarak şöyle der: “Kerbela hadisesinden ta Zeyd b. Ali’nin kıyamına kadar hâkim kudret Emevi iktidarının aleyhine siyasi alanda köklü bir değişim yaşandı. Halk etnik ve kabile çatışmalarından sıyrılmış güçlerini siyasi alanda Emevi hükümeti aleyhine odaklamıştı. Bu değişimin sayesinde Şia, Hariciler, Osmanlı ve Mürcie yayılmaya başladı…”
Şeybi şuna inanmaktadır: “Şiilik siyasi bir akım olarak Peygamber (s.a.a) zamanından başlamış olsa da belirli bir hedef üzerinde şekillenmesi ve siyasi alanda tanınması Osman’ın öldürülmesinden sonra olmuştur; ancak resmi olarak ortaya çıkışını İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra 61 yılında Tevvabin kıyamının başlamasından sonra kabul etmeliyiz.”
BATI DÜNYASINDAN BU GÖRÜŞÜ SAVUNANLAR
Araştırmacı ve orta doğu uzmanı Alman yazar Carl Brucklaman şöyle yazıyor: “İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti, doğurduğu olumlu neticeler ve siyasi alandaki etkilerinin yanı sıra Şia mezhebinin sağlamlaşmasına ve yayılmasına neden oldu. Bu mezhep, Arap aleyhtarlığının merkezi oldu.”
Cabriel Engry şöyle yazıyor: “Kerbela Vakası İmam Hüseyin (a.s) ve İmam Ali’nin taraftarlarının korkmasına neden olmadığı gibi bilakis Şiilerin cesaretlerini sağladı ve onların intikam duygularını kabarttı.”
ARAŞTIRMA VE ANALİZ
Edilen bahislerden sonra anlaşılan şudur; bu görüşü savunan kimseler Şiiliğin doğuşu ve Şii akımının gelişip yayılmasını karıştırmışlardır ve bazen de Tevvabin ve Kiysaniyye gibi Şii olan birtakım fırkaların ortaya çıkışını da bütün Şiilik akımıyla eşdeğer tutmuşlardır. Şu ihtimal de söz konusudur ki bu görüşü savunan kimseler, dini ve duygusallığa dayalı olarak Tevvabin tarafından başlatılan kıyam ve hareketi Şiilik adıyla ortaya çıkmış ilk bağımsız bir grup oluşumu olarak telakki etmiş olabilirler. Genel olarak belki de şunu kabul etmek mümkündür; Şia kavramının sözlük ve ıstılahta Kerbela hadisesinden sonra Ali’nin (a.s) taraftarları hakkında kullanılması yaygın ve meşhur bir hale geldi; ancak düşünce olarak Şia akımının ve bu inanca mensup kimselerin ortaya çıkmasını birtakım tarihi belgelere ve belirtilere dayandırmak doru değildir.
Şiiliğin doğuşunu Kerbela olayına veya Kerbela vakası sonrasında meydana gelen sebeplere bağlayan ve bunu savunan araştırmacılar genel olarak Şii kavramının sözlükteki anlamı ve kelam ilmindeki konumu üzerinde durmuşlardır. Onlara göre nas, vasilik ve imamet kavramları Kerbela hadisesinden sonra ortaya çıkmış ve Kerbela vakasından önce bu tür akideler mevcut değildi. Dolayısıyla da Kerbela vakasından önce Şiilik inancı diye bir şey yoktu.
Hüseyin b. Ali’nin (a.s) Kerbela’da şehit edilmesi İslam tarihinde çok büyük bir olaydı ki bu olay Şia fırkasının diğer fırkalardan farklı ve kendisine has siyasi ideolojileri ve dini hedeflerle şekillenmesine neden oldu. Hakikatte Kufeli Şiilerin İmam Hüseyin’i (a.s) davet edip ardından hazreti yalnız bırakmaları onların inançlarının zayıflıklarından başka bir şey değildi. Kerbela faciasının Şia mezhebinin gelişip yayılmasındaki ve bu mektebinin taraftarlarının sayısının artmasındaki etkisi inkâr edilmez tarihi bir gerçektir. Şia grubu İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra düzenli bir cemaat haline geldi ki onların siyasi irtibatlarını ve dini düşüncelerini pekiştirip güçlendiriyordu. Onların toplantıları, önderleri ve kendilerine has nizami güçleri vardı. Tevvabin grubu bu anlamda (nizami)o oluşumların ilkiydi.
Kerbela hadisesinden önce bazı kabile önderleri İmam Hüseyin’e mektuplar yazdılar. Bu mektupların içeriği Şia ayininin ondan öncesine dayanan varlığını açık ve somut bir şekilde ispatlamaktadır. Tarih kaynaklarının bu mektuplardan çok azını zikretmesinin nedeni bu olayın özüdür ki bunların genelinde asıl olan vuku bulan hadiselerdir, yoksa amaç bu olayların akabinde gerçekleşmiş usuller değildir.
Bu hadise vuku bulmadan önce harekete katılmak isteyenler İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle bir mektup yazdılar: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Mümin ve Müslüman Şialardan Hüseyin b. Ali’ye (a.s)! Acele edin ki insanlar yolunuzu gözlemektedirler. Çünkü onların sizden başka bir imamları yoktur. Dolayısıyla acele edin ve yine diyoruz ki zaman kaybetmeden hemen buraya gelin! Vesselam”.
Bu mektup bir grup halk tarafından imzalanarak Şiaların en güvenirlerinden olan Hani b. Urve es-Sabii ve Said b. Abdullah Hanefi aracılığıyla Kufe’ye gönderildi. İmam Hüseyin (a.s) bu mektuplar ve isteklere bir cevap yazarak mektubu getiren elçilerle gönderdi. Son derece değerli bir içeriği olan hazretin mektubunda şöyle okuyoruz: “ Hüseyin b. Ali’den mümin ve Müslümanlara! Said ve Hani yazdığınız mektupLa bana geldiler. Bunlar yanıma gelen en son elçilerdir. Söylediklerinizi anladım ve şimdi beni yanınıza davet ediyorsunuz; çünkü sizi hidayet edecek bir imam bulunmuyor ve benim oraya gelişimin sizi hak ve hakikat yolunda birleştireceğini ümit ediyorsunuz. Ben amcamın oğlu ve hanedanımdan güvendiğim kişiyi (Müslim b. Akil) beni sizlerin durumunuzdan haberdar etmesi için sizlere temsilcim olarak gönderiyorum. Eğer onun rapur bana yazdıklarınızla mutabık olursa çok yakında davetinizi kabul edip yanınıza geleceğim; ancak şu gerçeğin bilinmesini isterim ki imam, sadece Allah’ın kitabına uyan, davrınışı sadakat ve adalet üzerine olan kimsedir. İmam, hakla hükmetmeli ve kendisini Allah yolunda hizmet etmeye vakfetmelidir. Vesselam!”
