—Kardeş siz buralı mısınız?
—Evet, neden sordunuz?
—Bu şehirde fakirlere ve çaresizlere yardım edebilecek cömert birini tanıyor musunuz?
—Dilenci misiniz?
—Hayır, büyük bir sorunum var ve yardım almam gerekiyor.
—Namaz vakti geldiğinde mescide git, orda kime sorsanız size gösterirler, adı Hüseyin’dir.
Yabancı büyük bir sevinçle mescide doğru ilerlemeye başladı. İçinde bir umut ışığı belirmişti. Mescide varıp bir köşede oturdu. Heyecanla ezanın okunmasını bekledi. Bir süre sonra namaz vakti girmiş, namaz kılınmıştı. Namazını bitiren yabancı, yan tarafında duran adama sordu:
—Kardeş, Hüseyin diye biri varmış, acaba burada mı?
—Evet, hemen şuradaki!
Yabancı, adamın işaret ettiği yere baktı ve elbisesine çeki düzen verip İmam’ın yanına vardı. Selam verip hal-hatır sorduktan sonra:
—Efendim, ben bu şehirde yabancıyım. Gelir gelmez bu şehirdeki en cömert kimseyi sordum, sizi tarif ettiler. Bu yüzden de sizi rahatsız ettim. İçinde bulunduğum sıkıntıyı giderirseniz minnettar kalırım, dedi.
—Size nasıl yardımcı olabilirim?
—Birinin diyetini ödemek için kefil oldum; ama ne yazık ki tamamını ödeyecek gücüm yok. Eğer ödeyemezsem sefil bir hayatım olur!
—Ey kardeş, bir gün dedem Resul-i Ekrem’den (s.a.a) şöyle dediğini duydum: “Bağışlar, tanışlık miktarıncadır.” Buna göre ben de sana üç soru soracağım. Eğer üçünü de doğru yanıtlarsan kefili olduğun diyetin tamamını öderim, eğer ikisini yanıtlarsan üçte ikisini öderim, birini yanıtlayacak olursan da diyetin sadece üçte birini öderim.
—Efendimiz, ilmin kaynağı sizlersiniz; benden ne beklenebilir ki? Ama yine de sorun; eğer bilirsem söylerim; bilmesem de en azından sizden bir şeyler öğrenmiş olurum.
—En iyi ve en üstün amel nedir?
—Allah’a iman.
—İnsanı helak çukurundan kurtaran şey nedir?
—Allah’a güvenmek ve O’na tevekkül etmek.
—İnsan için ziynet olan şey nedir?
—Sabır ve tahammülle bir arada olan ilim.
—Eğer buna sahip olamazsa hangi şey ziynettir?
—Cömertlikle bir arada olan servet.
—Eğer buna da sahip değilse?
Yabancı bu kez başını aşağı eğip düşünmeye başladı. Bir süre sonra tekrar İmam’a dönerek cevap verdi:
—Sabır ve kanaatle bir arada olan fakirlik.
İmam Hüseyin (a.s) bu cevabı duyunca gülümsedi ve tekrar sordu:
—Son bir soru daha; peki ya buna da sahip değilse?
—Bu durumda onun ziyneti gökten bir yıldırım düşmesi ve onu yakıp kül etmesi olur!
Bu son cevap İmam’ı güldürmüştü. İmam yerinden kalkıp yabancıyı yanına aldı ve onu evine götürdü. Eve vardıklarında yabancıya bin dinar verdi ve buna ilave olarak da parmağındaki yüzüğü hediye etti. Sonra da ona dönerek:
—Ey kardeşim, paralarla borcunu ödersin; bu yüzüğü de satarak geçimini temin et, dedi.
Yabancının gözleri sevinç gözyaşlarıyla dolmuştu. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. İmam’ın ellerine sarılıp öptü ve ardından bağrına bastı. Vedalaşma faslından sonra geleceğin Kerbela Sultanı’ndan ayrılmadan önce şunları söyledi:
—Allah Risaletini kimde kılması gerektiğini çok iyi biliyor! (Enam, 124)
—Evet, neden sordunuz?
