Hz. Ali (aleyhisselam) Allah'ın emriyle ve Hz. Resulullah (s.a.a.) 'in açık beyan ve tebliğiyle Gadir-i Hum günü halifelik makamına atanmış, ama daha sonra gelişen olaylarda ümmet, Allah ve Resulünün (sallallahu aleyhi ve alih) emrini uygulamamışlardı. Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in Gadir-i Hum günü açıkça irâd buyurduğu hutbe henüz bütün Müslümanların kulağında çınlamaktayken, böyle bir şeyin nasıl ve niçin meydana geldiğine şaşırmamak gerçekten mümkün değildir.
Mevzunun biraz olsun aydınlığa kavuşması için burada tarihin bir dilimine kısaca değinmek, şu "Sakiyfe hadisesi"nin niçin ve nasıl vuku bulduğunu özetle incelemek durumundayız:
1- Târihi belgelerin de sarihen ortaya koyduğu üzere Kureyşliler öteden beri Haşimilere karşı düşmanlık besliyorlardı. Hatta Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) ’in sağlığında bile çeşitli yollarla bu kinlerini defalarca kusmuşlardır ve bu konuda Süleyman Belhi çokça rivayet nakletmektedir.(1)
Hatta iş öyle bir hadde vardı ki Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) "Bazıları, Ehl-i Beyt'im konusunda eziyet ediyorlar bana" diye buyurdular. Bunu duyan Ensar derhal silahlanıp savaşa hazır halde Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve alih) 'in yanına gittiler. Muhib Taberi ve Bezzaz'dan gelen bir rivayette Kureyşlilerin bir gün Benî Hâşim'e küstahça çatarak "Çiçek, bazen de bataklıkta yeşerir" (Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alih) Haşimilerdendir) dedikleri ve Hz. Resul-ü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve alih) bu sözden pek rahatsız olduğu geçer.(2)
Kısacası Kureyşliler, halifeliğin Haşimilere kalmasından yana değiller ve bu makamı Haşimilerin elinden almaya çalışıyorlardı.(3)
Yakubi, İbn-i Abbas'la Ömer arasında geçen bir konuşmayı aktarırken Ömer'in "Ey İbn-i Abbas! Allah'a yemin ederim ki amcanoğlu Ali (aleyhisselam), hilafete en layık olan kimsedir hakikaten! Ama Kureyşliler onu görmeye bile tahammül edemiyorlar!..."(4) dediğini yazar.
Buna benzer başka bir rivayette de İbn-i Esir aynı sözleri aktarır.(5)
İbn-i Ebi'l Hadid, İbn-i Abbas'tan naklettiği bir rivayette Ömer'in şöyle dediğini yazar: "Ben Ali'nin (aleyhisselam) mazlum olduğuna kesinlikle inanıyorum. Muhacirler, sırf yaşça genç olduğu için Ali'yi (aleyhisselam) istemedi.”(6)
Aynı anlamdaki cümleleri Ömer'den Taberi de aktarmaktadır (7) ve el-Ğadir'de, Ömer'in sözleri kelimesi kelimesine aktarılmaktadır.(8)
Abdulfettah Abdulmaksud "el-İmam Ali" adlı kitabında "Kureyşliler" Hz. Peygambere (sallallahu aleyhi ve alih) besledikleri hıncı Hz. Ali'den (aleyhisselam) çıkardılar" der ve "Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'e ne yaptılarsa Ali'ye (aleyhisselam) de aynısını yaptılar" diye ekler!
Büreyde olayında, Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in yanında, onu Hz. Ali (aleyhisselam) 'dan şikayette bulunmaya zorladıkları ve böylece Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve alih) Ali'ye (aleyhisselam) olan sevgisinin azalacağını umdukları yazılır.(9)
Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) geleceğinden hep endişe duyar ve "Benim ölümümden sonra Ehl-i Beyt'im bu ümmetin elinden pek çok perişanlıklar çekecek ve ümmetim tarafından öldürüleceklerdir."(10) buyururdu.