Mektubun son cümlesi imamın vazifelerini ve imamın mahiyetini vasfediyor ve İmam Hüseyin’in (a.s) olaylara ve meselelere bakışı ve tutumunu anlamakta bizlere yardım etmektedir. Ebu Mihnef’de İmam Hüseyin’in (a.s) Basra Şiilerine yazdığı mektubun metnini muhafaza etmiştir. Burada o metni nakletmek bir o kadar değerli ve anlamlıdır. Mektubun metninden şöyle okuruz:
“Allah, Muhammed’i (s.a.a) halkın arasından seçmiştir. Ona nübüvvetle izzet bahşetti ve onu mesajının ileticisi olarak seçti. Halka nasihatte bulunup mesajı da onlara ilettikten sonra Allah onu sizlere gönderdi. Biz onun hanedanıyız. Kendilerine rehberlik bahşedilen ve liderliğe liyakati olan yakın akrabalarıyız. Onun emanettarları, vasileri, varisleri ve insanlardan onun yerine geçebilecek en liyakatli kişileriz. Ancak insanlar bu imtiyazda (hakkımız olduğu halde) kendilerini bizden üstün gördüler. Bizler inzivaya çekildik çünkü ihtilaf ve nifakı sevmiyorduk. Toplumun barış ve refahının bozulmasından yana endişe ediyorduk. Rehberlik makamına bu makamı bizlerden alanlardan daha çok layık olduğumuzu çok iyi biliyorduk… Elçimi sizlere göndermiş bulunuyorum, sizleri Sünnetlerin unutulmuş ve bidatlerin baş gösterip güçlendiği bu zamanda Allah’ın kitabına ve Peygamberin (s.a.a) sünnetine uymaya davet ediyorum. Eğer beni dinleyip emirlerime itaat ederseniz sizleri doğru yola hidayet edeceğim. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun!”
İmam Hüseyin’in (a.s) mektubunda üzerinde durduğu ve itikadi bakımdan da özel bir yeri olan iki kavram göze çarpmaktadır; bu iki kavram imamet ve vasiliktir. İmam Ali’nin (a.s) hilafete seçilmesi konusunda hazretin yakın ve samimi dostlarının bu iki kavramı kullanarak hazreti savunduklarını görürüz.
Şimdi aradan 25 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen bu kavramları Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) kullandığını görüyoruz. Peygamber Hanedanının her iki kavramı insanlara tavsiye ettiğini ve işin özünde bu kavramların onların inançlarının aslını oluşturduğunu gözler önüne sermektedir. O inanç ki Hz. Muhammed (s.a.a) onu Hz. Bu makamları Ali (a.s) için uygun görmüştür. Hz. Ali (a.s) da ölüm anında vasiliği oğlu İmam Hasan’a (a.s) vermiş ve ondan da bu makamı kendisinden sonra İmam Hüseyin (a.s) hanedanına devretmesini istiyor.
İmam Hüseyin’in (a.s) mektubunun çok önemli bir bölümü de şudur ki hazret toplumun idaresinin sadece Peygamberin (s.a.a) hanedanına münhasır ve vasilik makamının bu hanedana özgü olduğunu bildirmesidir. Yalnızca bu hanedan insanları doğru yola hidayet edebilir, bir diğer tabirle sadece bu hanedan sahip oldukları özel meziyetler ve liyakatlerle zahiri hükümeti ve mezhebi hidayeti bir arada yürütebilir. Buna ilave olarak İmam Hüseyin (a.s) bu cümleleri beyan ederek tutumunu ilk üç halifenin hilafeti hakkında ortaya koyuyor. Mektubunun son bölümünde İmam Hüseyin (a.s) halkı Peygamberin (s.a.a) sünnetine uymaya davet ederek halifelik hakkındaki yorumları üstü örtülü bir şekilde tıpkı babası Hz. Ali’nin (a.s) şura olayında ilk üç halifenin hilafetini Ehlibeyt’ten olmadıkları gerekçesiyle reddettiği gibi geri çeviriyor. İşte bu yüzden Peygamber (s.a.a) hanedanının takipçileri direk olarak Peygamberlerinin ve imamlarının sünnetine döneceklerdir.
KERBELA HADİSESİNDE ÖNEMLİ NOKTALAR
1-Habib b. Mezahir ve Züheyr b. Giyn Emevi ordusunu yaptıkları hataların bilincine varmaları için onları ikna etmeye çalışıyordu. Tarihte Bu iki muhterem zat ile muhalifler arasında geçen diyaloglar ve konuşmalar kayıtlıdır.
İlk önce Habib b. Mezahir düşmanla konuştu:
“Allah’a andolsun ki, kendi peygamberlerinin hanedanını ve Ehlibeyt’ini (a.s) öldürdükten sonra Allah huzurunda hazır olacak kimseler ne kadar da zavallı, bedbaht ve kötü bir topluluktur. Ey millet! Bu mukaddes hanedan Allah’a en iyi ibadet eden kimselerdir, günlerini hak yolunda hizmet ve fedakârlık ederek geçiren ve kendilerini Allah’ın zikrine adayan en üstün kimselerdir.”
Emevi ordusundan Uzrat b. Kays küstahça ve alaylı bir üslup ile şöyle cevap verdi: “Temiz bir ruh ile dilediğiniz kadar ileriye gidin. (Yani bizi ikna edip bu işten gazgeçiremezsiniz)
Zühey bin Giyn bu herze adamın küstahça sözüne şöyle cevap verdi: “Ey Uzrat! Hakikatte Allah ruhumuzu temiz kılmış ve bizi hidayet etmiştir. O halde ey Uzrat, Allah’tan kork, ben senin hayrını isteyen en samimi insanlardanım, Allah seni düşünmeye sevk etsin! Ey Uzrat! Acaba bu temiz ve mukaddes ruhları (İmam Hüseyin ve Ehlibeyt’in diğer fertlerini) öldürmekle hata yolunda sabit kalan kimselerden olmak ister misin?”
Uzrat b. Kays ikinci kez şöyle cevap verdi: “Ey Züheyr! Sen Ali’nin (a.s) Şiileri arasında yer almadın, bilakis Osman’a yakınlığınla tanınırdın.” Züheyr şöyle cevap verdi: “Ama görüyorsun ki şimdi Hüseyniyim ve artık Ali’nin (a.s) Şiilerinden olduğumu idrak etmen gerekir!”
Emevi ordusu komutanlarından olan Hür Aşura olayından önce tövbe ederek İmam Hüseyin’in (a.s) safına katılmıştır.
