HUVE’L AZİZ
SELAM OLSUN ALLAH’IN HABİBİNE VE TEMİZ PAK KILDIĞI EHL-İ BEYTE
Bizi yaratan, nimetleriyle kuşatan, kendi rahmetiyle yargılayacak ve dostluk ve dayanışmamızı perçinleyebilmemize bu gün vesilesi ile imkan veren Allah’a gökteki yıldız ve denizlerdeki kum sayısınca hamd-u senalar olsun.
Belki bazılarımız için hep tekrarlanan veya alışılagelen bir konu olarak görünse de önemi ayet ve hadislerce üstüne basılarak vurgulanan, ümmetin her dönemde ihtiyacını hissettiği ve özellikle bugünlerde hava ve su hükmünde olan bir konudur. Çünkü peygamber (s.a.a ) Müslümanları bir vücudun azaları olarak betimlemiş ve bir azada olabilecek bir hasarın diğer bütün azalara sirayet edeceğine dikkat çekmiştir. Sağlam bir şekilde durabilmek, ideal ve müteal olan bir yaşayış biçiminin yolu da tüm azaların düzgün bir şekilde çalışmasını gerektirir. Burada bizlerin diğer insanlardan bir kat daha fazla sorumlu olduğumuzu mensubu olduğumuz mektep üstüne basa basa vurgulamaktadır. Nedir vahdet? Neden böyle bir gereksinim? Farklılıkları yüzünden birbirini boğazlama safhasına gelen insanlar neden birleşmelidir? Benim gibi düşünmeyen ve benim gibi yaşamayan bir kişiyle veyahut bir toplulukla neden bir araya gelmeliyim? Elbette ki bu sorulara verilebilecek cevaplar çok fazladır ve eminim ki vahdetin kelime anlamını dahi bilen bir kişi bile buna cevap verebilecek durumdadır. Lakin ehlibeyt imamlarından imam Musa bin Cafer (a.s) dönemin Abbasi halifesi mehdi ile fedek arazileri ile alakalı yaptığı konuşmanın satır aralarında öyle bir cevap vermiştir ki Ehlibeytin vahdet hakkındaki nazariyesini ve bizlerin bu cevap karşısında tefekkür etmemiz gerektiğini vurgulamıştır adeta. Fedeğin ne olduğunu anlattıktan sonra halife mehdi : ey ebul hasan (a.s) bana fedeğin sınırlarını anlat sorusuna imam (a.s) şu cevabı verir;
-Bir sınırı uhud dağıdır. Bir sınırı mısır sırtlarıdır. Bir sınırı seyf’ul Bahr’dır. Bir sınırı da Dumet’ul Cendel’dir.
Evet kardeşler.
Herkesin anladığı üzere imam (as) o gün ki İslam topraklarının tamamından bahsediyor. Hiçbir yeri ayırmaksızın O’na ve babalarının velayetine inanmayan insanların bu toprak sınırları içerisinde olduğunu bile-bile. Çünkü Onlar ayırmak için değil bütünleştirmek için vardırlar.
Peki bizler Onların (as) bu duyarlı davranışlarına ve bize verdikleri öğütlere sadık kalıp doğru bir istikamette yol alabiliyor muyuz? Allah-u Teala’nın Hucurat suresinde buyurduğu “şüphesiz ki bütün inananlar kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizle aranızı ıslah edin ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz” ayetinin hükmünü ne kadar yerine getirebiliyoruz? Yaşadığımız ülkedeki kapı komşumuz, patronumuz, iş arkadaşlarımız hatta sonradan Ehlibeyt mektebine dahil olanların annesi babası ve öz kardeşleri ehli sünnete mensup olanlar ile aynı gökyüzü altında ne kadar kardeşçe yaşabiliyoruz? Birbirimize ne kadar tahammül edebiliyoruz? Aramızdaki ihtilafların yüzde 5 gibi düşük bir rakam olduğu kendi alimlerimiz tarafından da belirtilen kardeşlerimizle bizler yüzde kaç oranında kardeşiz?
İmam Ali a.s öyle bir söz söylemiştir ki layığı ile anlayıp kavrayabilen insanlar için özellikle de sosyal bilimciler için el kol bağlayan hükmünde bir sözdür. O söz şudur “İnsanlar iki türlü kardeşindir. Özde ve türde. Türde kardeşin olmayan özde kardeşindir.” Ve hakeza kerbela günü bütün yakınlarını hunharca katleden gözü dönmüş, melun ve habis yaratıklara karşı imam Hüseyin a.s’ın eğer hala isterseniz yine de konuşabiliriz demesi de hayret uyandırıcı değil midir?