Hz. Ali (aleyhisselam) şöyle der: "Kureyşliler Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve alih) besledikleri kin ve düşmanlığı bana karşı sürdürdüler ve benim evlatlarıma da aynı şeyi yapacaklar. Benim Kureyş'le bir alıp veremediğim yoktu; ben Allah ve Resulünün (sallallahu aleyhi ve alih) emri gereğince onlarla savaşmıştım"(11)
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere "Muhacirler" olarak tanınan Kureyşliler Hz. Ali (aleyhisselam) ve diğer Haşimoğullarına düşmanlık ve kin güdüyorlardı. Her fırsatta dilleriyle veya kinayelerle bu düşmanlıklarını belirtmekte ve huzursuzluk çıkarmaktaydılar.
2- Kalbinde hastalık olanlar, bilhassa bazı muhacirler; Hz. Ali'nin (aleyhisselam) İslam ahkâmını uygulama hususunda kimseye en ufak bir müsamaha göstermeyeceğini, bu hususta uzlaşma ve yumuşamasının imkansız olduğunu, buna göre böyle birinin işbaşına geçmesi halinde kendi durumlarının bir hayli zorlaşacağını en azından, umdukları refah ve mevkilere ulaşamayacaklarını biliyorlardı. Ömer'in kendisi bunu bizzat vurgulayarak şöyle der:
"Vallahi eğer Ali (aleyhisselam) Müslümanların başına geçerse onları doğru yola sokacaktır. Gerektiğinde haklı olarak onlara çatacak, hesaba çekecek ve azarlayacaktır ki bu da insanlara hoş gelmeyecek ve ona karşı kıyam ve isyan edeceklerdir!"
3- Mekke'nin fethiyle İslam'ı kabul etmek zorunda kalan Ümeyyeoğulları ve bilhassa Muaviye ile babası, kardeşi ve diğer bir grup, kendi dostlarından, İslam'ın merkezinde esrarengiz bir Emevi örgütü oluşturarak halifeliği Haşimoğullarına kaptırmamak için işe koyuldular.
Bu tür bir planın asıl müsebbiplerini bulabilmek için neticede kimin kârlı çıktığına ve sonuç olarak umulan makamları kimlerin elde ettiğine bakmak gerekir.
Nitekim, Hz. Ali'nin (aleyhisselam) Ebubekir'e biat için götürüldüğü gün, orada bulunan Ömer'e dönüp "Bu sütü iyi sağ sen; yarısı sana düşecek nasılsa! Bugün Ebubekir için biat topluyorsun ki, yarın halifelik postunu sana devretsin!" diyerek çıkıştığı bilinmektedir.(12)
Gerçekten de Ebubekir ne şura, ne de seçim yoluna gitmeksizin kendisinden sonra halifeliği Ömer'e bırakmış, bununla ilgili "yazı"yı, o sırada orada bulunan "Osman" yazmış, üstelik bu yazı da, her nedense Ebubekir'in koma halinde olduğu ve sürekli baygınlık geçirip sayıkladığı son dakikalarında yazılmış ve Ömer tarafından oluşturulan altı kişilik "Şura" da "Ali'nin (aleyhisselam) seçilemeyeceği bir şekilde" tasarlanıp hazırlanmıştı!
Yine mevcut belgelere göre Hz. Ali'nin (aleyhisselam) Ömer'in evinden çıkarken, orada bulanan amcası Abbas'a dönüp halifeliğin yine kendisine bırakılmayacağını söylediği bilinmektedir.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Sakife'de noktalanan "halife tayini" olayı önceden hesaplanıp planı çizilmişti.