2-Hür, İmam Hüseyin (a.s) yolunda canını feda eden ilk kahramanlardandır. Hür’ün Emevi ordusundan firar edip İmam Hüseyin’in (a.s) safına katılarak Emevi ordusu tarafından şehit edilmesi tıpkı Kerbela olayı gibi tarihi bir olaydır. Bütün kaynaklar ittifakla buna şahadet etmektedir.
Aslında Hürr’ün Emevi ordusundan firar etmesi pekte önemli bir olay değildir. Asıl önemli olan şey Hürr’ün uğruna firar ettiği şeyi ciddiyetle dikkate almaktır. Belki de bu Şiiliğin gözle görülen en büyük zaferlerinden ki İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı o değer uğruna nefeslerinin son anına kadar savaştı. Hürr’ün bu merhaledi ki düşüncesi, yukarıdaki konuşmasından da anlaşıldığı gibi tıpkı İmam Hüseyin’in (a.s) diğer ashabının sözleri gibidir. Bu görüş bir kez daha Şiiliğin özel düşünce tarzını teyit etmektedir.
3-Bu bağlamda ve konuyla orantılı olarak İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı dostlarıyla düşman ordusunun kahramanlık şiirleri okuyarak savaş meydanına çıkmaları özel bir öneme ve konuma sahiptir.
O recezlerin (kahramanlık şiirleri) arasında en parlak ve dikkat çekeni şu beyitlerdir:
a) Nafi b. Hilal el-Cemeli, İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı dostlarının arasından öne çıkarak kendisine rakip istedi ve şöyle seslendi: “Ben, Beni Cemel kabilesindenim, ben Ali’nin (a.s) dininin takipçilerindendim.”
Düşman ordusundan Mezahim b. Haris ileri çıkarak şöyle dedi: “Ben seninle savaşmak istiyorum, ben Osman’ın dini üzereyim.”
Nafi şöyle cevap verdi: “Hayır, sen şeytanın dini üzeresin.”
b) Züheyr b. Giyn savaşmak için meydana çıkınca şöyle dedi: “Ben Zübeyr’im, Giyn’in oğluyum, kılıcımla İmam Hüseyin’i (a.s) savunup koruyacağım.” Sonra İmam Hüseyin’in (a.s) yanına dönerek şöyle dedi: “Ceddin Resul-i Ekrem’i (s.a.a) mülakat edeceğim gün, İmam Hasan (a.s), Ali Murtaza’yı (a.s) ve (Caferi Tayyar’a işaret ederek) iki kanadı olan o zatı ziyaret edeceğim gün acaba ben de doğru yola hidayet olacak mıyım?”
Diğer taraftan yukarıda nakledilen bu sözlere dikkat ettikten sonra anlıyoruz ki Kerbela hadisesinde başından sonuna kadar İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı imamlarına ve inançlarına olan bağlılıklarını göstermiş ve bu inançlarını “Ali’nin mezhebi” tabirini kullanarak bağlılıklarını ispatlamışlardır. Tarih sürecinde de bu inançlar ve eğilimler daha sağlam bir şekilde Şiiliğin şekillenmesinde kendisini göstermiş, Şiiliğin kelam ve fıkhını diğer İslami cemaatler karşısında daha da genişletmiştir.
Çeşitli İslami kaynakları incelediğimizde araştırmalar şu hakikati teyit etmektedir ki; Şiilik, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatı döneminde vardı ve İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti sadece bu inanca resmiyet mührü vurmuştur.
Bu yüzden de detaylı bir şekilde İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı dostlarının Kerbela’da şehit olmadan önceki kahramanlık şiir ve recezlerine yer verdik. Kerbela meydanından vefalı ashabın hamasi şiir ve kasideleri açıkça bir şekilde bu hazin olay gerçekleşmeden önce bu eğilimlerin var olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda doğru olan hakikat şudur ki bu trajedi, Şiiliğin kimliğinin tanınmasında ve sağlamlaşmasında çok önemli bir rol ifa etmiştir. Takdir şuydu ki Şiiliğin tebliğ ve nispeten hızla yayılmasında İmam Hüseyin’in (a.s) elem şehadeti en önemli role sahip olsun. Kuşkusuz ki Kerbela trajedisi Şiilik mektebine “son derece derin ve şiddetli bir bağ ve iştiyak” armağan etmiş ve insanlık duygularına her şeyden daha fazla teveccüh edilmesini sağlamıştır. Bu yüzden “derin duyguların” Şiilik mektebinin özelliklerinden olduğunu anlamak mümkündür. Kerbela trajedisinin en hızlı neticesi 3000 kişilik Tevvabin ordusunun oluşmasını sağlamasıdır. Bu grup kendilerini ölüme atmış ve Kerbela’da Peygamberin (s.a.a) şehit edilen torunlarına yardım edemeyip ahitlerini yerine getirmedikleri için bu hareketlerini kendilerine bir çeşit tövbe saymışlardır. Onların bu kıyam ve hareketi Muhtar b. Sakafi için ideal ve münasip bir zemin hazırladı ve Muhtar’ın mücadelesini başlatmasında onu güçlü bir hale getirdi. Bu mevzu Abbasilerin Emevi düzenini değiştirmek ve saltanatlarına son vermek için etkili bir slogan olmuştur. Netice olarak İmam Hüseyin’in (a.s) mübarek adı ve mukaddes hareketi Şiiliğin ahlak ve mezhebi hamiyetinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Akabinde Tevvabin kıyamının başladığı İmam Hüseyin’in (a.s) kerbela’da olağanüstü zor şartlarda hazin bir şekilde şehit edilmesi derin üzüntüler ve perişanlıklarla iç içeydi. Doğal olarak Tevvabin ve Muhtar Sakafi’nin tebliğleri Kerbela vakası hakkında birtakım olağanüstü hikâyeleri Kerbela vakasıyla ilişkilendiriyordu. Şia cemaati böyle bir zamanda dini kimlik kazanmıştır. Öyle ki Şiiliğin dini çehresi onun siyasi yönüne galip gelmiştir. Hâlbuki Şiiler Resul-i Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonra Hz. Ali’yi (a.s) sahip olduğu fazilet ve kemal sıfatlarından dolayı imamete en layık gören sayıca az olan küçük bir gruptu. Bu grup Osman’ın öldürülmesinden sonra İmam Ali’nin (a.s) hilafeti kesinleşince –veya birtakım diğer nedenlerden dolayı- İmam Ali’yi (a.s) desteklediler. İmam Hüseyin’in (a.s) yeryüzüne dökülen kanı, Allah Resulünün (s.a.a) torununun akan kanı zihinlerde Peygamber hanedanına reva görülen işkence ve zulümlerin ne kadar vahim ve acı olduğunu canlandırdı ve insanlara bu musibetin ne kadar büyük olduğunu gösterdi. İşte burada Şiilik Ehlibeyt’in (a.s) hakkaniyetiyle müteradif oldu. Stanley Linpool’un tabiriyle: “İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti çok sayıda insanın Şii olmasını sağlamıştır. Bu insanlar (mevali) İmam Hüseyin’i (a.s) kurbanlığın en yüce örneği ve insanlar için azap ve sıkıntıların numunesi olarak farz etmişlerdir. İranlılar da mizaç ve tabiat olarak fedakârlık ve i’sara eğilimlidirler. Bu yüzden İmam Hüseyin’in (a.s) fedakârlığı İranlıların tabii istidatlarıyla uyuşuyordu.”
