Tarihi Materyalizm’e göre toplumun alt yapı ve üst yapı olmak üzere iki tabakası vardır. Alt yapı ekonomi, üst yapı ise ahlakî, felsefî, fikrî, dinî teşkilatlardır. Toplumun alt yapısı değiştikçe üst yapıda cebren/zorunlu olarak değişir. Yani üst yapıyı oluşturan, şekillendiren, yönlendiren alt yapı olan ekonomi, yani üretim araçlarıdır.
Pitiyer, Marks’ın bu konudaki görüşünü şöyle açıklar:
“Böylece Marks, toplumu bir binaya benzetir ki, temeli ekonomik güçlerdir. Bu temelin üst-üste gelen katları sırasıyla toplumsal yapılardır. Önce gelenekler, görenekler yer alır. Bu katın üstünde din, siyaset ve yargı bulunur. Böylece üst-üste yığılan katlar toplum binasını tamamlar. Nasıl ki bir yapı temele bağlıysa, hatta o temelin teknik inceliklerine tabi ise, bir toplumun üst katları o temele bağlıdır. Bu temel ekonomidir.”
Marks Alman ideolojisi hakkında der ki:
“Hakim tabakanın düşünce tarzı anlayışı her zaman o çağın düşünce tarzı sayılmıştır. Çünkü her devrenin maddî gücüne hükmeden sömüren tabaka, o toplumun manevî gücüne de hükmeder. Üretim araçlarını elinde tutan bir tabaka elbette o devrenin düşüncesine de hakim olur. Çünkü hakim tabakanın düşünce tarzı, o çağın düşünürlerinin genel düşünce tarzıdır. Düşünce onlar tarafından üretilir ve yayılır. Her tarafa dağılır, bütün toplumun düşüncesini kendi intizamı içine alır ve çağın hakim düşünce sistemi olur”.
Bu yazılanlardan anlaşılan şudur ki; Sömüren ve sömürülenin olduğu bir yerde toplum ikiye bölünür. Böyle bir toplumda din ve devlet sömürenden yanadır. Görevi sömürüleni sömürenin emrine vermektir. Bu gibi toplumlarda genellikle sömürenin anlayışı hakim olur. Onun ahlakî değerleri, onun zevki, onun sanatı onun din ve kültürü hakimdir.
Biz yıllarca Yol, Duvar, Sürü filmlerini izleyemedik, hakim sınıf bu filmlerin yerine bizlere aşk, kovboy, komedi filmlerini izlettirdi. Yani sinema alt yapı olan ekonominin emrindeydi. Bazen Duvar gibi filmleri verdi ama bunu asıl mesajlarını yani halkı uyandıran, sorgulattıran bölümlerini kesti ve halka böyle sundu. Dolayısıyla sömürülenin sanatı olan “Duvar” sömürenin sanatı oldu. Şiir onların istediği şiir, din onların istediği din oldu. Yani toplumun anlayışını ekonomi şekillendirdi. Sonuçta da ekonominin emrinde olan bir devlet, bir sanat, bir din,bir kültür, bir felsefe doğdu. Böyle bir felsefeye, dine, sanata v.s. bağlanmak insanların kurtuluşu değil köleliği oldu.
Burada ki asıl sorun şudur; alt yapı olan üretim araçları, dinin, felsefenin v.s. özünümü değiştirdi, yoksa onu kendi çıkarına hizmet eden bir halemi getirdi?
Bildiğimiz gibi hiçbir ilmî ve felsefî kanunun istisnası yoktur. Eğer bir kanunun istisnası varsa o kanun olmaz. Örneğin 2x2= 4 olması alt yapıya dayalı bir kanun mudur, yoksa alt yapının değişmesi bu hükmü/kanunu değiştirebilir mi? Veya dünyanın yuvarlak olması hükmü, üretim araçlarına dayanan bir kanun mudur? Üretim araçları değiştiğinde bu hüküm de değişecek mi? Düşünceyi ve zihni ekonomik ve tarihsel şartların bir yansıması ve ifadesi olarak gördüğümüz zaman mutlak bir gerçeğin varlığını kabul edebilir miyiz?
Örneğin Kapitalistlere göre değer = faydadır (Kapitalist olan Say “değer = fayda” der). Yani iki tane yün başlık var ve birisi diğerinden pahalı. Satıcıya neden biri pahalı diye sorduğumuzda diyor ki çünkü birini 2 sene diğerini ise 4 sene kullanabilirsin. Yani pahalı olan, ucuz olandan daha yararlı, daha faydalı olduğu için pahalıdır. Yani değerin kaynağı faydadır. Bu bir felsefi görüştür. Ama felsefenin aslı değildir. Yalnızca üretim araçlarının çıkarına dayanan çarpıtılmış bir felsefi görüştür. Çünkü denilebilir ki: “eğer değerin kaynağı fayda ise o zaman ekmeğin sigaradan daha pahalı olması gerekirdi”. Çünkü ekmek sigaradan daha faydalıdır. Su şaraptan daha faydalıdır ama daha değerli değildir. Dolayısıyla değerin kaynağı fayda değildir.” Buradan anlıyoruz ki ilmi ve felsefî kanunlar hangi şekle bürünürlerse bürünsünler bir öze sahiptirler.
Din konusuna gelecek olursak, günümüzde sistemin eliyle şekillenen bir din vardır, yani üretim araçlarının çıkarına dayanan özünden kopartılmış bir din. Kesintiye uğramış, asıl mesajları halktan gizlenmiş ve halkın kurtuluşu olmaktan ziyade sistemin bastonu olmuştur.
İslam dini zenginler tarafından onların çıkarlarına göre şekillenmiştir ama bu dinin kurucuları asla zenginler olmamıştır. Çünkü İslam dini zenginler tarafından, fakirleri sömürmek için kurulmuşsa, yani ekonominin bir ürünü ise bu durumda zenginler tarafından kurulan dinin zenginlerin çıkarını gözetmesi gerekir. Zira “düşüncenin yönü ile düşüncenin çıkış yerinin birbirine uyumlu olması” gerekir. Oysa din hiçbir zaman zenginlerin tarafında olmamış, zenginlerin çıkarlarını gözetmemiştir. Mesela İslam’dan önce faiz zenginlerin bir numaralı gelir kaynağı ve sömürü aletiydi, fakat İslam dini zenginlerin bu gelir kaynağını yasaklamıştır.
• Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve inanmış iseniz, ribanın (faizin) geri kalanını bırakın.Eğer böyle yapmazsınız, o zaman Allah ve Resulüne karşı savaştığınızı ilan edin. (Bakara/278,279)
• Ey iman edenler! Temiz kazançlarınızdan ve yerden sizin için çıkardığımız şeylerden (Allah yolunda) harcayın. Kendiniz bile, göz yummadan almayacağınız değersiz şeylerden Allah yolunda harcamaya yönelmeyin.(Bakara/267)
• Yetimlere mallarını kendilerine verin, kötü olanı iyiyle değiştirmeyin (kendi kötü malınızı onların iyi malıyla değiştirmeyin) ve onların malını kendi malınıza ekleyerek yemeyin. Şüphesiz bu büyük bir günahtır.(Nisa/2)
• Mallarınızı aranızda haksız olarak yemeyin ve (haksızlık olduğunu) bildiğiniz halde günah işleyerek insanların malından bir kısmını yemek için (rüşvet olarak) yöneticilere vermeyin. (Bakara/188)
• Peygamber diyor ki: “Hiçbir fakir aç kalmaz. Meğer ki zenginler mahrumların haklarını vermekten imtina etmesinler.”
• Yine Peygamber diyor ki: “Allah yoksulların ve ihtiyacı olanların rızıklarını, zenginlerin servetleri ve malları içinde karar vermiş. Eğer çıplak kalmışlarsa zenginlerin günahıdır”.
• İmam Ali diyor ki: “İnsanlar muhtaç, fakir, aç ve çıplak olmazlardı. Meğer zenginlerin günahı olmasaydı.”
• İmam Musa el Kazım diyor ki:” Zenginler, fakirlerin rızıklarını ve yaşam imkanlarını çalıyorlar.”
Bu gibi ayetler ve hadisler oldukça çoktur. Eğer bu din ekonominin kurduğu bir din olsaydı karaborsacılık yasaklanmazdı, kazancın 5/1’i zorunlu olarak verilmezdi (zekatın yani malın 40/1’ini vermek dışında her Müslüman kazancının 5/1’ini vermek zorundadır, ayrıca ihtiyaç olmayan ve toplumca lüks kabul edilen aldığı her malın fiyatının 5/1’inide vermek zorundadır. Buna humus denir).
Yine bu sistemde zenginler hiçbir zaman söz sahibi olmamışlardır. O dönemde bir davet yapılacağı zaman zengin insan daveti yapardı. Ama peygamber ezanı hep Bilal’ e okutturdu. Bilal Habeşli bir köle idi. Malı mülkü yoktu ve zenciydi. Peygamber köleleri zenginlerin önüne geçirip namaz kıldırttı. Kesin dedi uzun sakalları çünkü zenginliğin bir simgesiydi. Kesin uzun cübbeleri çünkü zenginliği simgeliyordu. Peygamber sınıfsal imtiyazı ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Bunun gibi birçok örnek vardır.
Sadece şu örnek bile yeterlidir. Mesela bugün sosyalistlerin kapitalizmi eleştirdikleri en çok nokta kapitalistlerin işçilerin emeğinden artık değer üretmeleridir. Kapitalistler fabrikalarında yüzlerce-binlerce işçiyi çalıştırır onların sırtından bir değer üretir. İşçiye verdiği ücretin dışındaki para yani kar, işçilerin sırtından ürettiği artık değerdir. Yani patronun karı işçinin üretmesi ile orantılıdır. Ne kadar çok işçi çalışırsa sömürü o kadar yüksek olur.
Bunun dışında kapitalizmden daha da kötü bir sistem vardır oda köleciliktir. Kapitalist sistemlerdeki bir işçi köleye göre çok-çok iyi konumdadır. En azından maaş, mesai, senelik izin, emeklilik, tazminat v.s. hakları vardır. Ama köle öyle değildir. Örneğin Amerika altın ve gümüş madenlerinde yerli halkı köleleştirip çalıştırmıştır. Bu bir yağmadır ve ilkel birikimi sağlamıştır. Artık değerden daha büyük bir yağmadır. İlkel birikim yağmasıyla İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa, İngiltere v.b. birçok ülke yararlanmıştır.
Dolayısıyla İslam dini zenginlerin eliyle kurulmuş olsaydı veya zenginlerin yönetiminde olan bir din olsaydı İslam peygamberi ve beraberinde ki Müslümanlar çalışmazlar, köleleri tarlalarda, maden ocaklarında çalıştırarak artık değerinde üstünde büyük servet sahipleri olabilirlerdi. Ama bunu asla yapmadılar. Ayetullah Talegani bu konuda der ki:
1.Kölelik ırk esasına dayalı farklılıkların ve imtiyazların bir ifadesidir. Kuran ise bütün insanları aynı ve eşit görür. Herkesin zihninden ve düşüncesinden imtiyazlı olma olgusunu atar, üstünlük arayışında olanların kendilerini başkalarıyla eşit olmalarını sağlar, mazlum ve yoksulların kendi haklarının farkına varmalarını, zulme boyun eğmemelerini sağlar.
2.Köle edinmenin başlıca yolları ganimet amaçlı savaşlar, yayılmacılık ve esir almaktı. Savaşta esir edilenler genç ve sağlıklı durumda iseler köle edinilirlerdi. Köle pazarları sermayedarların en büyük sermaye kapılarıydı. Bu yüzden dolayı sırf köle edinmek için yapılan savaşların sayısı az değildi. İslam ise bu tür haksız kazançlar elde etmek için yapılan savaşları yasaklamıştır.
