HASRETİN SESSİZ GÖZYAŞI
“Bütün gece uyuyamamıştı. Sükût, yalnızlığına ortak olarak buluşmuştu yaralı yüreğinde. İçinde öyle bir dert barınıyordu ki artık “O”nu saklamaya takati kalmamıştı...
Gözyaşına engel olunur mu? Yaşlar sadece gözlerden mi akar? Yürekte hiç mi gözyaşı yoktur?
Hangisi daha içli ve acı vericidir? Derdini içinde tutmak mı yoksa onu aşikar ederek sırları yok etmek mi?...
Yine gizlice akıyordu yüreğinin gözyaşları derin nehir sularına. Kimse bilmeden, görmeden akmaktaydı kalbinden süzülen yaşlar hasretin düşürdüğü cemreye...
Saatler sabaha doğru ilerlerken henüz başlayamamış bir öyküye tanıklık edecekti hüzün güneşi.”
Zeynep yaşlı ninesi ile yaşamaktaydı. Yetim olduğundan ninesi onun üzerine titrerdi. O’na annesinin ve babasının yokluğunu hissetirmemeye gayret gösterirdi. Zeynep çok masum yüzlüydü. Bu masumluğunu ceddinden almıştı. Dilinden dökülen her söz ceddini anlatırdı. Birde hasretin verdiği acıdan dolayı ağlayan gözleri vardı ki...Tâa gün ağarıncaya dek süzülürdü yaşlar o gözlerden.
Herkes köyün meydanlığında toplanmıştı. Kalabalığı gören Zeynep koşar adımlarla gitti nasın toplandığı yere. Herkesin yüzünde bir sevinç, bir coşku vardı. Sefere çıkmak üzere oldukları her hallerinden belli oluyordu. Zeynep orda bulunan birine; “teyzeciğim yolculuk nereye?” diye sordu. Yaşlı teyze gülümseyerek Zeynebin gözlerine baktı, “yolculuk Aşkın Kıblegâhınadır kızım.” dedi.
Zeynebin gözleri birden doluvermişti. Bu sevinç ve coşkunun verdiği hava hüznün kara bulutlarıyla gölgelenmişti adeta.
Yolcuların gitme vakti giderek yaklaşmaktaydı. Sefere çıkacak olanlar yakınlarıyla vedalaştıktan sonra “Aşkın Kıblegâhı”na doğru yola koyuldular. Kalanlar ise gidenlerin ardından el sallayarak uğurladı onları.
Meydanlıkta kimse kalmadı. Herkes yavaş yavaş çekilerek evlerine dönuyorlardı. Ama Zeynep ordan bir türlü kopamıyordu. Sanki takatsizliği ayağına zincir takmıştı. Yalnızdı, yalındı ama umutsuz değildi. Zeynep ninesiyle yaşadığı çamurdan eve gitmek üzere yola koyuldu.
Sonunda çamurdan yapılmış evlerine vardı. Zaten meydanlık ile evleri arasında pek mesafe yoktu. Hava soğumaya ve kararmaya başlamıştı.
Kapıyı çaldı “benim nineciğim, kapıyı aç.” Ninesi yüzünde ki mütebessimle açtı kapıyı ve onu elinde ki şemle karşıladı. “Gir içeri nazlı kızım, yüreğinin bir yanı yetim kalan hasretli yavrum ne oldu? Hüzün akıyor yine gözlerinden.” Zeynep içeri girdi ve ninesine baktı, yine gözleri dolmuştu. Gözyaşlarına artık engel olamıyordu. Hasreti gün giderek artmaktaydı. Omuzları hasretin bu yükünü taşıyamaz bir hal almıştı. Her geçen gün biraz daha eriyordu. Bu dünyaya ait bir varlık değildi sanki. Ceddine olan aşkı onu yakıp kül ediyordu.
“Nineciğim, bugün herkes meydanlıkta toplanmıştı. Gittikleri yeri biliyor musun?
Aşkın Kıblegâhına gidiyorlar.” Ora’nın adını derken bile içi geçiyordu. Ruhu aşka boyanmıştı. Aşkla süslenmişti. Hasret imtihanı oldu, yoldaşı ise sabırdı musibetler anasından ödüç aldığı.
Yanaklarından süzülen yaşlar siyah çarsafının üzerine akıyordu. Ninesi elini uzatarak Zeynebin yanaklarından süzülen yaşları sildi. Ve şöyle dedi “Ağlama hasretli yavrum, bu hicranın birgün elbet sona erecektir. Ağlama nazlı kızım ahuzar edipte yakma bu yaşlı yüreğimi. Eğer istersen hasretini azda olsa dindireyim” dedi ninesi. Zeynep evet dermişcesine başını salladı. “Bekle nineciğim. Hatıramı alayım bağrıma, ortaklık etsin hasretime...” Ninesi başladı anlatamaya;“Peki nazlı yavrum, o halde şemin eriyişini seyrederek beni iyi dinle. Ve pervane’nin ateşe olan aşkını idrak etmeye çalış zeytin gözlüm...” Zeynep başını ninesinin dizleri üstüne koyup şemin eriyişini seyrederek ninesini dinliyordu. Bir yandanda hatırasını bağrına basıyordu. Onu bağrına bastıkca hasreti daha çok büyüyordu... Gece karanlığında şemin erişi eşlik ediyordu ninesinin öyküsüne.