Önceden hesaplanmış ve kararlaştırılmış bu olayın nasıl gerçekleştirildiği ve hangi yöntemlerle uygulama safhasına getirildiğinin açığa kavuşması için Sakife macerasını ana kaynaklarda nakledildiği üzere adım adım ve özetle incelemek faydalı olacaktır:
"Hz. Resulullah (s.a.a) dünyadan göçmüştü. Başlarında Hz. Ali (a.s)’ın bulunduğu Haşimilerle diğer bir grup sahabe, Allah Resulünün (s.a.a) pâk naşının gusül ve kefen işleriyle meşguldü.(13)
Muhacirlerin çoğuyla, Useyd bin Heziyre, Beni Abdul Eşhel, Evs kabilesinden bir grup(14) ve Zeyd bin Sâbit'le Beşir ibn-i Sa'd gibi "Ensar"dan müteşekkil bir grup Ebubekir'in etrafına toplanarak aceleyle Benî Sâide Sakifesi'ne doğru hareket ettiler.(15)
Bir grup Ensar da, "Sa'd bin Ubade"nin etrafında toplanmıştı. Konuşmalar başladı. Her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca ortada hiçbir söz birliği yokken Ömer kimseye danışmaksızın Ebubekir'in eline sarıldı; nezaketli ifadelerle birbirlerini halife olmaya davet ettiler.(16)
Derken, Ömer Ebubekir'e biat etti, Beşir bin Sa'd'le Zeyd bin Sâbit de konuşma yaparak Ebubekir'le biat konusunda Ensarı ikna etmeye çalıştılar; muhacirlerle Ensarın çoğunluğunun biati sağlandı ve halife tayini işi böylece gerçekleşmiş oldu.
Burada, dikkatle üzerinde durulması gereken birkaç nokta söz konusudur:
Birincisi, Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in ölüm döşeğinde iken verdiği "Usame" komutasındaki ordunun hemen yola çıkması ayrıca Birinci, İkinci ve Üçüncü hilafet gömleğini giymiş kişişler de bu ordunun birer askeri olarak Medine'yi mutlaka terketmelerinin gerekliliği yolundaki kesin ve ısrarlı emrine rağmen Ebubekir, Ömer ve Osman'ın -şu veya bu sebeple- Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in emrine itaat etmeyip Medine'den çıkmadıkları;(17) Hz. Ali'nin (aleyhisselam) muhacirlere yönelerek "Allah aşkına ey muhacirler; Hz. Resulullah (s.a.a) ’in hükümetine; Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) hakkı olan bu makama sahiplenmeyin!"(18) demesi.
Fazl bin Abbas'ın bu konuda konuşurken sadece Kureyşlileri muhatap alması;(19)
Mikdad'ın da "Şura" günü sadece Kureyş'i muhatap alıp "Hilafeti Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) ’in Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) elinden çekip alan şu Kureyş'in yaptığına şaşırıp kalmamak mümkün değil! Allah'a yemin ederim ki Allah rızası için yapmadılar bunu; dünyayı ahirete tercih ettiler, işin aslı bu!" demesi(20) ....vb. karineler bu işi yapanların -birkaç kişi dışında- Ensar olmadığı ve Kureyş'in bu işi plânlayıp uygulayan tek taraf olduğunu apaçık gözler önüne sermektedir. Kureyş'in kimi zaman "Ali'nin (aleyhisselam) yaşça küçük olması"nı bahane ettiği, kimi zaman da "halifelikle peygamberlik aynı ailede olmamalı -bir elde toplanmamalı-" dediği bilinmektedir.
Demek ki meselenin aslı, Ömer'in de dediği gibi: "Kureyşlilerin Ali (aleyhisselam) 'ı halife olarak görmeye tahammül edemeyecekleri"dir.(21)
Nitekim aynı şahıslar bazen de "Gadir-i Hum" nassına rağmen içtihada kalkışmakta ve bir yerde Ömer'in de açıkça ifade ettiği gibi "İş öyle icap etti..." ve "maslahat öyle gerektiriyordu."(22) diyerek konuyu kapatmaya çalışmaktaydı.
Tabi ki halifelik macerasının kolayca olup bitmediği de bilinmelidir.Sırf buyüzden Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in mübarek naşı defnedilmeyerek kendi evlerinde, üç gün boyunca, bekletilmiştir..."(23)
Evet... Meselenin çok acı boyutları var...
