Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

    Prof.Dr. Mehmet BAYRAKDAR

    Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Felsefe ve Din Bilimleri
    İslam Felsefesi Bölümü, ANKARA

    ÖZET:Bu makalede bütün dinlerin aynı olduğunu ve her dinin aynı Allah tasavvuruna sahip olduğunu demek için, dinlerarası diyaloğa angaje olan bazı Müslüman bireylerin, cemaatlerin ve kurumların İslamın iman ilkelerini ve yerleşik İslami görüşleri değiştirmeye çalıştıklarını anlattık.

    GİRİŞ


    Özellikle Il.Vatikan Konsili (1962-1965) sonrası başta Vatikan, Amerika’­daki ve Avrupa’daki Protestan, Evangelik ve Ortodoks kiliselerinin “Dün­ya Barışı” amaçlı ve bu arada Amerikan stratejistlerinden S.Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” ve F.Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” gibi iddiasına da bir cevap gerekçesiyle,1 başlattıkları dinlerarası diyalog faaliyetleri İslâm dünyasında da fazlasıyla yankı bulmuştur. İslâm dünyasındaki bazı dini ve akademik resmi kurumlar, vakıflar, dini cemaatler ve tarikatlar, sivil toplum örgütleri, kişisel tem­silli din adamları, akademisyenler ve siyasîler diyalog faaliyetlerine katılmışlar­dır.


    Burada dinlerarası diyalog faaliyetlerine katılan ve bunları yürüten Türkiye’­deki dini cemaatlerin, resmi kurumların, sivil toplum örgütlerinin ve kişisel temsil­li katılımcıların diyalog sürecinde İslâm adına yaptıkları yorumlarını ve beyanlarını, genel bir isimlendirmeyle “Hıristiyanlaştırılan İslâm” dememek için “Başkalaştırı­lan İslam” adıyla tanıtmaya çalışacağız. Türkiye’de oluşmaya başlayan bu dinlera- rası diyalogçu İslâm anlayışı, gerçekten sadece her hangi bir Müslümanın veya bir mezhebin İslâm anlayışına ters değil, bugün bizzat doğrudan İslâm’ın temel kayna­ğı olan Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı duruma gelmiştir.

    Her vesileyle Hıristiyan dinlerarası diyalogçular şöyle derler: Diyalog, dinlerin kitapları, peygamberleri, iman ve inançları üzerinden yapılmamalıdır. İnsanlığın manevî ve ahlâkî değerlerini korumak artan seküler ve ateist anlayışlara karşı ortak tavır almak, dinler yüzün­den insanlar arasında kavgaların çıkmasını önlemek ve böylece de nihayi olmak insanlığın mutluluğu ve barışı için yapılmalıdır. Ve ilave ederler: Dinlerarası diyalog bir tarafın dinini diğer tarafa kabul ettirmek değildir.

    Dinlerarası diyaloğun bu amaç ve gerekçelerini, Türkiye’deki ve diğer İslâm dünyasındaki Müslüman di- yalogçu kişiler ve çevreler de aynen tekrarlarlar.

    Şimdi hem Hıristiyan taraftan hem de Müslüman taraftan diyaloğun aynı tondaki tanımını görme bakı­mından iki alıntı yapalım:
    Lynn de Silva: “Diyalog hiçbir şekilde kişinin ken­di inancına bağlılığına ve sadakatine zarar vermez. Ak­sine o kişinin kendi inancına bağlılığını geliştirir ve pekiştirir. Diyalog, dinlerin birleştirilmesine yönelik bir hareket olmayıp aksine ona karşı bir kalkandır. Çünkü diyalog sürecinde katılımcılar birbirlerini daha yakın­dan tanıyarak birbirlerinin dinsel gelenekleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olurlar. Diyalog kişilere manevi bir yaşam için daha geniş bir perspektif sunarak onları tek düzelikten kurtaran yaratıcı bir karşılıklı etkileşim­dir. Diyalog bir tarafın diğer taraf hakkındaki olumsuz tutumunu ortadan kaldırmak için son derece gerekli bir eylemdir.”2

    Aydüz: “O halde diyalog her şeyden önce; içerde diyalog ve dinlerarası, kültürlerarası diyalog, insanlara, kültürlere, dinlere kendi kendilerini tanımlama, kendi kendilerini tanıtma ve kendi kendilerini bildirme anla­mına geliyor ve bu yönüyle de iyidir, kesinlikle teşvik edilmelidir.... Dinlerarası diyalog; dinleri birleştirme ve­ya bir potada eritip ‘yeni bir din’ üretme teşebbüsü değil­dir. Dinlerarası diyalog; tüm farklılıkları koruyarak herhangi bir zorlamaya girmeden hoşgörü ve anlayış içinde ortak meseleleri konuşma, müzakere etme ve iş­birliği yolları arama gayretidir.”3

    Dinlerarası diyalog amacı tanımlandığı gibi ise, Müslüman diyalogçular niçin İslâm’ı, aşağıda vereceği­miz örneklerde olduğu gibi ters-yüz ederek diğer din mensuplarına tanıtıyorlar?

    Dinlerarası diyologçuların diyalog için biçtikleri ulvî gaye, tanışma, dinleri tanıtma ve dünya barışını te­sisi vs. vs.. Çok güzel.

    Bu ulvî gayeye, ister bir dinin mensubu olsun, ister ateist olsun kim karşı çıkabilir ki! Karşı çıkmak şöyle dursun destekler. İşte bu nedenle Vatikan’ ın Türkiye İla­hiyat Fakülteleri çevreleriyle yaptığı ilk diyalog toplum- larına ben de katılmıştım.

    Hatta Müslümanlar olarak bizim de bir katkımız olsun diye İslamî Araştırmalar Dergisi’nin desteğiyle An­kara’da 1994 yılında bir dinlerarası diyalog toplantısı da ben tertip etmek istedim. Toplantının düzenlemesiyle il­gili son aşamaya geldiğimiz günlerde Fakülte’ye Vati­kan’dan Christian Troll geldi. O’na toplantının programını gösterdim. Troll böyle bir diyalog toplantısı­nın olamayacağını söyledi. Bunun yerine siz Türkiye’­deki Hıristiyanları toplayın onlar size kendilerini anlatsınlar dedi. Ben de bu diyalog olmaz, monolog olur şeklinde bir cevap verdim.

    İtiraz ettiği programımız kısaca şöyleydi:
    1. Kur’ an - İncil
    2. Hz.Muhammed - Hz. İsa
    3. Müslüman - Hıristiyan
    4. Bugünkü İslam ve Hıristiyan Dünyası.

    Gerek Türkiye’den ve gerekse Avrupa ve Ameri­ka’dan çeşitli Hıristiyan kuruluşları ve temsilcileri top­lantıya katılacaklarını bilmişlerdi. İstanbul’daki American Board hariç, Troll ile görüşmemizden hem sonraki hafta içinde Hıristiyan kuruluşlardan gelecek ka­tılımcılar özür beyan ederek toplantıya katılamayacak­larını bildirdiler.

    Troll, böyle konuların Ortaçağ’daki tartışmaları gündeme getireceği, dilayog yerine kargaşa çıkacağı ge­rekçesiyle itiraz etmişti. Ben de kendisine, Hıristiyan ko­nularını Hıristiyanların ve İslâmî konuların da Müslümanların işlemelerini istediğimizden, toplantının akademik nitelikli olacağından, düşündüğünüz kargaşa ve nizanın olmayacağını ifade ettim. Fakat neticede top­lantıyı iptal etmek zorunda kaldık.

    Bu olay ve aşağıda anlatacağım daha önceki başka bir olay bende diyaloğun amacı hakkında şüphe ve te­reddüt uyandırdı.

    1989 yılında Roma’da katıldığım bir diyalog toplan­tısından sonra toplantıyı tanıtıcı kısa bir makale yazmış­tım. Makalede diyalog yapan ve yapacak Müslümanların Hıristiyanlığı iyi bilmeleri hususuna işaret ettim. Bunun bir misyonerlik hareketine dönüşmemesi için Avrupa’­daki ve Türkiye’deki özellikle gençlerimize hem İslâm’ı, hem de Hıristiyanlığı iyi tanıtmamız gerektiğini vurgu­lamıştım.

    Makalenin yayımından yaklaşık iki hafta sonra o zaman A.Ü.Rektörü olan Necdet Serin telefonla beni arayarak görüşmek istediğini belirtti. Makamına gitti­ğimde Rektör: Sabahtan Vatikan Büyükelçisi Sergio Se­bastian Bey beni telefonla aradı. Bir makale yazdığını ve diyalogun ruhuna aykırı şeyler söylediğini bildirdi, dedi.

