Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Mesneviden Hikayeler

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Mesneviden Hikayeler

    FİL YAVRULARI

    Bilmem işitin mi? Akıllı bir adam, Hindistan da dostlarından iki üç kişinin uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü. Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı. Biliyorum karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan adeta Kerbela’ya düşmüşsünüz. Bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.

    Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin. Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin. Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir. Onlar pek kuvvetsiz. Pek latif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.

    Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evladını arar durur. Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi. Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın.

    Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allahdır. Allah dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik alemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.

    Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de. Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzülerimdir. Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler. Fakat yine de hepsi bir vücuttur.”

    Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi? İhsan ve kerem sahibi lut, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi? Cennete benzeyen şehirleri karasu oldu. Diclesi oldu Git de gör. Bu karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.

    Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu. Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir. Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün. Bu görüşten ne kadar uzaksın!

    Bu kör, ne şaşılacak şey kördür, uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür. İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur. Bu oynayış şerle doludur. Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar.

    Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler. Varlıklarından kurtuldular mı? Ellerini çarpar, noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler. Çalgıcıları, içlerinden def çalar, denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürürler. Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.

    Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek, ten kulağıyla duyulmaz ki. Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör. Muhammet’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.

    Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir., biz de onun süt emer çocuklarıyız. Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikayesine dön, yine o hikayeye başla da onu anlat.

    Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta, hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta. Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almaya, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı. Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.

    Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allahdır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir? Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münker, yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye.! O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkan var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.

    Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok! Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzler iner, pençeleri batar. Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak! Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız, hasta bunu, anlar, duyar.

    O hasta dostlar, der, Bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? Dinleyenler de “ Biz öyle bir şey görmüyoruz . bu hayalden ibaret” derler . halbuki ne hayali? Göçme zamanı bu! Ne hayali bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi. ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his alemine girdiler.

    O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de bunları gören yoktur. Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı. Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.

    Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir. Her an canının bir cüzü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme anında imanını gör, gözet! Ömrün altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır. Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.

    Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider. Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “ Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın. Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma. Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin.

    İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır. O mezarını lahdini yapma işi taşla, tahtayla kilimle, keçeyle olmaz. Kendine gönülde bu benliği görmen gerektir. Onun toprağı olman, gamına gömülmen lazım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin .

    Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir. Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?

    Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur. Zahirini süslemiş püslemiş ama içi düşünceler den feryatlara düşmüş başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.

    Öğütçü dedi ki “ Bu öğüdümü tutun da gönlümüz, canınız belalara düşmesin. Otlara, yapraklara kaani olun fil yavrularını avlamaya varmayın. Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur. Ben sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.

    Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu urmasın. Tamah, yaprak yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır” bunları söyleyip “ Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selametledi gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı. Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.

    Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar. Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi. O adamın öğüdü hatırındaydı. Bu söz adamın o fili kebap edip yemesine mani oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.

    Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı. Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi. Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti.

    O iri fil, adama hiç dokunmadı. Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı. Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü. O anda hepsini de birer ,birer paralıyor, onlardan hiç de ürkmüyordu. Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçalamaktaydı.

    Ey halkın kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın malı kanı demektir. Çünkü mal güçle, kuvvetle çalışmayla ele geçer. O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusunu yiyenden öç alır, öldürür. Ey rüşvet alan, sen fil yavrusu yemektesin, sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni mahveder.

    Hilelere sapanı koku, rüsvay etti. Fil yavrusunun kokusunu bilir. Hak kokusunu yemenden duyan bendeki batıl kokuyu nasıl olurda duymaz? Mustafa ta uzak yol dan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu nasıl almaz? Duyar, duyar ama yüzümüze urmaz, örter.

    İyi koku da göklere çıkar kötü koku da. Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu yeşil gökyüzüne urup durur. Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup felekte kokuları alanlara kadar gider. Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar. Yemin eder de “Ben onları ne zaman yedim?

    Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen o yalan yemini ederken nefesin, kovuculuk eder. Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur. O koku yüzünden dualar ret edilir. O kötü kalp, sözle kendisini gösterir. O duaya “ Sesinizi kesin” cevabı gelir. Her azgının cezası onu kovan sopadır. Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Allahya makbuldür
    .


    Mevlana:mesneviden
    [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

    #2
    Ynt: Mesneviden Hikayeler

    değerli bir paylaşım, hatta paylaşım işte budur dedirtecek kadar


    Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Allahya makbuldür.
    Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

    Ali Şeriati

    Yorum


      #3
      Ynt: Mesneviden Hikayeler

      AŞURA GÜNÜ

      Aşure günü bütün Halep’liler, Antakya kapısına gelirler, ta geceye kadar. Kadın erkek, büyük bir kalabalık toplanır, Ehlibeyt’in yasını tutarlardı.
      Bağırırlar, ağlarlar, feryat ederlerdi. Şia, Kerbela vakası için yas tutarlardı. Ehlibeyt’in Yezit’ten, Şimir’den çektikleri zulümleri, onlar tarafından uğradıkları sınamaları sayıp dökerler, sesleri ses verir, feryatları, bütün ovayı, çölü doldururdu. Bir garip şair, aşure günü çölden geldi, o feryadı duydu. Şehri bırakıp o tarafa yürüdü, feryadın sebebini araştırmaya koyuldu.
      Merak etti, bu gam nedir bu yas kime tutuluyor diye soruşturmaya başladı. Herhalde bir ulu bey ölmüş olmalı diyordu; böyle bir topluluk, küçük iş değil. Ben garibim siz buralısınız adını lakaplarını söyleyin. Adı neydi ne iş görürdü, nasıl adamdı? Bana bildirin de onun iyiliklerine ait bir mersiye söyleyeyim.

      Bunu duyanların birisi dedi ki: Yahu sen deli misin? Yoksa Şia değilsin de Ehlibeyt düşmanı mısın? Aşure gününü, o gün şehit olan cana yas tutmanın yüzlerce yıl yaşamadan daha üstün olduğunu bilmiyor musun? Bu dert Müminin yanında değersiz olur mu hiç? Kulağın aşkı küpenin değerincedir. Mümine göre o pak nurun yası, yüzlerce Nuh tufanından da meşhurdur.

      Şair dedi ki: Doğru ama Yezit’in devri nerede? Bu yas buraya ne kadar geç gelmiş? Körler bile o kötülükleri gördüler, sağırların kulakları bile o hikayeleri duydu. Siz şimdiye kadar uyuyor muydunuz ki şimdi yas tutuyor, elbisenizi yırtıyorsunuz?