Hazret-i Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'ın rıhletinin pazartesi günü olduğu, temiz naaşlarının ancak Çarşamba gecesi toprağa verildiği kayıtlarda geçmektedir. Komşu evler, ancak Çarşamba gecesi evden gelen kazma kürek seslerini duyunca Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'ın pâk bedeninin toprağa verilmekte olduğunu anlamışlardı.(24)
Sakife'de olan tartışmalarda Habbab bin el-Münzir-i Ensâri'nin ağzına toprak doldurulmuş, tekmeler altında ezilmekten güç bela kurtarılmıştı. Sa'd ve oğlu Kays ile orada bulunanlar arasında çirkin münakaşalar olmuş, şairler Kureyş ve Ensar adına şiirler söylemiş, birbirlerini hicivler atfetmiş ve sert ifadeler kullanarak suçlamışlardı. Ama sonunda Ensar yaptıkları bu işe pek pişman olmuş ve bu oldubittiden sonra kendi aralarındaki konuşmalarda sürekli Ali (aleyhisselam) 'ın hilafete daha layık olduğunu belirtmiş ve durum giderek değişerek Ebubekir'in düşmesi an meselesi haline gelmişti.(25)
Ancak muhacirler ne yapıp edip, halifeliği Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) elinden almayı başarmıştı. Bu arada mevcut şartların, onların lehine gelişmiş olduğunu da hatırlatmak gerekir. Yemame, Yemen ve Bahreyn'de ortaya çıkan mürtedler olayı, İslam toplumunu tehdit eden ciddi bir tehlikeye dönüşmüş ve bu tehlikenin boyutlarının farkına varan Hz. Ali (aleyhisselam) ve Şia’sı olan sahabeler bu iç ihtilafa -kendi haklarının çiğnenmesi pahasına da olsa- hemen son verilmesi gerektiği noktasında karar almışlardı. Çünkü iç ihtilafın farkına varan İslam düşmanlarının Medine'ye saldırıp İslam'ı tarihten silmeleri çok ciddi bir tehlike olarak ortada dolaşmaktaydı.
Öte yandan Haşimilerin, bu bozuk ortamda direnip kargaşayı bastırarak duruma hakim olabilecek güçleri de yoktu. Bu kargaşa sonucu gelişen olaylar her ne kadar belli bir grubun işine yaramış olsa da bu durumun doğurduğu sonuçlar bütün İslam ümmetini olumsuz yönde etkilemiş bir takım çarpıklıların doğmasına ve bu çarpıklıkların günümüze kadar devam etmesine sebep olmuştur.
Mevzunun biraz olsun aydınlığa kavuşması için burada tarihin bir dilimine kısaca değinmek, şu "Sakiyfe hadisesi"nin niçin ve nasıl vuku bulduğunu özetle incelemek durumundayız:
1- Târihi belgelerin de sarihen ortaya koyduğu üzere Kureyşliler öteden beri Haşimilere karşı düşmanlık besliyorlardı. Hatta Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) ’in sağlığında bile çeşitli yollarla bu kinlerini defalarca kusmuşlardır ve bu konuda Süleyman Belhi çokça rivayet nakletmektedir.(1)
Hatta iş öyle bir hadde vardı ki Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) "Bazıları, Ehl-i Beyt'im konusunda eziyet ediyorlar bana" diye buyurdular. Bunu duyan Ensar derhal silahlanıp savaşa hazır halde Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve alih) 'in yanına gittiler. Muhib Taberi ve Bezzaz'dan gelen bir rivayette Kureyşlilerin bir gün Benî Hâşim'e küstahça çatarak "Çiçek, bazen de bataklıkta yeşerir" (Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alih) Haşimilerdendir) dedikleri ve Hz. Resul-ü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve alih) bu sözden pek rahatsız olduğu geçer.(2)
Kısacası Kureyşliler, halifeliğin Haşimilere kalmasından yana değiller ve bu makamı Haşimilerin elinden almaya çalışıyorlardı.(3)
Yakubi, İbn-i Abbas'la Ömer arasında geçen bir konuşmayı aktarırken Ömer'in "Ey İbn-i Abbas! Allah'a yemin ederim ki amcanoğlu Ali (aleyhisselam), hilafete en layık olan kimsedir hakikaten! Ama Kureyşliler onu görmeye bile tahammül edemiyorlar!..."(4) dediğini yazar.