Şiiler, İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetiyle kendilerini mezhebi usul ve öğretilere kılavuzluk eden bir önderi kaybetmiş oldular.
Bahsin Neticesi:
1-İmam Hüseyin’in (a.s) ve dostlarının arasında geçen mektup ve yazışmalarda imamet ve vasilik gibi iki önemli kavramlar göze çarpmaktadır.
Hz. Ali (a.s) halifeliğe seçildiğinde bu kavramlar İmam Ali’nin (a.s) yakın dostları tarafından hazreti desteklemek amacıyla kullanılmış tabirlerdir.
2-İmam Hüseyin (a.s) ve onun fedakâr ashabı mukaddes hareketleri süresince hedeflerini ve inançlarını Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Hz. Ali’nin (a.s) yolunun devamı olarak tanıtmışlardır ki bu Şiiliğin çok eskilere dayandığını ve daha önceleri var olduğunu gösteriyor.
3-Hüseyin b. Ali’nin (a.s) Kerbela’daki şehadeti çok önemli ve büyük bir tarihi olaydır ki hazretin şehadeti Şiiliğin diğer fırkalardan ayrı bir fırka olarak, siyasi usulleri ve özel dini rengi olan bir akide olarak şekillenmesini sağladı.
4-Şiilik, İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra düzenli bir cemaat haline geldi ki hazretin şehadeti onların siyasi ilişkiler ve dini düşüncelerini ve inançlarını birbirine bağlıyordu.
5-İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı kendisini Hz. Ali’nin (a.s) Şiası olarak tanıtıyordu. Bu Şiiliğin Kerbela hadisesinden önce ortaya çıktığını gösterir.
6-Kerbela hadisesi Şiiliğin hüviyetinin tanınmasında çok önemli ve büyük bir rol ifa etmiştir.
7-Çeşitli kaynakların dikkatle incelenmesi şu hakikati teyit etmektedir ki Şiilik inancı Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatı döneminde vardı ve İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti sadece Şiiliğin resmi olarak tanıtılmasında nihai mührü vurmuştur.
8-Burada Türk tarihçi Hasan Onat’ın görüşüne yer vermemiz yerinde olur diye düşündük, Türk tarihçi şuna inanmaktadır; “Hicretin ilk döneminde tarihi kaynaklara göre Şiilik diye bir şey yoktu.”
Tarihi kayıtların şahadetine göre vasilik kavramı Resul-i Ekrem’in (s.a.a) zamanından İmam Hasan’ın (a.s) zamanına kadar vardı. Bu Şia ve Şiiliğin o dönemde var olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde Şia ve Şiiliğin o dönemlerde var olduğunu ispat etmek için bu kavramlar peşinde olmaya hacet yoktur, önemli olan mektebin içeriğidir. Çünkü kavram farklı şeydir içerik başka bir şeydir. Tüm bu bahsilerden anlaşılan şudur ki Şiiliğin asıl cevheri ve mahiyeti yukarıda zikredilen tarihi belgeler ve kanıtlar dikkate alındığında hicretin ilk dönemlerinde var olduğu gerçeğidir.
a) Şiiliğin ortaya çıkış tarihini Kerbela hadisesi olarak kabul eden kimseler
b) Kerbela hadisesinin Şiiliğin gelişmesi ve yayılmasında önemli unsur olduğuna inanan kimseler
ŞİİLİĞİN KERBELA HADİSESİ SONUCU ORTAYA ÇIKTIĞI GÖRÜŞÜNÜ SAVUNAN KİMSELER
Ali Sami Neşar bu görüşü ısrarla savunan kimselerdendir. Neşar, tarihi kaynaklardan delillere isnat ederek özellikle de Murucu’z-Zeheb, Tarihul Yakubi ve aynı şekilde İbni Nedim’in el-Fihrist eserinden kanıtlar getirmiş ve Peygamber (s.a.a) döneminde, Sakife olayında, fitne baş gösterip Osman’ın öldürülmesi zamanında, İmam Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde hatta hazretin şehadetinden sonra Şiilik kelimesinin İmam Ali’nin (a.s) taraftarı anlamında kullanıldığını görüşünü inkâr etmiştir. Neşar, iddia etmiştir ki bu dönemlerde Şia kelimesi mutlak manada kullanılıyordu. Nitekim Ali’nin (a.s) taraftarlarına Ali’nin Şia’sı, Muaviye’nin taraftarlarına da Muaviye’nin Şia’sı denilmekteydi. Neşar sonra şöyle görüş belirtiyor: “Şia gerçekte Kerbela vakasında İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra İslami bir fırka olarak şekillendi ve işleri tedbir etmeye başladı.”
Neşar, sözlerinin devamında Tevvabin ve Muhtar b. Ebi Ubeyd Sakafi’nin kıyamından bahsetmiş ve İmam Hüseyin’in (a.s) intikamını alan ilk grubu Şii olarak nitelemiştir. Daha sonraları bu gruba Tevvabin denilmiştir ve şöyle eklemiştir: “Hüseyni Şia Muhtar’ın eliyle ortaya çıktı. Aslında bu Şia Hanefiye olarak meşhur olan Muhammed b. Ali b. Ebu Talib’e nispet verilen Şiadır. Halk, Kufe’de Muhtar’ın etrafına toplandı. Muhtar, İmam Hüseyin’in (a.s) katillerini öldürdü, sonra kendisi de öldürüldü. Kufe’de Muhtar b. Ebi Ubeyd’in öldürülmesinden sonra Şiilik yavaş yavaş dini bir fırka olarak şekillenmeye başladı ve altyapısını hazırlamaya başladı. Ancak Şia, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) imameti döneminde nihai yapısına ulaştı ve son şeklini aldı.”
Meşhur Türk tarihçi Ethem Ruhi Fığlalı Şia kavramını bu dönemde kullanan ilk tarihçidir. O, Şiiliğin Kerbela vakasından önce var olmadığına inanmakta ve eserinde şöyle yazmaktadır: “Şiilik siyasi bir akım olarak Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’da acımasızca öldürülmesinden sonra meydana gelmiştir.”
