HALKIN SÖMÜRÜLMESİNE KARŞI OLAN
AYDINIMIZA SORUYORUM
Şüphesiz ki bir gazetenin asıl amacı halkın zarar göreceği şeylerde halkı aydınlatmaktır. Yani aydının asıl amacı aydınlatmaktır. Bir gazete eğer halkı zararlara karşı, sömürüye karşı uyandırıyorsa o gazete amacını gerçekleştiriyordur. Ama bilakis gazetenin kendisi sömürüyorsa veya sömürüye maşa oluyorsa bu gazetenin yazdıklarını kale alamam. Çünkü gazetenin halkı sömürüden, ezilmekten kurtarmak gibi bir gayesi olsaydı çıkarı için sömürüye alet olmazdı.
Şimdi soruyorum at yarışı, iddaa gibi oyunlar bir sömürü çarkı değil midir Sayın Aydın? Yıllarca spor toto, spor lotolarla bu halk aldatılmadı mı? Soruyorum size bu futbolcular neden trilyonlar alıyorlar transferlerde? Spor kulüpleri futbolcuya verecek parayı nereden buluyor? Neden atın üzerindeki jokeyler bir yarışta milyarlarca para alıyor? Bu paralar nereden geliyor? Ben söyleyeyim? O paralar kimi çocukların okul harçlıkları, kimi çocukların sabah kahvaltılıkları, kimi çocukların beslenmelikleri? Kimi kadınların ev işlerinde akşama kadar çekmiş oldukları zahmetlerin karşılığında kocalarının ellerinden aldıkları v.s. Sayın Aydın neden bir insan okumak yerine, araştırma yapmak yerine, içinde bulunduğu toplumun sosyal sorunlarını sorgulamak ve bu uğurda mücadele etmek yerine gazetenizin yayınladığı at yarışlarına, iddia gibi oyunlara kafasını yorsun? Halkı uyandırıyor musunuz, yoksa uyutuyor musunuz, halkı aydınlatıyor musunuz, yoksa karanlığa mı götürüyorsunuz?
Bu yaptığınız halka hizmet midir? Yoksa at yarışları ile halkın kanını emen, halkı sömüren para babalarına mı hizmettir? Gerçi gazetenizin de bu sömürü çarkından elde ettiği para öyle azımsanacak bir para değildir? Peki, nerede kaldı insan hakları? Hepsi edebiyat ve hepsi halkı biraz daha fazla sömürebilmek için halka şirin gözükmek.. Benim dinim at yarışına, iddiaya, şans topuna ve insanı sömüren, insana emek harcamadan para kazandıran hiçbir oyuna müsaade etmez. Benim peygamberim “çalışmadan geçimini sağlayan, bizden değildir” demiştir. Ben başkalarını aldatarak, kandırarak alınan bir parayı cebime koyamam. Başkalarının çocuklarının okul harçlıkları, kadınlarının ev ihtiyaçları, hastalarının ilaç parası olan emek harcanmadan kazanılan, hak edilmemiş olan bir parayı harcayamam. Benim dinim bunu yasaklamıştır.
Bu halk işçilerin, bu sömürü çarkından nasıl kurtulacaklarının hesabını yapacağına, bunları düşüneceğine, sizin halka dayattığınız “hangi atın üzerindeki jokey kaç kilo, falanca atın anası filanca, falanca atın babası filanca” gibi şeyleri düşünüyor. İddia vesilesi ile Alman ligini, İtalya ligini bilen bu halk maalesef kendisini asıl ilgilendiren kartel, tröst, kapitalizm, sınıf farklılıkları gibi sözcüklerin neler ifade ettiğini bilmiyor. Kimler tarafından hangi amaçla sömürüldüğünü, ezildiğini bilmiyor. Halkı “haftanın hakemi, haftanın golü, haftanın futbolcusu, haftanın şutu” v.s. bitmeyen yararsız düşüncelerle meşgul ediyorsunuz. Çünkü sizin amacınız düşünen, sorgulayan, okuyan, araştıran bir toplum yaratmak olsaydı siz insanların beyinlerini üç kuruşluk menfaat için atlarla, sayısal lotolarla, iddaalarla, atların soy geçmişleri ile Hollanda, İspanya ligleri ile meşgul etmezdiniz. Sayenizde kalem tutması gereken gençler, gazetenizin eline tutuşturduğu içinde hangi atın kim tarafından koşturulduğu, atın Arap mı, İngiliz mi olduğu, anne-babasının kim olduğu yazılı kâğıtları tutacak, okula gitmesi gereken çocuklar ganyan bayilerine gidecek. Bu yaptığınız halkın cebindeki parayı, sömürücü hâkim sınıfın cebine koymaktır. Siz bir aracısınız. Sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin aracılığını yapıyorsunuz. Egemen güçler sizin aracılığınızla sömürülen, ezilen, hakkını aramayan, hesap sormayan, düşünmeyen, ahlaksız, şuursuz bir halk yaratıyor. Onların baş tacısınız.