      Ey uykuya dalanlar, kendinize ağlayın! Çünkü bu ağır uyku, çok kötü bir ölüm. Allahya mensup ruh, zindandan kurtuldu. Neden elbisenizi yırtalım, niçin elimizi ısırıp duralım? Onlar din sultanlarıydı. Bağı kırdıkları zaman onlara sevinç çağıdır.

      Devlet saymanına uçup gittiler; tomruğu zinciri çözüp attılar. O gün devler günüdür, güzellik ve saltanat günüdür. Bir zerrecik anlasan, bilsen bunun böyle olduğunu tasdik edersin?

      Bilmiyor anlamıyorsan yürü, kendine ağla. Çünkü göçmeyi mahşeri inkar ediyorsun. Kendi harap dinine, harap gönlüne ağla ki bu eski topraktan başka bir şey görmüyor. Görüyorsa neden yiğitleşmiyor, Allahya dayanmıyor; neden gözü tok değil?
      Nerede yüzünde din şarabının verdiği nur? Denizi gördüysen hani cömert elin, avucun? Irmağı gören suyu esirgemez; hele o denizi, o bulutu görmüşse.

      Karınca o güzelim harmanları görmez de bir tanecik buğdayın üstüne titrer. O taneyi hırsla, korkuyla çeker durur da onca yığını görmez. Harman sahibi de ey körlüğünden hiçbir şey görmeyen der; harmanlarımızdan ancak o bir tek taneyi gördün de ona canla başla sarıldın. Ey surette zerre olan, Zuhal yıldızını gör. Sen bir topal karıncasın, yürü Süleyman’a bak. Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.
      İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şer değil. Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın.

      Bir küp boyuna deniz suyu ile doldurulsa koca bir dağı sele verir. Küpün canından denize bir yol açılırsa küp, ırmaktan üstün olur. Onun için “Söyle” sözü denizin sözüdür. Ahmed neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir. Onun sözleri denizin incileridir. Çünkü gönlü denizle birdir onun. Deniz daima küpümüze yardım edip durursa artık bir balıkta denizin bulunmasına şaşılır mı?

      Duygu gözü şu geçip gidici suretlere düşmüş, donup kalmıştır. Sen, o sureti geçip gidici görürsün ama hakikatte geçip gitmez o. Bu ikilik şaşı gözün görüşüdür. Yoksa evvel ahirdir, ahir de evvel.

      Bu nereden bilinir? Öldükten sonra dirilmeden. Öldükten sonra dirilmeyi ara da bundan az bahset. Dirilme gününün gelmesine şart önce ölmektir. Çünkü dirilme, ölümden sonradır. Herkes yokluktan korkar, işte bütün alem, bu yüzden yol sapıtmıştır. Halbuki yokluk, asıl sığınılacak yerdir.

      Bilgiyi nerede arayalım? Bilgiyi terk etmede. Barışı nerede umalım? Barıştan vazgeçmeden. Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede. Elmayı nereden umalım? Elden vazgeçmeden!

      Ey güzel yardımcı, yok gören gözü varlığı görür bir hale getirmeye de kadirsin sen. Yokluktan meydana gelen göz, varlığı tamamı ile yom gördü. Fakat şu iki göz, değişti de nurlandı mı bu düzgün cihan mahşer olur. Bu hamlara anlamak haram oldu da onun için bu hakikatler noksan göründü.

      Allah cömerttir ama güzelim cennetin nimetleri cehennemliğe haramdır. O, ebedi ahde vefa edenlerden değildir, onun için de cennet balı ağzına acı gelir. Müşteri olmayınca alış veriş etmeye eliniz oynar mı? Birisi gelir, mallara bakar, fakat bakmakla alıcı olmaz ki. O ahmak bakış ancak alay içindir.

      Bu kaça? Şu kaça? Diye sorar, dolaşır. Fakat vakit geçirmek, içinden de gülüp eğlenmek için. Usancından gelir, senden kumaş ister. Fakat ne müşteridir ne de kumaş arar. Kumaşı yüz kere görür, yüz kere geri verir. O nerede kumaş ölçecek? Yel ölçer poyraz biçer! Nerede müşterinin gelişi, alışverişi, nerede bir serserinin alayı, gönül eğleyişi? Cebinde bir habbe bile yoktur. Ancak gevezelik eder, yoksa nereden cüppe alacak? Alışveriş için sermaye yoktur; artık onun çirkin suratı nedir, alayı, gevezeliği ne oluyor? Bu dünya pazarında sermaye altındır, orada da aşk ve iki ıslak göz.

      Kim eli boş pazara giderse ömrü geçer, tamamı ile ham ve eli boş olarak geri döner. Kardeş neredeydin? Hiçbir yerde. Ne pişirdin? Hiçbir şey! Müşteri ol da elim oynasın gebe olan madenimden lal doğsun. Fakat müşteri gevşek ve soğuk bile olsa yine sen onu çağır. Çünkü böyle emredilmiştir. Doğan kuşunu uçur ruh güvercinini tut. Davet yolunda Nuh’un yolunda yürü.
      Allah için hizmette bulun. Halkın kabul etmesiyle, ret etmesiyle ne işin var senin.
      [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

      Yorum


        #4
        Ynt: Mesneviden Hikayeler

        [quote author=AliekberBabacan link=topic=9367.msg59923#msg59923 date=1257285886]
        değerli bir paylaşım, hatta paylaşım işte budur dedirtecek kadar


        Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Allahya makbuldür.

        [/quote]

        haklısınız mesnevi ibretli hikaye konusunda kendine özel

        [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

        Yorum


          #5
          Ynt: Mesneviden Hikayeler

          HZ.ALİ'YE GÖRE BÜYÜK SAVAŞ

          [font=arial]Ali dedi ki: “Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Allah kuluyum ten memuru değil! Allah aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir. Ben “Attığın zaman sen atmadın, Allah attı” sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir.

          Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Allahdan gayrısını yok bildim. Bir gölgeyim sahibim güneş... Ona hacibim hicap değil. Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta diriltirim, öldürmem. Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgar nasıl olur da bulutumu yerinden teprendirebilir? Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi? Bir rüzgarla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten ibarettir. Çünkü muhalif esen nice rüzgarlar var!

          Hışım, şehvet ve hırs rüzgarı, namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür. Ben dağım; varlığım, onun binasıdır. Hatta saman çöpüne benzesem bile rüzgarım, onun rüzgarıdır. Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır.

          Askerimin başbuğu, ancak tek Allahnın aşkıdır. Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Allah hışmıysa bence rahmettir. Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum.

          Toprak atası ( Ebu Turab) oldumsa da bahçe kesildim. Savaşırken içime bir vesvese, bir benlik geldi; kılıcı gizlemeyi münasip gördüm. Bu suretle “Sevgisi Allah içindir” denmesini diledim; ancak Allah için birisine düşmanlık etmeli.