Hatta Philip Khouri konuyla ilgili olarak şöyle yazar: “Hakikaten Şia Mezhebi 10 Muharrem tarihinde meydana gelen olay sonucu ortaya çıkmıştır ve o günden sonra da Hz. Muhammed’in (s.a.a) nübüvveti nasıl İslam’ın temel inançlarından sayıldıysa Ali’nin hanedanın imameti de Şia’nın temel inançlarından sayıldı. “
Sumeyra Leysi şöyle diyor: “Kerbela faciasının Şiiliğin gelişip yayılmasında ve bu mezhebin taraftarlarının çoğalmasındaki etkisi inkâr edilmez bir gerçektir. Hatta Şiilik akımının Muharrem aynının dokuzunda başladığını iddia edersek abartmış olmayız.”
“20. Asırda İran” isimli eserde de İmam Hüseyin (a.s) Şiiliğin müessisi olarak tanıtılmıştır.
BU GÖRÜŞÜ SAVUNAN ORYANTALİSTLER
KC Le Mobtown’a göre Şiilik İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinin neticesinde ortaya çıkmıştır. O, şöyle yazıyor: “Şiilik, mezhebi bir akım olarak Hüseyin b. Ali’nin (a.s) 61-68 h.k yılında şehadetinden sonra ortaya çıkmış ve değerlerini ondan alarak zirveye ulaştı.”
Eshter Witman şöyle diyor: “İmam Hüseyin’in (a.s) kanının zamanın hükümeti tarafından akıtılması Şiiliğin ilk tohumlarının serpilmesi olmuştur.”
Kazama ise “Şiiliğin Kerbela hadisesinden sonra meydana geldiği” görüşünü savunmaktadır.
B) KERBELA VAKASININ ŞİİLİK MEKTEBİNİN YAYILMASINDA AKTİF ROL OYNADIĞINI SAVUNANLAR
Kimi düşünürler ise şuna inanmaktadır ki Kerbela vakası Şiilik mektebini derinden etkilemiştir. İmam Hüseyin’in (a.s) hayati yüce kıyamı ve şehadetinin Şiilerin duygu bağlarının ve gönüllerinin kaynaşıp güçlenmesine etkisi Şiilerin kendileri tarafından da kabul edilmektedir. İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra Şiilik mektebi adından daha sık bahsedilmeye başlandı. Kimilerine göre İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti dağınık Şiileri birleştirdi. Dağınık Şiilerden derli toplu ve geniş bir oluşum meydana getirdi ve onları Sünnilerden ayırdı.
Seyyid Hüseyin Muhammed Caferi eserinde bu görüş hakkında şöyle diyor: “İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti son derece önemli bir yere sahiptir ve Şiilerin üzerinde oldukça derin bir etki bırakmıştır.”
Ali Hasan Harbutali şöyle diyor: “… Kerbela hadisesinden sonra durum değişti. İmam Hüseyin’in (a.s) kanı Şia hareketini derinden etkiledi ve Şiilerin sayısının artmasına neden oldu. Öyle ki “Şia 10 Muharrem’de ortaya çıktı” iddiasında bulunmak mümkündür. Bu dönüm noktasından sonra Şiiliğin dini yönü siyasi yönüne galebe etti.”
Abdülaziz ed-Duri eserinde konuyla ilgili olarak şöyle der: “Kerbela hadisesinden ta Zeyd b. Ali’nin kıyamına kadar hâkim kudret Emevi iktidarının aleyhine siyasi alanda köklü bir değişim yaşandı. Halk etnik ve kabile çatışmalarından sıyrılmış güçlerini siyasi alanda Emevi hükümeti aleyhine odaklamıştı. Bu değişimin sayesinde Şia, Hariciler, Osmanlı ve Mürcie yayılmaya başladı…”
Şeybi şuna inanmaktadır: “Şiilik siyasi bir akım olarak Peygamber (s.a.a) zamanından başlamış olsa da belirli bir hedef üzerinde şekillenmesi ve siyasi alanda tanınması Osman’ın öldürülmesinden sonra olmuştur; ancak resmi olarak ortaya çıkışını İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra 61 yılında Tevvabin kıyamının başlamasından sonra kabul etmeliyiz.”
BATI DÜNYASINDAN BU GÖRÜŞÜ SAVUNANLAR
Araştırmacı ve orta doğu uzmanı Alman yazar Carl Brucklaman şöyle yazıyor: “İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti, doğurduğu olumlu neticeler ve siyasi alandaki etkilerinin yanı sıra Şia mezhebinin sağlamlaşmasına ve yayılmasına neden oldu. Bu mezhep, Arap aleyhtarlığının merkezi oldu.”
Cabriel Engry şöyle yazıyor: “Kerbela Vakası İmam Hüseyin (a.s) ve İmam Ali’nin taraftarlarının korkmasına neden olmadığı gibi bilakis Şiilerin cesaretlerini sağladı ve onların intikam duygularını kabarttı.”
ARAŞTIRMA VE ANALİZ
Edilen bahislerden sonra anlaşılan şudur; bu görüşü savunan kimseler Şiiliğin doğuşu ve Şii akımının gelişip yayılmasını karıştırmışlardır ve bazen de Tevvabin ve Kiysaniyye gibi Şii olan birtakım fırkaların ortaya çıkışını da bütün Şiilik akımıyla eşdeğer tutmuşlardır. Şu ihtimal de söz konusudur ki bu görüşü savunan kimseler, dini ve duygusallığa dayalı olarak Tevvabin tarafından başlatılan kıyam ve hareketi Şiilik adıyla ortaya çıkmış ilk bağımsız bir grup oluşumu olarak telakki etmiş olabilirler. Genel olarak belki de şunu kabul etmek mümkündür; Şia kavramının sözlük ve ıstılahta Kerbela hadisesinden sonra Ali’nin (a.s) taraftarları hakkında kullanılması yaygın ve meşhur bir hale geldi; ancak düşünce olarak Şia akımının ve bu inanca mensup kimselerin ortaya çıkmasını birtakım tarihi belgelere ve belirtilere dayandırmak doru değildir.
Şiiliğin doğuşunu Kerbela olayına veya Kerbela vakası sonrasında meydana gelen sebeplere bağlayan ve bunu savunan araştırmacılar genel olarak Şii kavramının sözlükteki anlamı ve kelam ilmindeki konumu üzerinde durmuşlardır. Onlara göre nas, vasilik ve imamet kavramları Kerbela hadisesinden sonra ortaya çıkmış ve Kerbela vakasından önce bu tür akideler mevcut değildi. Dolayısıyla da Kerbela vakasından önce Şiilik inancı diye bir şey yoktu.
