Kelebek
- Babaaaa, ben kelebek beslicem.
- Töbe yahu! Oğlum kelebek beslenmez ki, O hiçbir şey yemez içmez ve de zaten ömrü çok kısadır. Bari koleksiyonunu yap.
- Dedem bana git kelebeklere bak, seyret ve bana anlat dedi.
- Tamam sen de dediği gibi yapsana!
- Ama benim okulum ve oyunum var. Ancak gece vaktim olur. Onun için kelebek yakalayıp gece evde bir kutuda onu izleyebilirim.
- Oğlum sen hakikaten aklı evvel bir şeysin. Git yakala da kanına gir zavallının ne yapayım. Hiç akıllanmıyorsun ki!
- Ben yakalar ve onu orada yaşatırım bak gör.
- İyi, göreyim de öleyim. Ah oğlum, deli oğlum.
- Ahmet, oğlum, ne yaptın bir haftada kelebekleri izledin mi?
- Evet Dede, hem de ne izlemek.
- Bana bir anlat hele.
- Önce bir ipek böceği kelebeği buldum. Onu ayakkabı kutusunda sakladım. Geceleri açıp ne yaptığına baktım. Ben ona yemek vermediğim halde her yere siyah siyah pisledi sonraki gün öldü. Ölünce kanatları kırıldı ve bir gram bile etmeyen bir toz yığınına dönüştü.
- Hmmm, gel o zaman sana bir iş daha vereyim.
- Ver Dede.
- O pislik dediklerini ezmeden toparla bana getir. Sonra da seneye bu zamanlar senin için hazırlayacağım sürprizi bekle.
- ??!!!
….
(Aradan geçen 11 aydan sonra)
- Ahmet, Oğlum, gel bakayım yanıma, seninle mahzene inelim.
- Olur Dede.
- Bak bakalım şu tahta tepsilere, senin pislik sandığın şeyden ne çıkmış.
- Dede bunlar Tırtıl!
- Aferin. Bunlar işte senin ölen kelebeğin çocukları. O topladığın da yumurtalarıydı. Ben onları usulünce sakladım ve zamanı gelince içlerinden minicik kurtçuklar çıktı.
- Çok şaşırdım ben bu işe Dede. Benim sözlerim de düşüncelerim de boş çıkmış desene.
- Oğlum bilmeyen göz sadece renkleri görür. Bilen göz ise şekilleri ve yazıları. Bir de anlayan ruh bunlara nazar ederse o zaman bu kadar renk ve şekildeki mana görünür. Sen henüz sevimli bir çocuksun. Daha büyüyeceksin. O zaman görüp anladıklarına sen de şaşacaksın. Şimdi bakalım tırtıl ne yapar?
- Ne yapar Dede?
- Önce bu tırtılın dişi yemekte olduğu yaprağın sadece bir yüzünü kemirir. O kadar ufaktır ki, belli bile değildir yaprağın üzerinde. İnsanın yavrusu da böyledir.
Sonra başında altı çift göz belirir. Bunlar sapasağlamdır ama kördür göremez. Tırtıl ancak koku ve tat duyuları ile yaprağın yerini bulur ve yer. İnsan da böyledir. Beş duyusu ve bir de kalp gözü vardır. Ama cahilse bu altı gözden nasibi yoktur. Eğer kişi dünyaya yönelirse ve yeteneklerini sadece midesini doldurmaya kullanırsa bir süre sonra uyuşur. Tırtıl da hayatında 4 uyuşukluk ve 5 canlanma yaşar. Eğer 5 deri değişimini bitirirse sonunda ölür. Aslında şeklen ölür. Dışına ördüğü ve kimyasında türlü sırlar olan, sudan etkilenmeyen ama havayı bir ölçüde geçiren kozasına girer. Sana kozadaki olağanüstülükleri sonra anlatacağım.
- Peki sonra Dede?