Hasretin dili her lisanda aynıdır. Ve her maşuk sevgiliye olan sevgisini aşk dilinde anlatır.
“Bir kız vardı sana benzeyen. Oda senin gibi çok hasretliydi. Öyle ki suskunluğu özlemini fısıldardı geceye... Artık hasreti dayanılmaz bir hal almaktaydı. Her gece ağlıyordu. Ve derdini sadece Rabbiyle paylaşıyordu. Uzun uzun yaptığı dualara sonunda Rabbim icabet etti. Vuslatına doğru gittiği her adımda hicranın son bulmasıyla birlikte bir heyecan oluşuyordu yaralı yüreğinde. Vuslatına yaklaştı sonunda. Aşıkların Kıblesine yani senin deyiminle “Aşkın Kıblegâhı”na. Sevgiliyi gördüğünde öylesine çok ağladı ki yüreği bu vuslatı kaldıramıyordu. Sevgiliye sadece uzaktan bakmaktaydı. O kalabalığın içine girip O’nun yanına gidemiyordu. Bunun sebebini biliyor musun yüreği hasretli olanım?” Zeynep yüzünü ninesine doğru çevirdi ve “hayır” dedi. “O halde ben söyleyeyim Zeynebim. O tam kalabalığın arasına girip Sevgilinin yanına gitmek isterken. Bir hanım geldi yanına ve dedi ki O’na; “bir ağa vardı burda her ne zaman gelse Sevgiliyi ziyaret etmeye Ona uzaktan selam verirdi. O bu kalabalığın arasına girmezdi. Biliyordu ki eğer o bu kalabalığın arasına girerse ezilir ve kendine zarar vermiş olur. Zira mühim olan ora gitmek değil, yüreğin oraya gitmesidir. O’nun ruhu o mezarda gömülü değil ki gidip o mezara dokunasın. O buralardadır ve hastalara şifa, haceti olanlara hacetini vermektedir dedi o hanım sana benzeyen hasretli kıza...”
Zeynep ninesinin anlatıklarını dikkatle dinledi. Ninesi şöyle devam etti “Pervane Şem’e aşıktı. O’nun imkansız olduğunu biliyordu. Çünkü O’na her yaklaştığında biraz daha yanıyordu. Fakat bu Pervane’yi Şemden uzaklaştırmadı. Tam aksine Pervaneyi Şeme bağladı... Pervane’nin aşkı ölümle aynı çizgide durmaktaydı. Ve o sevgiliye giden yollarda ölüm varsa boynum kıldan incedir dedi.”
Aşk yakıcıdır, her ne kadar çok yakarsa maşuk sevgiliye o kadar bağlanır. Zamanla öyle bir bağ oluşur ki bu bağı koparmak nerdeyse münkün değildir.
Zeynep ninesini dinlerken çok uzaklara dalmış... Yaralı yüreği yorgun düşmüştü. Gözkapakları kanmak üzereydi. Zeynebin bu haline gören ninesi ona kıyamaz ve “Hadi nazlı kızım kalta yatakları serip uyuyalım.” der. Yatakları serdikten sonra, Zeynep şemi eline alarak pencere’nin yanında oturdu ve elinde ki şemi üfleyerek söndürdü... Hilal’ın verdiği o küçücük ışık Zeynebin odasını hafiften aydınlatıyordu. Ufak bir ışık eğer aydınlığın varlığını ıspatlıyabiliyorsa o zaman bu ışık kadar ufak olan bu umuda daha çok umud bağlamak gerekir. Tıpkı şu hadiste buyurulduğu gibi “Umut etmediğin şeye, umut ettiğin şeyden daha çok umut bağla”.
Hüzün başlamıştı artık. Birgün O’nu görmenin umuduyla gözyaşları sessizce akıyordu hatırasına... Kaçan uykusu bu gece aşkın nasıl tazelendiğini görecek ve gelecek nesillere Zeynebin ceddine olan yani “Zehra oğlu Hüseyin”e olan aşkını anlatacaktı...
Rabbim bizlere Kerbela ziyaretini birgün nasip eder inşallah.
Yüreği Kerbela hasreti ile süslenmiş canım Anneme hediyemdir...
15.05.2009
Yüreği Kerbela hasreti ile süslenmiş canım Anneme hediyemdir...
15.05.2009
Yorum