Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

ZUHUR ZAMANI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    ZUHUR ZAMANI

    ZUHUR ZAMANI

    Zuhur hakkında konuşulduğu zaman, insana bir gönül rahatlığı gelmektedir. Sanki yem yeşil bir bağda nehrin kenarında oturmuş bülbüllerin güzel seslerini dinliyormuş gibi bir duygu uyandırmaktadır. Evet, güzelliklerin zuhur etmesi ve iyiliklerin ortaya çıkması; yorgun hak yolcularına sevinç kaynağı olur. Umutlu gözlerdeki sevinç ışıltılarını canlandırır.

    Bu bölümde, İmam Mehdi’nin (a.f) zuhuru ve zuhurunun gölgesi altında yaşanacak güzellikler hakkında açıklamalarda bulunacağız. Benzersiz cemalini ve perdesiz gaybetini seyretmeye koyulacağız.

    Zuhur Zamanı

    İnsanların akıllarını genellikle “İmam Mehdi (a.f) ne zaman kıyam edecektir? Acaba kıyamı için bir zaman belirlenmiş midir? gibi bir takım sorular meşgul etmektedir.

    Bu soruların cevaplarını, din önderlerinden nakledilen hadisler ışığında vermeye çalışacağız. İmam Mehdi’nin (a.f) zuhur zamanı insanlardan gizlenmiştir. İmam Sadık (a.s) bu konu hakkında şöyle buyuruyor:

    “Biz geçmişte zuhur için bir vakit belirlemedik. Gelecekte de bir vakit belirlemeyeceğiz.”[1]

    Bundan dolayı, zuhur için zaman belirten veya tayin eden kimseler; düzenbaz, hilekâr ve yalancıdırlar. Bu konu rivayetlerde ısrarla vurgulanmıştır.

    İmam Bakır (a.s), ashabından zuhurun ne zaman olacağını soran birisine şöyle buyurdu:

    “Vakit belirtenler yalan söylemektedirler. Vakit belirtenler yalan söylemektedirler. Vakit belirtenler yalan söylemektedirler.”[2]

    Bu hadislerden şunları anlamak mümkündür:

    Tarih boyunca bir takım insanlar şeytani amaçları ve şahsi garezleri için İmam Mehdi’nin (a.f) zuhuru konusunda vakit tayin etmişlerdir. Bu gibi insanlar gelecekte de olacaktır. Bundan dolayı masum önderler (a.s), Şiilerinden, vakit belirleyenlerin ve zaman tayin edenlerin karşısında duyarsız kalmamalarını ve onları yalanlamalarını istemişlerdir.

    İmam Sadık (a.s) bu konu hakkında dostlarından birisine şöyle buyurmuştur:

    “Zuhur için vakit belirleyen birini yalanlamaktan çekinme. Çünkü biz, hiç kimse için zuhur vakti belirtmedik.”[3]

    Zuhur Vaktinin Gizli Kalmasının Sırrı
    Daha öncede değindiğimiz gibi; hekim olan Allah’ın iradesine göre zuhur zamanı bizlerden gizlenmiştir. Hiç şüphesiz zuhur zamanının gizli kalmasının bir takım hikmetleri vardır. Allah’ın hikmetlerini de Allah’tan başkası bilemez. Fakat bizler de anladığımız kadarıyla bu hikmetlerden bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:

    Ümidin Devamı

    İmam Mehdi’nin (a.f) zuhur zamanı gizli kaldıkça; ümit ışığı, onu bekleyenlerin kalbinde bütün asırlarda devam edecektir. İnsanlar, zuhur ümidiyle gaybet döneminde her zaman zorluklar ve baskılar karşısında sabredip direneceklerdir. Eğer geçmiş asırlarda yaşayan Şiilere, imam Mehdi’nin (a.f) hangi tarihte zuhur edeceği haber verilseydi ve onların asrında zuhurun olmayacağı söylenseydi, onlar hangi ümit ile kendi zamanlarındaki fitneler karşısında direneceklerdi? Gaybet dönemindeki karanlık, dar ve korkunç uçurumlardan nasıl kurtulabileceklerdi?

    Ortamın Hazırlanması

    Hiç şüphesiz, aktiflik ve canlılığın en önemli etkenlerinden biri olan bekleyiş; sadece zuhur zamanının gizli kalması ile gerçek şeklini kazanabilir. Çünkü zuhur vaktinin belli olması; zuhur zamanını görmeyecek kimselerin ortamı hazırlama, canlı kalma ve aktif olma konusundaki inançlarını kaybetmelerine neden olacaktır. Onları sessizliğe, tembelliğe ve lakayt olmaya sürükleyecektir.

    Hâlbuki zuhur zamanının gizli kalmasıyla bütün asırlarda yaşayan insanlar, zuhurun kendi asırlarında olacağına ümit ederek zuhur ortamını hazırlamaya çalışacaklardır. Yaşadıkları toplumu ıslah edip aktif bir hale getirmek için uğraşacaklardır.

    Bunlara ilave olarak zuhur için bir vakit belirlenirse ve bazı maslahatlar gereği de zuhur gerçekleşmezse, bir takım insanlar, zuhur konusuyla birlikte İmam Mehdi’ye (a.f) olan inançları noktasında da şüpheye düşebilirlerdi.

    İmam Bakır (a.s) zuhurun vakti belli midir? sorusuna şöyle cevap vermiştir:

    “Vakit belirleyenler yalancıdırlar. Vakit belirleyenler yalancıdırlar. Musa (a.s), Rabbinin davetiyle kavminin arasından çıktığı, Allah otuz güne, on gün daha eklediği zaman; kavmi şöyle dedi:“Musa verdiği söze vefalı olmadı.” ve yapmamaları gereken şeyi yaptılar.” (Dinden çıktılar ve buzağıya taptılar)[4]

    -----------------------------------------------------------------


    [1]- Gaybet-i Tusi, fasıl. 7, h.412, s.426

    [2]- Gaybet-i Tusi, fasıl. 7, h.411, s.425

    [3]- Gaybet-i Tusi, fasıl. 7, h.414, s.426

    [4]- Gaybet-i Numani, bab.16, h.13, s.305
    www.huseyndivaneleri.com

    #2
    Ynt: ZUHUR ZAMANI

    Yüce Rabbim zuhur vaktini çabuklaştırıp bizlere Zuhredenin safında yer almayı nasib etsin inşAllah.

    Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. (Zümer 27)

    Yorum


      #3
      Ynt: ZUHUR ZAMANI

      Amin..
      Allah razı olsun..

      Yorum


        #4
        Ynt: ZUHUR ZAMANI

        İMAM-I ZAMAN’IN ZUHUR ETMESİNİN NE SAKINCASI OLABİLİRDİ?


        "İmam-ı Zaman (a.s) insanlar arasında gizlenmeden yaşasaydı; herhangi bir şehirde Müslümanların dînî rehberliğini üstlense ve dünyanın durumu elverişli hale gelinceye kadar bu minval üzere gidip, sonunda kılıcıyla kıyam ederek küfür düzenlerini yıksaydı ne olurdu? Bunun ne sakıncası olabilir ki? "diyenler de var…

        Buna cevabımız şudur: Evet, bunlar güzel şeyler, ama bunun netice ve sonuçlarını da dikkatli bir şekilde muhasebe etmek gerekir. Ben mevzuyu sıradan bir olay esasınca sizlere beyan etmeye çalışacağım.

        Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmanları (a.s) defalarca insanlara zulüm hükümetlerinin vaat edilmiş Mehdi eliyle yok olacağını ve zulüm saraylarının yıkılacağını haber vermişlerdi. Bu yüzden İmam-ı Zaman’ın (a.s) mukaddes varlığı insanlardan iki grubun dikkatini çekmiştir. Birincisi, sayıları çok olan mazlumlardır ki zulümden şikayet etmek, yardım görmek ve savunmak maksadıyla İmam-ı Zaman’ın etrafında toplanmış, birçok insan etrafını sarmış, büyük bir hareket oluşturmuşlardı.

        İkinci grup ise mal ve makam uğruna hiçbir alçaklıktan çekinmeyen kaniçici zorbalar ve zalimlerdir ki mahrum millete musallat olmuşlardır, herkesi kendi menfaatleri ve makamlarına kurban etmeye hazır olan bu grup, İmam’ın mukaddes varlığını kendi uğursuz maksatları ve menfaatleri yolunda bir engel olarak gördüğünden ve konumlarını kaybetmekten korktuğundan İmam’ı ortadan kaldırmak ve bu büyük tehlikeden kurtulmak isterler. Zira onların kaderini değiştirecek bir adalet sözkonusudur, onu ortadan kaldıramadıkları müddetçe de durmayacaklardır.

        Yorum


          #5
          Ynt: ZUHUR ZAMANI

          NİÇİN ÖLÜMDEN ENDİŞE DUYUYOR?
          Bu noktada, "İmam-ı Zaman eğer toplumu islah etmek, dini yaymak ve mazlumları korumak yolunda öldürülseydi ne olurdu? Onun kanı babalarının kanından daha mı aziz ve değerliydi? Niçin ölümden kaygı duymaktadır?" şeklinde bir soru da gelebilir akla.

          İmam-ı Zaman din yolunda öldürülmekten elbette ki korkmuyordu, ama öldürülmesi din ve toplumun yararına değildir. Zira imamlardan biri gidince diğeri onun yerine geçerdi. Ama İmam-ı Zaman öldürülürse yerine geçecek kimse yoktur. Böylece de yeryüzü hüccetsiz hale gelir. Halbuki sonunda hakkın batıla gâlib geleceği ve İmam-ı Zaman’ın mukaddes varlığı vasıtasıyla sonunda dünyanın Hakk’a inananların eline geçeceği takdir edilmiştir.

          Yorum


            #6
            Ynt: ZUHUR ZAMANI

            ALLAH TEALA İMAM’l KORUYAMlYOR MU?
            Allah Teâlâ İmam-ı Zaman’ı düşmanların şerrinden koruyacak güce sahiptir elbet; nitekim Allah’ın kudreti elbetteki sınırlı değildir, ama işleri, nedenler esasınca ve normal yollarla gerçekleştirmektedir. Enbiya ve imamların mukaddes varlığını korumak ve dini yaymak için nedensellik kanununu iptal etmek ve normal akışın hilafına amel etmek istememektedir. Aksi takdirde dünya vazife, hürriyet ve imtihan diyarı olmayacaktır.

            ZALİMLER ONA TESLİM OLURLARDl
            "Eğer o Hazret gizlenmeyip de, ortaya çıksaydı ve zalimler ona ulaştıkları ve hak sözünü dinledikleri için belki de onu öldürmeye kalkışmaz, onun vasıtasıyla iman eder ve yaptıklarından el çekerlerdi? "gibi bir soruya karşılık şu cevap yerindedir: Herkes hakkın karşısında teslim olmaz. Tarih boyunca bazı insanlar hak ve doğruluğa düşman kesilmiş ve hakkı çiğnemek için tüm güçleriyle çalışmışlardır; nitekim peygamberler ve Ehl-i Beyt İmanları hakkı söylemiyorlar mıydı? Hak sözleri ve mucizeleri zalimlerce müşahade edilmiyor muydu? Buna rağmen kafirler onları yok etmek ve hidayet meşalesini söndürmek için hiç bir şeyden çekinmiyorlardı. Sahib-ul Emr de eğer zalimlerden sakınarak gaib olmasaydı onların akibetine uğrardı.

            Yorum


              #7
              Ynt: ZUHUR ZAMANI

              KORUNMAK İÇİN SÜKUT ETMELİYDİ
              Acaba İmam siyasetten bütünüyle uzaklaşır ve zalimlere karışmasaydı, yaptıkları zulümler karşısında susup sadece dini ve ahlakî yolgöstericilikle meşgul olsaydı düşmanların şerrinden korunmuş olmaz mıydı? sorusuna şu cevabı vermek gerekir:

              Zalimler Mehdi’nin düşmanları olduğunu ve zulüm saraylarının onun eliyle yıkılacağını bildikleri için onun susmasıyla yetinmez tehlikeyi kendilerinden uzaklaştırmaya kalkarlardı elbet. Ayrıca müminler de İmam’ın tüm cinayet ve zulümler karşısında sükut ettiğini, bir-iki değil yüzlerce yıl sustuğunu görseydiler yavaş yavaş alemin İslahı ve hakkın zaferinden ümitlerini keser, Hz. Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) ve Kuran’ın müjdelerinden şüphelenirlerdi. Bütün bunlar bir tarafa, mazlumlar da İmam’a sükut izni vermezlerdi.