Buna benzer başka bir rivayette de İbn-i Esir aynı sözleri aktarır.(5)
İbn-i Ebi'l Hadid, İbn-i Abbas'tan naklettiği bir rivayette Ömer'in şöyle dediğini yazar: "Ben Ali'nin (aleyhisselam) mazlum olduğuna kesinlikle inanıyorum. Muhacirler, sırf yaşça genç olduğu için Ali'yi (aleyhisselam) istemedi.”(6)
Aynı anlamdaki cümleleri Ömer'den Taberi de aktarmaktadır (7) ve el-Ğadir'de, Ömer'in sözleri kelimesi kelimesine aktarılmaktadır.(8)
Abdulfettah Abdulmaksud "el-İmam Ali" adlı kitabında "Kureyşliler" Hz. Peygambere (sallallahu aleyhi ve alih) besledikleri hıncı Hz. Ali'den (aleyhisselam) çıkardılar" der ve "Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'e ne yaptılarsa Ali'ye (aleyhisselam) de aynısını yaptılar" diye ekler!
Büreyde olayında, Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in yanında, onu Hz. Ali (aleyhisselam) 'dan şikayette bulunmaya zorladıkları ve böylece Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve alih) Ali'ye (aleyhisselam) olan sevgisinin azalacağını umdukları yazılır.(9)
Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) geleceğinden hep endişe duyar ve "Benim ölümümden sonra Ehl-i Beyt'im bu ümmetin elinden pek çok perişanlıklar çekecek ve ümmetim tarafından öldürüleceklerdir."(10) buyururdu.
Hz. Ali (aleyhisselam) şöyle der: "Kureyşliler Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve alih) besledikleri kin ve düşmanlığı bana karşı sürdürdüler ve benim evlatlarıma da aynı şeyi yapacaklar. Benim Kureyş'le bir alıp veremediğim yoktu; ben Allah ve Resulünün (sallallahu aleyhi ve alih) emri gereğince onlarla savaşmıştım"(11)
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere "Muhacirler" olarak tanınan Kureyşliler Hz. Ali (aleyhisselam) ve diğer Haşimoğullarına düşmanlık ve kin güdüyorlardı. Her fırsatta dilleriyle veya kinayelerle bu düşmanlıklarını belirtmekte ve huzursuzluk çıkarmaktaydılar.
2- Kalbinde hastalık olanlar, bilhassa bazı muhacirler; Hz. Ali'nin (aleyhisselam) İslam ahkâmını uygulama hususunda kimseye en ufak bir müsamaha göstermeyeceğini, bu hususta uzlaşma ve yumuşamasının imkansız olduğunu, buna göre böyle birinin işbaşına geçmesi halinde kendi durumlarının bir hayli zorlaşacağını en azından, umdukları refah ve mevkilere ulaşamayacaklarını biliyorlardı. Ömer'in kendisi bunu bizzat vurgulayarak şöyle der:
"Vallahi eğer Ali (aleyhisselam) Müslümanların başına geçerse onları doğru yola sokacaktır. Gerektiğinde haklı olarak onlara çatacak, hesaba çekecek ve azarlayacaktır ki bu da insanlara hoş gelmeyecek ve ona karşı kıyam ve isyan edeceklerdir!"
3- Mekke'nin fethiyle İslam'ı kabul etmek zorunda kalan Ümeyyeoğulları ve bilhassa Muaviye ile babası, kardeşi ve diğer bir grup, kendi dostlarından, İslam'ın merkezinde esrarengiz bir Emevi örgütü oluşturarak halifeliği Haşimoğullarına kaptırmamak için işe koyuldular.
Bu tür bir planın asıl müsebbiplerini bulabilmek için neticede kimin kârlı çıktığına ve sonuç olarak umulan makamları kimlerin elde ettiğine bakmak gerekir.