    Bir makale yazdım. Ancak diyalogla ilgili olumsuz bir şey yazmadım dedim. İstersen Sebastian Bey ile bir görüş dedi. Görüştüm ve ona bu makalede diyalog ruhu­na aykırı ne bulduğunu sordum.

    Bu olaylar kuşkularımı artırınca, II. Vatikan Konsi- li’nin dinlerarası diyalog ile ilgili kararlarını ve dökü- manlarını okumaya karar verdim. Diyalog için sıkça atıfta bulunulan Lumen Gentium ile Nostra Aetate (Kilisenin Hıristiyan olmayan dinlerle ilişkisi hakkında Konsil deg- lerasyonu) kararlar dışında, Ad Gentes (Kilisenin misyo­nerlik hakkındaki Konsil kararı) ve Unitatis Redintegratio (Ekümeniklik hakkında Konsil Kararı) gi­bi diğer iki kararda da dinlerarası diyaloga ait bilgiler bul­dum. Örneğin Ad Gentes’ in ikinci bölümünde diyalogun misyonerlik olduğu açıkça belirtiliyor. Kararı özetleyen iki Cizvit papaz J. Neuner ve J. Dupuis şöyle diyorlar: “İ­kinci bölüm misyonerlik çalışmasıyla ilgilidir. (10-18. cümleler) Bir yandan diyalog (11) ve yardım (charity) su­numu vasıtasıyla (12), diğer yandan da İncil’i vaaz etme aracılığıyla Tanrının halkını bir araya getiren incilleştir- meyi (13-14) Hıristiyan şehadeti ile sentezlemeyi amaç­lamaktır. Zaten misyonerlik vasıtası olan birincisi (diyalog), ikincisine (İncilleştirmeye) götürür.”4

    Bu kısa giriş cümlelerinden sonra, esas konumuza girmek için, 1986 yılından bugüne yaklaşık 21 yıldır doğ­rudan veya dolaylı bir şekilde diyalog yapan Türk taraf­tarların bilerek veya bilmeyerek misyonerliğin amacına hizmet ettiklerini söyleyelim ve bunun kanıtlarını çeşitli kesimlerin ve kişilerin diyalog adına söylediklerinden ve yaptıklarından örneklerle ortaya koymaya çalışalım.
    [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



    [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

    #2
    Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

    1.Bölüm

    MİSYONERLİĞE ORTAK OLMA
    Herkesin bildiği Türkiye’den dinlerarası diyaloga en çok sahiplenenler en ateşli diyalogçular Fethullah Gülen ve cemaati üyeleridir. Çünkü Fethullah Gülen, Papa II. John Paul’a 9 Şubat 1998 günü sunduğu mektubunda Papa’nın dinlerarası diyalog misyonuna yürekten katıldı­ğını şöyle ifade ediyordu: “Pek muhterem Papa cenapları, Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kıl­ma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamlar getirdik....

    Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve de­vam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Kon­seyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi ar­zu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en müteva- zi yardımlarımızı sunmak için size geldik.”5

    Gülenin mektubunun başlangıç cümlelerinden yu­karıya aktardığımız iki kısım üzerinde dikkatlice düşün­düğümüzde, ortaya iki husus çıkmaktadır:


    a) Gülen nasıl oluyor da Papa nezninde üç dinin doğduğu yerlerin ve halklarının temsilciliğini kendinde görebiliyor? Üç din, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm sırasıyla Mısır-Sina’da, Kudüs’te ve Mekke-Medine’de doğmuştur. Bugün buralarda çeşitli halklar ve devletler vardır. Siyaseten ve hukuken Gülen bu yerleri ve halk­larını nasıl temsil edebilir? Öte yandan bu yerlerin hal­kı din bakımından Yahudi, Hıristiyan ve Müslümandır. Gülen, hadi diyelim İslâm’ı temsil edebilir ama, Yahu­diliği ve Hıristiyanlığı nasıl temsil edebilir? Bu konu hakkında daha fazla durmadan bizim için çok daha önemli olan ikinci hususa geçelim.

    b) Gülen ikinci paragraftaki cümeleleriyle Papalık Konseyi’nin Dinlerarası Diyalog misyonunun bir parça­sı olmayı, buna hizmet etmeyi istiyor ve bunların ger­çekleşmesini arzu ediyor. Gülen, birinci paragrafta kendi hizmet ve vazifesini “Kutsal misyonumuz” diyerek mis­yon olarak nitelediği gibi, ikinci paragrafta da Dinlera- rası Dilayog’ u da misyon olarak niteliyor.

    Misyon kelimesini Gülen’ in kasıtlı olarak seçip seç­mediğini bilemiyoruz; ancak Papalık nezninde “misyon” kelimesinin özel bir anlamı vardır ki, bu insanlara Hıris­tiyanlığı tebliğ etmektir; misyonerlik ve misyoner keli­meleri de zaten aynı kelimeden gelir. Nitekim II. Vatikan Konsili’nin Misyonerlikle ilgili Ad Gentes Divi- nitus adlı kararında misyon şöyle tanımlanıyor: “Kilise tarafından gönderilen İncil öğreticilerinin yükümlülük­leri ve bütün dünyaya giderek İncil’ i vaaz etme vazifesi­ni yüklenerek henüz Mesih’ e inanmamış halklar arasında Kilise’yi yerleştirmeleri, genel olarak misyon diye adlandırılır.”6

    Dinlerarası diyalog, hem yukarıda sözünü ettiğimiz Ad Gentes’te hem de Gülen’ in mektubunu sunduğu Pa­pa II. John Paul ’un çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamala­rında ve deklarasyonlarında da açıkça diyalog ve misyon, “misyonerlik” olarak tanımlanmaktadır. Gülen’ in hizmet etmek istediği diyaloğu ve misyonu, II. John Paul, “Re- demptoris Misso” başlıklı genelgesinde şöyle tanımlı­yor:


    “Dinlerarası diyalog Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misoynunun bir parçasıdır....

    .. .esasen misyonla ve misyonun şekilleriyle diyalog ara­sında özel bir bağ vardır. Bu misyon aslında Mesih’ i ve İncil’ i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yö­neliktir.. . kurtuluşun Mesih’ten geldiği ve diyalo- ğun evangelizasyondan (incilleştirme) ayrılmadığı gerçeği gözardı edilmemiştir. . Diyalog, Kilise’nin kur­tuluşun tabiî yolu olduğu inancıyla yönlendirilmeli ve ikmâl edilmelidir.
    ...Diyalog Tanrı’nın Krallığı ’a doğru bir yoldur ve bunun süresini ve mevsimini sadece Baba bilse de, mutlaka sonuç verecektir.”7

    En yetkili ağızdan dinlerarası diyalog gerçek ama­cıyla böyle de tanımlanıyor. O halde Gülen’ in diyaloğa ortak olmasının ne anlama geldiğini siz düşünün.
    [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



    [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

    Yorum


      #3
      Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

      2.Bölüm

      İSLÂM VE HIRİSTİYANLIĞI HZ. MERYEM’İ HZ. MUHAMMED İLE NİKAHLAYARAK BİRLEŞTİRME

      Kur ’ an’dan İdrake Yansıyanlar adlı eserinde Gülen, Mer­yem Suresinin 17. ayetinin meâlini kendi ifadesiyle şöy­le verir: “Sonra, insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Ruhumuzu göndermiştik de ona tam bir insan olarak görünmüştü” ve şu yorumunu ilâve eder: “Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibariyle bütün tefsirler, ayeti kerimede: “... ruhumuzu gönderdik.” diye belirtilen ruhun Cebrail (a.s.) olduğunu ifade et­mektedirler. Ne var ki, burada Kur’ an “Ruh” tabirini kul­lanıyor; ruh’un tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendi­mizin ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka bir hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz ola­bilirdi; zira o bir münasebetle Hz. Meryem ’in kendisiy­le nikahlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da “Ruh”un Efendimizin ruhu olabileceği de ihtimal dahi- lindedir...”8

      Her ne kadar Gülen cümlesinin sonunda bu konu­da başka kanıtlar bulunmadan bunun katiyet ifade etme­yeceğini belirtiyorsa da, söz konusu ayeti böyle yorumladıktan sonra geriye ne kalıyor ki? Gülen, kendi yorumuna Hz.Peygamberi de ortak ederek, “O ... Hz. Meryem’ in kendisiyle nikahlandığına işâret buyuruyor­du.” Diyor. Hz.Peygamber’in “işâreti” Kenzu’l-Ummal’- daki bir rivayettir. Bu rivayet gerçek bir hadis bile olsa, Hz. Peygamber’ in Meryem ile nikahının ve zevceleşme- sinin Ahiret’te, Cennet’te olacağını belirtiyor.9 Gülen’ in bu akıl ve mantık dışı yorumlarıyla Hz. İsa’nın annesi­nin, Hz. Meryem ve babasının, haşa, Hz. Muhammed olarak bu dünyada olmuş bir nikahlanma gibi anlatması dinlerarası diyalog çerçevesinde Hıristiyanlığı ve İslâmı “evlendirmeye” yönelik bir girişimden başka ne gibi bir değeri olabilir?