          Cömertliğimin Allah yolunda olmasını, varımı yine Allah için sakınmamı istedim. Benim sakınmamam da ancak Allah içindir. Vermem de... Tamamı ile Allahnınım, başkasının değil. Allah için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil.

          Yaptığımı, işlediğimi, ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum. Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Allah eteğine yapıştım. Uçarsam uçtuğum yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri. Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi biliyorum.

          Ben ayım, önümde güneş, kılavuzuyum. Halka bundan fazla söylemeye imkan yok; denizin ırmağa sığması mümkün değildir. Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin işidir. Garezden hürüm ben; hür olan kişinin şahadetini duy Kul, köle olanların şahadetleri iki arpa tanesine bil değmez!

          Şeriatte dava ve hükümde kulum şahitliğinin kıymeti yoktur. Senin aleyhinde binlerce köle şahadet etse şeriat onların şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz. Şehvete kul olan, Allah indinde köleden, esir olmuş kullardan beterdir.

          Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete kul olansa tatlı dirilir, acı ölür. Şehvet kulu, Allah’nın rahmeti, hususi bir lutuf ve nimeti olmadıkça kulluktan kurtulamaz. Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir değildir, cevir de değil!

          Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip bulamıyorum. Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan kesilir. Bu ciğerlerin kan olmaması katılıktan, şaşkınlıktan, dünya ile uğraşmadan ve talihsizliktendir.

          Bir gün kan kesilir ama bu kan kesilmesinin o gün faydası yok. Kan kesilme işe yararken kan kesil!

          Mademki kulların kölelerin, şahadeti makbul değildir, tam adalet sahibi, o kişiye derler ki gulyabani kölesi olmasın. Kuran’da peygambere “Biz seni şahit olarak gönderdik” denmiştir. Çünkü o, varlıktan hür oğlu hürdür.

          Ben, mademki hürüm; hiddet beni nasıl bağlar, kendisine nasıl kul eder? Burada Allah sıfatlarından başka sıfat yoktur, beri gel! Beri gel ki Allah’nın ihsanı seni azat etsin. Çünkü onun rahmeti gazabından üstün ve arıktır.

          Beri gel ki şimdi tehlikeden kurtuldun, kaçtın kimya seni cevher haline soktu. Küfürden ve dikenliğimden kurtuldun, artık Allah bahçesinde bir gül gibi açıl! Ey ulu kişi, sen bensin, ben de senim. Sen Ali’ydin, Ali’yi nasıl öldürürüm?

          Öyle bir suç işledin ki her türlü ibadetten iyi bir anda gökleri bir baştan bir başa aştın. O adamın işlediği suç ne kutlu suç! Gül yaprakları dikenden bitmez mi? Ömer'in Peygambere kastedişi suçu, onu ta kabul kapısına kadar çekip götürmedi mi?

          Firavun; büyücüleri, büyüleri yüzünden çağırmadı mı? Onlara da bu yüzden ikbal yardım etmedi mi, bu yüzden devlete erişmediler mi? Onların büyüsü, onların inkarı olmasaydı inatçı Firavun, onları huzuruna alır mıydı?Onlar da asayı ve mucizeleri nereden göreceklerdi?

          Ey isyan eden kavim! Suç, ibadet oldu. Allah ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Çünkü günah ve suç ibadet olmuştur. Çünkü Allah, şeytanların rahmine suçları ibadete, sevaba tebdil eder. Bundan dolayı Şeytan, taşlanır; hasedinden çatlar, iki parça olur.

          Şeytan bir günah meydana getirmek ve onunla bizi bir kuyuya düşürmek ister. “ O günahın ibadet olduğunu gördü mü?” işte o an, Şeytan’a yomsuz bir andır. Beri gel; ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense sana armağan sundum.

          Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu çeşit baş korsam, vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedi mülkler ihsan ederim

          Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lutuf şerbetim, kahır zehri olmadı. Peygamber, hizmetkarımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi. Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi.

          O, daima “ Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte; Ben de “Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile edebilirim?” demekteyim.

          O, daima önümde yerlere kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni Allah hakkı için ikiye böl, ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der; Ben de daima “Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur.

          Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki. Sen Allah aletisin; yapan, Allahnın eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın aletine nasıl itiraz edeyim?” derim

          O, “Öyle ise kısas niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak’tan, o da gizli bir sır. Eğer Allah, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir. Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun karıdır. Çünkü kahırda da tektir, lutufta da.

          Bu hadiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur, Aletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir.” Ulu kişi, “ hiçbir ayeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını getirmeyelim” remzini bil.

          Allah hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir. Gece, gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak! Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider.

          O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi? Akıllar, o zulmetle tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor mu?

          Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Allah, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı.

          Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu ahir zamandaki sulh o savaş yüzündendir. O gönüller alan sevgili ( Peygamber), alemdekilerin başları aman bulsun diye yüz binlerce baş kesti. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar.

          Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar. Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır. Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır. Rızk yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar” nimeti hazmedilir. Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti artar.

          İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agah ol da onu bununla mukayese et. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Allah şerbetiyle, Allah nurlarıyla beslenir, gelişir. Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “La” dan kurtulmuş “Bela” da ölmüş boğaz!

          Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak? Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok! Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap!

          Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme! Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel! Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir... Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır. Fakat sen kırarsan der ki: “Gel yap bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın.

          Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır. Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır. Evi yıkar, hak ile yeksan eder; fakat bir anda da daha mamur bir hale getirir.

          Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder. Canilere kısas emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi, Kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Allah hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!

          Çünkü Allah, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir. O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur. Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!

          Adem Peygamber, ansızın esasen şaki olan İblise hor baktı. Kendisini beğenip, kendisini ulu görüp melun şeytanın yaptığı işe güldü. Allah gayreti bağırdı: Ey tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun. Eğer Allah kürkü ters giyerse dağı bile ta kökünden temelinden söker.

          O zaman, yüzlerce Adem’in perdesini yırtar, yüzlerce yeni müslüman olmuş suçsuz, günahsız iblis yaratır! Adem “Bu hor görüşten tövbe ettim. Bir daha böyle küstahça düşünceye düşmem” dedi.

          Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver. Bilgilerle, zenginlikle öğünmeye imkan yok. Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin kötülükleri bizden defet; kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Allah’ya razı olan kardeşlerden ayırma!

          Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır. Zaten malımız mülkümüz; malımızın, mülkümüzün yolunu kesmekte... Zaten cismimizi soyup çırçıplak bırakmakta!