Birlik olmayan bir ümmete bir ve tek olan Allah’ın yardım etmeyeceğini hatırlatarak rabbimin bizleri vahdet kanadı altında kardeşlerimizle birleştirmesi temennisi ile okuyan kardeşlerime teşekkürlerimi sunuyorum…
SELAM OLSUN ALLAH’IN HABİBİNE VE TEMİZ PAK KILDIĞI EHL-İ BEYTE
Bizi yaratan, nimetleriyle kuşatan, kendi rahmetiyle yargılayacak ve dostluk ve dayanışmamızı perçinleyebilmemize bu gün vesilesi ile imkan veren Allah’a gökteki yıldız ve denizlerdeki kum sayısınca hamd-u senalar olsun.
Belki bazılarımız için hep tekrarlanan veya alışılagelen bir konu olarak görünse de önemi ayet ve hadislerce üstüne basılarak vurgulanan, ümmetin her dönemde ihtiyacını hissettiği ve özellikle bugünlerde hava ve su hükmünde olan bir konudur. Çünkü peygamber (s.a.a ) Müslümanları bir vücudun azaları olarak betimlemiş ve bir azada olabilecek bir hasarın diğer bütün azalara sirayet edeceğine dikkat çekmiştir. Sağlam bir şekilde durabilmek, ideal ve müteal olan bir yaşayış biçiminin yolu da tüm azaların düzgün bir şekilde çalışmasını gerektirir. Burada bizlerin diğer insanlardan bir kat daha fazla sorumlu olduğumuzu mensubu olduğumuz mektep üstüne basa basa vurgulamaktadır. Nedir vahdet? Neden böyle bir gereksinim? Farklılıkları yüzünden birbirini boğazlama safhasına gelen insanlar neden birleşmelidir? Benim gibi düşünmeyen ve benim gibi yaşamayan bir kişiyle veyahut bir toplulukla neden bir araya gelmeliyim? Elbette ki bu sorulara verilebilecek cevaplar çok fazladır ve eminim ki vahdetin kelime anlamını dahi bilen bir kişi bile buna cevap verebilecek durumdadır. Lakin ehlibeyt imamlarından imam Musa bin Cafer (a.s) dönemin Abbasi halifesi mehdi ile fedek arazileri ile alakalı yaptığı konuşmanın satır aralarında öyle bir cevap vermiştir ki Ehlibeytin vahdet hakkındaki nazariyesini ve bizlerin bu cevap karşısında tefekkür etmemiz gerektiğini vurgulamıştır adeta. Fedeğin ne olduğunu anlattıktan sonra halife mehdi : ey ebul hasan (a.s) bana fedeğin sınırlarını anlat sorusuna imam (a.s) şu cevabı verir;
-Bir sınırı uhud dağıdır. Bir sınırı mısır sırtlarıdır. Bir sınırı seyf’ul Bahr’dır. Bir sınırı da Dumet’ul Cendel’dir.
Evet kardeşler.
Herkesin anladığı üzere imam (as) o gün ki İslam topraklarının tamamından bahsediyor. Hiçbir yeri ayırmaksızın O’na ve babalarının velayetine inanmayan insanların bu toprak sınırları içerisinde olduğunu bile-bile. Çünkü Onlar ayırmak için değil bütünleştirmek için vardırlar.
Peki bizler Onların (as) bu duyarlı davranışlarına ve bize verdikleri öğütlere sadık kalıp doğru bir istikamette yol alabiliyor muyuz? Allah-u Teala’nın Hucurat suresinde buyurduğu “şüphesiz ki bütün inananlar kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizle aranızı ıslah edin ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz” ayetinin hükmünü ne kadar yerine getirebiliyoruz? Yaşadığımız ülkedeki kapı komşumuz, patronumuz, iş arkadaşlarımız hatta sonradan Ehlibeyt mektebine dahil olanların annesi babası ve öz kardeşleri ehli sünnete mensup olanlar ile aynı gökyüzü altında ne kadar kardeşçe yaşabiliyoruz? Birbirimize ne kadar tahammül edebiliyoruz? Aramızdaki ihtilafların yüzde 5 gibi düşük bir rakam olduğu kendi alimlerimiz tarafından da belirtilen kardeşlerimizle bizler yüzde kaç oranında kardeşiz?
İmam Ali a.s öyle bir söz söylemiştir ki layığı ile anlayıp kavrayabilen insanlar için özellikle de sosyal bilimciler için el kol bağlayan hükmünde bir sözdür. O söz şudur “İnsanlar iki türlü kardeşindir. Özde ve türde. Türde kardeşin olmayan özde kardeşindir.” Ve hakeza kerbela günü bütün yakınlarını hunharca katleden gözü dönmüş, melun ve habis yaratıklara karşı imam Hüseyin a.s’ın eğer hala isterseniz yine de konuşabiliriz demesi de hayret uyandırıcı değil midir?
Birlik olmayan bir ümmete bir ve tek olan Allah’ın yardım etmeyeceğini hatırlatarak rabbimin bizleri vahdet kanadı altında kardeşlerimizle birleştirmesi temennisi ile okuyan kardeşlerime teşekkürlerimi sunuyorum…
Yorum