      Gülen ’ in diyalog için Hz.İsa’ya anlattığımız özel il­gisini, cemaatin bir başka üyesi ve Aksiyon Dergisi’nin editörü İ.Karayeğen de sözleriyle doğrulamaktadır. Söz konusu derginin 470 nolu özel sayısında “İnsanlık O’nu Bekliyor: Hz. İsa” başlıklı bir kapak dosyası hazırlamışk- tır. Editör şöyle yazıyor: “Müslümanlık ile Hıristiyanlık sanılanın aksine Musaviliğe nisbeten birbirine daha ya­kındır. Buradaki ortak payda Hazreti İsa (A.S.)’dır. Hz. İsa bizim de peygamberimizdir ve Kur’ an’da tek kadın Hz. Meryem aynı zamanda bir surenin de adıdır. Bunlar müşterek çizginin en büyük delilidir. Müdakkik araştır­macılar, teslis inancını terk eden samimi İsaviler ile İslâm Dini arasındaki mesafenin kısaldığını görmekte- dirler.”10

      Görüldüğü gibi Gülen ve cemaatinin Hıristiyanlar- la özel ilişkilerini Hz. İsa’nın da Müslümanların peygam­beri olduğu inancıyla Hz. İsa üzerinden kuruyorlar. Peki Hz. Musa, Müslümanların inandığı bir peygamber değil mi? Eğer ilişkiler böylece peygamberler üzerinden ku­rulacaksa niçin Hz. Musa’nın müntesipleri museviler Müslümanlara Hıristiyanlardan daha uzak oluyor? Gö­rüldüğü gibi Hıristiyanlarla ilişkilerini meşrulaştırmak için Gülen ve cemaati çok basit, basit olduğu kadar da eksik bir mantık oyunuyla temellendiriyorlar.

      Gülen ve cemaatinin diyalog yaptığı Hıristiyanlar teslis inancını terk etmiş, kendi tabirleriyle “İseviler” mi­dir? Çünkü Hz. İsa, teslisçi değil, tevhidçiydi bize göre. Gülen’ in ziyaret ettiği, meşhur mektubunu sunduğu ve mektubunda “diyaloğunuzun bir parçası olacağız” dedi­ği Papa II. John Paul teslisi terk etmiş bir İsevi miydi?

      Diyalog için bu tür tutarsız gerekçelere ne gerek gö­rülüyor ki! Vatikan bizi diyaloğa davet etmiştir; biz de katılıyoruz demek kafi değil mi?
      [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



      [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

      Yorum


        #4
        Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

        3.Bölüm

        HZ. MUHAMMED’SİZ İSLÂM’A DOĞRU

        Gülen ve cemaatinden bazıları dinlerarası diyalog görüş­melerinde Hz. Muhammed ’ in Resûl olduğundan bahset­meyi gerekli ve uygun görmüyorlar:

        “Bazıları üç dinden herhangi bir dine inanmak ye- terlidir. Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz. Mu­hammed’ i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir” diyor. Bazıları da “Ehli kitap ile amentüde ittifak halindeyiz” iddiasında bulunuyor. (Ah­met Şahin, Zaman 17.04.2000)

        Nitekim, Fethullah Gülen de şöyle diyor: “Kur’an-ı Kerim, kitap ehline çağrıda bulunurken, “EY kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeye gelin.” Nedir o ke­lime? “Allah’tan başkasına ibadet yapmayalım.” Allah’a kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, si­zinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’ an devamla, “Allah’ ı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin” diyor. Dikkat edin, bu mesajda, Muhamme- dün Rasûlullah yok.” (Hoşgörü ve Diyalog İklimi. S. 241).

        Fasıldan Fasıla kitabında da, “Herkes kelime-i tev­hidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçir­meli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ ın resûlüdür’ kısmı­nı söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimsele­re rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.” demektedirler. (Küresel Barışa Doğru-131)”11

        Gülen ve yandaşları, Hıristiyanlarla veya başka din mensuplarıyla İslâm adına diyalog yapmada, Kelime-i Tevhid’ i kısaltarak, Muhammed’ in son peygamber ve nebi olduğunu gündeme getirmek istemiyorlar. Eğer yaptıkları dinlerarası diyalog ise ve İslâm üzerinden bu diyaloğu yapılıyorsa, Hz. Muhammed’siz İslâm, İslâm olur mu? Kelime-i Tevhid’ten Hz. Muhammed kelime­sini çıkarmak, sadece Gülencilere mahsus değildir; bel­ki de onun etkisiyle aşağıda göreceğimiz gibi bazı kurum ve kişiler de aynı şeyi yapıyorlar.

        Şimdi de, Gülen cemaati mensupları ile bu cemaa­tin faaliyetlerine sürekli iştirak eden kimselerden örnek verelim.
        [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



        [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

        Yorum


          #5
          Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

          4.Bölüm
          ILIMLI İSLÂM İÇİN ÇALIŞMA


          Gülen cemaatinin en önemli akademik kurumu olan Fa­tih Üniversitesi’nin Amerikan Kültürü ve Edebiyatı ile İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümleri, 2006 yılında düzen­ledikleri bir uluslar arası konferans için TÜBİTAK’tan mali katkı isteme gerekçesinde şu ifadelere yer veriyor­lar: “Aslında, Avrupa ve Asya’nın arasında, karşısında ve ötesindeki Türkiye (ve özellikle İstanbul), ılımlı İslâmi eğitim misyonu ve ulusal sınırları aşan gelecek görüşü ile Fatih Üniversitesi ve Amerikan Kültürü ve Edebiya­tı ile İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerini oluşturan ulus­lar arası eğitim kadrosu bu görev için çok uygundur.”
          [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



          [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

          Yorum


            #6
            Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

            5.Bölüm

            PAPA OLMAK BİLE CEMAAT ONAYINDAN GEÇİYOR

            Nuriye Akman’ ın cemaate bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı başkan yardımcısı ve Kültürlerarası Diyalog Plat­formu Genel Sekreteri Cemal Uşşak ile yaptığı ve 9.12.2006 tarihinde Zaman gazetesinde “Kardinal Rat- zinger Türkiye’de Papa Oldu” başlığıyla yayımlanan söy­leşinin takdim cümlesinde N.Akman, Uşşak için şöyle diyor: “16. Benediktus’ un seçildikten sonra değil, Türki­ye’ye geldikten sonra gerçek Papa olduğuna inanıyor.” Bu inancını Uşşak da, Akman’ ın bir sorusuna verdiği ce­vabında şöyle ifade ediyor: “Kendisi buraya gelinceye ka­dar Papa olmamıştı henüz. Hâlâ kardinal Ratzinger’di, bir felsefe veya teoloji fakültesinde öğretim üyesi sıfa­tıyla duruyordu. Ama taç giyen baş akıllanır. Bana göre Türkiye ziyareti ile birlikte Papa olmaya başladı.”12
            Görüldüğü gibi Papa XVI. Benedikt’ in Papalık ona­yı Uşşak’tan geçiyor. Keşke Uşşak Papa’nın niçin Türki­ye ziyareti ile gerçek Papa olduğunun gerekçesini de açıklasaydı da bize soru sordurma zahmeti vermeseydi.
            Uşşak, biz de dinlerarası diyaloğun ve misyonun or­tağıyız diyerek XVI. Benedikt Türkiye’ye gelmekle bi­zim de onayımızı aldı ve gerçek Papa oldu mu söylemek istiyor? Yoksa Uşşak, Türkiye’yi geçmişini veya gelece­ğini düşünerek bir Hıristiyan ülkesi gibi görüyor da zi­yaretiyle Papa Türkiye’nin de papası mı oldu demek istiyor. Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz; ancak ceva­bını biz değil Uşşak verebilir.
            [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