          Elimiz, ayağımıza kastettikten sonra artık kim, senin lutfun olmadıkça canını kurtarabilir ki? Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir.

          Çünkü can, canana ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır. Esasen senin inayetin olmazsa can, adeta bir tutsaktır; seninle diri olmayan canı ölü farz et. Sen kullara darılır,kulları kınarsan, Ey Allah hakkındır, yaparsın.

          Aya, güneşe kusurlu, nursuz... Servinin boyuna iki büklüm; Feleğe, arşa hor ve aşağı... madene, denize yoksul dersen, Kemaline nispetle yaraşır. Çünkü yokluklara kemal verip onlara eriştirme kudreti ancak senindir. Çünkü sende yokluk ve ihtiyaç yoktur; yokları icat eden, onları ihtiyaçtan kurtaran sensin.

          Yetiştiren, yakmayı da bilir; çünkü yırtık söken, dikmeyi de bilir. Her güz; bağı bahçeyi yakıp yandırmakta. Sonra yeniden bahçeleri renklere boyayan kırmızı güllere boyayan kırmızı gülleri yetiştirmektedir.

          “ Ey yanıp yakılan, zuhur et, yenilen; tekrar güzelleş, güzel sesli bir hale gel” diye hepsini yeniden yaratır. Nergisin gözü körleşir, o, tekrar açar... Kamışın boğazını keser, sonra yine kendisi tekrar okşar, ondan nağmeler çıkarır. Biz mademki masnu’uz, sani değiliz... Şu halde ancak zebunuz, ancak kanaatkarız.

          Hepimiz “Nefsim, nefsim” deyip durmakta, hepimiz yalnız kendimizi düşünmekteyiz. Sen buna lutufta bulunmazsan şeytanız. Sen bizim canımızı körlükten kurtardığından, gözümüzü açtığından dolayı Şeytandan kurtulduk.

          Kim hayattaysa değnekçisi, yol gösteren sensin. Değneğin, değnekçisi olmadıkça kör nedir ki, ne yapabilir ki? Senden gayrı hoş olsun, hoş olmasın... Her şey, insanı yakar, ateşin aynıdır.

          Kim ateşe dayanır, ateşe arka verirse hem Mecusidir, hem zerdüşt! Allah’dan başka her şey batıldır, asılsızdır. Allahnın ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur.

          Tekrar Ali ve katilinin hikayesine dön; katiline fazlasıyla gösterdiği kerem ve mürüvveti anlat. Ali dedi ki: “Ben düşmanımı gözümle görmekte, gece gündüz ona bakıp durmaktayım. Böyle olduğu halde hiç kızmıyorum. Çünkü ölümüm, bana can gibi hoş geliyor; dirilmemle adeta bir.

          Ölümsüzlük ölümü bize helal olmuştur; azıksızlık azığı, bize rızk ve nimettir. Ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir; ölümün görünüşte sonu yoktur, hakikatte ise ebediliktir. Çocuğun rahimden, doğması bir göçmedir; fakatta cihanda ona yeni baştan bir hayat var.

          Ecele doğru meylimiz, ecele aşkımız olduğundan “Nefislerinizi elinizle tehlikeye atmayın” nehyi asıl bizedir. Çünkü nehiy, tatlı şeyden olur, acı için nehye zaten hacet yok ki.

          Bir şeyin içi de acı olur dışı da acı olursa onun acılığı kötülüğü esasen nehiydir. Bana da ölüm tatlıdır. “Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin huzurunda diridirler” ayeti benim içindir. Ey inandığım, itimat ettiğim kişiler! Beni kınayın ve öldürün. Şüphe yok, benim ebedi hayatım öldürülmemdedir.

          Ey yiğit! Hayatım, mutlaka ölümdedir. Ne zamana kadar yurdumdan ayrı kalacağım? Bu alemde durmaklığım, ayrılık olmasaydı (öldüğümüz zaman) “Biz, şüphe yok, Allah’ya dönenleriz” denmezdi. Dönen kişi; ayrıldığı şehre tekrar gelen kişidir; zamanın ayırışından kurtulup birliğe erişendir.

          Seyis tekrar gelerek “Ya Ali, beni tez öldür ki o kötü vakti, o fena zamanı görmeyeyim. Sana helal ediyorum, kanımı dök ki gözüm o kıyameti görmesin” dedi. Dedim ki: Eğer her zerre bir kanlı, bir katil olsa da elinde hançer olarak senin kastına yürüse. Yine senin bir tek kılını kesemez. Çünkü kader kalemi böyle yazmıştır; sen beni öldüreceksin.

          Fakat tasalanma, senin şefaatçin benim. Ben ruhun eri ve sultanıyım, ten kulu değil! Yanımda bu tenin kıymeti yok; ten kaydına düşmeyen bir er oğlu erim. Hançer ve kılıç, benim çiçeğim; ölüm meclisim... bağım, bahçemdir.”

          Tenini bu derece öldürüp ayaklar altına alan kişi, nasıl olur da beylik ve halifelik hırsına düşer? O, ancak emirlere yol göstermek, emirliği belletmek için zahiren makam işleriyle ve hükümle uğraşır; Emirlik makamına yeni bir can vermek, hilafet fidanını meyvelendirmek için bu işle meşgul olur.

          Peygamber, Mekke’yi fethe uğraştı diye nasıl olurda dünya sevgisiyle ittiham edilir? O öyle bir kişiydi ki imtihan günü ( yani Miraç’ta) yedi göğün hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı.

          Onu görmek için yedi kat gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur. Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki.

          O, Allah ululuğuyla, Allah celaliyle öyle dolmuştur ki bu dereceye, bu makama Allah ehli bile yol bulamaz. “Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi peygamber erişebilir, ne melek, hatta ne de ruh” dedi. Artık düşünün anlayın!

          “Göz Allahdan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi” sırrına mazharız, karga değiliz; alemi renk ,renk boyayan Allah sarhoşuyuz; bağın bahçenin sarhoşu değil” buyurdu! Göklerin, hazinelerin akılları bile Peygamberin gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse. Artık Mekke, Şam ve ırak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin!

          Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer. Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün. O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör!

          Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Allah eri sanırsın. İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer’idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi. Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır

          Be inatçı, İblis’in oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer? Ben köpek değilim, Allah aslanıyım. Allah aslanı suretten kurtulandır. Dünya aslanı av ve rızk arar, Allah aslanı hürlük ve ölüm! Çünkü ölümde yüzlerce hayat görür de varlığını pervane gibi yakıp yandırır.

          Ölü isteği, doğru kişilerin boyunlarına bir halkadır. Çünkü bu istek, yahudilere imtihan oldu. Allah Kuran’da “Yahudiler, doğrulara ölüm; futuhat, sermaye ve ticarettir. Sermaye ve ticaret isteği var ya; ölümü istemek ondan daha iyidir.