              Yorum


                #8
                Ynt: ZUHUR ZAMANI

                SALDlRMAZLlK ANLAŞMASl İMZALASAYDl!
                İmam (a.s) zalimlerle saldırmazlık anlaşması da imzalayabilirdi. Böylece onlar da onun işlerine karışmazlardı. Doğruluk ve emanetdarlık ile tanındığı için de sözlerine itimad eder ve kendisine karışmazlardı diye düşünenler olabilir. Bunlara cevabımız şudur:

                Vaat edilmiş Mehdi’nin proğramı diğer Ehl-i Beyt İmanlarının proğramından farklıdır. İmamlar dini yaymak, insanları kötülükten sakındırıp iyiliği emretmek hususunda imkanları dahilinde çalışmakla görevliydiler. Ama savaş ile görevlendirilmemişlerdi. Hz. Mehdi’nin (a.s) proğramı ise baştan beri farklı bir görünüm arzetmektedir. O, zulüm ve batıl karşısında susmamalı, savaşarak zulüm ve dinsizliğin kökünü kazımalıdır. Zalimlerin bencillik ve despotluk saraylarını başlarına yıkmakla vazifelidir o. Öyle ki, bütün bunlar Hz. Mehdi’nin (a.s) alamet ve özelliklerinden sayılmaktadır.

                İmamlara "Niçin zalimler karşısında kıyam etmiyorsun?" dediklerinde "Bu Mehdi’nin işidir" diye cevab veriyorlardı. Bazı imamlara "Sen Mehdi misin?" diye sorduklarında "Mehdi kılıcıyla savaşacak ve zulüm karşısında kıyam edecektir. Ama ben böyle değilim ve buna gücüm de yetmez" diye cevap veriyorlardı. Bazılarına da "Sen Kâim misin?" diye sorduklarında "Ben hak ile kâimim, ama yeryüzünü Allah’ın düşmanlarından temizleyecek olan vaat edilmiş Kâim değilim" diye buyuruyorlardı. Kimi zaman da "Senin Kâim olduğunu ümit ediyoruz" dediklerinde de "Ben de kâimim. Ama yeryüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek olan kâim ben değilim" diye cevap veriyor, dünyanın karışık durumu, zalimlerin diktatörlüğü ve müminlerin mahrumiyetinden şikayet edildiğinde de "Mehdi’nin kıyamı kesindir. O zaman dünya islah olacak ve zalimlerden intikam alınacaktır" diyor, müminlerin azlığı, kafirlerin çokluğu ve kudretlerinden söz edilince de imamlar şiilere teselli vererek şöyle diyorlardı: "Al-i Muhammed’in hükumeti kesindir. Hak galib gelecektir! Sabrediniz! Al-i Muhammed’in kurtuluşunu bekleyiniz ve dua ediniz!" Şiiler de bu müjdelerle teselli buluyor, her türlü zorluklara dayanıyorlardı.

                Müninlerin; hatta bütün beşeriyetin vaat edilmiş Mehdi’den beklediği bunca eylem karşısında İmam’ın zalimlerle dostluk anlaşması imzalaması olacak şey midir? İmam böyle yapacak olsaydı müminler ümitsizliğe düşmez, İmam’ın zalimlerle anlaştığı için hiç bir ıslah fikri taşımadığını söylemezler miydi?

                Bence bu, olacak şey değildir. Aksi takdirde, sayısı çok az olan müminler de ümitsizlik ve karamsarlık yüzünden doğruluktan çıkar, zulüm ve küfür yoluna saparlardı.

                Ayrıca zalimlerle dostluk ve saldırmazlık anlaşması imzalasaydı, buna bağlı kalmak zorunda olur bu yüzden de asla savaşmaya kalkışmazdı. Zira İslam dini, ahde riayet etmeyi, sözünü tutmayı emretmektedir. [1]

                Bu yüzden hadislerde; gaybetin ve Sahib-ul Emr’in doğumunun gizli olmasının sebeblerinden birinin de İmam’ın zalimlere beyat etmek zorunda kalmaması olduğu geçer. Böylece istediği zaman kıyam edecek ve kimsenin onun boynunda bey’ati olmayacaktır; örneğin:

                Hz. Sadık (a.s) şöyle buyurur: "Sahib-ul Emr’in doğumu, zuhur ettiğinde hiç kimsenin ahdi onun boynunda olmasın diye gizli kalacaktır. Allah Teala onun işlerini bir gecede düzeltir." [2]

                Bütün bunların yanısıra bencil ve zalim idareciler kendi çıkarlarını tehlikede görünce, bu anlaşmalara bağlı kalmaz ve onu öldürmeye kalkışır; böylece de yeryüzü imam ve hüccetsiz kalırdı.

                Yorum


                  #9
                  Ynt: ZUHUR ZAMANI

                  NİÇİN BELİRLİ NAİBLER TAYİN ETMEDİ?
                  Bir Ehl-i Sünnet kardeşin şu sorusunu hatırlıyorum: "Biz gaybetin lüzumu ilkesini kabul ediyoruz, ama gaybet-i kübra döneminde neden gaybet-i suğra gibi bir takım naibler tayin etmedi? Böylece şiiler bu naibler vasıtasıyla onlarla ilişki kurar ve sorunlarını hallederlerdi."

                  Bu kardeşe şöyle demiştim: "Düşmanlar naibleri de rahat bırakmazlardı. Onlara İmam’ın yerini göstermeleri için işkence ederlerdi. Ya da işkenceler altında zindan köşelerinde öldürülürlerdi.

                  Burada kimileri İmam "Vekalet makamına bazı belirli şahısları tayin etmeyebilirdi; ama bunun yerine bazen bir takım müminlere zahir olup onlar vasıtasıyla bir takım gerekli emirleri şiilere ulaştırabilirdi" diyebilir. Yanlız şunu hemen hatırlatalım ki bu iş de salah ve faydalı değildi. Zira o şahıslar da İmam’ın yerini onlara gösterebilirdi veya bu iş onun öldürülmesine sebeb olabilirdi.