            [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

            Yorum


              #7
              Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

              6.Bölüm

              HZ. MUHAMMED’İN ÜMMETLİĞİNİ BIRAKIP HZ. İSA’NIN ÜMMETİ OLMAYA YÖNELME

              Dinlerarası Diyalog hareketine dahil olduktan bu yana Gülen cemaatı kadar A.Oktar (Adnan Hoca) cemaati de son zamanlarda bir biçimde Hz. İsa, Hz. Meryem ve Kı­yamet ile ilgili çok sayıda eserler telif veya tercüme etti­ler. Elbette bunlar yapılabilir; bizim şikayetimiz bunları sayıca çokluğuyla ilgili değildir. İçerikleriyle ilgilidir.Nuzûl-i İsâ (Hz.İsa’nın tekrar dünyaya dönüşü) ile ilgili söylemleri, Hıristiyanlarınkine benziyor. Hıristi­yan dünyada gün geçmez ki Hıristiyanlar “İsa geldi”, “İ­sa görüldü” gibi çığırtkanlık yapmasın. Diyalog ile birlikte bu cemaatlerin ezberlerinde ve söylemlerinde de benzer şeylere sıkça raslıyoruz. Kaldı ki Nuzûl-i İsa ih­tilafları bir meseledir.13


              Daha önce sözünü ettiğimiz Aksiyon dergisinin özel sayısına kısa bir makale yazan Suat Yıldırım -ki kendisine saygı ve hürmetim var- şöyle diyor: “. Müs­lüman ve Hıristiyan ümmetlerinin, Hz.İsa’nın şahsiyeti etrafında bütünleşerek, hem kendilerini, hem de bütün insanlığı kurtarmaya yönelmeleri, hepimizin ideali ol­malıdır. Bunun bazı emareleri de görünmektedir.”14

              S.Yıldırım bu sözlerine -bu iş gönül işi değil ama- benim gönlüm razı değildir. Kendisinin de belirttiği gi­bi mutlak risaletin sahibi Hz. Muhammed ise ve henüz Hz. İsa da ortada yoksa, niçin S.Yıldırım Müslümanları Hz. İsa arkasında saf tutmaya davet ediyor da Hıristi- yanları Hz. Muhammed etrafında toplanmaya çağırmı­yor?

              Yoksa Hz. Muhammed’in risaleti insanlığın kurtuluşuna kâfi değimlidir?

              S.Yıldırım’ ın sözleri ve tavrı sadece ve sadece mis­yonerlerin işine yarayabilir; şöyle ki onun sözleri mis­yonerler tarafından Müslümanların Hıristiyanlaştırıl ması için en iyi psikolojik bir zemin oluşturmaktadır.

              Misyonerler “Müslümanlar! Bakınız sizin büyükleriniz sizi Hz. İsa etrafında bütünleşmeye davet ediyor” dese­ler ve diyenler de var; buna hangi Müslümanın gönlü ra­zı olabilir?
              [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



              [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

              Yorum


                #8
                Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                7.Bölüm

                ORYANTALİSTLERİN VE MİSYONERLERİN KUR’AN HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNE ONAY VERME


                S. Yıldırım’ ın yaptığı bizce en tehlikeli şey, “Kur’ an-ı Hakim ve Açıklamalı Meâl” adlı F.Gülen’ in isteğiyle ha­zırladığını söylediği çalışmasında meâl bir çok ayetin so­nuna, Kitâb-ı Mukaddes cümleleri ile aynı anlamlarda oldukları iddiası ile referansta bulunmasıdır.

                Söz konu­su meâl şu üç noktadan bize göre oldukça sakıncalı­dır:

                a) Bilimsel Değildir: Kutsal kitaptan not düştüğü cümlelerin çoğunluğunun, Kur’ an ayetleri ile ya anlam bakımından uzaktan-yakından hiç ilişkisi yoktur, ya da sadece benzer kelimeler ve olayları ihtiva etmektedir. Bu son açıdan, bazı benzerlikler olsa da, Kur’ an ayetleri ile kutsal metin cümleleri farklı amaçları dile getirmek­tedir.

                Konuyu açıklama bakımından bir çok örnekten bir tanesini aktaralım:

                Yıldırım’ ın Bakara Suresi 62. ayet için verdiği meâl şöyle: “İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Sâbiler. Her kim Alllah’ a ve ahiret gününe (gerçtekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab’leri ya­nında mükâfatları varndır. Onlar için herhangi bir kor­ku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar. (KM, Matta 2.23; Resûllerin İşleri, 2, 22)15

                Şimdi de ilişki kurulan Kitâb-ı mukaddes cümlele­rini aktaralım:

                Matta 2:23:

                “Oraya varınca Nasıra denen kente yerleşti. Bu, peygamberler aracılığıyla bildirilen, ‘O’na Nasıralı dene­cektir’ sözü yerine gelsin diye oldu.”16


                Resûllerin İşleri 2:22:

                “Ey İsrailliler, şu sözleri dinleyin: Bildiğiniz gibi Nasıralı İsâ, Tanrı’nın, kendisi aracılığıyla aranızda yap­tığı mucizeler, harikalar ve belirtilerle kimliği kanıtlan­mış bir kişidir.”17


                Bakara 62. ayet ile anlamca ve konuca İncil sözle­riyle bir benzerlik nasıl olabiliyor! Matta 2:23’de 22’nin devamı olarak bebek Hz. İsâ’nın Meryem ve Yusuf tara­fından Nasıra’ya getirilişi anlatılıyor. Resûllerin İşleri 2, 22’de ise, İsraillilerin, Hz. İsâ’ya inanmaları için bir ça- ğırıdan söz ediliyor.


                b) Oryantalistlerin Kur’ an’ ın Kaynağı Hakkındaki Görüşlerinin Tasdiki: Bilindiği gibi bir çok Yahudi ve Hı­ristiyan asıllı oryantalistler asırlardır Hz. Muhammed ’ e sahte peygamber olarak bakmaktadırlar. Kur’ an’ ı Hz. Peygamber’ in kendisinin yazdığını iddia etmektedirler; hâlâ da böyledir.18 Hz. Peygamber’in Kur’an’ı Tevrat ve İncil’den çalıntı yaparak yazdığını söylerler. Yıldırım as­la böyle bir düşüncede olamaz; ancak öyle düşüncede olan Hıristiyanlara iddialarını tasdikte bir koz vermiş oluyor.


                c) Kutsal Kitapların Tahrif Olmadığına Kanıt Gös­terme: Yıldırım’ ın ayet meâllerinin altına Kutsal Kitab’ a atıfta bulunması, Kur’ an-ı Kerim’ in bu kitap hakkındaki tahrif ve tebdil edilmiştir gerçeğine gölge düşürmektedir. Çünkü bu gerçeğe karşı Hıristiyanlar ve misyonerler şid­detle itiraz ediyorlar. Kutsal Kitap’da tahrif yok diyorlar. Yıldırım böyle bir meâl hazırlamakla sanki Hıristiyanla­rın iddialarını tasdik etmiş görünüyor.

                Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde Yıldırım- ’ın bu meâli ile Kutsal Kitapların nesh olmadığı, tahrif olmadığı, hatta Kur’ân’daki ayetlerin Tevrat ve İncil’den alınma olduğu Hıristiyan-Yahudi iddiaları doğrulanmış oluyor.

                Hıristiyanlar ve Yahudiler kendi yaptıkları Kutsal Kitap çevirilerine, Kur’ân’dan referanslar veriyorlar mı? Fakat S.Yıldırım’ ın yaptığını, ondan önce onlar yapıyor­lardı. Muhtemelen Yıldırım onları taklit etmiştir de ola­bilir. Ancak onlar bunu Tevrat veya İncil tercümelerinde değil, ayrı çalışmalarla yapmışlardır ve yapmaktadırlar.

                Bunlardan ilki, D. Masson’ un “Kur’ân ve Yahudi- Hıristiyan Vahyi” adlı çalışmasıdır.19 Yazar, çeşitli dinî konularda Tevrat ve İncil’den yaptığı alıntılarla ilgili gördüğü Kur’ân ayetlerini bir araya getiriyor. Çoğu za­man da bunları ayetlerin anlam bütünlüğü, esbab-ı nü- zülû ve siyak-sebak hesaba katmadan yapıyor. Başka bir örnek, misyoner D.Wickwire ’ın çalışmalarıdır; Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edilmediğini ispat için, o da Kur’ an ayetlerinden seçmeler yaparak Kitab-ı Mukaddes cümle­leriyle bir araya getirmiştir.20



                [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                  8.Bölüm

                  KELİME-İ TEVHİD’TEN MUHAMMED İSMİNİ ÇIKARMA


                  Her ne kadar Kelâmî açıdan, Kelime-i Tevhid: “Lâ ilâhe illâllah” demekse de, İslâm’ı öğretirken, buna her zaman “Muhammedun resulullah” cümlesi de eklenir. Gele­neksel olarak Kelime-i Tevhid böyle öğretilir. Geçmişte İslâm devletlerinin bayraklarında, paralarında Kelime-i Tevhid yer aldığından “Allah’dan başka tanrı yoktur” sö­zü “Muhammed Allah’ ın elçisidir” sözü ile beraber veri­lirdi. Kelime-i Tevhid denince de bildiğimiz ifade anlaşılır.