          Ey yahudiler; halk içinde namusunuzu korumak istiyorsanız bu dileği, bu ölüm temennisini dile getirin” dedi. Muhammed, bu bayrağı kaldırınca bir tek yahudi bile bu istekte bulunmaya cüret edemedi.

          Peygamber “Eğer bunu dillerine getirirlerse dünyada tek bir yahudi bile kalmaz” dedi. Bunun üzerine yahudiler ; “Ey din ışığı, bizi rüsvay etme! Diyerek mal ve haraç verdiler. Bu sözün sonu görünmez. Mademki gözün sevgiliyi gördü, ver elini bana!

          Emirül Müminin, o gence dedi ki: “Ey yiğit! Savaşırken. Sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum harap berbat bir hale geldi. Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. Allah işinde ortaklık yaraşmaz.

          Sen Allah nakışısın: Seni, o, kudret eliyle yarattı, bezedi. Onunsun, benim değil.

          Allah’nın nakışını yine Allah eliyle kır; sevgilinin camına sevgilinin taşını at!” Kafir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti. “Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.

          Halbuki sen Allah huylu bir teraziymişsin, hatta her terazinin oku senmişsin! Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin! Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan nurlanmış, aydınlanmıştır...

          Ben, o nur denizinin kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci izhar eder. Bana kelimei şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi. Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de aşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular. Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı.

          İlim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür. Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı.

          Bir buğday tanesi, Adem Peygamberin güneşinin tutulmasına... arzın, güneş ile ay arasına girmesi , dolunayın kararmasına sebep oldu. İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ayırmadağın bir hale gelmekte!

          Ekmek manevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor. Manevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta.

          Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince; Damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi. Ekmek de manevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zahiri ekmek olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti.

          Ey nazlı nazenin varlık (ey hüsameddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın. O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mana, yerle karıştı; Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi. Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin!

          Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa ki Allah onu yine saf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da. Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir.
          [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

          Yorum


            #6
            Ynt: Mesneviden Hikayeler

            Vay be diyorum, daha önce mesnevi okumamıştım, demek ki Hacı Bektaş, Yunus Emre ile dünya'nın üç Batini önderi arasında sayılması gelişi güzel iş değilmiş de, bunu yönelişinin ve arayışının hakkıyla elde etmiş

            Şemsin de apyı elbette vardır ama biz sözümüzü hazreti Mevlana gibi bağlayalım:

            doğrusunu Allah daha iyi bilir.
            Değerli paylaşımından dolayı sağolasın can
            Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

            Ali Şeriati

            Yorum


              #7
              Ynt: Mesneviden Hikayeler

              [quote author=AliekberBabacan link=topic=9367.msg59927#msg59927 date=1257289239]
              Vay be diyorum, daha önce mesnevi okumamıştım, demek ki Hacı Bektaş, Yunus Emre ile dünya'nın üç Batini önderi arasında sayılması gelişi güzel iş değilmiş de, bunu yönelişinin ve arayışının hakkıyla elde etmiş

              Şemsin de apyı elbette vardır ama biz sözümüzü hazreti Mevlana gibi bağlayalım:

              doğrusunu Allah daha iyi bilir.
              Değerli paylaşımından dolayı sağolasın can
              [/quote]

              Sizde sağolun aliekberbabacan
              [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

              Yorum


                #8
                Ynt: Mesneviden Hikayeler

                [b][size=14pt][color=red][center]KAZANMADAN RIZK DİLEYEN YOKSUL[b][size=13pt][font=arial][color=purple]

                Çaresiz bir müflis, derde düşmüştü. Hiçbir şeyi yoktu, binlerce zehir yutmuştu. Namazlarda, dualarda yalvarmakta, ey Allahm, ey kurdu kuşu koruyan! Sen, beni yorulmadan, çalışıp çabalamadan yarattın. Şu alemde rızkımı da benim kazancım olmadan ver.

                Başında gizli olan beş inci verdin. Beş duygu daha ihsan ettin ki onlar da gizli. Bu ihsanların sayıya sığmaz. Ben utanıyorum anlatmadan acizim. Beni yaratan yalnız sensin. Rızkımı da sen düzene koy demekteydi.

                Yıllarca bu duada bulundu. Nihayet ağlayıp yalvarışı tesir etti. Hani çalışmadan, yorulmadan helal bir rızk isteyen adam vardı ya, onun gibi. Nihayet Allah adaletine sahip Davut Peygamber zamanında bir öküz, onu kutluluğa ulaştırmıştı. Bu adamda yüzünü yerlere sürdü, yalvarıp sızladı, nihayet meydandan icabet topunu çeldi. Bazen duasının kabul edilmeyişine bakıp kötü zanlara düşüyor, niçin duam kabul edilmiyor diyor, derken yine Allahnın lütuf ve keremi, gönlüne muştuluklar veriyor, duasının kabul edileceğine delil oluyordu.

                Çalışıp çabalarken yorulup ümitsizliğe düşünce Allah tapısından gel sesini duyuyordu. Allah alçaltıcıdır, yücelticidir. Bu ikisinden başka hiçbir işi yoktur.

                Yerin alçalışına bak, göğün yücelişine bak. Kainatın devranı bu ikisinden hali değildir. şu yerin yücelip alçalışı da bir başka çeşittir. Yılın yarısında çorak bir hale gelir, yarısında yeşerir, tazeleşir.

                Mihnetle dolu olan zamanın yücelip alçalması, büsbütün başka tarzdadır. Yirmi dört saatin yarısı günden olur yarısı gece. Zıtlarla uzlaşan mizacın yükselmesi, alçalması da şudur: Gah insan sıhhatli olur, gah hastalanır, inler.

                Dünyanın bütün hallerini böyle bil. Kıtlık, bolluk, barış, savaş, hep denemelerden meydana gelir. Şu dünya, havada bu iki kanatla uçar. Canlar da bu ikisi yüzünden korku ve ümit yurtlarında yurt edinirler.

                Böylece dünya, şimal rüzgarına benzeyen hayatla ve sam yeli gibi titrer durur. Nihayet İsa’mızın tek renge boyayan birlik küpü yüzlerce renkli küpleri kırar. Çünkü o alem, tuzlaya benzer. Oraya ne düşerse renkten arınır.

                Toprağa bak. Çeşit, çeşit renkte bulunan insanları mezarlarda bir renge sokmada. Bu, görünen bedenlerin tuzlası, mana alemine ait tuzlaysa bundan tamamı ile ayrıdır.