                  Yine bu noktada şu soru da gelebilir akla: "Bu tehlike birtakım kimliği belirsiz insanlara zuhur ettiği taktirde söz konusudur. Ama müminler ve alimler için zuhur etseydi hiç bir tehlike ihtimali de kalmazdı." Buna da üç yolla cevab vermek mümkündür:

                  1- İmam-ı Zaman eğer herkes için zuhur etmek isteseydi kendini tanıtmak için bir takım kerametler göstermeliydi. Hatta çabuk inanmayan insanlar için sayısız keramet göstermesi gerekecekti. Bu arada bir takım sihirbaz insanlar da ortaya çıkarak insanları aldatır, imamet iddiasında bulunarak sihir ve büyülerle insanları büyülerlerdi. Sihir ve kerameti birbirinden ayırdedebilmek de herkesin yapabileceği bir şey değildir. Bu da bir çok sorunlar yaratırdı.

                  2- Zahirde iyi olan bazı hokkabazlar bu mevzuyu kötüye kullanırlardı; cahil halk arasına karışır, İmam’ı gördüğünü iddia eder, şer’i olmayan hükümleri ona isnad eder, bu vasıtayla uğursuz hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırlardı. Şer’i olmayan bir iş yapmak isteyenler buna bir kılıf uydurabilmek için "Ben İmam-ı Zaman ile görüştüm. Dün gece bizim eve gelmişti. Bana "Falan işi yap" dedi ve falan işlerimi teyid etti "… vb. gibi yalanlar uydurabilirlerdi. Bu işin kötü neticeleri ise malumdur.

                  3- İmam’ın bazı salih ve güvenilir insanlarla görüşmediği hususunda kesin delil yoktur. Birçok salih ve veliler İmam’la görüşüyor olabilir. Dolayısıyla da emredildiği üzere bu sırrı saklamakta ve hiç kimseye açmamaktadırlar. Bu hususta herkes sadece kendi halini bilmekte ve diğerleri hakkında hüküm verme salahiyetine sahib bulunmamaktadır.


                  --------------------------------------------------------------------------------

                  [1] - Maide 1. ayet, Isra 34. ayet ve Muminun 8. ayetlerde akit ve emanetin riayet edilmesi emredilmektedir.

                  [2] - Bihar-ul Envar, c.52, s.96.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: ZUHUR ZAMANI

                    NE ZAMAN ZUHUR EDECEKTİR?


                    Zuhur için bir zaman belirtilmemiştir. Hatta imamlar zuhur vaktini tayin edenleri tekzib etmişlerdir. Örneğin Fuzeyl şöyle diyor: İmam Bakır (a.s)’a "Mehdi’nin zuhurunun belli bir tarihi var mıdır?" diye sordum. üç defa şöyle buyurdu: "Her kim zuhurun vaktini tayin ederse yalan söylemektedir." [1]

                    Abdurrahman b. Kesir şöyle diyor: "İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda iken Mühezzim-i Esedi odaya girerek şöyle dedi: "Kurban olayım sana, Hz. Mehdi’nin kıyamı ve Hak devletinin kuruluşu ne zaman olacaktır?" İmam ona şöyle dedi: "Zuhur vaktini tayin edenler yalan söylemektedir. Acele edenler helak olur ve teslim olanlar kurtuluşa erer ve bize dönerler." [2]

                    Muhammed b. Müslim’de şöyle der: İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu: "Her kim sana zuhurun vaktini söylerse hemen onu tekzib et. Zira biz zuhur için bir zaman tayin etmiyoruz." [3] Bu anlamada on hadis daha nakledilmiştir.

                    Bunca hadisten de anlaşılmaktadır ki İmam-ı Zaman’ın zuhuru için ne peygamberler ve ne de imamlar vakit tayin etmemiştir. Böylece her türlü suistimalin önü alınmıştır. O halde zuhur vakti tayin eden bir hadis naklederlerse, eğer tevil edilir ise tevil edilmelidir. Aksi takdirde ya susulmalı ya da tekzib edilmelidir. Ebu Said-i Mehzumi’den zayıf ve mücmel bir hadis nakledilmiştir ki "Kâimimiz, Elif lam Ra de kıyam edecek" denilmektedir.


                    --------------------------------------------------------------------------------

                    [1] - Bihar-ul Envar, c.52, s.103.

                    [2] - Bihar, c.52, s.103.

                    [3] - Bihar, c.52, s.104-117.

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: ZUHUR ZAMANI

                      ZUHUR ALAMETLERİ


                      Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhurunun bir çok alametleri zikredilmiştir. Ama bunların hepsi hakkında birer birer bahsedecek olursak kitabımız çok uzar. Dolayısıyla kısaca birkaç noktaya değinmekle yetiniyorum.

                      1- Bazı alametleri bildiren hadisler hadis-i vahid olup senedinde bazı meçhul kimseler yer almıştır ve dolayısıyla da yakin ifade etmemektedir.

                      2- Ehl-i Beyt'ten gelen hadisler zuhurun alametlerini iki kısma ayırmıştır. Bir kısım hadisler, hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmayan kesin alametlerdir. Bunlar zuhurdan önce mutlaka gerçekleşmelidir. Bir kısmı da kesin olmayan alametlerdir. Bunlar mutlak ve kesin bir şekilde zuhurun alametlerinden değildir. Bir takım şartlara bağlıdır. Eğer bu şartlar gerçekleşirse onlar da gerçekleşecektir. Ama bu şartlar gerçekleşmezse sözkonusu olaylar da gerçekleşmeyecektir. Ama buna rağmen maslahat üzere zuhur alametlerinden sayılmıştır.

                      3- Zuhur alametleri gerçekleşmedikçe Mehdi (a.s) asla zuhur etmeyecektir. Bunlardan bazısının gerçekleşmesi zuhurun yakınlaştığını göstermektedir; bu alametlerden bazısı ise Mehdi’nin (a.s) zuhuruna çok yakın bir zamanda gerçekleşecektir.

                      4- Bazı alametler vaat edilmiş Mehdi inancını teyid etmek ve olağan üstü bir vaziyyetin gerçekleşeceğini bildirmek için harikul’ade bir şekilde gerçekleşecektir. Bu alametler de mucize hükmündedir. Ve inkar edilmesi mümkün değildir.

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: ZUHUR ZAMANI

                        SÜFYANİ'nin çıkışı


                        Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhurunun alametlerinden biri sayılan Süfyani çıkışı kimdir?