- Sonrası kısa ve basit. Beslenip büyümekten bir netice alamayan Tırtıl artık değişime başlar. O kozadan bir süre sonra içine girenle ilgisi olmayan bir varlık çıkar. Kelebek. Tüm kelebekler bir tırtılın devamıdır ama ne şekil ve ne de görevleri yönünden tek bir benzerlik bile göstermezler. O artık gözü doymuş, yemeyen birisidir. Tırtıl kısırdır ama kelebekte üreme yeteneği vardır. Kanatlıdır Kelebek ve tırtılın hayal edemeyeceği yerlere kadar gidebilir. Tırtıl yavan şeyleri gıda edinir. Çok yer ama az fayda edinir. Oysa Kelebek asildir ve sadece nektar yer. Onda çok büyük bir gıda ve lezzet vardır. Tırtıl onu yese herhalde yanıp kül olur ama Kelebek öyle değildir. Her birinde yüzlerce göz olan ve bir nesnenin aynı anda yüz görüntüsünü işleyen kocaman iki göze ve bizim gibi bakış için ise birkaç tane görüş gözüne sahiptir. Hepsi çalışır ve derin bir görüş sağlarlar kelebeğe. O sayede Kelebek nereye ve nasıl varacağını önceden bilebilir. Bir yere konmadan da oranın her haline vakıf olur. Kelebekler o yüzden pek hata yapmazlar.
- Kelebek yumurtlayınca neden ölür peki. Uzun hayatında kısa süre Kelebek olabiliyor değil mi Dede?
- Öyle ama amacını yakalayana bu dünya zaten artık külfettir oğlum. Bunu minik bir kelebek anlıyor ve ölümüne de hazır, ya insanlar! Ölmemek ve yakınlarının ölümlerini görmemek için nasıl da boşuna debeleniyorlar. Ama her varlık bu aleme ya bir şeyi görmeye, ya da göstermeye gelir. İşi biten de sahneden çekilir. Bak şurada biraz önce son yumurtasını bırakan bir kelebek var. Kutuya koymuştum. Ne yapıyor orada, söyler misin?
- Dede, bu kelebek sadece kanadını hafifçe oynatıp bekliyor. Benden kaçmıyor.
- Kaçmayacak tabi! O ölüyor oğlum. Ama ölümden hiç korkmadan ölüyor. O dahi ölümün onu nereye götüreceğini biliyor. İnsan içinde ölümden içi titremeyenlere cennet vaat edilmiştir. Mesela şehitler böyledir. Ölüm kesin olduğu halde kılları kıpırdamadan giderler. Ölümden değil, ölümden sonrasından korkmalıdır. Neyse bak kelebek öldü bile.
- Nasıl anladın Dede?
- Bacakları artık yeri tutmuyor ve Kelebek yan düştü de oradan anladım Oğlum.
- Peki Dede bu böcekten neden ipek çıkarıyorlar. Nasıl bilinmiş bu?
- Bunu eski Çinde rahipler anlamışlar. Sırrını da uzun yıllar saklamışlar. Zaten bakan bir göze şunlar ne kadar da bariz görünür;
O koca Tırtıl, onca yeyip içme ile iflah olmaz da içindekini dışına verince sırları açıklanır. İpek, dikkat et buna, Edeptir. Edeb ruhun dıştan görünüşüdür. İşte içteki sır dışa vurunca böyle güzel bir örtü kişinin var olan ayıbını sarıp kuşatır ve saklar. O edep örtüsü bir süre sonra zayıf ve basiretsiz tırtıldan zarif ve becerikli Kelebeği doğurur. İşte insanlar da belki bu örtü bizi de aynı hale kor mu diye onu ayıklayıp özellikle örtüler yaparlar. Elbiselerdeki ipeğin o muhteşem hali de bundandır. İpek sade bir tırtılı on günde kelebek yapar elbette ama edepten gayrisini yol edineni sadece şeklen süsler. İnsan ipek giymekle değil edebini örtünmekle olgunlaşır ve adam olur.
- Dede ben sence edepli miyim?
- Sence?
- Öyleyim tabii, sen edepsiz olsam beni kovardın değil mi?
- Kovardım elbet kerata kovardım… Hehehe.. Gel buraya yanaklarını ısıracağım senin.