                O mana tuzlası manevidir. O, ezelden ebede kadar yenilikler içindedir. Eskilik bu yeniliğin zıddıdır. Halbuki o alemin yeniliği zıtsızdır, eşsizdir, sayıya da sığmaz. Nitekim Mustafa’nın nurunun cilası ile yüz binlerce çeşit karanlık ışık kesildi.

                O ulu er yüzünden Yahudilerin. Allahya şirk koşanların, Hıristiyanların, Mecusilerin hepsi bir renge boyandılar. Yüz binlerce kısa ve uzun gölgeler o sır denizinin nurunda bir oldular. Ne uzunluk kaldı, ne kısalık, ne genişlik. Çeşit, çeşit gölgeler, güneşe rehin oldu. Fakat mahşerdeki tek renge boyanış, iyiye de apaçık görünür, kötüye de.

                O alemde manalar, surete bürünürler. Suretlerimiz, hülyalarımıza uygun olur. O zamanda mektupların sureti açığa çıkar, elbiselerin astarı yüz olur, herkesin içi, dışına döner. Şimdi gizli şeyler, alacalı öküze benzer. Söz iği, alem içinde yüzlerce renkte bir iplik gibi görünür.

                Şimdi yüzlerce renge boyanma, yüzlerce gönül sahibi olma devri. Tek renkli olma alemi nereden tecelli edecek? Şimdi zencilik zamanı. Rum diyarına mensup olanlar, beyaz güzeller gizli. Şimdi gece, güneş gizli.

                Kurdun devri, Yusuf kuyunun dibinde. Kıptilerin nöbeti, Firavun padişah şimdi. Bu suretle de herkese lüzumlu, lüzumsuz gülüp duran ve kimseden esirgemeyen rızktan şu köpeklerde birkaç gün rızıklansınlar, hisselerini alsınlar bakalım.

                “Gelin” buyruğu verilinceye kadar aslanlar, orman içinde beklemedeler. Bu emir geldi mi o aslanlar, yayıldıkları yerden çıkarlar. Allah hicapsız olarak yayılacakları, geçinecekleri yerleri gösterir.

                İnsanın mahiyeti, insanlık, karayı da kaplar, denizi de. Alacalı öküzler o kurban gününde kesilirler. O kurban günü, korkunç bir kıyamettir. Müminlere bayramdır, öküzlere helak olma günü. O kurban gününde bütün su kuşları, gemiler gibi deniz üstünde akarlar, yüzerler.

                Bu suretle de “Helak olan apaçık delilleri helak olur.” Kurtulan kurtulur ve yakıyne erer. Doğan kuşları, padişaha giderler, kuzgunlar, mezarlığa. Kemikle ekmek gibi pis şeylerin cüzileri, bu cihanda kuzgunların mezesi gıdasıdır.

                Hikmetin kadrini bilme nerede, bağ bahçe nerede? Nefsiyle savaşmak, kahpe adama layık değildir. eşeğin ardından öd ağacı yakılmaz eşeğin ardına da misk sürülmez.

                Kadınlara savaş yazılmamıştır. Nefisle savaşmaksa onların işi olamaz. Çünkü bu, büyük savaştır. Ancak nadir bazı kadında da bir Rüstem vardır. Meryem gibi gizlidir o.

                Nitekim erlerin bedeninde, yüreksizliklerinden kadınların gizlendiği vardır. Kim, erliğe hazırlanmamış, er olmamışsa o dişilik, öbür alemde surete bürünür. O gün adalet günüdür. Adalet, her şeyi layık olduğu yere koymaktır. Ayakkabı ayağındır, külah başın. Bu suretle her isteyen isteğine erişir her batan batacağı yere kavuşur. Hiçbir istek isteyenden esirgenmez. Parlaklığın eşi güneştir, suyun eşi bulut.

                Dünya Allahnın kahır yurdudur. Kahrı seçtiysen kahır göre dur. Kahır kılıcı, denize, karaya düşmüş. Kahrolanların kemiklerine, kıllarına bak. Damın çevresinde kuşların kanatlarını, ayaklarını seyret. Bunlar, sessiz, sözsüz sana Allah kahrını anlatırlar.

                Ölü, gömüldüğü yerde bir yığın toprak kaldı. Öldüğü zaman geçtikçe o yığın da düzeldi gitti. Allah adaleti, herkesi eşiyle çift etmiştir; fili fille, sivrisineği sivrisinekle.

                Ahmed’e mecliste dört seçilmiş dost, enis olur, Ebucehl’e de Utbe’yle Zül-hımar! Cebrail’le canların kıblesi Sidre’dir, karnına kul olanların kıblesi sofra. Arifin kıblesi vuslat nurudur, filozaflaşan aklın kıblesi hayal.

                Zahidin kıblesi ihsan sahibi Allahdır, tamahkarın kıblesi altınla dolu torba. Mana gözetenlerin kıblesi sabırdır, surete tapanların kıblesi taştan yapılan suret.

                Batın aleminde oturanların kıblesi lütuf ve ihsan sahibi Allahdır, zahire tapanların kıblesi kadın yüzü. Böylece eski yeni... Say dur. Usanırsan yürü, işine bak. Bizim rızkımız, altın kase içindeki şarap, köpeklerin rızkı, yal yedikleri yere dökülen tutamaç suyu.

                Ne huyla huylandırdıysak ona layıksın. Seni o rızk için göndermişizdir. Onu ekmeğe aşık ettik, o huyu verdik ona. Bunu sevgiliye aşık ettik, sarhoş yaptık, bu huyu verdik buna. Huyundan razıysan, hoşlanıyorsan neden ondan kaçıyorsun öyleyse? Dişilik hoşuna gittiyse çarşafa gir. Rüstemlikten hoşlanıyorsan al hançeri. Bu sözün sonu yoktur. O yoksul da yoksulluk derdiyle arıkladı, gücü kuvveti kalmadı.

                Bir gece rüyasında gördü. Ne rüyası, rüya nerede? Doğru özlü sofi, uyumadan rüya görür. Hatif ona dedi ki: Ey bir çok yorgunluklar görmüş er, kağıtçılarda bir kağıt ara. Komşun olan kağıtçıda gizlidir o. Kağıtlarını ele al.

                Onların arasında şu şekilde, şu renkte bir kağıt var. Onu gizle bir yerde oku. Oğul, onu kağıtçıdan çaldın mı kalabalıktan, iyi kötü adamlardan bir kenara çekil. Yalnızca oku. Okurken kimseyi yanında bulundurma.

                İş yayılır, ortaya düşerse bile dertlenme. O defineden senden başka hiç kimsecik, bir arpa bile alamaz. Elde etmen uzarsa sakın ümitsizlenme her an “ Allahdan ümit kesmeyin” ayetini vird edin.