                        Bir çok hadislerde yer aldığı üzere Hz. Mehdi’nin zuhurundan önce Ebu Süfyan’ın neslinden olan birisi kıyam edecektir. Bu şahıs şöyle tavsif edilmiştir. Zahirde salih ve daima Allah’ı zikreden birisidir. Ama insanların en kötüsü ve soysuzudur. Bir çok insanı kandıracak kendisiyle işbirliğine razı edecektir. Şam Hims (veya Hum’s) Filistin, Ürdün ve Kinnisrin (Eski Halep) bölgelerini ele geçirecektir. Abbasi devleti ebedi olarak onun eliyle yok edilecektir. Şiilerden bir grubu katledecek ve Hz. Mehdi’nin zuhurunu duyunca onunla savaşması için bir ordu gönderecektir. Ama Hz. Mehdi’yi bulamayacak ve Mekke Medine arasında bir yerde ordusuyla birlikte yerin dibine gömülecektir.

                        Abbasi devleti yıllar önce yıkılmış ve Süfyani’nin eliyle yok edilecek hiç bir etkisi de kalmamıştır, şeklinde bir soru akla gelebilir ama Hz. İmam Musa b. Cafer (a.s) bir hadisin de bunun cevabını şöyle buyurmuştur: Abbasi devleti hile ve aldatmaca üzere kuruludur. Bu devlet hiçbir izi kalmayacak bir şekilde ortadan kalkacak, ama yeniden ve adeta hiçbir zarar görmemiş bir halde tekrar kurulacaktır". [1]

                        Bu hadisten de anlaşıldığı üzere Abbasi devleti yeniden kurulacaktır. Bu devletler ise Süfyani’nin eliyle yıkılacaktır. Denilebilir ki Süfyani’nin kıyamı kesin bir şeydir, ama nitelik ve zamanı belli değildir ve bu hususta kesin bir şey söylenemez. Örneğin Abbasi devletinin Süfyani’nin eliyle yıkılacağı kesin bir şey olmayabilir. Yani başkaları vasıtasıyla da yıkılabilir.

                        Bir diğer nokta da şudur: Halid b. Yezid b. Muaviye b. Ebi Süfyan halife olmak istiyordu. Ama hilafetin Mervanoğullarının elinde olduğunu görünce kendine teselli vermek ve Emevilerin moralını güçlendirmek için bu süfyani hadisini uydurdu. "Eğani" kitabının yazarı Halid hakkında şöyle diyor: O alim ve şair biriydi ve Süfyani hadisini uydurduğu söylenmektedir. [2]

                        Taberi şöyle yazar: Ali b. Abdullah b. Halid b. Yezid b. Muaviye 159 yılında Şam’da kıyam etmiş ve "Ben beklenilen Süfyani’yim" diyerek halkı kendine davet etmiştir. [3]

                        Durum böyle iken Süfyani mevzuunun uydurulmuş bir şey olduğu söylenebilir mi?

                        Süfyani hadisini hem Ehl-i Sünnet hem Şia rivayet etmiştir. Mütevatir olması da uzak bir ihtimal değildir. Batıl bir iddiacının varlığı sebebiyle bu hadisin batıl ve uydurulmuş olduğuna hükmedilemez. Aksine, şöyle dememziz gerekir: Süfyani hadisi halk arasında yaygın idi ve halk onu bekliyordu. Bazıları da bundan suistifade ederek kıyam etmiş ve "ben beklenilen Süfyani’yim" diyerek bir grub insanı kandırmıştır.


                        --------------------------------------------------------------------------------

                        [1] - Bihar-ul Envar, c.52, s.250.

                        [2] - Egani, c.16, s.171.

                        [3] - Tarih-i Taberi, c.7, s.25.

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: ZUHUR ZAMANI

                          DECCAL olayı

                          Deccal’ın zuhuru da Hz. Mehdi’nin zuhurunun alametlerinden biridir. Deccal’ı şöyle tavsif etmektedirler: Kafir birisidir. Bir gözü kördür. Bir gözü de alnındadır ve yıldız gibi parlamaktadır. Alnında şöyle yazılıdır: "Bu Kafirdir". Bunu okuma-yazması olan veya olmayan herkes okumaktadır. Beyaz bir merkebe binmektedir ki her adımı bir mil kadardır. Gökler onun emriyle yağmur yağdıracak ve yeryüzü bitki bitirecektir. Yeryüzünün hazineleri onun elindedir. Ölüyü diriltecek ve herkesin duyacağı gür bir sesle şöyle diyecektir: "Ben sizin yüce tanrınızım ki sizleri yaratmış ve rızık vermekteyim. Bana doğru koşunuz."

                          Denildiğine göre bu şahıs Peygamber (s.a.a) zamanında hayatta olup adı da Abdullah veya Said b. Sayd idi. Peygamber ve ashabı tanrılık iddia eden bu şahsın evine gittiler. Ömer onu öldürmek istedi. Ama Peygamber engel oldu. Şimdiye kadar da güya sağ kalmış ve ahir zamanda İsfahan’ın yahudi köylerinin birinden zuhur edecektir. [1]

                          Önceleri Hıristiyan olup H. 9. yılda Müslüman olan Temim-ud Dari’nin "Ben Deccalı bir adada gördüm ki zincirlere vurulmuştu." dediği nakledilmiştir. [2]

                          Deccal’a ingilizce Antichrist denilmektedir ki "Mesih’in düşmanı (Anti-İsa)" manasını ifade etmektedir. Deccal kelimesi belli bir insanın adı değildir. Arapça’da yalancı ve hilekar herkese "deccal" diyorlar. İncil’de de "deccal" kelimesi bir çok yerde göze çarpmaktadır.

                          Yuhanna’nın ilk mektubunda şöyle yazar: Yalancı kimdir? İsa’nın Mesih olduğunu inkar edenden başkası mıdır? Baba ve oğulu inkar eden deccaldır." [3]

                          Yine aynı mektupta şöyle yazmaktadır: Deccal’ın geleceğini duymuşsunuzdur. Şu anda da deccallar oldukça çoktur. [4]

                          Diğer bir yerinde: Mücessem olmuş (cisimleşmiş) İsa’yı inkar eden bir ruh, Allah’tan değildir, geleceğini duyduğunuz deccalın ruhudur ve şu anda dünyadadır. [5] yazmaktadır.