KÖLELİĞE KARŞI OLAN AYDINIMZA
SORUYORUM
Ya gazetenizin yayınladığı güzellik yarışmaları? Miss Turkey, Asya güzeli, Avrupa güzeli, dünya güzeli, falan güzeli, filan güzeli ve sonu tükenmeyen sömürü çarkı. Bu güzeller zengin masalarına ısmarlanan birer çerez malzemesi değildir de nedir? Birinci seçilen güzellere “birinci seçildiniz ve yarışma bitti. Artık evinize gidebilirsiniz, sakın bizi unutmayın mı” deniliyor yoksa asıl sömürü çarkı bundan sonra mı başlıyor? Tamam, anlıyorum gazetenizin kendini çevirebilmesi için bazen kaçamak yapıp insan haklarını çiğneyebiliyor ama bu kadarı da fazla değil mi?
Kadınlar, erkeğin bir ticaret müessesindeki menfaatlerini temin etmek için, kendisini süsleyerek bir modern köle haline getirilmiştir. Bir tarafta araba, diğer tarafta bir bayan manken. Ne alaka? Acaba “kadın gibi araba” mı demek isteniyor? Yoksa arabanın eksiklikleri kadının vücuduyla mı tamamlanmak isteniyor? Tabiî ki hiç birisi değil. Kadın burada dişiliğini kullanacak ki arabalar daha fazla ilgi görülüp satılsın. Aynı kadınların bir başka yerde birilerinin milyarlık elbiselerini satmak için giydirildiklerini, podyumlarda erkeklerin iğrenç arzularla süzdükleri birer süslü oyuncak olduklarını görüyoruz. Tabiî ki bu tabloları görünce neden güzellik yarışmalarının yapıldığını daha iyi anlıyoruz. Kadının sömürülme gerçeği, haklarının çiğnenmesi gerçeği maalesef on binlerce yıldır hiç değişmemiş. Değişen tek şey sömürülmenin şekilleri. Dün kadının bedenini toprağa gömenler bugün kadının şeref ve onurunu toprağa gömdüler. Birde “Dünya Kadınlar Günü”nü kutluyorsunuz. Hangi hakla?
SONUÇ
Gazetenin değinmediği, önemsemediği konular da bu gazetenin ve yazarlarının insan hakları konusundaki duyarsızlığını göstermek için yeterli bir delildir. Mesela bir gazete herhangi bir dini inancın mensuplarının din adına düzenlemiş oldukları miting, kongre, bilgi şöleni v.b. türden etkinlikleri yayınlama mecburiyetinde değildir. Çünkü eğer yapılan miting v.b. gösteriler insan hakları ihlaline dayanmıyorsa bu tamamıyla o insanların dini meselesidir ve başka insanları ilgilendirmez. Ama yapılan miting v.b. etkinlikler işçi hakları, köylü hakları, kadın hakları, inanç özgürlüğü gibi türden ise yani insanlığı ilgilendiren bir mesele ise bir gazetenin bu meseleyi gündeme taşıması vazifesidir. Ama bakıyoruz ki bir işçilerin, patronların emek sömürüsüne karşı yapmış oldukları zulmü dile getiren bir mitingin, işten atılanların, karın tokluğuna çalışanların bu gazeteler nezdinde bir kadının kalçası kadar değeri yoktur. Bir mankenin kalçasına ayırdıkları kupür, 5.000 insan tarafından yapılan bir mitinge ayırmış oldukları kupürden daha fazladır. Demek oluyor ki bir kadının kalçası onların nezdinde 5.000 insanın vermiş olduğu insanlık mücadelesinden daha değerlidir
Onlar asla kumara karşı olamazlar, çünkü yayınladıkları at yarışı, iddaa gibi yayınların bilakis kendisi kumardır. Onlar asla ezilenlerin yanında olamazlar çünkü bilakis patronları ezen sınıfındandır. Fakirlerin yanında olamazlar çünkü maaşlarını verenler zenginlerdir. Statükoyu, sistemi ciddi anlamda eleştiremezler, çünkü patronları sistemden beslenenlerdir.