- Yapma Dede yaa, acıyooo…
- Babaaaa, ben kelebek beslicem.
- Töbe yahu! Oğlum kelebek beslenmez ki, O hiçbir şey yemez içmez ve de zaten ömrü çok kısadır. Bari koleksiyonunu yap.
- Dedem bana git kelebeklere bak, seyret ve bana anlat dedi.
- Tamam sen de dediği gibi yapsana!
- Ama benim okulum ve oyunum var. Ancak gece vaktim olur. Onun için kelebek yakalayıp gece evde bir kutuda onu izleyebilirim.
- Oğlum sen hakikaten aklı evvel bir şeysin. Git yakala da kanına gir zavallının ne yapayım. Hiç akıllanmıyorsun ki!
- Ben yakalar ve onu orada yaşatırım bak gör.
- İyi, göreyim de öleyim. Ah oğlum, deli oğlum.
- Ahmet, oğlum, ne yaptın bir haftada kelebekleri izledin mi?
- Evet Dede, hem de ne izlemek.
- Bana bir anlat hele.
- Önce bir ipek böceği kelebeği buldum. Onu ayakkabı kutusunda sakladım. Geceleri açıp ne yaptığına baktım. Ben ona yemek vermediğim halde her yere siyah siyah pisledi sonraki gün öldü. Ölünce kanatları kırıldı ve bir gram bile etmeyen bir toz yığınına dönüştü.
- Hmmm, gel o zaman sana bir iş daha vereyim.
- Ver Dede.
- O pislik dediklerini ezmeden toparla bana getir. Sonra da seneye bu zamanlar senin için hazırlayacağım sürprizi bekle.
- ??!!!
….
(Aradan geçen 11 aydan sonra)
- Ahmet, Oğlum, gel bakayım yanıma, seninle mahzene inelim.
- Olur Dede.
- Bak bakalım şu tahta tepsilere, senin pislik sandığın şeyden ne çıkmış.
- Dede bunlar Tırtıl!
- Aferin. Bunlar işte senin ölen kelebeğin çocukları. O topladığın da yumurtalarıydı. Ben onları usulünce sakladım ve zamanı gelince içlerinden minicik kurtçuklar çıktı.
- Çok şaşırdım ben bu işe Dede. Benim sözlerim de düşüncelerim de boş çıkmış desene.
- Oğlum bilmeyen göz sadece renkleri görür. Bilen göz ise şekilleri ve yazıları. Bir de anlayan ruh bunlara nazar ederse o zaman bu kadar renk ve şekildeki mana görünür. Sen henüz sevimli bir çocuksun. Daha büyüyeceksin. O zaman görüp anladıklarına sen de şaşacaksın. Şimdi bakalım tırtıl ne yapar?
- Ne yapar Dede?
- Önce bu tırtılın dişi yemekte olduğu yaprağın sadece bir yüzünü kemirir. O kadar ufaktır ki, belli bile değildir yaprağın üzerinde. İnsanın yavrusu da böyledir.
Sonra başında altı çift göz belirir. Bunlar sapasağlamdır ama kördür göremez. Tırtıl ancak koku ve tat duyuları ile yaprağın yerini bulur ve yer. İnsan da böyledir. Beş duyusu ve bir de kalp gözü vardır. Ama cahilse bu altı gözden nasibi yoktur. Eğer kişi dünyaya yönelirse ve yeteneklerini sadece midesini doldurmaya kullanırsa bir süre sonra uyuşur. Tırtıl da hayatında 4 uyuşukluk ve 5 canlanma yaşar. Eğer 5 deri değişimini bitirirse sonunda ölür. Aslında şeklen ölür. Dışına ördüğü ve kimyasında türlü sırlar olan, sudan etkilenmeyen ama havayı bir ölçüde geçiren kozasına girer. Sana kozadaki olağanüstülükleri sonra anlatacağım.
- Peki sonra Dede?