                  Daha önce işaret ettiğimiz gibi Hz. Muhammed’siz bir İslâm anlayışına öncülük eden Gülencilerin etkisiy­le, gerek dinlerarası diyaloğa katılma gerekse AB’ye tam üye olma istemiyle 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı­nın komisyon tarafından hazırlanan İlköğretim 5. sınıf “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” ders kitabında da Keli- me-i tevhid’ten “Muhammedun Resulullah” ibaresi çı- kartılmıştır.21 Oysa ki daha önceki yıllarda yazılan ders kitaplarında Kelime-i Tevhid tam olarak veriliyordu.
                  [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                  [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                    9.Bölüm

                    AYETLERDEN VE HADİSLERDEN HIRİSTİYAN VE YAHUDİLERİ İŞARET EDEN OLUMSUZ KELİMELERİN ÇIKARTILMASI

                    Yine Milli Eğitim Bakanlığının aynı ders kitabında Kur- ’an’dan ve Sünnet’ten dua örnekleri olarak verilen ayet­lerden ve hadislerden Hıristiyanlara ve Yahudilere işaret eden olumsuz ifâdeler çıkartılmıştır.

                    Bir-iki örnek verelim: Fatiha suresi 6. ayete kadar tam veriliyor; esas dua olan 6. ayet yarıda kesiliyor, böylece “...gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” ifadesine yer verilmiyor.22 Oysa dediğimiz gibi, Fatiha’nın esas dua ifade eden ayeti bu ayettir. Ayetin bu kısmı­nın atlanılması Yahudi ve Hıristiyanlardan söz etmesindendir; çünkü bütün tefsirlerde “Gazaba uğra­yanların ve sapanların” Yahudiler ve Hıristiyanlar oldu­ğu belirtilir.

                    Başka bir örnek, Bakara Suresi’nin 284. ayetidir. Ayetin dua kısmının baş tarafı alınıyor, son kısmı olan “Kâfir kavimlere karşı bize yardım et” cümlesi alınmı- yor.23 Çünkü atlanılan kısımda Üzeyir’ e Allah diyen ba­zı Yahudileri ve Allah üçten birisidir diyen yani teslise inanan Hıristiyanları, Allah, kâfirler olarak nitelemiştir.24

                    Ayetler ve hadisler böyle kesilerek verilirken, bazı ayetlerin anlamına, tam tersine ilâveleri de yapılıyor. İb­rahim suresinin 41. ayetinin anlamı, “Ey Rabbimiz! .Hesap görülecek günde. ana-babamı ve inananları bağışlar” şeklinde veriliyor. Ayette geçen “mü’minler”- sözcüğü “inananlar” olarak karşılanarak muğlaklaştırılı­yor; böylece inananın nasıl ve neye inandığı dikkate alınmadan her din mensubu “mü’min” kelimesine dahil ediliyor. Oysa ki, mü’min özel bir tabir olarak sadece Al­lah’ a doğru inancı olan demektir. Nitekim Kur’ an söz ko­nusu surenin 37. ayetinden itibaren Hz. İbrahim ’ in duasını veriyor; burada Allah’ a dosdoğru inanan ve iba­detlerini eda eden kişiler söz konusudur.

                    Kitabın danışma kurulunda ismi geçen bazılarıyla daha önce bu meseleyi tartıştım.

                    Bana dedikleri: Bazen ayetleri tam değil de bir kısmını vermiyor muyuz? Bunu çeşitli konuları anlatırken hep yapıyoruz dediler. Doğru; ama burada yapılan tam o değil; ayetleri ve hadisleri siz dua örneği olarak veriyorsunuz tam da dua olan cümle­leri ve ifadeleri çıkarıyorsunuz, dedim.

                    Şimdi Milli Eğitim Bakanlığından sonra Diyanet İş­leri Başkanlığından da bazı örnekler verelim.
                    [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                    [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                      10.Bölüm

                      RİYÂZU’S-SÂLİHİN’DEN DİYALOG GEREKÇESİYLE HADİS AYIKLAMAK


                      Diyanet İşleri Başkanlığı da, Aralık 1999 yılından itiba­ren Dış İlişkiler Dairesine bağlı olarak Dinlerarası Diya­log Biriminin kurulmasıyla dinlerarası diyalog kervanına katılmıştır. Bazı Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları ve memurları dinlerarası diyalog faaliyetlerine hizmet için bize göre yanlışlıklar yapmaktadırlar. Bir - iki örnek de bunlardan verelim.


                      Riyâzu’s-Sâlihin adlı İmâm Nevevî’nin meşhur ese­rinin tercümesini Başkanlık tarafından uzun suredir bas­maktaydı. Hadislere yorum eklenmiş, -bence güzel de olmuş- yeni bir basım istemiyle, Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanlarından bazılarının inceleme raporuyla Din İş­leri Yüksek Kuruluna gelen eser hakkında, uzman rapor­larından birisinde bazı hadislerin eserden çıkarılması teklife vardır ki, onlardan birisinin gerekçesi, hadisin “medeniyetler ittifakı ve dinlerarası diyalog stratejisine aykırıdır” yargısıdır.
                      [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                      [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                        11.Bölüm
                        TEVHİD İLE TESLİSİ AYNÎLEŞTİRMEK
                        Diyalog süreci başladıktan bu yana gerek aktif ve gerek­se pasif Müslüman diyalogçular, kurum veya kişi olarak, durmadan “Aynı Tek” Allah’ a inanıyoruz nakaratını tek­rarlayıp duruyorlar. Bunu onlara kim öğretti: Papalık mı yoksa Kur’ân-ı Kerim mi? Ümmi bir Müslüman bile bu­nu bilir ki bunu Kur’ân öğretmez. Kur’ân’ın öğrettiği şudur:


                        Maide:116 “Allah, Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara: “Beni ve anamı, Allah’tan başka iki tanrı daha edinin” diye sen mi söyledin? buyurduğu zaman, o “Hâşâ! Seni tenzîh ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana ya­kışmaz.”


                        Mâide: 72 “Andolsun ki, Meryem oğlu Mesih, Al- lah’dır diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Mesih: Ey İsrâil oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olsun Allah’ a kulluk ediniz. Kim Allah’ a şirk koşarsa, Allah ona cenneti ha­ram kılar; onun yeri ateştir ve zâlimlere yardımcılar da yoktur.”


                        Bu âyetler apaçık dururken, hangi dinî, felsefî ve bilimsel gerekçe ile diyalogçular İslâm’ın Tevhid’ ini Hı­ristiyanların teslisi ile aynîleştirirler. “Hepimiz Tek Al­lah’ a inanıyoruz” diyebiliyor! Kelâm ve felsefede Allah’ın basitlik ilkesi vardır; hatta kırbaç yemişler veya engizisyona uğramış da olsalar, bu ilkeden dolayı Orta­çağın batılı bazı filozofları ve teologları Tek Tanrı’ya inanmak üç tanrıya inanmaktan daha evladır diyerek üç­lü veya üçlemeli tanrı inanışına karşı gelmişlerdir.



                        Bir’ in hiçbir şekilde üç, üç’ ün de bir olmadığı ve üçün içinde üç tane ayrı birin olduğu basit bir matema­tik bilgisiyle anlaşılır. Mantıkta ayniyet ilkesi vardır. Bu basit felsefî ve matematik zihniyete bile sahib olmadık­ları anlaşılan modern Müslüman diyalogçular, yukarıda zikrettiğimiz ayetlerden de mi haberdar değillerdir?



                        Bir çok putperestlik şekillerinde de insanlar Tanrı’- ya inanıyorlar; burada önemli olan Tanrı’ya hangi imân ve Tanrı tasavvuruyla inanıldığıdır. Yukarıda zikrettiği­miz ayetlerde ve başka benzerlerinde de açıkça görüldü­ğü gibi Hıristiyanların teslis tasavvuruyla inandıkları ile Müslümanların tevhid tasavvuruyla inandıkları, şimdiki diyalogçu Müslümanların söyledikleri gibi, aynı ve tek tanrı olsaydı niçin Allah teslisçi inanışı küfür ve şirk ola­rak nitelesin ki? Şaşıran hâşâ Allah mı; yoksa Müslüman diyalogçular mı?