                O muştucu, bunu söyleyip elini, adamın göğsüne koydu, hadi dedi, yürü, zahmet çek!

                O genç dalgınlık aleminden kendine gelince ferahından adeta dünyaya sığmıyordu. Allahnın koruması ve lütfu olmasaydı sevincinden çatlayacaktı doğrusu. Öyle bir sevinmişti ki. Kulağı, altı yüz perdenin ardından Allah sesini duymuştu. İşitme duygusu, perdeleri aşmış, başını yüceltmiş, feleği geçmişti.

                Öyle bir an olur ki insanın görüş duygusu ibret ıssı olur, gaip perdesinden bile geçer. Duyguları, perdeyi aştı mı artık birbiri ardına ve boyuna görür, duyar. Adam, kağıtçı dükkanına geldi. Meşk kağıtlarına el attı.

                O yazılı kağıt çabucak gözüne ilişti, Hatif’in söylediği alametlerin hepside o kağıtta vardı. Kağıdı koltuğuna koyup hayırlı pazarlar olsun usta, ben gidiyorum artık dedi. Tenha bir bucağa çekildi, kağıdı okudu. Adeta şaşırdı kaldı.

                Bir definenin yerini göstermekte olan böyle bir değer biçilmez kağıt, meşk kağıtlarının arasına nasıl girmişti? Sonra aklına şu geldi: Her şeyi koruyan, Allahdır.

                Koruyucu Allah nasıl olur da birisinin, abes yere bir şey aşırmasına müsaade eder? Ova, baştanbaşa altınla, para ile dolu olsa hiç kimse, Allahnın izni olmadıkça bir arpa bile alamaz. Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okuyan Allah taktir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz. Fakat Allahya kulluk edersen bir kitap bile okumadan yeninden, yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.

                Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı, nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü. Bu heybetli gökyüzünden dilediğin, ey Musa, koynundan baş gösterdi. Bil ki yüce gökler, insanın anladığı şeylerin aksidir; gökler, o akisten ibarettir. Yüce ulu Allahnın eli, iki alemden de önce aklı yaratmadı mı? Bu söz, hem apaçıktır, hem de pek gizli. Çünkü sinek, ankaya mahrem olamaz. Oğul, yine hikayeye dön de defineyle o yoksulun kıssasını tamamla.

                Kağıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var. İçinde mezar olan filan kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı. O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at. Kutlu kişi yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz.

                O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı. Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu. Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi.

                Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu. Bunu adet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.

                Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler. Filan, bir define bildiren kağıt bulmuş diye söylediler. Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi. Padişah kendisine işkence yapmadan, kağıdı padişahın önüne koydu.

                Dedi ki: Şu kağıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim. Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum. Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da. Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım.

                Padişah da altı ay, belki de daha fazla ok attı, her yanda define aradı durdu. Fakat eziyetten, dertten, sıkıntıdan başka bir şey elde etmedi. Define adeta ankaya benziyordu, ismi var cismi yok.

                İşin eni, boyu uzayıp duruyordu. Padişah, nihayet o defineden usandı. Her tarafı yer yer eştirmişti. Günün birinde kağıdı, herifin önüne atıp dedi ki: al şu kağıdı. Definenin eseri bile görünmedi. Senin işin yok, bu iş sana daha layık.

                Bu işi olanın yapacağı şey değil. Gülü yakıp dikenin etrafında dolanmak akıl karı değil. Demirden ot bitmesini bekleyen olabilir ama bu hülyaya tutulan, az olur. Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara. Bulursan ne ala, onu sana helal ettim. Bulamazsan yorulmazsın kazar durursun. Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lazım ki o tarafa koşsun.

                Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar. Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belalara uğrar, sabreder.

                Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde. Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allahnın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur. Allah, ona sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar. Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır. Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allahnın has kurbanlarıdır. Onlar, ne Allahı sınarlar, ne de ziyana, kara aldırış ederler.

                O dertli definenin kağıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince; yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.

                İnsanı dertlere düşüren aşka yar oldu. Köpek, yarasını yalaya yalaya iyi eder. Aşk ıstırabına hiçbir yar, hiçbir ortak yoktur. Aşığa alemde bir tek mahrem bile bulunmaz. Aşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır. Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki. Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur. Bir hekim, bu çeşit deliliğe uğrasa hekimlik kitabını kanı ile yıkar, yazılanların hepsini silerdi.

                Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir. Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir.

                O adamda kendini kıble yapmış, dua edip durmuştu. “İnsan ancak çalıştığını elde eder.” Bundan önce bir cevap duymadan yıllarca dua etmişti. İcabet edilmeden dua ediyor, Allah kereminden “Lebbeyk” sesini gizli olarak işitiyordu.

                O illetli adam, ulu yaratıcının cömertliğine güvendiğinden tefsiz oynuyordu. Ona ne bir hatif sesi gelmişti, ne bir haberci ulaşmıştı. Ümit kulağı, “Lebbeyk” sesiyle doluydu ama. Ümidi, dilsiz, sessiz “gel” demekteydi. O davet, gönlünden usancı silip süpürüyordu. Dama gelmeyi öğrenen güvercini çağırma, kov, o bir yere gidemez, kanadı bağlıdır.

                Ey hak Ziyası Hüsameddin, onu kovsan da seninle buluştuğu için can kanadı bitmiştir; kovsan da can kuşu, sebepsiz olarak senin damının etrafında döner dolaşır.

                Onun yiyeceği ,içeceği, konacağı yer, hep senin damındır. Yücelerde kanat çırpar ama tuzağına aşıktır. Hatta ruh, bir an hırsızlamacasına o fütuhattan dolayı sana şükretmese, münkir olsa.

                Durup dinlenmeden kin güden aşk sahnesi, derhal o inkar eden göğüse ateş dolu bir leğen koyuverir. Aya gel, tozdan vazgeç. Aşk padişahı seni çağırmada, çabuk dön der. Ben, güvercin gibi sarhoşçasına bu damın, bu güvercinliğin etrafında kanat çırpmaktaydı. Aşk Cebrailiyim, Sidre’m sensin. İlletliyim, Meryem oğlu İsa sensin bana. O inciler saçan denizi coştur. Şu hastayı bu gün bir hoşça sor, soruştur. Çünkü sen, onunsun, deniz de onundur. Bu an, onun nöbet zamanıdır ama aldırma.

                Zaten bu, onun meydana getirdiği bir feryattan ibarettir. Yarabbi, sen gizli olanı koru, onu meydana çıkarma. Ney gibi iki ağzımız var. Bir ağız, onun dudaklarında gizli. Öbür ağız, size görünmede, feryat etmede, havaya bir hay huydur salmada.