Savaş asıl olarak hainlere ve işgalcilere karşı verilir. “Sizinle savaşanlarla Allah için savaşın” (2/190) “Fakat düşmanlığı siz başlatmayın. Doğrusu Allah saldırganları sevmez. (2/190) Eğer saldırganlar vazgeçerlerse artık düşman olarak kabul edilemezler “Vazgeçerlerse onları bağışlayın” (2/192). “…eğer vazgeçerlerse düşmanlığı bırakın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. (2/193)
Peki düşman yenildikten sonra ve esirler Müslümanların eline geçince onlara nasıl muamele edilir. Kuran buyuruyor ki: “ …savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..” (47/4)
3.İslam dini Allah’a yaklaşmanın yollarından birinin de Allah rızası için köle azat etmesi olduğunu, eğer kölesi yoksa para karşılığı köle alıp onları azat etmek olduğunu bildirmiştir. “O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin? O, bir köle ve esir azat etmektir. (90/12.13) Ayrıca İslam yapılan bazı suçlara karşı suçluya verdiği ceza köle azat etmek olmuştur. Bir mümin diğer bir mümini yanlışlıkla olması müstesna öldüremez.Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse mümin bir köle azat etmesi….gerekir. 4/92)Allah, sizi yeminlerinizdeki kasıtsız hatadan dolayı mesul tutmaz;fakat (bilerek)yaptığınız yeminler yüzünden sizi sorumlu tutar.Artık bunun kefareti ya ailenize yedirdiğiniz orta hallisinden on yoksulu doyurmak veya onları giydirmek veya bir köle azat etmektir. (5/89) Hanımlarına zihar yapıp sonrada o sözlerinden dönenler, birbirleri ile temas etmezden evvel bir köle azat etmelidirler.(Mücadele 3)
Yine alt yapı-üst yapı ilişkisine dönecek olursak alt yapının kendi felsefesini, kültürünü, sanatını, ahlakî değerlerini v.s yarattığını görürüz. Eğer İslam’ı alt yapının bir ürünü olarak değerlendirirsek o halde ister istemez İslam felsefesinin, kültürünün v.s. ekonomiyi elinde tutan hakim sınıfa hizmet etmesi gerekir.
“Sağ yanağına tokat atana sol yanağını dön” anlayışı sevgiye dayanan bir felsefedir. Sorunların sevgiyle ortadan kalkacağına inanılan bir felsefedir. Ama bu felsefe sömürenin işine yarayan bir felsefedir. İslam “kendilerine savaş açanlara” kucak açın, onlara diğer yanağınızı dönün demez.
• Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; haddi aşmayın (haksız yere kimseye saldırmayın). Allah haddi aşanları sevmez.(Bakara/190)
• Size ne oldu da Allah ve ,”Ey Rabbimiz! Halkı zalim olan bu şehirden bizi çıkar, bize kendi katından bir veli ver ve bize kendi katından bir yardımcı ver” diyen müstazaf (ezilmiş) erkek, kadın ve çocukların yolunda savaşmıyorsunuz.(Nisa/75)
• Peygamber “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” der.
• Hz. Ali “Mazluma yardımcı ol, zalime düşman kesil” “Hakkını aramayan, hakkıyla beraber şerefinide kaybeder”der.
• Peygamber şöyle der ki: “Zalim iki çeşittir.1-Gerçekten insanlara zulmettiği için zalimdir. 2-Mazlumda zalimdir”.deyince sahabeler “ya Resulullah mazlum nasıl zalim olur” diye sorduklarında, “mazlum kendini hakkını aramayıp, zalimlere ses çıkarmadığı için o da zalimdir” der. Bu peygamberin zalimlere karşı olan tavrıdır.
• 12 imamların onuncusu olan İmam Muhammed Tâki ”Zulmü yapan, ona yardım eden ve ona râzı olan o zulümde ortaktır.” der.
Aynı şekilde alt yapı toplumda kendi kültürünü yaratır. Yani düşünmeyen, sorgulamayan, hak aramayan, bananeci bir halk yaratır. Halk neden sömürüldüğünün hesabını soracağına falanca sanatçının kalçasındaki selülitle, filanca mankenin göğsündeki slikonla ilgilensin. Halk toplumsal sorunları gündeme getiren kitap ve dergileri okuyacağına “hangi sanatçının kimle çıktığını” okusun. Halk çalışıp emeğinin gücü ile ekmeğini kazanacağına şans topu, at yarışı, iddia gibi oyunlar oynasın.
Gazete aydınımız kadın hakları der, yazı yazdığı gazete kadınları soyup onların vücudunu bir ticaret malzemesi olarak kullanır. Siz onların gazetelerinde ki arka kapak sayfalarında çıplak mankenleri görürsünüz, işinden atıldığından dolayı eylem yapan, emeği çalındığından dolayı grev yapan, fabrika köşelerinde fazla mesaiden dolayı çocuklarını göremeyen, açlıktan dolayı pazarlarda çürümüş sebze ve meyveleri toplayan kadınların resimlerini göremezsiniz. Bu kadınların Hülya’nın kıçı kadar değeri yoktur. Onun kıçına ayırdıkları sayfa küpürü 5000 emekçinin yürüyüşüne ayırdıkları küpürden daha büyüktür. Bu yaşam tarzı emperyalistlerin bizi köleleştirmek için modernlik, çağdaşlık gibi aldatmaca sözlerle önümüze koyduğu yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzında kadın-erkek “neden dürüst ve namuslu olacakmışım, neden kahvehaneye, birahaneye gitmeyecekmişim, neden haksızlık karşısında duracakmışım, neden ezilenlerin yanında olacakmışım, bütün bunlardan banane” demektedir. “Banane” diyen bu onursuz insanı bu yaşam tarzı yaratmıştır. Yani zilletle yaşamayı onursuzca yaşamayı kabul eden bir halk. Eğer biz izzetli bir toplum olsaydık yaşadığımız coğrafyada genelevler kurulup orada kadınlar bir hayvan gibi pazarlanıp erkeklerin iğrenç arzularına teslim edilmezdi, biz izzetli ve onurlu bir toplum olsaydık, coğrafyamızda incirlik gibi ABD üstleri kurulup masum insanlar bombalanmazdı. Ancak emperyalizm insanın önüne öyle bir hayat koymuştur ki, önce çıkarlarım diyen bir insan var, şerefsizliği, onursuzluğu, menfaatçiliği, adaletsizliği bir hayat felsefesi olarak kabul eden bir insan var. Bu insan onların medyayla, sinemayla, dizilerle, magazin programlarıyla, tiyatrolarıyla, şiirleriyle, kahvehaneleriyle, birahaneleriyle, genelevleriyle, ganyan bayileriyle yaratmış olduğu insan modelidir. İslam ise zilletle yaşamayı yani böyle bir kültürü asla kabul etmez.