                        Tevhidi teslisin vaftiz suyuna batıran Müslüman di- yalogçulardan birisi de ilki S.H.Nasr’dır; papaz akade­misyen John Hick’ in dini çoğulculuğu, kendisinin gelenekselciliği ve dinlerin aşkın birliği adına ve burada dinlerarası diyalog adına tabiî bundan yaklaşık 20 yıl ön­ce John Hick ile yaptığı bir diyalogta teslis inancını Al­lah’ ın Hıristiyan kullarına özel tezahürü ve tecellisi olarak temellendirmektedir. Nasr şöyle der : “Bu doktrin (teslis) tarihi olarak varolan dökümanlardan doğmamış bile olsa, bunun Müslümanlara değil Hıristiyanlara ilâhî olarak istendiğine inanıyorum. Tâbii olan bu doktri­nin imkânına müsaade etmek için o yorum Allah ’ ın, ira­desinin bir yönüne tekabül etmiş olması gerekir. Eğer birisi bu, binlerce yıllık korkunç bir hataydı derse, bunu ben kabul etmiyorum.”25 “Tek” olduğunu, “Doğmadığı­nı” ve “Doğurtmadığını” bildiren26 Allah ’ a karşı bundan daha büyük bir buhtan olabilir mi?



                        Allah her dine kendisini farklı akideyle tezahür et­tiriyorsa, aşağıda bahsedeceğimiz Papa XVI. Benedikt’ e gönderilen mektubun imzacılarından da birisi olan Nasr- ’a sorulmaz mı ki niçin Allah Ehl-i Kitâb’ı Müslümanlar ile onlar arasında olması gereken “Ortak Kelime’ye” da­vet ediyor? Eğer onlarda da aynı tek Allah’ a inanıyor­larsa bu ilâhî davetin dini ve mantıksal açıklaması ne olabilir?



                        Âl-i İmrân Suresi’nin 64. ayetinde “Ortak Kelime” ile Allah’ ın Ehl-i Kitâb’a yaptığı bu daveti bile anlama­mış görünen Nasr’ a ve onun gibi diyalogçu Müslüman- lara -ki diyalog için gerekçelerinin birisi de bu ayettir- bizzat bu kelime bir cevaptır. Çünkü Allah her dine fark­lı bir akide veya inançla tezahür ve tecelli etmediğini beyân ediyor.



                        Şimdi Müslüman diyalogçuların kendilerine daya­nak olarak gösterdikleri ve yanlış değerlendirdikleri Âl-i İmrân Suresi’nin 64. ayetini aktaralım ve kısaca üzerin­de duralım:



                        Allah’ ın Hz. Muhammed’e (şimdi de bize) Ehl-i Ki- tâb’a okumamız istediği ayet şöyledir:


                        “De ki: Ey Ehl-i Kitâb! Bizim ve sizin aranızda or­tak kelimeye geliniz! Bu, Allah’dan başkasına tapmamak, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah’dan başka bazı­larınızın bazılarını rabler edinmemesi değil midir? Eğer onlar yüz çevirirlerse, bizim Müslüman olduğumuza şahit olunuz deyiniz.”



                        Allah hâşâ, bugünkü diyalogçu Müslümanlar gibi şaşkın ve çelişkili olmadığı için, ayette görüldüğü gibi Ortak Kelime’nin ne olması gerektiğini açıklayarak bu­nun Allah’ a şirksiz ve küfürsüz bir imân, yani Tevhid ol­duğunu beyan etmiştir. Yoksa buradaki Ortak Kelime’nin işaret ettiği ortaklık, Müslüman diyalogçu- ların düşündüğünün, anladığının aksine, Ehl-i Kitâb’ın bugün sahip oldukları inançları ve Tanrı tasavvurları ile Tevhid ’ in ortak olması değildir. Hiç şüphesiz Hz. Musa ve Hz. İsâ’nın kendilerinin tebliğ ettiği tevhidçi imân Ortak Kelime’dir; yoksa işaret ettiğimiz gibi Hz. İsâ’nın da Rab ve Tanrı olarak inanıldığı teslisin veya başka tür­lü inançların Ortak Kelime ile bir ortaklığı, aynîliği ve eşitliği söz konusu olamaz.



                        Nasr gibi, tevhidi ve teslisi ayın gören Müslüman diyalogçuların sayısı baya hayli kabarık görünmektedir. Papa XVI. Benedikt’in Türkiye ziyaretini Tempo dergi­si 990. sayısını “Aynı Tanrı, Yollar Farklı” başlığıyla özel sayı yapmıştır. Bu münasebetle Bekir Karlığa ve Ali Mu­rat Yel gibi iki ilahiyatçı akademisyenin dergiye söyle­dikleri cidden esef vericidir.



                        “Medeniyetler İttifakı ve Dinlerarası Diyalog konu­larındaki yetkinliğiyle dikkat çekiyor” diye tanıtılan Be­kir Karlığa: “Dinlerde kast edilen aynı Allah. Fakat Hıristiyanlıkta üçlü bir Tanrı anlayışı var. İsâ da Tanrı. Tanrı oğlu Tanrı, Baba Tanrı, oğul Tanrı ve Kutsal Ruh. Yani Cebrâil, Meryem’e üflenen ruh. Çünkü Hz. İsâ, Meryem’ e üflenen ruh’tan ibarettir. Dolayısıyla burada aynı Tanrı’ya inanmıyorlar demek yanlış olur. Üçü de İbrahim’in Tanrısı. Yani tek Tanrı.”27



                        Karlığa’nın bu çelişkili olduğu kadar da, yukarıda Allah’ ın, Kur’ân’dan alıntıladığımız ayetlerde Hıristiyan inancını şirk ve küfür olarak nitelediği ayetlerin anlam­larına ters düşen beyânına göre, Üçlü Tanrı inancı, Tek Tanrı inancıyla aynıdır. O’na göre, öyleyse, Kur’ân’da anlatılan Tek Allah’ a, haşâ, Hıristiyanlıktaki gibi Baba Tanrı’dır, Oğul Tanrı’dır (İsâ) ve Kutsal ruh Tanrı’dır de­mekte bir sakınca yoktur her halde! Hâşâ. Aksi takdirde İslâm tevhidiyle Hıristiyan teslisi nasıl Tek ve Aynı Tan- rı’yı anlatabilirler ki?



                        Kur’ân’a göre üç dinin Tanrı inancını Hz. İbra­him’de de birleştirmek yanlıştır. Çünkü ayet apaçıktır: “İbrahim, ne Yahûdi, ne de Hıristiyan idi; o ancak hanîf ve Müslümandı; müşriklerden de değildi” (Âl-i İmrân: 67); “De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, İbrahim­’in dosdoğru dinine iletti; o müşriklerden değildi” (En’âm: 161).



                        Bu tenkitler karşısında diyalogçuların bize yönel­tebilecekleri, “Her dinin Allah’ ı veya Tanrı’sı başka baş­ka mıdır da siz bizi eleştiriyorsunuz? Dinlere göre ayrı ayrı Allah mı var?” gibi soruları ve itirazları olabilir; bun­ları tartışmayı daha sonraya bırakarak, diyalogçuların görüşlerini tanıtmaya devam edelim.



                        Tempo’nun aynı sayısından Fatih Üniversitesi sos­yoloji bölümünden, “Katolik uzmanı” olarak A.Murat Yel’ in de bir söyleşisi vardır; söyleşi kısa olduğu için ay­nen aktaralım:



                        “Hıristiyanların teslis yani üç Tanrı kavramı aslında sırlı bir kavramdır. Papa bile bunu açıklayamaz. Onun da bilmediği bir şey. Bir de şu örneği verirler: Elması elini­ze aldığınızda kaç yüzü var? Üç yüzü. Ama tek bir elmas. Bizim teslis inancımız da buna benzer derler. Aslında tek Tanrı var orada. Müslümanlar çok abartarak Hıristiyan- lar üç Tanrı’ya inanıyor yorumunu yapıyorlar. Teslisin temelinde de aslında birlik var. Aynı İslâm’da olduğu gi­bi. İslâm vahdet kavramının çok üzerinde duruyor.”28



                        Eğer Tempo’nun bu sözleri aktarımında bir sorun yoksa, sondan başa Yel’de şöyle demek istiyor herhalde: Ey Allah, niçin vahdet üzerinde fazla duruyorsun! Niçin İhlâs suresini vahyettin? Niçin Hıristiyan inancını küfür ve şirk olarak anlattın? Sen, hâşâ, bilmiyorsun ki Hıris- tiyanlar da İslâm’da olduğu gibi Sen’ in Tekliğine inanı­yorlar. Senin Müslümanların da Hıristiyanlar üç tanrıya inanıyorlar şeklinde meseleyi abartıyorlar; ah şunları bir sustursan!



                        Peki Yel ve Yeller! Papa bile üçlü Tanrı inancını açıklayamıyor da, sizler onun adına teslisi bilip nasıl olu­yor da Tevhid ve Vahdaniyetle aynı sayabiliyorsunuz? Papalar bile Tevhid ve Teslis aynıdır demiyor da sizler diyebiliyorsunuz! Nasıl oluyor da Hıristiyanlar gibi eli­nize aldığınız bir elması örnek vererek, elmas birdir ama üç yüzü vardır diyebiliyorsunuz?