Nitekim, Hz. Ali'nin (aleyhisselam) Ebubekir'e biat için götürüldüğü gün, orada bulunan Ömer'e dönüp "Bu sütü iyi sağ sen; yarısı sana düşecek nasılsa! Bugün Ebubekir için biat topluyorsun ki, yarın halifelik postunu sana devretsin!" diyerek çıkıştığı bilinmektedir.(12)
Gerçekten de Ebubekir ne şura, ne de seçim yoluna gitmeksizin kendisinden sonra halifeliği Ömer'e bırakmış, bununla ilgili "yazı"yı, o sırada orada bulunan "Osman" yazmış, üstelik bu yazı da, her nedense Ebubekir'in koma halinde olduğu ve sürekli baygınlık geçirip sayıkladığı son dakikalarında yazılmış ve Ömer tarafından oluşturulan altı kişilik "Şura" da "Ali'nin (aleyhisselam) seçilemeyeceği bir şekilde" tasarlanıp hazırlanmıştı!
Yine mevcut belgelere göre Hz. Ali'nin (aleyhisselam) Ömer'in evinden çıkarken, orada bulanan amcası Abbas'a dönüp halifeliğin yine kendisine bırakılmayacağını söylediği bilinmektedir.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Sakife'de noktalanan "halife tayini" olayı önceden hesaplanıp planı çizilmişti.
Önceden hesaplanmış ve kararlaştırılmış bu olayın nasıl gerçekleştirildiği ve hangi yöntemlerle uygulama safhasına getirildiğinin açığa kavuşması için Sakife macerasını ana kaynaklarda nakledildiği üzere adım adım ve özetle incelemek faydalı olacaktır:
"Hz. Resulullah (s.a.a) dünyadan göçmüştü. Başlarında Hz. Ali (a.s)’ın bulunduğu Haşimilerle diğer bir grup sahabe, Allah Resulünün (s.a.a) pâk naşının gusül ve kefen işleriyle meşguldü.(13)
Muhacirlerin çoğuyla, Useyd bin Heziyre, Beni Abdul Eşhel, Evs kabilesinden bir grup(14) ve Zeyd bin Sâbit'le Beşir ibn-i Sa'd gibi "Ensar"dan müteşekkil bir grup Ebubekir'in etrafına toplanarak aceleyle Benî Sâide Sakifesi'ne doğru hareket ettiler.(15)
Bir grup Ensar da, "Sa'd bin Ubade"nin etrafında toplanmıştı. Konuşmalar başladı. Her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca ortada hiçbir söz birliği yokken Ömer kimseye danışmaksızın Ebubekir'in eline sarıldı; nezaketli ifadelerle birbirlerini halife olmaya davet ettiler.(16)
Derken, Ömer Ebubekir'e biat etti, Beşir bin Sa'd'le Zeyd bin Sâbit de konuşma yaparak Ebubekir'le biat konusunda Ensarı ikna etmeye çalıştılar; muhacirlerle Ensarın çoğunluğunun biati sağlandı ve halife tayini işi böylece gerçekleşmiş oldu.
Burada, dikkatle üzerinde durulması gereken birkaç nokta söz konusudur:
Birincisi, Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in ölüm döşeğinde iken verdiği "Usame" komutasındaki ordunun hemen yola çıkması ayrıca Birinci, İkinci ve Üçüncü hilafet gömleğini giymiş kişişler de bu ordunun birer askeri olarak Medine'yi mutlaka terketmelerinin gerekliliği yolundaki kesin ve ısrarlı emrine rağmen Ebubekir, Ömer ve Osman'ın -şu veya bu sebeple- Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in emrine itaat etmeyip Medine'den çıkmadıkları;(17) Hz. Ali'nin (aleyhisselam) muhacirlere yönelerek "Allah aşkına ey muhacirler; Hz. Resulullah (s.a.a) ’in hükümetine; Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) hakkı olan bu makama sahiplenmeyin!"(18) demesi.