                          Bir diğer babda ise şöyle geçmektedir: Dünyada bir çok sapıklar ortaya çıkmış cisimleşen İsa Mesihi inkar ediyorlar, işte onlar sapık ve deccal olanlardır. [6]

                          Bu İncil ayetlerinden de anlaşıldığı gibi deccal yalancı ve sapıtıcı manasınadır. Deccalın çıkışı ve hayatta olması o zamanlar da hırıstiyanlar arasında yaygın idi ve de onun çıkışını bekliyorlardı.

                          Hz. İsa, Deccal’ın çıkışını haber vermiş ve halkı onun fitnesinden sakındırmıştır. Bu yüzden hırıstiyanlar onu bekliyorlardı. Muhtemelen Hz. İsa’nın (a.s) haber verdiği Deccal da beş asır sonra zuhur ederek yalan yere peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Mesih idi. Darağacına asılan da bu yalancı Mesih idi; Peygamber olan Hz. İsa Mesih değil. [7]

                          İslam'da da Deccal’ın varlığı hakkında birtakım hadisler vardır. İslam Peygamber’i halkı Deccal’dan sakındırıyor ve çıkaracağı fitneleri haber veriyordu. Nitekim bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Nuh’tan sonra gönderilen tüm peygamberler kavmini Deccal fitnesinden sakındırmışlardır." [8]

                          "Kendini peygamber sanan otuz deccal zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz." [9]

                          Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Otuz yalancı Deccal zuhur edip de Allah ve Resulüne yalan şeyler isnad etmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [10]

                          Keza Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Deccal zuhur etmeden önce yetmiş Deccal zuhur edecektir." [11]

                          Mezkur hadislerden de anlaşıldığı gibi Deccal belirli bir şahıs adı değildir.Tüm yalancı ve saptırıcı kimseler için kullanılmaktadır. Deccal kıssasının kökenini İncil’de ve hıristiyanlarda aramak gerekir. Daha sonra bu hususta bir çok hadis özellikle Ehl-i Sünnet kitaplarında ve onların tarikiyle nakledilmiştir. Velhasıl Deccal olayının aslı doğru olabilir, ama hakkındaki tavsif ve tariflerin güvenilir bir senedi yoktur.

                          Dolayısıyla Deccal olayının aslı doğru da olsa bir takım hurafe ve asılsız şeylerle karışmış ve gerçek mahiyetini kaybetmiştir. Bu nedenle şunu söyleyebiliriz: Ahir zamanda ve Hz. Mehdi’nin zuhuruna yakın bir zamanda yalancılık ve hokkabazlıkta önde gelen birisi zuhur edecek ve bu şahıs yalancılıkta diğer Deccallerden daha önde olacaktır. Yalanlarıyla bir çoklarını saptıracaktır. İnsanlara hayat, su ve ekmeklerinin kendisinin elinde olduğunu söyleyerek onları kendine uyduracaktır. İnsanların bazısı da her şeyin onun elinde olduğunu sanacaktır. Yalancılıkta öyle bir hadde gelecektir ki iyi işleri kötü, kötü işleri de iyi göstermeye çalışacak. Cehennemi cennet ve cenneti de cehennem olarak gösterecektir. Ama küfür içinde bulunduğu herkese malum olacaktır.

                          Ama Said b. Sayd’ın vaat edilmiş Deccal olduğu ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) zamanından şimdiye kadar da yaşadığı hususunda muteber bir delile sahib değiliz. Hem hadisin senedi zayıf hem de Peygamber (s.a.a) Deccal hakkında şöyle buyurmaktadır: "Mekke ve Medine’ye girmeyecektir." Halbuki Said b. Sayd Medine’de vefat etmiş ve halktan bir kısmı da onun öldüğünü görmüştür. [12]

                          Faraza Hz. Peygamber (s.a.a) Said’i Deccal olarak tanıtmışsa da, yalancı manasındaki deccaldır, zuhurun alametlerinden biri olan vaat edilmiş Deccal değildir. Başka bir tabirle İslam Peygamberi Said’i görmüş ve onu ashabına bir deccal örneği olarak tanıtmıştır. Evet Peygamber (s.a.a) ahir zamanda zuhur edecek olan Deccal’den sözettiği için bu ikisi karıştırılmış ve insanlar bu hususta yanılgıya düşmüş olabilirler yani Peygamber’in deccal olarak adlandırdığı Said’in ahir zamanda zuhur edecek olan Deccal olduğunu sanarak onun sağ olduğunu ve uzun süre yaşadığını söylemişlerdir.


                          --------------------------------------------------------------------------------

                          [1] - Bihar-ul Envar, c.52, s.193-197, Sahih-i Müslim, c.18, s.46-87, Sünen-i Ebi Davud, c.2, s.212.

                          [2] - Sahih-i Müslim, c.18, s.79, Sünen-i Ebi Davud, c.3, s.214.

                          [3] - Yuhanna Risalesi, 2.Bab, 22.ayet.

                          [4] - Yuhanna Risalesi, 1.Bab, 18. ayet.

                          [5] - Yuhanna Risalesi, 4.Bab, 3.ayet.

                          [6] - Yuhanna 2. Risale, 7. ayet.

                          [7] - El- Mizan, c.3 ve "Iran'da Tarih ve Takvim" kitabına müracaat ediniz.

                          [8] - Bihar-ul Envar, c.52, s.197.

                          [9] - Sünen-i Ebi Davud, c.2.

                          [10] - Sünen-i Ebi Davud, c.2.

                          [11] - Mecme-uz Zevaid, c.7, s.333.

                          [12] - Bihar-ul Envar, c.52, s.199.

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: ZUHUR ZAMANI

                            Gerekli Fikri Ortamın Oluşması

                            İnsanlar arasında bunca ihtilaf sebepleri ve farklı inançlar olmasına rağmen tüm dünyanın bir hükümet tarafından idare edilmesi ve dünyadaki tüm güçlerin Hz. Mehdi’nin (a.s) devletinin eline geçmesi imkansız mıdır? Dünyanın genel durumu, beşerin akıl, idrak ve ilmi bu aşamada olduğu müddetçe elbette ki cihanşumul bir hükümet kurmak muhal bir şeydir. Ama bilindiği gibi insanoğlunun düşünce medeniyet ve bilgi düzeyi geçen asırlarda olduğu şekliyle yerinde saymamış sürekli bir ilerleme kaydetmiş ve bu aşamaya gelmiş; şu andaki düzeyde de kalmayacaktır. Kesin olarak söylemek gerekir ki beşerin ilmi düzeyi günden güne ilerlemektedir ve gelecektede düşünce, medeniyet ve sosyal çıkarları kavrama bağlamında en yüce düzeye varacaktır.