Hüseyin b. Ali’nin (a.s) Kerbela’da şehit edilmesi İslam tarihinde çok büyük bir olaydı ki bu olay Şia fırkasının diğer fırkalardan farklı ve kendisine has siyasi ideolojileri ve dini hedeflerle şekillenmesine neden oldu. Hakikatte Kufeli Şiilerin İmam Hüseyin’i (a.s) davet edip ardından hazreti yalnız bırakmaları onların inançlarının zayıflıklarından başka bir şey değildi. Kerbela faciasının Şia mezhebinin gelişip yayılmasındaki ve bu mektebinin taraftarlarının sayısının artmasındaki etkisi inkâr edilmez tarihi bir gerçektir. Şia grubu İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra düzenli bir cemaat haline geldi ki onların siyasi irtibatlarını ve dini düşüncelerini pekiştirip güçlendiriyordu. Onların toplantıları, önderleri ve kendilerine has nizami güçleri vardı. Tevvabin grubu bu anlamda (nizami)o oluşumların ilkiydi.
Kerbela hadisesinden önce bazı kabile önderleri İmam Hüseyin’e mektuplar yazdılar. Bu mektupların içeriği Şia ayininin ondan öncesine dayanan varlığını açık ve somut bir şekilde ispatlamaktadır. Tarih kaynaklarının bu mektuplardan çok azını zikretmesinin nedeni bu olayın özüdür ki bunların genelinde asıl olan vuku bulan hadiselerdir, yoksa amaç bu olayların akabinde gerçekleşmiş usuller değildir.
Bu hadise vuku bulmadan önce harekete katılmak isteyenler İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle bir mektup yazdılar: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Mümin ve Müslüman Şialardan Hüseyin b. Ali’ye (a.s)! Acele edin ki insanlar yolunuzu gözlemektedirler. Çünkü onların sizden başka bir imamları yoktur. Dolayısıyla acele edin ve yine diyoruz ki zaman kaybetmeden hemen buraya gelin! Vesselam”.
Bu mektup bir grup halk tarafından imzalanarak Şiaların en güvenirlerinden olan Hani b. Urve es-Sabii ve Said b. Abdullah Hanefi aracılığıyla Kufe’ye gönderildi. İmam Hüseyin (a.s) bu mektuplar ve isteklere bir cevap yazarak mektubu getiren elçilerle gönderdi. Son derece değerli bir içeriği olan hazretin mektubunda şöyle okuyoruz: “ Hüseyin b. Ali’den mümin ve Müslümanlara! Said ve Hani yazdığınız mektupLa bana geldiler. Bunlar yanıma gelen en son elçilerdir. Söylediklerinizi anladım ve şimdi beni yanınıza davet ediyorsunuz; çünkü sizi hidayet edecek bir imam bulunmuyor ve benim oraya gelişimin sizi hak ve hakikat yolunda birleştireceğini ümit ediyorsunuz. Ben amcamın oğlu ve hanedanımdan güvendiğim kişiyi (Müslim b. Akil) beni sizlerin durumunuzdan haberdar etmesi için sizlere temsilcim olarak gönderiyorum. Eğer onun rapur bana yazdıklarınızla mutabık olursa çok yakında davetinizi kabul edip yanınıza geleceğim; ancak şu gerçeğin bilinmesini isterim ki imam, sadece Allah’ın kitabına uyan, davrınışı sadakat ve adalet üzerine olan kimsedir. İmam, hakla hükmetmeli ve kendisini Allah yolunda hizmet etmeye vakfetmelidir. Vesselam!”
Mektubun son cümlesi imamın vazifelerini ve imamın mahiyetini vasfediyor ve İmam Hüseyin’in (a.s) olaylara ve meselelere bakışı ve tutumunu anlamakta bizlere yardım etmektedir. Ebu Mihnef’de İmam Hüseyin’in (a.s) Basra Şiilerine yazdığı mektubun metnini muhafaza etmiştir. Burada o metni nakletmek bir o kadar değerli ve anlamlıdır. Mektubun metninden şöyle okuruz:
“Allah, Muhammed’i (s.a.a) halkın arasından seçmiştir. Ona nübüvvetle izzet bahşetti ve onu mesajının ileticisi olarak seçti. Halka nasihatte bulunup mesajı da onlara ilettikten sonra Allah onu sizlere gönderdi. Biz onun hanedanıyız. Kendilerine rehberlik bahşedilen ve liderliğe liyakati olan yakın akrabalarıyız. Onun emanettarları, vasileri, varisleri ve insanlardan onun yerine geçebilecek en liyakatli kişileriz. Ancak insanlar bu imtiyazda (hakkımız olduğu halde) kendilerini bizden üstün gördüler. Bizler inzivaya çekildik çünkü ihtilaf ve nifakı sevmiyorduk. Toplumun barış ve refahının bozulmasından yana endişe ediyorduk. Rehberlik makamına bu makamı bizlerden alanlardan daha çok layık olduğumuzu çok iyi biliyorduk… Elçimi sizlere göndermiş bulunuyorum, sizleri Sünnetlerin unutulmuş ve bidatlerin baş gösterip güçlendiği bu zamanda Allah’ın kitabına ve Peygamberin (s.a.a) sünnetine uymaya davet ediyorum. Eğer beni dinleyip emirlerime itaat ederseniz sizleri doğru yola hidayet edeceğim. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun!”
İmam Hüseyin’in (a.s) mektubunda üzerinde durduğu ve itikadi bakımdan da özel bir yeri olan iki kavram göze çarpmaktadır; bu iki kavram imamet ve vasiliktir. İmam Ali’nin (a.s) hilafete seçilmesi konusunda hazretin yakın ve samimi dostlarının bu iki kavramı kullanarak hazreti savunduklarını görürüz.
Şimdi aradan 25 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen bu kavramları Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) kullandığını görüyoruz. Peygamber Hanedanının her iki kavramı insanlara tavsiye ettiğini ve işin özünde bu kavramların onların inançlarının aslını oluşturduğunu gözler önüne sermektedir. O inanç ki Hz. Muhammed (s.a.a) onu Hz. Bu makamları Ali (a.s) için uygun görmüştür. Hz. Ali (a.s) da ölüm anında vasiliği oğlu İmam Hasan’a (a.s) vermiş ve ondan da bu makamı kendisinden sonra İmam Hüseyin (a.s) hanedanına devretmesini istiyor.
İmam Hüseyin’in (a.s) mektubunun çok önemli bir bölümü de şudur ki hazret toplumun idaresinin sadece Peygamberin (s.a.a) hanedanına münhasır ve vasilik makamının bu hanedana özgü olduğunu bildirmesidir. Yalnızca bu hanedan insanları doğru yola hidayet edebilir, bir diğer tabirle sadece bu hanedan sahip oldukları özel meziyetler ve liyakatlerle zahiri hükümeti ve mezhebi hidayeti bir arada yürütebilir. Buna ilave olarak İmam Hüseyin (a.s) bu cümleleri beyan ederek tutumunu ilk üç halifenin hilafeti hakkında ortaya koyuyor. Mektubunun son bölümünde İmam Hüseyin (a.s) halkı Peygamberin (s.a.a) sünnetine uymaya davet ederek halifelik hakkındaki yorumları üstü örtülü bir şekilde tıpkı babası Hz. Ali’nin (a.s) şura olayında ilk üç halifenin hilafetini Ehlibeyt’ten olmadıkları gerekçesiyle reddettiği gibi geri çeviriyor. İşte bu yüzden Peygamber (s.a.a) hanedanının takipçileri direk olarak Peygamberlerinin ve imamlarının sünnetine döneceklerdir.