—Bu şehirde fakirlere ve çaresizlere yardım edebilecek cömert birini tanıyor musunuz?
—Dilenci misiniz?
—Hayır, büyük bir sorunum var ve yardım almam gerekiyor.
—Namaz vakti geldiğinde mescide git, orda kime sorsanız size gösterirler, adı Hüseyin’dir.
Yabancı büyük bir sevinçle mescide doğru ilerlemeye başladı. İçinde bir umut ışığı belirmişti. Mescide varıp bir köşede oturdu. Heyecanla ezanın okunmasını bekledi. Bir süre sonra namaz vakti girmiş, namaz kılınmıştı. Namazını bitiren yabancı, yan tarafında duran adama sordu:
—Kardeş, Hüseyin diye biri varmış, acaba burada mı?
—Evet, hemen şuradaki!
Yabancı, adamın işaret ettiği yere baktı ve elbisesine çeki düzen verip İmam’ın yanına vardı. Selam verip hal-hatır sorduktan sonra:
—Efendim, ben bu şehirde yabancıyım. Gelir gelmez bu şehirdeki en cömert kimseyi sordum, sizi tarif ettiler. Bu yüzden de sizi rahatsız ettim. İçinde bulunduğum sıkıntıyı giderirseniz minnettar kalırım, dedi.
—Size nasıl yardımcı olabilirim?
—Birinin diyetini ödemek için kefil oldum; ama ne yazık ki tamamını ödeyecek gücüm yok. Eğer ödeyemezsem sefil bir hayatım olur!
—Ey kardeş, bir gün dedem Resul-i Ekrem’den (s.a.a) şöyle dediğini duydum: “Bağışlar, tanışlık miktarıncadır.” Buna göre ben de sana üç soru soracağım. Eğer üçünü de doğru yanıtlarsan kefili olduğun diyetin tamamını öderim, eğer ikisini yanıtlarsan üçte ikisini öderim, birini yanıtlayacak olursan da diyetin sadece üçte birini öderim.
—Efendimiz, ilmin kaynağı sizlersiniz; benden ne beklenebilir ki? Ama yine de sorun; eğer bilirsem söylerim; bilmesem de en azından sizden bir şeyler öğrenmiş olurum.
—En iyi ve en üstün amel nedir?
—Allah’a iman.
—İnsanı helak çukurundan kurtaran şey nedir?
—Allah’a güvenmek ve O’na tevekkül etmek.
—İnsan için ziynet olan şey nedir?
—Sabır ve tahammülle bir arada olan ilim.
—Eğer buna sahip olamazsa hangi şey ziynettir?
—Cömertlikle bir arada olan servet.
—Eğer buna da sahip değilse?
Yabancı bu kez başını aşağı eğip düşünmeye başladı. Bir süre sonra tekrar İmam’a dönerek cevap verdi:
—Sabır ve kanaatle bir arada olan fakirlik.
İmam Hüseyin (a.s) bu cevabı duyunca gülümsedi ve tekrar sordu:
—Son bir soru daha; peki ya buna da sahip değilse?
—Bu durumda onun ziyneti gökten bir yıldırım düşmesi ve onu yakıp kül etmesi olur!
Bu son cevap İmam’ı güldürmüştü. İmam yerinden kalkıp yabancıyı yanına aldı ve onu evine götürdü. Eve vardıklarında yabancıya bin dinar verdi ve buna ilave olarak da parmağındaki yüzüğü hediye etti. Sonra da ona dönerek:
—Ey kardeşim, paralarla borcunu ödersin; bu yüzüğü de satarak geçimini temin et, dedi.
Yabancının gözleri sevinç gözyaşlarıyla dolmuştu. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. İmam’ın ellerine sarılıp öptü ve ardından bağrına bastı. Vedalaşma faslından sonra geleceğin Kerbela Sultanı’ndan ayrılmadan önce şunları söyledi:
—Allah Risaletini kimde kılması gerektiğini çok iyi biliyor! (Enam, 124)
Yorum