• İmam Hüseyin (a.s): “İzzetli bir şekilde ölmek, zilletle yaşamaktan daha iyidir.” der. Yani ya şereflice yaşarız, yada şereflice ölürüz demektir bu.
• Yine “Allah’a andolsun ki, kendimi zillet ve alçaklığa asla teslim etmeyeceğim.” der.
• Yine “Hiç şüphesiz ben (Allah yolunda) ölmeyi saadet ve zalimlerle birlikte yaşamayı ise zillet ve bedbahtlık olarak görüyorum.” der.
Burjuva kültüründe içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, kahvehane, birahane gibi etkenlerle halk yozlaştırılır. Düşünmeyen, hak aramayan, sorgulamayan bir halk yaratılır. Burjuva bana vergini ver de istersen kadın sat der. Ama İslam dininde kişi istediği yollardan para kazanamaz. İçki satamaz, kumar oynatamaz, fuhuş yaptıramaz, tefecilik, karaborsacılık (kartel, tröst v.s. sömürü tezgahını işletemez. Murtaza Mutahhari) yapamaz, milli piyango, at yarışı, şans topu, mankenlik, pop starlık, magazincilik, falcılık, medyumluk ve benzeri gibi. insan emeğini sömüren bu gibi yollardan para kazanamaz. İslam aynı şekilde kişinin kazandığı parayı istediği şekilde harcamasına da müsaade etmez. Kişi kazandığı parayla içki içemez, kumar oynayamaz v.s.
• Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlar ve fal okları ancak Şeytan işi birer pisliktir. Artık bunlardan sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide/90)
• Peygamber der ki: “10 Kişiye Allah lanet ediyor. İçki, yapmak için fidan dikene, o fidanların bekçiliğini yapana, üzümü sıkana, depo edene, içene, şişeye doldurana, taşıyana, yükü teslim alana, satana, ondan para kazanana....”
• el-Kâfi ve et-Tehzib adlı eserlerde İmam Musa Kâzım’dan şöyle rivayet edilir: “Allah, içkiyi günahından dolayı değil, yol açtığı sonuçtan dolayı haram kıldı. Buna göre alkollü içki ile aynı sonuca yol açan her madde, içkidir.” Başka bir rivayete göre İmamın sözlerinin sonu “içki ile aynı etkiyi yapan her madde içkidir” şeklindedir.
• Hz. Peygamber der ki: “Benim ümmetime öyle bir zaman gelecek ki, benk (haşiş) diye bir şey kullanacaklar. Onlar benden değildirler, ben de onlardan değilim”.
• Peygamber yine “Uyuşturucunun günahını küçümseyen kimse kesinlikle kafirdir”. der.
Burjuva kültüründe devletin lider kadrosu, bürokrasisi her zaman halkın malını sömürmüş, kendi sınıfını ayrıcalıklı bilmiş ve halkın hayatından uzak bir hayat yaşamıştır. Oysa İslam kültüründe İslam’ın lideri halkla eşit bir şekilde yaşamıştır.
• Peygamber buyuruyor ki: “Eşari kabilesi bir gazadan ellerine geçeni paylaşmada yahut yiyecekleri azaldığında şöyle yaparlar, “herkes elinde olanı getirip bir örtü içine koyar, sonra toplananlar belli bir ölçekle eşit miktarda herkese dağıtılır. İşte böyle yaptıkları içindir ki Eşariler benden, ben de onlardanım”. Bu da peygamberin kültürüdür.
• Peygamberin yakın arkadaşı Ebu Zer Şam halkına sesleniyor ve diyor ki.” Siz ipek kumaşlar ve diba elbiseler seçiyorsunuz. Nazik yetişmiş bedenleriniz sert kumaşlardan inciniyor. Oysa Allah resulü hasır üstünde uyuyordu. Siz çeşit-çeşit yemekler yiyorsunuz. Oysa Allah Resulü doyasıya arpa ekmeği bile yememişti.
• Yine Ebu Zer devamla: Bunlar yemeklerini eğlence ve törenle hazırlarlar. O kadar bol çeşitli yemekler yerler ki bunları hazmedebilmek için ilaç kullanmak zorunda kalırlar. Oysa peygamber dünyadan göçene kadar bir gün bile iki çeşit yemekle karnını doyurmadı. Hurma bulduğu gün ekmek bulamıyordu. Peygamberin ailesi hiçbir zaman üç gün üst üste sabah ve akşam arpa ekmeğiyle bile doymadı. Bazen aylarca Peygamber’in evinde yemek pişirmek için ateş yanmıyordu.
• Hastalığından önce Peygamber’in biraz parası vardı. Hastalanınca bunu müstahaklara vermesi için Ali’ye gönderdi. Bir rivayete göre bu para 6 ya da 7 dinardı.
• Bazen öyle oluyordu ki Ali’nin üzerinde bir kadifeden başka bir şey olmuyordu. Öyle ki kışın soğuktan titriyordu. Bu konuda şöyle dedi: Eğer alışveriş yapacağım dört dirhemim olsaydı, bu kılıcı satmazdım.
Yalnızca şu örneği vermemiz bile yeterlidir. Hz. Muhammed Peygamber olduğu dönemde kızı Fatıma’yı Ali’ye verdiğinde, İmam Ali’ye düğünü yapmak için ne kadar malı olduğunu soruyor, İmam Ali’de yalnızca kılıç ve zırhının olduğunu söylüyor. Peygamber zırhı satmasını ve zırhtan gelen parayla düğün masraflarını yapmasını söylüyor. Yani bugünün deyimiyle bir yanda cumhurbaşkanı diğer yanda onun ordu komutanı genel kurmay başkanı ama ellerinde düğün yapacak paraları yok.
Şiirden de iki örnek verip konuyu kapatacağız.
• İmam Ali der ki: “Etrafında tabaklanmış deriye bile hasret çeken ciğerler (aç insanlar) olduğu halde, tok olarak yatmanın ıstırabı (ayıbı) yeter sana”.
• İmam Hüseyin der ki: "Eğer bedenler ölüm için yaratılmış ise,
kişinin Allah yolunda kılıçla öldürülmesi en güzel şeydir."