KERBELA HADİSESİNDE ÖNEMLİ NOKTALAR
1-Habib b. Mezahir ve Züheyr b. Giyn Emevi ordusunu yaptıkları hataların bilincine varmaları için onları ikna etmeye çalışıyordu. Tarihte Bu iki muhterem zat ile muhalifler arasında geçen diyaloglar ve konuşmalar kayıtlıdır.
İlk önce Habib b. Mezahir düşmanla konuştu:
“Allah’a andolsun ki, kendi peygamberlerinin hanedanını ve Ehlibeyt’ini (a.s) öldürdükten sonra Allah huzurunda hazır olacak kimseler ne kadar da zavallı, bedbaht ve kötü bir topluluktur. Ey millet! Bu mukaddes hanedan Allah’a en iyi ibadet eden kimselerdir, günlerini hak yolunda hizmet ve fedakârlık ederek geçiren ve kendilerini Allah’ın zikrine adayan en üstün kimselerdir.”
Emevi ordusundan Uzrat b. Kays küstahça ve alaylı bir üslup ile şöyle cevap verdi: “Temiz bir ruh ile dilediğiniz kadar ileriye gidin. (Yani bizi ikna edip bu işten gazgeçiremezsiniz)
Zühey bin Giyn bu herze adamın küstahça sözüne şöyle cevap verdi: “Ey Uzrat! Hakikatte Allah ruhumuzu temiz kılmış ve bizi hidayet etmiştir. O halde ey Uzrat, Allah’tan kork, ben senin hayrını isteyen en samimi insanlardanım, Allah seni düşünmeye sevk etsin! Ey Uzrat! Acaba bu temiz ve mukaddes ruhları (İmam Hüseyin ve Ehlibeyt’in diğer fertlerini) öldürmekle hata yolunda sabit kalan kimselerden olmak ister misin?”
Uzrat b. Kays ikinci kez şöyle cevap verdi: “Ey Züheyr! Sen Ali’nin (a.s) Şiileri arasında yer almadın, bilakis Osman’a yakınlığınla tanınırdın.” Züheyr şöyle cevap verdi: “Ama görüyorsun ki şimdi Hüseyniyim ve artık Ali’nin (a.s) Şiilerinden olduğumu idrak etmen gerekir!”
Emevi ordusu komutanlarından olan Hür Aşura olayından önce tövbe ederek İmam Hüseyin’in (a.s) safına katılmıştır.
2-Hür, İmam Hüseyin (a.s) yolunda canını feda eden ilk kahramanlardandır. Hür’ün Emevi ordusundan firar edip İmam Hüseyin’in (a.s) safına katılarak Emevi ordusu tarafından şehit edilmesi tıpkı Kerbela olayı gibi tarihi bir olaydır. Bütün kaynaklar ittifakla buna şahadet etmektedir.
Aslında Hürr’ün Emevi ordusundan firar etmesi pekte önemli bir olay değildir. Asıl önemli olan şey Hürr’ün uğruna firar ettiği şeyi ciddiyetle dikkate almaktır. Belki de bu Şiiliğin gözle görülen en büyük zaferlerinden ki İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı o değer uğruna nefeslerinin son anına kadar savaştı. Hürr’ün bu merhaledi ki düşüncesi, yukarıdaki konuşmasından da anlaşıldığı gibi tıpkı İmam Hüseyin’in (a.s) diğer ashabının sözleri gibidir. Bu görüş bir kez daha Şiiliğin özel düşünce tarzını teyit etmektedir.
3-Bu bağlamda ve konuyla orantılı olarak İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı dostlarıyla düşman ordusunun kahramanlık şiirleri okuyarak savaş meydanına çıkmaları özel bir öneme ve konuma sahiptir.
O recezlerin (kahramanlık şiirleri) arasında en parlak ve dikkat çekeni şu beyitlerdir:
a) Nafi b. Hilal el-Cemeli, İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı dostlarının arasından öne çıkarak kendisine rakip istedi ve şöyle seslendi: “Ben, Beni Cemel kabilesindenim, ben Ali’nin (a.s) dininin takipçilerindendim.”
Düşman ordusundan Mezahim b. Haris ileri çıkarak şöyle dedi: “Ben seninle savaşmak istiyorum, ben Osman’ın dini üzereyim.”
Nafi şöyle cevap verdi: “Hayır, sen şeytanın dini üzeresin.”
b) Züheyr b. Giyn savaşmak için meydana çıkınca şöyle dedi: “Ben Zübeyr’im, Giyn’in oğluyum, kılıcımla İmam Hüseyin’i (a.s) savunup koruyacağım.” Sonra İmam Hüseyin’in (a.s) yanına dönerek şöyle dedi: “Ceddin Resul-i Ekrem’i (s.a.a) mülakat edeceğim gün, İmam Hasan (a.s), Ali Murtaza’yı (a.s) ve (Caferi Tayyar’a işaret ederek) iki kanadı olan o zatı ziyaret edeceğim gün acaba ben de doğru yola hidayet olacak mıyım?”
Diğer taraftan yukarıda nakledilen bu sözlere dikkat ettikten sonra anlıyoruz ki Kerbela hadisesinde başından sonuna kadar İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı imamlarına ve inançlarına olan bağlılıklarını göstermiş ve bu inançlarını “Ali’nin mezhebi” tabirini kullanarak bağlılıklarını ispatlamışlardır. Tarih sürecinde de bu inançlar ve eğilimler daha sağlam bir şekilde Şiiliğin şekillenmesinde kendisini göstermiş, Şiiliğin kelam ve fıkhını diğer İslami cemaatler karşısında daha da genişletmiştir.
Çeşitli İslami kaynakları incelediğimizde araştırmalar şu hakikati teyit etmektedir ki; Şiilik, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatı döneminde vardı ve İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti sadece bu inanca resmiyet mührü vurmuştur.