                            Bilindiği gibi bencillik ve menfaatcilik insanoğlunun tabii ve fıtrıˆ duygusudur, onu iş ve güce iten en büyük güç ve etken de bu kemale ulaşma isteği, saadet temini ve menfaat elde etme duygusudur. Her ferd kendi çıkarları için çalışmakta, bu yoldaki engelleri ortadan kaldırmak istemektedir; bu arada başkalarının menfaatini gözetme istememektedir. İnsan kendi menfaatlerini korumanın yolunu başkalarının menfaatini gözetmeden geçtiği görürse o zaman başkalarının menfaatlerini de gözetir ve kendi menfaatlerinin bir kısmını onlara feda etmeyi göze alır.

                            İnsanın mutlak bencillikten kurtulup başkalarının menfaatlerini de gözettiği ilk aşama evliliktir. Zira eşlerden herbiri diğerine muhtaç olduğunu anlamış ve bu yüzden de birleşmişlerdir. Bu ilişkinin devamı için de bencilliklerini azaltmak ve karşılıklı menfaatlerini gözetlemek zorundadırlar. Kadın ve erkeğin evliliğiyle aile kurumu vücuda gelmektedir. Hakikatte aile fertlerinden her biri sadece kendi saadet ve kemalini elde etmek istemektedir. Ama kendi saadetinin aile fertlerinin saadetine bağlı olduğunu görünce onların saadetini de istemekte ve böylece karşılıklı bir yardımlaşma içine girmektedir.

                            İkinci aşamada insan daha geniş bir topluluk oluşturarak onların müşterek çıkarlar uğruna şahsi çıkarılarından göz yummayı öğrenmiştir. Akrabalık bölgeleri mihveri üzerine kurulu kabileler bunun bir örneğidir. Bir kabile ferdi, aynı kabileye mansup fertlerinin menfaatlerini de gözetmeyi kabullenmiştir.

                            Bu sürecin devamında ve özellikle kendini savunmanın oluşturduğu zaruretler gereği daha büyük topluluklar oluştu ve millet ve ülkeler meydana geldi.

                            İnsanoğlunun düşüncesi şu anda bir ülkeyi bir aile sayacak dereceye ulaşmış bulunmaktadır. O, ülkesinin fertlerini ailesinin fertleri saymaktadır. Kamuoyunun mallarını ve o ülkenin zenginlik kaynaklarını o ülke bireylerinin malı bilmektedir. Bu ülkenin ilerlemesinden kıvanç duymaktadır. Dil, soy, şehir ve köy farklılıklarını görmezlikten gelmektedir. Kendi saadetini ülke halkının saadetinde görmektedir. Şüphesiz ki ülke fertleri arasındaki ilişkiler her ne kadar güçlenir ve ihtilaflar azalırsa o ülkenin ilerleme ve kalkınması da o kadar hızlanacaktır. Beşerin bugünkü medeniyet ve ilerleme seviyesi kolayca elde edilmemiştir, asırlar boyu ve binlerce tecrübe sonunda böyle bir aşamaya ulaşabilmiştir.

                            İnsan düşüncesi binlerce yıl boyunca çeşitli olaylar sebebiyle böylesi yüce bir aşamaya gelebilmiştir. O artık mutlak bencillik ve dargörüşlülükten geçmişe oranla biraz daha uzaklaşmış, ama henüz yeterli seviyeye gelememiştir. Dolayısıyla bu kadarıyla da yetinmeyecektir. Şu anda ilim ve sanayi alanındaki gelişmeler sebebiyle dünya ülkeleri arasında sıkı bir irtibat ve ilişki kurulmuş durumdadır. Eskiden aylar boyunca katedilen mesafeler bugün birkaç saat veya dakikada katedilmektedir. İnsanların birbirinden uzaklaştıran mesafeler oldukça kısaltılmış ve ilişkiler kolaylaştırılmıştır, iletişim ve propaganda araçları kültürleri birbirine yakınlaştırmaktadır. Böylece çeşitli sesini ülkelerin durumu ve olayları birbiriyle ilişkili hale gelmiştir. Şu anda insanlar artık ülke kapılarının kapatılıp inziva halinde yaşanılmayacağını anlamış durumdadır. Bir ülke topluluğunun tek başına kendi ülke fertlerinin saadetini temin edemeyeceği anlaşılmıştır. Bu yüzden her ülke kendi topluluğunu ilişkiler yönünden daha da güçlendirmeye çalışmaktadır.

                            Bu istek bazen "federatif Cumhuriyetler birliği" şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bazen bloklar şeklinde tecessüm etmekte bazen "İslami devletler birliği" şeklinde, bazen de daha başka tasnifler şeklinde tezahur etmekte boy göstermektedir. Bütün bu ve benzeri birlikler beşerin fikri gelişiminin bir nişanesidir.

                            Bugün insanoğlu bu birlikleri genişletmeye çalışmakta ve böylece uluslararası buhranları halletmek ve yeryüzü sakinlerinin refahını sağlamak istemektedir.

                            Bazı bilim adamlarına göre beşerin günümüzdeki yayılmacılığı, genel bir inkılabın ön hazırlığıdır. İnsanlık dünyası çok geçmeden bu topluluk ve birliklerin de dünyanın korkunç buhranlarını halledemeyeceğini anlayacaktır. Bu birlikler bir sorunu halledemediği gibi sürtüşmeler sebebiyle sorunları daha da kompleks hale getirecektir.

                            Günümüz insanı tecrübe ve deney halindedir. Bu topluluklar vasıtasıyla da bencillik ve egoistliğini mümkün derecede ikna etmeye çalışmaktadır. Ama çok geçmeden bencillik ve dargörüşlülük duygusuyla insanın saadetinin temin edilemeyeceğini anlayacak, yeryüzü muhitiyle, aile muhiti arasında hiç bir farkın olmadığını ve yeryüzü sakinlerinin bir aile konumunda olduğunu da anlayacak kendi mutluluğunu diğerlerinin dertlerini çözmekte olduğunun şuuruna varacak ve işte o zaman dünya insanları kalp ve fikirleiryle insanlar tek bir gövde mısalı mutluluk ve saadetinin birbirine bağlı olduğunun gerçeğini anlayacaklardır.