Sonuç olarak bu din zenginlerin eliyle kurulan bir din değil, bilakis kültürüyle, felsefesiyle, şiiriyle, inançlarıyla sömürüye, haksızlığa ve zulme savaş açmış bir dindir. Ama zamanla ekonominin eliyle şekillenmiştir. Devlet kendi sanatını, kendi kültürünü, kendi, solcusunu yarattığı gibi kendi dinini de yaratmıştır. Devam edeceğiz…
Pitiyer, Marks’ın bu konudaki görüşünü şöyle açıklar:
“Böylece Marks, toplumu bir binaya benzetir ki, temeli ekonomik güçlerdir. Bu temelin üst-üste gelen katları sırasıyla toplumsal yapılardır. Önce gelenekler, görenekler yer alır. Bu katın üstünde din, siyaset ve yargı bulunur. Böylece üst-üste yığılan katlar toplum binasını tamamlar. Nasıl ki bir yapı temele bağlıysa, hatta o temelin teknik inceliklerine tabi ise, bir toplumun üst katları o temele bağlıdır. Bu temel ekonomidir.”
Marks Alman ideolojisi hakkında der ki:
“Hakim tabakanın düşünce tarzı anlayışı her zaman o çağın düşünce tarzı sayılmıştır. Çünkü her devrenin maddî gücüne hükmeden sömüren tabaka, o toplumun manevî gücüne de hükmeder. Üretim araçlarını elinde tutan bir tabaka elbette o devrenin düşüncesine de hakim olur. Çünkü hakim tabakanın düşünce tarzı, o çağın düşünürlerinin genel düşünce tarzıdır. Düşünce onlar tarafından üretilir ve yayılır. Her tarafa dağılır, bütün toplumun düşüncesini kendi intizamı içine alır ve çağın hakim düşünce sistemi olur”.
Bu yazılanlardan anlaşılan şudur ki; Sömüren ve sömürülenin olduğu bir yerde toplum ikiye bölünür. Böyle bir toplumda din ve devlet sömürenden yanadır. Görevi sömürüleni sömürenin emrine vermektir. Bu gibi toplumlarda genellikle sömürenin anlayışı hakim olur. Onun ahlakî değerleri, onun zevki, onun sanatı onun din ve kültürü hakimdir.
Biz yıllarca Yol, Duvar, Sürü filmlerini izleyemedik, hakim sınıf bu filmlerin yerine bizlere aşk, kovboy, komedi filmlerini izlettirdi. Yani sinema alt yapı olan ekonominin emrindeydi. Bazen Duvar gibi filmleri verdi ama bunu asıl mesajlarını yani halkı uyandıran, sorgulattıran bölümlerini kesti ve halka böyle sundu. Dolayısıyla sömürülenin sanatı olan “Duvar” sömürenin sanatı oldu. Şiir onların istediği şiir, din onların istediği din oldu. Yani toplumun anlayışını ekonomi şekillendirdi. Sonuçta da ekonominin emrinde olan bir devlet, bir sanat, bir din,bir kültür, bir felsefe doğdu. Böyle bir felsefeye, dine, sanata v.s. bağlanmak insanların kurtuluşu değil köleliği oldu.
Burada ki asıl sorun şudur; alt yapı olan üretim araçları, dinin, felsefenin v.s. özünümü değiştirdi, yoksa onu kendi çıkarına hizmet eden bir halemi getirdi?
Bildiğimiz gibi hiçbir ilmî ve felsefî kanunun istisnası yoktur. Eğer bir kanunun istisnası varsa o kanun olmaz. Örneğin 2x2= 4 olması alt yapıya dayalı bir kanun mudur, yoksa alt yapının değişmesi bu hükmü/kanunu değiştirebilir mi? Veya dünyanın yuvarlak olması hükmü, üretim araçlarına dayanan bir kanun mudur? Üretim araçları değiştiğinde bu hüküm de değişecek mi? Düşünceyi ve zihni ekonomik ve tarihsel şartların bir yansıması ve ifadesi olarak gördüğümüz zaman mutlak bir gerçeğin varlığını kabul edebilir miyiz?
Örneğin Kapitalistlere göre değer = faydadır (Kapitalist olan Say “değer = fayda” der). Yani iki tane yün başlık var ve birisi diğerinden pahalı. Satıcıya neden biri pahalı diye sorduğumuzda diyor ki çünkü birini 2 sene diğerini ise 4 sene kullanabilirsin. Yani pahalı olan, ucuz olandan daha yararlı, daha faydalı olduğu için pahalıdır. Yani değerin kaynağı faydadır. Bu bir felsefi görüştür. Ama felsefenin aslı değildir. Yalnızca üretim araçlarının çıkarına dayanan çarpıtılmış bir felsefi görüştür. Çünkü denilebilir ki: “eğer değerin kaynağı fayda ise o zaman ekmeğin sigaradan daha pahalı olması gerekirdi”. Çünkü ekmek sigaradan daha faydalıdır. Su şaraptan daha faydalıdır ama daha değerli değildir. Dolayısıyla değerin kaynağı fayda değildir.” Buradan anlıyoruz ki ilmi ve felsefî kanunlar hangi şekle bürünürlerse bürünsünler bir öze sahiptirler.
Din konusuna gelecek olursak, günümüzde sistemin eliyle şekillenen bir din vardır, yani üretim araçlarının çıkarına dayanan özünden kopartılmış bir din. Kesintiye uğramış, asıl mesajları halktan gizlenmiş ve halkın kurtuluşu olmaktan ziyade sistemin bastonu olmuştur.
İslam dini zenginler tarafından onların çıkarlarına göre şekillenmiştir ama bu dinin kurucuları asla zenginler olmamıştır. Çünkü İslam dini zenginler tarafından, fakirleri sömürmek için kurulmuşsa, yani ekonominin bir ürünü ise bu durumda zenginler tarafından kurulan dinin zenginlerin çıkarını gözetmesi gerekir. Zira “düşüncenin yönü ile düşüncenin çıkış yerinin birbirine uyumlu olması” gerekir. Oysa din hiçbir zaman zenginlerin tarafında olmamış, zenginlerin çıkarlarını gözetmemiştir. Mesela İslam’dan önce faiz zenginlerin bir numaralı gelir kaynağı ve sömürü aletiydi, fakat İslam dini zenginlerin bu gelir kaynağını yasaklamıştır.
• Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve inanmış iseniz, ribanın (faizin) geri kalanını bırakın.Eğer böyle yapmazsınız, o zaman Allah ve Resulüne karşı savaştığınızı ilan edin. (Bakara/278,279)
• Ey iman edenler! Temiz kazançlarınızdan ve yerden sizin için çıkardığımız şeylerden (Allah yolunda) harcayın. Kendiniz bile, göz yummadan almayacağınız değersiz şeylerden Allah yolunda harcamaya yönelmeyin.(Bakara/267)
• Yetimlere mallarını kendilerine verin, kötü olanı iyiyle değiştirmeyin (kendi kötü malınızı onların iyi malıyla değiştirmeyin) ve onların malını kendi malınıza ekleyerek yemeyin. Şüphesiz bu büyük bir günahtır.(Nisa/2)
• Mallarınızı aranızda haksız olarak yemeyin ve (haksızlık olduğunu) bildiğiniz halde günah işleyerek insanların malından bir kısmını yemek için (rüşvet olarak) yöneticilere vermeyin. (Bakara/188)
• Peygamber diyor ki: “Hiçbir fakir aç kalmaz. Meğer ki zenginler mahrumların haklarını vermekten imtina etmesinler.”
• Yine Peygamber diyor ki: “Allah yoksulların ve ihtiyacı olanların rızıklarını, zenginlerin servetleri ve malları içinde karar vermiş. Eğer çıplak kalmışlarsa zenginlerin günahıdır”.
• İmam Ali diyor ki: “İnsanlar muhtaç, fakir, aç ve çıplak olmazlardı. Meğer zenginlerin günahı olmasaydı.”
• İmam Musa el Kazım diyor ki:” Zenginler, fakirlerin rızıklarını ve yaşam imkanlarını çalıyorlar.”
Bu gibi ayetler ve hadisler oldukça çoktur. Eğer bu din ekonominin kurduğu bir din olsaydı karaborsacılık yasaklanmazdı, kazancın 5/1’i zorunlu olarak verilmezdi (zekatın yani malın 40/1’ini vermek dışında her Müslüman kazancının 5/1’ini vermek zorundadır, ayrıca ihtiyaç olmayan ve toplumca lüks kabul edilen aldığı her malın fiyatının 5/1’inide vermek zorundadır. Buna humus denir).
Yine bu sistemde zenginler hiçbir zaman söz sahibi olmamışlardır. O dönemde bir davet yapılacağı zaman zengin insan daveti yapardı. Ama peygamber ezanı hep Bilal’ e okutturdu. Bilal Habeşli bir köle idi. Malı mülkü yoktu ve zenciydi. Peygamber köleleri zenginlerin önüne geçirip namaz kıldırttı. Kesin dedi uzun sakalları çünkü zenginliğin bir simgesiydi. Kesin uzun cübbeleri çünkü zenginliği simgeliyordu. Peygamber sınıfsal imtiyazı ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Bunun gibi birçok örnek vardır.
Sadece şu örnek bile yeterlidir. Mesela bugün sosyalistlerin kapitalizmi eleştirdikleri en çok nokta kapitalistlerin işçilerin emeğinden artık değer üretmeleridir. Kapitalistler fabrikalarında yüzlerce-binlerce işçiyi çalıştırır onların sırtından bir değer üretir. İşçiye verdiği ücretin dışındaki para yani kar, işçilerin sırtından ürettiği artık değerdir. Yani patronun karı işçinin üretmesi ile orantılıdır. Ne kadar çok işçi çalışırsa sömürü o kadar yüksek olur.
Bunun dışında kapitalizmden daha da kötü bir sistem vardır oda köleciliktir. Kapitalist sistemlerdeki bir işçi köleye göre çok-çok iyi konumdadır. En azından maaş, mesai, senelik izin, emeklilik, tazminat v.s. hakları vardır. Ama köle öyle değildir. Örneğin Amerika altın ve gümüş madenlerinde yerli halkı köleleştirip çalıştırmıştır. Bu bir yağmadır ve ilkel birikimi sağlamıştır. Artık değerden daha büyük bir yağmadır. İlkel birikim yağmasıyla İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa, İngiltere v.b. birçok ülke yararlanmıştır.
Dolayısıyla İslam dini zenginlerin eliyle kurulmuş olsaydı veya zenginlerin yönetiminde olan bir din olsaydı İslam peygamberi ve beraberinde ki Müslümanlar çalışmazlar, köleleri tarlalarda, maden ocaklarında çalıştırarak artık değerinde üstünde büyük servet sahipleri olabilirlerdi. Ama bunu asla yapmadılar. Ayetullah Talegani bu konuda der ki:
1.Kölelik ırk esasına dayalı farklılıkların ve imtiyazların bir ifadesidir. Kuran ise bütün insanları aynı ve eşit görür. Herkesin zihninden ve düşüncesinden imtiyazlı olma olgusunu atar, üstünlük arayışında olanların kendilerini başkalarıyla eşit olmalarını sağlar, mazlum ve yoksulların kendi haklarının farkına varmalarını, zulme boyun eğmemelerini sağlar.
2.Köle edinmenin başlıca yolları ganimet amaçlı savaşlar, yayılmacılık ve esir almaktı. Savaşta esir edilenler genç ve sağlıklı durumda iseler köle edinilirlerdi. Köle pazarları sermayedarların en büyük sermaye kapılarıydı. Bu yüzden dolayı sırf köle edinmek için yapılan savaşların sayısı az değildi. İslam ise bu tür haksız kazançlar elde etmek için yapılan savaşları yasaklamıştır.