Bu yüzden de detaylı bir şekilde İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı dostlarının Kerbela’da şehit olmadan önceki kahramanlık şiir ve recezlerine yer verdik. Kerbela meydanından vefalı ashabın hamasi şiir ve kasideleri açıkça bir şekilde bu hazin olay gerçekleşmeden önce bu eğilimlerin var olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda doğru olan hakikat şudur ki bu trajedi, Şiiliğin kimliğinin tanınmasında ve sağlamlaşmasında çok önemli bir rol ifa etmiştir. Takdir şuydu ki Şiiliğin tebliğ ve nispeten hızla yayılmasında İmam Hüseyin’in (a.s) elem şehadeti en önemli role sahip olsun. Kuşkusuz ki Kerbela trajedisi Şiilik mektebine “son derece derin ve şiddetli bir bağ ve iştiyak” armağan etmiş ve insanlık duygularına her şeyden daha fazla teveccüh edilmesini sağlamıştır. Bu yüzden “derin duyguların” Şiilik mektebinin özelliklerinden olduğunu anlamak mümkündür. Kerbela trajedisinin en hızlı neticesi 3000 kişilik Tevvabin ordusunun oluşmasını sağlamasıdır. Bu grup kendilerini ölüme atmış ve Kerbela’da Peygamberin (s.a.a) şehit edilen torunlarına yardım edemeyip ahitlerini yerine getirmedikleri için bu hareketlerini kendilerine bir çeşit tövbe saymışlardır. Onların bu kıyam ve hareketi Muhtar b. Sakafi için ideal ve münasip bir zemin hazırladı ve Muhtar’ın mücadelesini başlatmasında onu güçlü bir hale getirdi. Bu mevzu Abbasilerin Emevi düzenini değiştirmek ve saltanatlarına son vermek için etkili bir slogan olmuştur. Netice olarak İmam Hüseyin’in (a.s) mübarek adı ve mukaddes hareketi Şiiliğin ahlak ve mezhebi hamiyetinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Akabinde Tevvabin kıyamının başladığı İmam Hüseyin’in (a.s) kerbela’da olağanüstü zor şartlarda hazin bir şekilde şehit edilmesi derin üzüntüler ve perişanlıklarla iç içeydi. Doğal olarak Tevvabin ve Muhtar Sakafi’nin tebliğleri Kerbela vakası hakkında birtakım olağanüstü hikâyeleri Kerbela vakasıyla ilişkilendiriyordu. Şia cemaati böyle bir zamanda dini kimlik kazanmıştır. Öyle ki Şiiliğin dini çehresi onun siyasi yönüne galip gelmiştir. Hâlbuki Şiiler Resul-i Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonra Hz. Ali’yi (a.s) sahip olduğu fazilet ve kemal sıfatlarından dolayı imamete en layık gören sayıca az olan küçük bir gruptu. Bu grup Osman’ın öldürülmesinden sonra İmam Ali’nin (a.s) hilafeti kesinleşince –veya birtakım diğer nedenlerden dolayı- İmam Ali’yi (a.s) desteklediler. İmam Hüseyin’in (a.s) yeryüzüne dökülen kanı, Allah Resulünün (s.a.a) torununun akan kanı zihinlerde Peygamber hanedanına reva görülen işkence ve zulümlerin ne kadar vahim ve acı olduğunu canlandırdı ve insanlara bu musibetin ne kadar büyük olduğunu gösterdi. İşte burada Şiilik Ehlibeyt’in (a.s) hakkaniyetiyle müteradif oldu. Stanley Linpool’un tabiriyle: “İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti çok sayıda insanın Şii olmasını sağlamıştır. Bu insanlar (mevali) İmam Hüseyin’i (a.s) kurbanlığın en yüce örneği ve insanlar için azap ve sıkıntıların numunesi olarak farz etmişlerdir. İranlılar da mizaç ve tabiat olarak fedakârlık ve i’sara eğilimlidirler. Bu yüzden İmam Hüseyin’in (a.s) fedakârlığı İranlıların tabii istidatlarıyla uyuşuyordu.”
Şiiler, İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetiyle kendilerini mezhebi usul ve öğretilere kılavuzluk eden bir önderi kaybetmiş oldular.
Bahsin Neticesi:
1-İmam Hüseyin’in (a.s) ve dostlarının arasında geçen mektup ve yazışmalarda imamet ve vasilik gibi iki önemli kavramlar göze çarpmaktadır.
Hz. Ali (a.s) halifeliğe seçildiğinde bu kavramlar İmam Ali’nin (a.s) yakın dostları tarafından hazreti desteklemek amacıyla kullanılmış tabirlerdir.
2-İmam Hüseyin (a.s) ve onun fedakâr ashabı mukaddes hareketleri süresince hedeflerini ve inançlarını Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Hz. Ali’nin (a.s) yolunun devamı olarak tanıtmışlardır ki bu Şiiliğin çok eskilere dayandığını ve daha önceleri var olduğunu gösteriyor.
3-Hüseyin b. Ali’nin (a.s) Kerbela’daki şehadeti çok önemli ve büyük bir tarihi olaydır ki hazretin şehadeti Şiiliğin diğer fırkalardan ayrı bir fırka olarak, siyasi usulleri ve özel dini rengi olan bir akide olarak şekillenmesini sağladı.
4-Şiilik, İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra düzenli bir cemaat haline geldi ki hazretin şehadeti onların siyasi ilişkiler ve dini düşüncelerini ve inançlarını birbirine bağlıyordu.
5-İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı kendisini Hz. Ali’nin (a.s) Şiası olarak tanıtıyordu. Bu Şiiliğin Kerbela hadisesinden önce ortaya çıktığını gösterir.
6-Kerbela hadisesi Şiiliğin hüviyetinin tanınmasında çok önemli ve büyük bir rol ifa etmiştir.
7-Çeşitli kaynakların dikkatle incelenmesi şu hakikati teyit etmektedir ki Şiilik inancı Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatı döneminde vardı ve İmam Hüseyin’in (a.s) şehadeti sadece Şiiliğin resmi olarak tanıtılmasında nihai mührü vurmuştur.
8-Burada Türk tarihçi Hasan Onat’ın görüşüne yer vermemiz yerinde olur diye düşündük, Türk tarihçi şuna inanmaktadır; “Hicretin ilk döneminde tarihi kaynaklara göre Şiilik diye bir şey yoktu.”
Tarihi kayıtların şahadetine göre vasilik kavramı Resul-i Ekrem’in (s.a.a) zamanından İmam Hasan’ın (a.s) zamanına kadar vardı. Bu Şia ve Şiiliğin o dönemde var olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde Şia ve Şiiliğin o dönemlerde var olduğunu ispat etmek için bu kavramlar peşinde olmaya hacet yoktur, önemli olan mektebin içeriğidir. Çünkü kavram farklı şeydir içerik başka bir şeydir. Tüm bu bahsilerden anlaşılan şudur ki Şiiliğin asıl cevheri ve mahiyeti yukarıda zikredilen tarihi belgeler ve kanıtlar dikkate alındığında hicretin ilk dönemlerinde var olduğu gerçeğidir.