Fazl bin Abbas'ın bu konuda konuşurken sadece Kureyşlileri muhatap alması;(19)
Mikdad'ın da "Şura" günü sadece Kureyş'i muhatap alıp "Hilafeti Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) ’in Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) elinden çekip alan şu Kureyş'in yaptığına şaşırıp kalmamak mümkün değil! Allah'a yemin ederim ki Allah rızası için yapmadılar bunu; dünyayı ahirete tercih ettiler, işin aslı bu!" demesi(20) ....vb. karineler bu işi yapanların -birkaç kişi dışında- Ensar olmadığı ve Kureyş'in bu işi plânlayıp uygulayan tek taraf olduğunu apaçık gözler önüne sermektedir. Kureyş'in kimi zaman "Ali'nin (aleyhisselam) yaşça küçük olması"nı bahane ettiği, kimi zaman da "halifelikle peygamberlik aynı ailede olmamalı -bir elde toplanmamalı-" dediği bilinmektedir.
Demek ki meselenin aslı, Ömer'in de dediği gibi: "Kureyşlilerin Ali (aleyhisselam) 'ı halife olarak görmeye tahammül edemeyecekleri"dir.(21)
Nitekim aynı şahıslar bazen de "Gadir-i Hum" nassına rağmen içtihada kalkışmakta ve bir yerde Ömer'in de açıkça ifade ettiği gibi "İş öyle icap etti..." ve "maslahat öyle gerektiriyordu."(22) diyerek konuyu kapatmaya çalışmaktaydı.
Tabi ki halifelik macerasının kolayca olup bitmediği de bilinmelidir.Sırf buyüzden Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in mübarek naşı defnedilmeyerek kendi evlerinde, üç gün boyunca, bekletilmiştir..."(23)
Evet... Meselenin çok acı boyutları var...
Hazret-i Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'ın rıhletinin pazartesi günü olduğu, temiz naaşlarının ancak Çarşamba gecesi toprağa verildiği kayıtlarda geçmektedir. Komşu evler, ancak Çarşamba gecesi evden gelen kazma kürek seslerini duyunca Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'ın pâk bedeninin toprağa verilmekte olduğunu anlamışlardı.(24)
Sakife'de olan tartışmalarda Habbab bin el-Münzir-i Ensâri'nin ağzına toprak doldurulmuş, tekmeler altında ezilmekten güç bela kurtarılmıştı. Sa'd ve oğlu Kays ile orada bulunanlar arasında çirkin münakaşalar olmuş, şairler Kureyş ve Ensar adına şiirler söylemiş, birbirlerini hicivler atfetmiş ve sert ifadeler kullanarak suçlamışlardı. Ama sonunda Ensar yaptıkları bu işe pek pişman olmuş ve bu oldubittiden sonra kendi aralarındaki konuşmalarda sürekli Ali (aleyhisselam) 'ın hilafete daha layık olduğunu belirtmiş ve durum giderek değişerek Ebubekir'in düşmesi an meselesi haline gelmişti.(25)
Ancak muhacirler ne yapıp edip, halifeliği Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve alih) 'in Ehl-i Beyt'inin (aleyhisselam) elinden almayı başarmıştı. Bu arada mevcut şartların, onların lehine gelişmiş olduğunu da hatırlatmak gerekir. Yemame, Yemen ve Bahreyn'de ortaya çıkan mürtedler olayı, İslam toplumunu tehdit eden ciddi bir tehlikeye dönüşmüş ve bu tehlikenin boyutlarının farkına varan Hz. Ali (aleyhisselam) ve Şia’sı olan sahabeler bu iç ihtilafa -kendi haklarının çiğnenmesi pahasına da olsa- hemen son verilmesi gerektiği noktasında karar almışlardı. Çünkü iç ihtilafın farkına varan İslam düşmanlarının Medine'ye saldırıp İslam'ı tarihten silmeleri çok ciddi bir tehlike olarak ortada dolaşmaktaydı.
Öte yandan Haşimilerin, bu bozuk ortamda direnip kargaşayı bastırarak duruma hakim olabilecek güçleri de yoktu. Bu kargaşa sonucu gelişen olaylar her ne kadar belli bir grubun işine yaramış olsa da bu durumun doğurduğu sonuçlar bütün İslam ümmetini olumsuz yönde etkilemiş bir takım çarpıklıların doğmasına ve bu çarpıklıkların günümüze kadar devam etmesine sebep olmuştur.
Yorum