Savaş asıl olarak hainlere ve işgalcilere karşı verilir. “Sizinle savaşanlarla Allah için savaşın” (2/190) “Fakat düşmanlığı siz başlatmayın. Doğrusu Allah saldırganları sevmez. (2/190) Eğer saldırganlar vazgeçerlerse artık düşman olarak kabul edilemezler “Vazgeçerlerse onları bağışlayın” (2/192). “…eğer vazgeçerlerse düşmanlığı bırakın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. (2/193)
Peki düşman yenildikten sonra ve esirler Müslümanların eline geçince onlara nasıl muamele edilir. Kuran buyuruyor ki: “ …savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..” (47/4)
3.İslam dini Allah’a yaklaşmanın yollarından birinin de Allah rızası için köle azat etmesi olduğunu, eğer kölesi yoksa para karşılığı köle alıp onları azat etmek olduğunu bildirmiştir. “O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin? O, bir köle ve esir azat etmektir. (90/12.13) Ayrıca İslam yapılan bazı suçlara karşı suçluya verdiği ceza köle azat etmek olmuştur. Bir mümin diğer bir mümini yanlışlıkla olması müstesna öldüremez.Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse mümin bir köle azat etmesi….gerekir. 4/92)Allah, sizi yeminlerinizdeki kasıtsız hatadan dolayı mesul tutmaz;fakat (bilerek)yaptığınız yeminler yüzünden sizi sorumlu tutar.Artık bunun kefareti ya ailenize yedirdiğiniz orta hallisinden on yoksulu doyurmak veya onları giydirmek veya bir köle azat etmektir. (5/89) Hanımlarına zihar yapıp sonrada o sözlerinden dönenler, birbirleri ile temas etmezden evvel bir köle azat etmelidirler.(Mücadele 3)
Yine alt yapı-üst yapı ilişkisine dönecek olursak alt yapının kendi felsefesini, kültürünü, sanatını, ahlakî değerlerini v.s yarattığını görürüz. Eğer İslam’ı alt yapının bir ürünü olarak değerlendirirsek o halde ister istemez İslam felsefesinin, kültürünün v.s. ekonomiyi elinde tutan hakim sınıfa hizmet etmesi gerekir.
“Sağ yanağına tokat atana sol yanağını dön” anlayışı sevgiye dayanan bir felsefedir. Sorunların sevgiyle ortadan kalkacağına inanılan bir felsefedir. Ama bu felsefe sömürenin işine yarayan bir felsefedir. İslam “kendilerine savaş açanlara” kucak açın, onlara diğer yanağınızı dönün demez.
• Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; haddi aşmayın (haksız yere kimseye saldırmayın). Allah haddi aşanları sevmez.(Bakara/190)
• Size ne oldu da Allah ve ,”Ey Rabbimiz! Halkı zalim olan bu şehirden bizi çıkar, bize kendi katından bir veli ver ve bize kendi katından bir yardımcı ver” diyen müstazaf (ezilmiş) erkek, kadın ve çocukların yolunda savaşmıyorsunuz.(Nisa/75)
• Peygamber “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” der.
• Hz. Ali “Mazluma yardımcı ol, zalime düşman kesil” “Hakkını aramayan, hakkıyla beraber şerefinide kaybeder”der.
• Peygamber şöyle der ki: “Zalim iki çeşittir.1-Gerçekten insanlara zulmettiği için zalimdir. 2-Mazlumda zalimdir”.deyince sahabeler “ya Resulullah mazlum nasıl zalim olur” diye sorduklarında, “mazlum kendini hakkını aramayıp, zalimlere ses çıkarmadığı için o da zalimdir” der. Bu peygamberin zalimlere karşı olan tavrıdır.
• 12 imamların onuncusu olan İmam Muhammed Tâki ”Zulmü yapan, ona yardım eden ve ona râzı olan o zulümde ortaktır.” der.
Aynı şekilde alt yapı toplumda kendi kültürünü yaratır. Yani düşünmeyen, sorgulamayan, hak aramayan, bananeci bir halk yaratır. Halk neden sömürüldüğünün hesabını soracağına falanca sanatçının kalçasındaki selülitle, filanca mankenin göğsündeki slikonla ilgilensin. Halk toplumsal sorunları gündeme getiren kitap ve dergileri okuyacağına “hangi sanatçının kimle çıktığını” okusun. Halk çalışıp emeğinin gücü ile ekmeğini kazanacağına şans topu, at yarışı, iddia gibi oyunlar oynasın.
Gazete aydınımız kadın hakları der, yazı yazdığı gazete kadınları soyup onların vücudunu bir ticaret malzemesi olarak kullanır. Siz onların gazetelerinde ki arka kapak sayfalarında çıplak mankenleri görürsünüz, işinden atıldığından dolayı eylem yapan, emeği çalındığından dolayı grev yapan, fabrika köşelerinde fazla mesaiden dolayı çocuklarını göremeyen, açlıktan dolayı pazarlarda çürümüş sebze ve meyveleri toplayan kadınların resimlerini göremezsiniz. Bu kadınların Hülya’nın kıçı kadar değeri yoktur. Onun kıçına ayırdıkları sayfa küpürü 5000 emekçinin yürüyüşüne ayırdıkları küpürden daha büyüktür. Bu yaşam tarzı emperyalistlerin bizi köleleştirmek için modernlik, çağdaşlık gibi aldatmaca sözlerle önümüze koyduğu yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzında kadın-erkek “neden dürüst ve namuslu olacakmışım, neden kahvehaneye, birahaneye gitmeyecekmişim, neden haksızlık karşısında duracakmışım, neden ezilenlerin yanında olacakmışım, bütün bunlardan banane” demektedir. “Banane” diyen bu onursuz insanı bu yaşam tarzı yaratmıştır. Yani zilletle yaşamayı onursuzca yaşamayı kabul eden bir halk. Eğer biz izzetli bir toplum olsaydık yaşadığımız coğrafyada genelevler kurulup orada kadınlar bir hayvan gibi pazarlanıp erkeklerin iğrenç arzularına teslim edilmezdi, biz izzetli ve onurlu bir toplum olsaydık, coğrafyamızda incirlik gibi ABD üstleri kurulup masum insanlar bombalanmazdı. Ancak emperyalizm insanın önüne öyle bir hayat koymuştur ki, önce çıkarlarım diyen bir insan var, şerefsizliği, onursuzluğu, menfaatçiliği, adaletsizliği bir hayat felsefesi olarak kabul eden bir insan var. Bu insan onların medyayla, sinemayla, dizilerle, magazin programlarıyla, tiyatrolarıyla, şiirleriyle, kahvehaneleriyle, birahaneleriyle, genelevleriyle, ganyan bayileriyle yaratmış olduğu insan modelidir. İslam ise zilletle yaşamayı yani böyle bir kültürü asla kabul etmez.
• İmam Hüseyin (a.s): “İzzetli bir şekilde ölmek, zilletle yaşamaktan daha iyidir.” der. Yani ya şereflice yaşarız, yada şereflice ölürüz demektir bu.
• Yine “Allah’a andolsun ki, kendimi zillet ve alçaklığa asla teslim etmeyeceğim.” der.