                        Elmas doğadan çıkarılırken doğal üç yüzlü mü çıkı­yor? Yoksa, elması, üç yüzlü kesersen mi üç yüzlü olur? Velev ki, elmas doğadan üç yüzlü çıksın, bu teslise nasıl kanıt olabilir!



                        Verilen örnekte olduğu gibi üç yüzlü bir elmas dü­şünelim. Bu tek bir elmasın, üç yüzlü elmas olarak bir niteliğidir. Niteliklerine göre bir elmasa, sayıca üç elmas­tır denebilir mi? Denemediği için teslis “Sır” oluyor. Sır­lı teslis, nasıl oluyor da açık Tevhid ile aynı oluyor? Madem ki Katolik uzmanısınız şu soruların yanıtını iyi bilirsiniz: Katolikler veya diğer teslisçi Hıristiyanlar her üç Tanrı’ya ayrı üç şahıs (persona) demiyorlar mı? Aynı cevher (öz), ayrı üç şahıs, bu üç şahıs da her yönden denk ve eşit. Üç Tanrı, tanrılıkta aynı cevherdir; fakat şahıs olarak üçtür. Üç insan düşünün, bu üç insan insan­lık veya insan olma cevherinde aynıdır; fakat Ali, Meh­met, Ahmet olarak ayrı şahıslardır. Nasıl olur da, Ali, Mehmet, Ahmet sayı ve şahıs olarak aynıdır, tektir diye- biliyorsunuz?



                        Müslüman dinlerarası diyalogçular bu konuda şim­diye kadar söylediklerimize, “Onlardan zalimlik yapan­ları hariç Ehl-i Kitap ile en güzel şekilde mücadele edi- niz.Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim Tanrı’mız da, sizin Tanrı’nız da birdir; biz yalnız O’na teslim oluyoruz,deyiniz.” mealindeki Ankebut 46. ayeti­ni hatırlatarak itiraz edebilirler; bakınız ayette de bi­zim söylediğimiz: Bizim Tanrı’mız da , sizin Tanrı’nız da birdir deniliyor. Hayır siz bunu, Allah’ ın küfr olarak nitelediği teslisçi Hırıstiyanların akidesi ile Müslüman­ların tevhidçi akidesinin aynı olduğunu ifade etmek için söylüyorsunuz. Oysa ki söz konusu bu ayetin iniş nede­ni, Ehl-i Kitap’tan müslüman olmuş olanlara inanç açı­sından teminattır.Yani Allah onlara müslüman olmakla, sizin dininizde de asli olan Allah’ ın birliği akidesine ka­vuşmuş oldunuz demiştir; zaden ayette bu imanı tasdik etmeyen Ehl-i Kitap zalimler olarak nitelenip istisna edimleştir.Yani başka bir ifadeyle zalimlare :” Sizin de bizim de Allah ’ ımız birdir.” denilmemiştir.



                        Kaldı ki, bu durumu Ehl-i Kitap ’ ı İslama çağıran Kuar’ an’daki bu benzer ayetlerin sırabakımından en so­nuncusu olan Enbiya 108 ve 109. ayetleri çok daha açık bir biçimde anlatıyor :” De ki: Bana tanrınızın ancak Tek bir Tanrı olduğu vahyediliyor. Hala Müslumanlar ola­mayacak mısınız?”, “ Eğer yüz çevirirlerse, de ki : Sizi Ortak olana çağırdım; ancak tehdid edildiğiniz o kıya­met gününün yakın mı, uzak mı olduğunu bilmiyo­rum.”
                        [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                        [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                          12.Bölüm

                          ALLAH’IN BİRLİĞİNDEN DE ŞÜPHELENMEK


                          Müslüman dinlerarası diyalogçular, Tevhid ile teslisi ay- nîleştirince, ister istemez Hıristiyanlık tarihinde görül­düğü şekliyle Tanrı’nın bir mi, iki mi, üç mü, hatta bazı zamanlarda dört mü, beş mi olduğu tartışmaları onların zihnini de etkilemiş olmalı ki, inandıkları Allah’ ın birli­ği hakkında “spekülasyonların” olduğunu söylüyorlar. Bakınız Bekir Karlığa, Sefa Kaplan’ ın kendisine yönelt­tiği “Kur’ an’da ateistlerle ilgili ne gibi hükümler var?” sorusuna verdiği cevabının ilk cümlesine: “İslâm’ın te­mel anlayışı, Allah’ ın varlığı ve birliğine dayanır. Birli­ği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslâm”29 diyerek başlıyor.

                          Önce cümlenin başıyla sonu tezattır. Çünkü İslâm Allah’ın varlığı ve birliğine dayanıyorsa, Allah’ ın birliği nasıl önemsiz olur! İkincisi, İslâm’ı diğer dinlerden ayı­ran en temel nokta, zaten Allah’ ın birliği ve tekliği inan­cıdır. İşte bunun içindir ki, diğer dinler Allah’ ın varlığına inanmalarına rağmen, Allah’ ın, Kur’ an’da da çok açık ifâdelerle belirttiği gibi, onların inancını Allah- ’ın birliğine inanmadıkları için şirk ve küfr sayarak red­dediyor. Üçüncüsü, bir önceki alt başlıkta Karlığa’nın Müslümanlar da Hıristiyanlar da aynı tek Allah’ a inanı­yor derken meseleyi Allah’ ın birliği ve tekliği üzerine vurgu yapmasıyla da bu son ifâdesi çelişmektedir. Dör­düncüsü, kendini Müslüman veya mümin kabul edip de Allah bir miydi, üç müydü diye spekülasyon yapan bir kişiye rastlamadım; bilmem rastlayan var mı! Böyle bir Müslüman bugün varsa, her halde yeni türeme “Müslü­man” olmalıdır.

                          Karlığa,Allahın birliği konusunda “spekülasyonlar” vardır derken,eğer kelamcılar arasında Allah’ ın sıfatla­rının statüsü hakkında yapılmış tartışmalara işaret etmek istiyorsa,bu onların,hangi görüşü savunmuş olurlarsa ol­sunlar, kendi görüşlerinde Allah’ ın birliği hakkında spe- kulasyonları olduğu anlamına gelmez;çünkü her görüşte,statülerini belirleme nasıl yapılırsa yapılmış ol­sun, sıfatlar ve isimler Tek Allah’ a racidir, O’na eş koşu­lan ikinci,üçüncü başka tanrılara değildir. Kur’ an’ a göre Ehl-i Kitap bir yana putperestler bile Allah’ ın var oldu­ğuna inanıyorlar. Ancak hem Ehl-i Kitap hem de putpe­restler, Allah ile birlikte tabii ve insani nesneleri de tanrılar olarak kabul ettikleri için Allah onların inancı­nı şirk ve küfür olarak nitelemektedir.
                          [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                          [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                            13.Bölüm

                            CENNET ALLAH’IN TEKELİNDEN DİYALOGCULARIN TEKELİNE GEÇİYOR


                            Bekir Karlığa aynı cevabının devamında şunları söylü­yor: “Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygam­ber’ i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyen­ler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslâm bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir Tanrıya ina­nanların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kur’ an tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göster­mektedir. Ancak bu hassasiyet onların canına, malına kıyma noktasında değildir. Dolayısıyla, günümüzde ate­istlere karşı olumsuz bir tutum takınılması söz konusu bile olamaz. Kaldı ki, ben ateistim diyen insanların, Kur- ’an’da söylenen tarzda ateist oldukları kanaatinde deği­lim.”

                            Keşke Karlığa ateistleri de cennetten mahrum et­mediğini açıkça ifâde etseydi daha tutarlı olurdu. Belki bunu cümlesinin sonunda zımmen de ifâde ediyor gibi. Zira o, ateistlere bile ateist olma hakkı tanımayarak, “Kur’ an’da söylenen tarzda ateist” olmadıklarını düşü­nüyor. Öyleyse! Öyleyse gerçek ateist olmadıkları için cennete yol bulabilirler!

                            Gelelim kullandığı hadise, bizzat bu hadis, Karlı- ğa’nın bütün söylediklerini boşa çıkarmaktadır.

                            Ne demek: “Allah’tan başka ilah yoktur”?
                            Allah Bir ve Tek’tir demek değil midir?
                            Putlar, Allah değildir demek değil midir?
                            İsa, Allah olamaz demek değil midir?
                            Kutsal Ruh, Allah olamaz demek değil midir?
                            Üzeyir, Allah’ ın oğlu olamaz demek değil midir?
                            Allah’ ın oğlu, kızı yoktur demek değil midir?
                            Melekler, Allah’ ın çocukları olmaz demek değil mi­dir?