                            İnsanoğlu ihtilaf sebebi olan sınırlı temeller üzere kurulu kanun ve kararların dünyanın düzeni için yetersiz olduğunu bilecektir. Uluslararası toplulukların teşkili ve insan haklarının yazılması da insanların fikri tekamülü, bilinçlenmesi ve büyük fikirlerin doğuşu için bir ön hazırlıktır. Gerçi bunlar da bazı süpergüçlerin nüfuzu sebebiyle tam uygulayamadılar ve ihtilaf sebebi olan sistemlerin üstesinden gelinemedi, ama bu tür fikirler sebebiyle insanoğlu için parlak bir gelecek öngörülebilir.

                            Dünyanın genel durum ve olaylarına bakarak yakın bir gelecekte insanoğlunun oldukça hassas bir yol kavşağına geleceğini tahmin etmek mümkündür. Bu yol kavşağı sadece maddecilik ya da halis tevhiddir. Yani insanoğlu ya bütünüyle madde ve maddeciliğe teslim olup ilahi hükümleri terkedecektir ya da Allah’ın hükümlerine teslim olarak dünyadaki tüm buhranları ilahi kanunlarla halletmeye çalışacaktır. Ama kesin olarak denilebilir ki beşerin dini ve ilahi yaratılışı değiştirilemeyeceğine göre, ilahi dinlerin ve özellikle de İslam’ın dediği gibi Allah’ın hizbi sonunda galib gelecektir. Dünya hükümeti ve iktidar, salih ve layık insanların eline geçecektir. Büyük insanlık topluluğu insani faziletler, güzel ahlak ve doğru inançlar üzere kurulacaktır. Tüm yalancı tanrılar ve bağnazlıklar ortadan kalkacaktır. Tüm evren bir olan Allah karşısında teslim olacaktır. Böylece Kuran ve Peygamber’in (s.a.a) davetine icabet edecektir.

                            Evet Kuran-ı Kerim, Ehl-i kitab olanlara şöyle bir teklifte bulunmaktadır: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim". (Al-i İmran/64)

                            Kuran-ı Kerim bu cihanşumul inkılab programının salahiyetli ve layık insanlar eliyle gerçekleşeceğini söylemektedir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de şöyle buyurmuştur: Beşerin dağınık görüşlerini, inançlarını ve çeşitli fikirlerini bir yerde ve bir hedefe doğru merkezleştiren, insanların aklını kamil kılıp uyandıran, düşmanlık ve ihtilaf sebeblerini ortadan kaldıran ve dünyada sulh ve sefa yaratan, fevkalade ve layık insan İslam Peygamberi’nin soyundan olan vaat edilmiş Hz. Mehdi’dir."

                            Hz. İmam Ebu Cafer (a.s) de buyurmuştur ki: "Kâimimiz kıyam edince kulların başına elini sürecek ve onların dağınık fikirlerini bir yere toplayacaktır. Onları bir hedefe doğru yöneltecek ve onlarda beğenilmiş ahlakı kemal haddine ulaştıracaktır." [1]

                            Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) de şöyle buyuruyor: "Kâimimiz kıyam edince insanların kalbindeki düşmanlık ve ihtilaf sebeblerini kökten kazıyacaktır. Böylece genel bir asayiş ve emniyet meydana gelecektir." [2]

                            Hz. İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: "Kâimimiz kıyam edince yeryüzünün tüm maden ve hazineleri ile halka ait her şey onun eline geçecektir." [3]


                            --------------------------------------------------------------------------------

                            [1] - Bihar-ul Envar, c.52, s.336.

                            [2] - Bihar-ul Envar, c.52, s.316.

                            [3] - Bihar-ul Envar, c.52, s.351.

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: ZUHUR ZAMANI

                              MUSTAZ’AFLARıN SON ZAFERİ

                              Yeryüzünün her bir köşesinde bir zalim ve müstekbir, zayıf ve mustaz'aflara hükmetmekte, onların herşeyine musallat olmuş ve herkesi kudretinden korkar hale getirmiştir. Bunlardan başka süpergüç diye bilinen zulüm çete ve sistemleri dünyanın dört bir yanına egemenliklerini kurmaya çalışıyorlar. Bütün bunlara rağmen Hz. Mehdi (a.s) nasıl kıyam ederek zafere ulaşacaktır?

                              Bu sorunun cevabı şu ki; Hz. Mehdi’nin (a.s) zaferi, dünya mustaz’aflarının zaferidir. (Ki dünyada çoğunluk da mustaz'aflardır ve dünyanın tüm güçleri de gerçekte onların elindedir.) Ama azınlık olan müstekbirlerin gerçek bir gücü yoktur. Hz. Mehdi’nin zaferini mümkün kılan da bu gerçektir. Konunun açıklığa kavuşması için biraz açıklama yapmak gerekiyor.

                              Kuran ayetleri ve hadislerden de anlaşıldığı gibi dünya mustaz’afları Mehdi’nin (a.s) rehberliğini yürüttüğü genel bir inkılab hareketiyle müstekbirlere galib gelecek, onların tağuti rejimlerini kökten kazıyıp yok edecek ve dünyanın kudret ve idaresini ele geçirecektir. Allah Teala Kuran’da şöyle buyuruyor: "Biz de istiyoruz ki yeryüzünde müstazaf olanlara, onları önderler yapalım, onları (yeryüzüne)mirasçı kılalım." (Kasas/5)

                              Görüldüğü gibi mezkur ayet, sonunda dünyanın kudret ve idaresinin mustaz'afların eline geçeceğini kesin bir şekilde müjdelemektedir. O halde Hz. Mehdi’nin (a.s) zaferi mustaz’afların müstekbirlere galebe çalmasıdır. Konunun daha iyi anlaşılması için birkaç noktaya dikkat etmek gerekir.

                              1- İstiz’af ne demektir ve mustaz’af kimlerdir?

                              2- Müstekbirlerin özellikleri nelerdir?

                              3- Niçin müstekbirler mustaz’aflara galıp olmuşlar?

                              4- Mustaz’aflar nasıl müstekbirlere galip olacaklar?

                              5- O cihanşumul büyük inkılabın rehberi kim olacaktır?

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X