- Sonrası kısa ve basit. Beslenip büyümekten bir netice alamayan Tırtıl artık değişime başlar. O kozadan bir süre sonra içine girenle ilgisi olmayan bir varlık çıkar. Kelebek. Tüm kelebekler bir tırtılın devamıdır ama ne şekil ve ne de görevleri yönünden tek bir benzerlik bile göstermezler. O artık gözü doymuş, yemeyen birisidir. Tırtıl kısırdır ama kelebekte üreme yeteneği vardır. Kanatlıdır Kelebek ve tırtılın hayal edemeyeceği yerlere kadar gidebilir. Tırtıl yavan şeyleri gıda edinir. Çok yer ama az fayda edinir. Oysa Kelebek asildir ve sadece nektar yer. Onda çok büyük bir gıda ve lezzet vardır. Tırtıl onu yese herhalde yanıp kül olur ama Kelebek öyle değildir. Her birinde yüzlerce göz olan ve bir nesnenin aynı anda yüz görüntüsünü işleyen kocaman iki göze ve bizim gibi bakış için ise birkaç tane görüş gözüne sahiptir. Hepsi çalışır ve derin bir görüş sağlarlar kelebeğe. O sayede Kelebek nereye ve nasıl varacağını önceden bilebilir. Bir yere konmadan da oranın her haline vakıf olur. Kelebekler o yüzden pek hata yapmazlar.
- Kelebek yumurtlayınca neden ölür peki. Uzun hayatında kısa süre Kelebek olabiliyor değil mi Dede?
- Öyle ama amacını yakalayana bu dünya zaten artık külfettir oğlum. Bunu minik bir kelebek anlıyor ve ölümüne de hazır, ya insanlar! Ölmemek ve yakınlarının ölümlerini görmemek için nasıl da boşuna debeleniyorlar. Ama her varlık bu aleme ya bir şeyi görmeye, ya da göstermeye gelir. İşi biten de sahneden çekilir. Bak şurada biraz önce son yumurtasını bırakan bir kelebek var. Kutuya koymuştum. Ne yapıyor orada, söyler misin?
- Dede, bu kelebek sadece kanadını hafifçe oynatıp bekliyor. Benden kaçmıyor.
- Kaçmayacak tabi! O ölüyor oğlum. Ama ölümden hiç korkmadan ölüyor. O dahi ölümün onu nereye götüreceğini biliyor. İnsan içinde ölümden içi titremeyenlere cennet vaat edilmiştir. Mesela şehitler böyledir. Ölüm kesin olduğu halde kılları kıpırdamadan giderler. Ölümden değil, ölümden sonrasından korkmalıdır. Neyse bak kelebek öldü bile.
- Nasıl anladın Dede?
- Bacakları artık yeri tutmuyor ve Kelebek yan düştü de oradan anladım Oğlum.
- Peki Dede bu böcekten neden ipek çıkarıyorlar. Nasıl bilinmiş bu?
- Bunu eski Çinde rahipler anlamışlar. Sırrını da uzun yıllar saklamışlar. Zaten bakan bir göze şunlar ne kadar da bariz görünür;
O koca Tırtıl, onca yeyip içme ile iflah olmaz da içindekini dışına verince sırları açıklanır. İpek, dikkat et buna, Edeptir. Edeb ruhun dıştan görünüşüdür. İşte içteki sır dışa vurunca böyle güzel bir örtü kişinin var olan ayıbını sarıp kuşatır ve saklar. O edep örtüsü bir süre sonra zayıf ve basiretsiz tırtıldan zarif ve becerikli Kelebeği doğurur. İşte insanlar da belki bu örtü bizi de aynı hale kor mu diye onu ayıklayıp özellikle örtüler yaparlar. Elbiselerdeki ipeğin o muhteşem hali de bundandır. İpek sade bir tırtılı on günde kelebek yapar elbette ama edepten gayrisini yol edineni sadece şeklen süsler. İnsan ipek giymekle değil edebini örtünmekle olgunlaşır ve adam olur.
- Dede ben sence edepli miyim?
- Sence?
- Öyleyim tabii, sen edepsiz olsam beni kovardın değil mi?
- Kovardım elbet kerata kovardım… Hehehe.. Gel buraya yanaklarını ısıracağım senin.
- Yapma Dede yaa, acıyooo…