                Fakat can gözü açık olan bilir ki bu baştan çıkan feryat da o baştan çıkmadadır. Neyin bu feryadı, onun soluklarından. Ruhun hay huyu, onun hay huylarından. Ney, onun dudakları ile hemdem olmasaydı alemi şekerle doldurabilir miydi?

                Kiminle yattın, hangi tarafından kalktın da böyle deniz gibi coşup köpürmedesin? Yahut da “Ben rabbime konuk olurum” hadisini okudun, ateş denizinin ta içine atıldın. Fakat “ey ateş, soğu” narası, ey kendisine uyulan zat, senin canını korudu.

                Ey hak Ziyası, din ve gönlün Husam’ı! Hiç güneş, balçıkla sıvanır mı? Bu toprak parçaları, senin güneşini örtmek istediler ama, dağların gönlündeki lâ’l madenleri, sana delalet etmede. Bağlar, bahçeler, senin gülümsemelerinle dopdolu.

                Senin erliğine mahrem olacak Rüstem nerede ki senin yüzlerce harmanından bir buğday tanesini söylemeye kalkayım. Senin sırrından bir ah etmek istersem ancak Ali gibi bir kuyuya gitmeli, kuyunun içine ah etmeliyim.

                Kardeşlerin gönüllerinde kin olduğundan Yusuf’umun kuyu dibinde kalması daha iyi. Sarhoş oldum, kendini ortaya atacağım artık. Kuyu nedir ki? Ben gidip ovanın ta ortasına çadır kuracağım. Ateşli şarabı ver avucuma da ondan sonra benim sarhoşça debdebemi, azametimi seyret.

                O yoksul, defineyi elde edemedi ama söyle, beklesin. Çünkü biz, bu anda neşeye gark olduk. Ey yoksul, artık sen Allahya sığın. Ben gark oldum, benden yardım isteme. Artık o hikayelerde işim yok benim. Ne kendimden haberim var, ne sakalımdan! İçine bir kıl bile sığmayan şaraba gurur, izzeti nefis filan sığar mı hiç?

                Saki, büyük bir sağrak sun da şu zengini sakalından, bıyığından kurtar. Gururundan bize bıyık buruyor, fakat bize hasedinden de sakalını yolup durmada. Onun bütün riyalarını, düzenlerini biliyoruz. O mattır, mattır, mat.

                Pir, beş yüz yıl sonra, ondan ne doğacak? Kıldan kıla ve apaçık görür. Halkın aynada gördüğünü pir, pişmemiş kerpiçte görür. Kaba sakallının evinde görmediği, köseye bir bir görünür.

                Denize git, sen balık oğlusun. Neden çerçöp gibi sakalına düştün böyle? Çerçöp değilsin sen, bu senden uzaktır. Sana inciler bile haset eder. Denizde, dalgalar arasında olman daha doğrudur. Deniz birdir. Eşi, ortağı yoktur. İncisi balığı da dalgasından başka bir şey değildir.

                Ona eş, ortak olsun... Buna imkan yoktur. Böyle şey, o denizden, o denizin pak dalgasından uzaktır. Denizde ikilik ve ıstırap yoktur. Fakat şaşıya ne söyleyeyim? Hiç hiç! Ey şemen, şaşılara arkadaşız madem, müşrikçe konuşmak gerek. O birlik, vasıf ve hal bakımındandır. Fakat söz meydanına ancak ikilik gelebilir. Ya şaşı gibi bu ikiliği iç, yahut ağzını yum, güzelce sus! Yahut da nöbetle gah sus, gah söyle. Hasılı şaşıca davul döv vesselam. Bir mahrem gördün mü can sırrını söyle. Gül gördün mü bülbüller gibi nara at.

                Hileyle, geçici şeylerle dolu bir tulum görürsen dudağını kapat, kendini küp haline sok. O, suyun düşmanıdır, onun önünde oynama. Yoksa bilgisizlik taşını atar, küpü kırar. Cabilin eziyetlerine sabretmek, ehil olanlara ciladır. Nerede bir gönül varsa sabırla cilalanır. Nemrut’un ateşi, İbrahim’e bir ayna temizliği verdi, aynayı cilalar gibi onu da arıttı, cilaladı. Nuh kavminin cefası ile Nuh’unu sabrı, Nuh’a ruh cilası oldu
                .
                [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Mesneviden Hikayeler

                  Bazen duasının kabul edilmeyişine bakıp kötü zanlara düşüyor, niçin duam kabul edilmiyor diyor,
                  bakara 214

                  ..Öylesine sürçtüler, öylesine kaydılar, sarsıldılar ki peygamber ve onunla beraber bulunan iman ehli bile, Allah yardımı ne vakit dediler. Bilin ki şüphe yok, Allah'ın yardımı yakındır.
                  Yılın yarısında çorak bir hale gelir, yarısında yeşerir, tazeleşir.
                  fusilet 39

                  Ve onun delillerindendir, şüphesiz, yeryüzünü kupkuru, donmuş bir halde görürsün, derken oraya yağmur yağdırdık mı harekete gelir, kabarır, yeşerir, nebatlar bitirir; onu dirilten, elbette ölüyü de diriltir şüphe yok ki onun, her şeye gücü yeter.
                  Dünyanın bütün hallerini böyle bil. Kıtlık, bolluk, barış, savaş, hep denemelerden meydana gelir.

                  bakara 155

                  Andolsun ki mutlaka sizi birazcık korkuyla, açlıkla, mal, can ve meyve noksanıyla sınayacağız. Müjdele sabredenleri.

                  Elde etmen uzarsa sakın ümitsizlenme her an “ Allahdan ümit kesmeyin” ayetini vird edin.

                  zümer 53

                  De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe yok ki o, suçları örter, rahimdir.
                  Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı, nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü.
                  neml 12

                  Ve elini koynuna sok da bir hastalık yüzünden olmaksızın bembeyaz, parıl parıl parlar bir halde çıksın; bu, Firavun'la kavmine gösterilen dokuz delil içindedir;

                  Eğer İmamet yoksa eğer rehberlik ve önderlik yoksa eğer hedef yoksa ve eğer Hüseyin yok ve onun yerine eğer Yezid varsa, işte o zaman; Allah evi etrafında dönmekle puthane etrafında dönmek arasında hiçbir fark yoktur.”

                  Ali Şeriati

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Mesneviden Hikayeler

                    GÜZEL PAYLAŞIM....

                    elinize sağlık....



                    Yorum

                    YUKARI ÇIK
                    Çalışıyor...
                    X