• Yine “Hiç şüphesiz ben (Allah yolunda) ölmeyi saadet ve zalimlerle birlikte yaşamayı ise zillet ve bedbahtlık olarak görüyorum.” der.
Burjuva kültüründe içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, kahvehane, birahane gibi etkenlerle halk yozlaştırılır. Düşünmeyen, hak aramayan, sorgulamayan bir halk yaratılır. Burjuva bana vergini ver de istersen kadın sat der. Ama İslam dininde kişi istediği yollardan para kazanamaz. İçki satamaz, kumar oynatamaz, fuhuş yaptıramaz, tefecilik, karaborsacılık (kartel, tröst v.s. sömürü tezgahını işletemez. Murtaza Mutahhari) yapamaz, milli piyango, at yarışı, şans topu, mankenlik, pop starlık, magazincilik, falcılık, medyumluk ve benzeri gibi. insan emeğini sömüren bu gibi yollardan para kazanamaz. İslam aynı şekilde kişinin kazandığı parayı istediği şekilde harcamasına da müsaade etmez. Kişi kazandığı parayla içki içemez, kumar oynayamaz v.s.
• Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlar ve fal okları ancak Şeytan işi birer pisliktir. Artık bunlardan sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide/90)
• Peygamber der ki: “10 Kişiye Allah lanet ediyor. İçki, yapmak için fidan dikene, o fidanların bekçiliğini yapana, üzümü sıkana, depo edene, içene, şişeye doldurana, taşıyana, yükü teslim alana, satana, ondan para kazanana....”
• el-Kâfi ve et-Tehzib adlı eserlerde İmam Musa Kâzım’dan şöyle rivayet edilir: “Allah, içkiyi günahından dolayı değil, yol açtığı sonuçtan dolayı haram kıldı. Buna göre alkollü içki ile aynı sonuca yol açan her madde, içkidir.” Başka bir rivayete göre İmamın sözlerinin sonu “içki ile aynı etkiyi yapan her madde içkidir” şeklindedir.
• Hz. Peygamber der ki: “Benim ümmetime öyle bir zaman gelecek ki, benk (haşiş) diye bir şey kullanacaklar. Onlar benden değildirler, ben de onlardan değilim”.
• Peygamber yine “Uyuşturucunun günahını küçümseyen kimse kesinlikle kafirdir”. der.
Burjuva kültüründe devletin lider kadrosu, bürokrasisi her zaman halkın malını sömürmüş, kendi sınıfını ayrıcalıklı bilmiş ve halkın hayatından uzak bir hayat yaşamıştır. Oysa İslam kültüründe İslam’ın lideri halkla eşit bir şekilde yaşamıştır.
• Peygamber buyuruyor ki: “Eşari kabilesi bir gazadan ellerine geçeni paylaşmada yahut yiyecekleri azaldığında şöyle yaparlar, “herkes elinde olanı getirip bir örtü içine koyar, sonra toplananlar belli bir ölçekle eşit miktarda herkese dağıtılır. İşte böyle yaptıkları içindir ki Eşariler benden, ben de onlardanım”. Bu da peygamberin kültürüdür.
• Peygamberin yakın arkadaşı Ebu Zer Şam halkına sesleniyor ve diyor ki.” Siz ipek kumaşlar ve diba elbiseler seçiyorsunuz. Nazik yetişmiş bedenleriniz sert kumaşlardan inciniyor. Oysa Allah resulü hasır üstünde uyuyordu. Siz çeşit-çeşit yemekler yiyorsunuz. Oysa Allah Resulü doyasıya arpa ekmeği bile yememişti.
• Yine Ebu Zer devamla: Bunlar yemeklerini eğlence ve törenle hazırlarlar. O kadar bol çeşitli yemekler yerler ki bunları hazmedebilmek için ilaç kullanmak zorunda kalırlar. Oysa peygamber dünyadan göçene kadar bir gün bile iki çeşit yemekle karnını doyurmadı. Hurma bulduğu gün ekmek bulamıyordu. Peygamberin ailesi hiçbir zaman üç gün üst üste sabah ve akşam arpa ekmeğiyle bile doymadı. Bazen aylarca Peygamber’in evinde yemek pişirmek için ateş yanmıyordu.
• Hastalığından önce Peygamber’in biraz parası vardı. Hastalanınca bunu müstahaklara vermesi için Ali’ye gönderdi. Bir rivayete göre bu para 6 ya da 7 dinardı.
• Bazen öyle oluyordu ki Ali’nin üzerinde bir kadifeden başka bir şey olmuyordu. Öyle ki kışın soğuktan titriyordu. Bu konuda şöyle dedi: Eğer alışveriş yapacağım dört dirhemim olsaydı, bu kılıcı satmazdım.
Yalnızca şu örneği vermemiz bile yeterlidir. Hz. Muhammed Peygamber olduğu dönemde kızı Fatıma’yı Ali’ye verdiğinde, İmam Ali’ye düğünü yapmak için ne kadar malı olduğunu soruyor, İmam Ali’de yalnızca kılıç ve zırhının olduğunu söylüyor. Peygamber zırhı satmasını ve zırhtan gelen parayla düğün masraflarını yapmasını söylüyor. Yani bugünün deyimiyle bir yanda cumhurbaşkanı diğer yanda onun ordu komutanı genel kurmay başkanı ama ellerinde düğün yapacak paraları yok.
Şiirden de iki örnek verip konuyu kapatacağız.
• İmam Ali der ki: “Etrafında tabaklanmış deriye bile hasret çeken ciğerler (aç insanlar) olduğu halde, tok olarak yatmanın ıstırabı (ayıbı) yeter sana”.
• İmam Hüseyin der ki: "Eğer bedenler ölüm için yaratılmış ise,
kişinin Allah yolunda kılıçla öldürülmesi en güzel şeydir."
Sonuç olarak bu din zenginlerin eliyle kurulan bir din değil, bilakis kültürüyle, felsefesiyle, şiiriyle, inançlarıyla sömürüye, haksızlığa ve zulme savaş açmış bir dindir. Ama zamanla ekonominin eliyle şekillenmiştir. Devlet kendi sanatını, kendi kültürünü, kendi, solcusunu yarattığı gibi kendi dinini de yaratmıştır. Devam edeceğiz…
Yorum