                            “Allah’dan başka ilâh yoktur” demek, Allah vardır; O’ndan başka ilâh veya tanrı yorktur demektir. Bu da, Allah Bir’dir ve Tek’tir demektir. Uzatmayalım, bu da her Müslümanın bildiği ve spekülasyonsuz inandığı şey­dir.

                            Hadisten dolayı İslam bilginleri her din mensubu­nun cennete gireceğini söylüyormuş! Merak ediyoruz hangi İslâm bilgini Karlığa gibi düşünüyor? Belki birkaç tane.

                            Bu, İslâm âlimlerinin verecekleri bir karar değil ki! Çünkü Allah’ ın kararı belli:

                            Mâide 72: “Andolsun “Doğrusu, Allah’ ın kendisi, Mesihtir” diyenler kafir olmuşlardır. Ve Mesih “Ey İsra- iloğulları! Benim de Rabbi, sizin de Rabbiniz olan Allah­’a tapın; doğrusu kim Allah’ a ortak koşarsa Allah cenneti ona haram eder, onun varacağı yer ateştir, haksızlık edenlerin yardımcıları yoktur” demişti.”

                            Mâide 73: “Andolsun, “Doğrusu, Allah üçün üçün- cüsüdür” diyenler kafir olmuşlardır. Ancak tek Tanrıdan başka tanrı yoktur. Onlar dediklerinden vazgeçmezlerse, doğrusu, onlardan inkar edenlere acıklı bir azap doku­nacaktır.”

                            Bizler müslüman olarak Allah’ a herkese Cennet’ i­ni nasip etmesi için dua edebiliriz ancak.Cenneti veya Cehennemi parselleyerek dağıtamayız.
                            [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                            [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm(Yazı Dizisi)

                              14.Bölüm

                              MÜSLÜMAN DİYALOGÇULARIN PAPA’YA GÖNDERDİKLERİ “ARAMIZDAKİ ORTAK KELİME” BAŞLIKLI MEKTUP


                              Müslüman dinlerarası diyalogçular, aynı garabeti, 138 imzayla 12 Ekim 2007 günü Papa XVI. Benedikt’e gön­derdikleri, “Sizin ve Bizim Aramızdaki Orta Kelime” baş­lıklı mektupta da sergilemişlerdir.


                              Ürdün Amman’daki Kraliyet Ehl-i Beyt İslâm Dü­şüncesi Müessesesi başkanı Prens Gazi bin Muhammed bin Tala’nın girişimiyle yazılan ve 5’i Türk 138 kişinin imzaladığı meşhur mektubun son III. kısmında şöyle de­niyor:


                              (Tercümeyi mektubun Arapça aslından yapıyoruz “İslâm ve Hıristiyanlık arasındaki bazı şekli ihtilafların azaltılması bulunmadığı zamanda İslâm ve Hıristiyanlık muhtelif iki din olarak değerlendirilmesine rağmen, açıktır ki iki büyük vasiyet, Kur’ân-ı Kerim, Tevrat ve Ahd-ı Cedid (İncil) arasında bir bağ ve ortak bir zemin teşkil etmektedir. Tevrat’ta ve Ahd-Cedid’te iki vasiye­te temel teşkil eden ve onlardan fışkıran şey, Allah’ ın vahdaniyetidir; yani Tek İlâh’tır...” (Bkz. Belge 3).


                              Papa’ya Müslümanca bir mektup yazılıyor; fakat her şeyden önce mektubun en önemli kelimeleri bile İn­cirden alınıyor. Şöyleki: “İki Büyük Vasiyet” Pavlus İn- cili’nin Arapça tercümelerinden alınmadır. Markos’ta (12. Bab, 28-31. cümlelerinde Hz. İsâ’nın,Yahudilerin “Yazıcılar” denen bir grubuna mensup birisiyle tartış­ması anlatılır ve o, Hz. İsâ’ya sorar: “Bütün vasiyetlerin ilki hangisidir?” Hz. İsâ cevap verir: “Birincisi, Ey İsrâil, işitin! Rabbimiz Tanrı’dır, Rabb bir’dir. İkincisi, kom­şunu kendin gibi seveceksin. Bu iki vasiyetten daha bü­yük vasiyet yoktur.”


                              Oysa Kur’ânî kavram, “Emr”dir. Emr ile vasiyet ara­sında anlamca nüans farkı olmalıdır. Bu, o kadar önemlideğildir. Burada yanlış olan, yine, İslâm’ı ve Hıristiyanlığı eş tutma; tevhidi ve teslisi eş görme; tesli­si, en önemli bir İslâmî kavram olan “Vahdaniyet” ve “Tevhîd” ile karşılama girişimidir.


                              Aziz Egidio Cemaati tarafından 19 Kasım 2007 gü­nü 42 kişilik farklı din mensubunun katılımıyla Napoli’­de düzenlenen dinlerarası diyalog toplantısı vesilesiyle Napoli’deki Plebiscito meydanında diyalogçuların da ha­zır olduğu bir toplantıya hitab eden Papa XIV. Benedikt “Angelus” adlı bir konuşma yapmış ve özetle şu mesajlar vermiştir: Bu kültürel ve dinsel etkinliğin dünyada barı­şın güçlenmesine katkı olmasını diliyorum. Bunun için dua edelim. Ama bütün misyonerler için de dua edelim. Bütün insanlığın Hıristiyanlaştırılması hususunda, her kilise aynı derecede sorumludur. Zorluklarla yüz yüze olan, çoğu kez takibata maruz kalan, papazlarıyla, rahi­beleriyle, sivilleriyle misyonerlik cephesine de çalışan­lardan da dualarımızı esirgemeyelim demiş ve diyalogçuları Hıristiyanlığa davet etmiştir.30 Papa kendi açısında doğru mantıksal bir çıkarım yapmıştır;Hıristi- yanlara sürekli olarak “Aynı Tanrı’ya inanıyoruz”, “İnancımız aynıdır” diyen Müslüman diyaloğçulara daha baş­ka ne gibi bir teklif yapabilirdi Papa ?



                              İşte Papa’nın mektuptan ve diyalogtan anladığı bu- dur; kendi adına ve hesabına doğru anlamıştır. Biz iyi de anlıyoruz; fakat anlatamıyoruz! Bu şekliyle yaptığınız di­yalog Hıristiyanlığa hizmettir diyoruz; eğer aynı Tanrı’- ya inanıyorsanız ortada bir şey kalmıyor diyoruz. Fakat Papa bu işlerden doğru mantıksal çıkarım yaparak: Bu­yurun Hıristiyanlığa diyor. Haksız mı?!

                              Daha da önemlisi mektuba imza koyanlardan beş kişiden birisi İstanbul müftüsü Mustafa Çağrıcı’dır; di­ğer dördü Ali Özek, İbrahim Kalın (SETA Başkanı), Ek- meleddin İhsanoğlu ve Caner Dağlı’dır. Ayrıca Yusuf Ziya Kavakçı’nın da imzası vardır.

                              Çağırıcı’nın İstanbul Müftüsü ismi ve sıfatıyla mek­tuba imza atmasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı da bu mek­tuba ortak olmuştur; böylece hem de Papa’nın Hıristiyanlığa davetine muhatab olmuştur, hem de tev­hidin teslis ile denk tutulmasına katılmıştır.

                              Ayrıca Ürdün Kraliyet ailesinin hazırladığı, böyle uluslar arası ilişkilerle ilgili bir mektuba imza koymak da bazen son derece tehlikeli olabilir. Geçen yıllarda da zaman zaman basına yansıdığı gibi, Batı ve Vatikan, kü­reselleşme siyaseti için İslâm dünyasına bir halife veya li­der arıyor. Dedeleri Kral Hüseyin’den beri Ürdün Kraliyet ailesi, İngilizlerin girişimi ve tahrikleriyle ta- libtir. Bilindiği gibi Ürdün Krallığının bugün başta ABD ve Vatikan olmak üzere, Batı ile çok yönlü sıkı ilişkisi vardır; dinlerarası diyalog için verdiği çok yoğun faali­yetleri ile önde olmak istiyor. Nitekim de söz konusu Pa- pa’ya gönderilen bu son ikinci mektup ve 2006 yılında yine onun girişimiyle hazırlanıp gönderilen birinci mek­tupla, bunu bir ölçüde de gerçekleştirdi. Bu mektuplara, bütün İslâm dünyasından dilayogçu kişilere ve resmi ku- rumların temsilcilerine imza koydurtarak önderliğini göstermiştir.

                              Meselenin siyasi boyutuna böyle çok kısaca işaret ettikten sonra tekrar doğruların diyalog meselesine ve diyalog adına verilen tavizleri anlatmaya tekrar döne­lim.
                              [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



                              [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X