Medya bir afyondur. Malum medyanın amacı toplumu bir takım gerçeklere karşı uyandırmak ve toplumu hareketlendirmek midir yoksa magazin v.b. bilgilerle toplumu uyutmak mıdır? Biz bu gazeteleri toplumu uyutan birer afyon olarak görüyoruz. Bir gazete afyon olarak da kullanılabilir insanları uyandırma amacıylada kullanılabilir. Bu o gazetenin kimler tarafından kullanıldığına bağlıdır. Aynı şey İslam dini içinde söz konusudur. Maalesef bu din bazı insanların afyonu olmuştur, bazı insanları ise harekete geçirip zulümle savaştıran bir güç olmuştur. Bu dini kimler tarafından öğrendiğinize bağlıdır. Aynen sinemanın, edebiyatın, dizilerin kimler tarafından yönetildiğine bağlı olduğu gibi. Mesela bir çok film yasaklanmıştır. Bu yasaklanan filmler serbest olsa bile statükonun süzgecinden geçtiği oranda serbest olur. Ve filmin tamamını bilen der ki bu filmin % 40’ını veya %70’ini kesmişler. Aynı şekilde statüko dini insanların yaşaması için vermiştir. Ama bu dinin belki %60’ni, belki de %80’i
kesilmiştir. Yani aristokrasiyi, elit tabakayı, sınıfları ortadan kaldıran, sömürüyü yok eden, ezilen hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun onun hakkını arayan dinin sosyal ve toplumsal boyutu kesintiye uğramıştır. İmam Ali Nehcul Belaga’da diyor ki “Mazlum kim olursa olsun mazlumun yanında, zalim kim olursa olsun zalimin karşısında olun”. O halde ben İmam Ali’yi takip eden bir Müslüman olarak diyebilmeliyim ki “ben Amerika’da Kızıl deri’liyim, Almanya’da Yahudi’yim, Ebu Gureyb’de kadınım, Filistin’de çocuğum, Madımak’ta yanan Alevî’yim, Başörtüsünden dolayı okuyamayan Sünnî’yim, tecritteki bir komünist, toprağı olmayan bir köylü, emeği çalınan bir işçiyim”. Mazlum kim olursa olsun mazlumun yanında olmalıyım.
Oysa malum medya ile insanın mücadele ruhu, hak arama ruhu elinden alınmıştır. Uyuşturucuyla, fuhuşla, içki, kumar ile yozlaştırılan bir toplum haksızlıklarla mücadele etmez. Eğitim psikolojisinden bir gerçek vardır. Eğer bir insanın kalbindeki bir aşkı almak istiyorsanız, onun yerine başka aşk yerleştirmek zorundasınız.
Kültür yozlaştırması emperyalistlerin bir numaralı silahlarından bir tanesidir. Onların yaşamları bozgunculuğun, ahlaksızlığın, tüketimin, sahte talebin v.b. artmasına bağlıdır. Her şey onların süzgecinden geçmektedir. Hatta eğitim bile. Neden hatta dedim, çünkü adı eğitim olan bir kurum bile eğitmiyor, uyuşturuyor.
Gençliğe verilen dersler genelde zihni geliştirmekten, düşündürmekten, analiz yapmaktan ziyade, ezbere dayanan, insanı geliştirmeyen ve insanın günlük hayatta hiçbir işine yaramayan dersler olmaktadır. Biz bundan şunu anlamaktayız ki öğrencilere verilen dersleri ağırlaştırıp, kişinin dersten başını kaldıramayacak bir hale getirip kişinin, halkın sosyal sorunları ile ilgili olan ilişkisini kesmek ve bu şekilde hiçbir zaman hesap sormayan, hak talebinde bulunmayan bir gençlik oluşturmaktır. Çünkü ezbere dayalı eğitim sistemi insanları uyutmaktan başka, insana zerre kadar dahi olsun yararı olmaz. Dolayısıyla eğitim adı altın da verilen dersler de birer afyondur. Türkiye’de ki üniversiteler maalesef bilim yuvalarından çok meslek okuluna benzerler. Unvanlar da ekseri düzene itiraz etmediğini kanıtlayanlara verilir. Bu kurumlar birer gericilik yuvasıdır.
Bana hangi şairin ne zaman doğduğunu ezberleteceğine, pancarın Türkiye’nin bilmem hangi yerinde % kaç üretildiğini ezberleteceğine insanların nasıl köleleştirildiğini, emeklerinin nasıl sömürüldüğünü, bir damla petrol için insanların nasıl katledildiğini öğretin. Eğer eğitimin amacı insanları hayata hazırlamaksa bugün benim en çok işime yarayacak bilgiler bunlardır.
Dolayısıyla her şey afyonlaştırılmaktadır. Her şey statükonun, egemen güçlerin eliyle şekillenmektedir. Egemen güçler medyanın eliyle öyle bir insan modeli yaratıyorlar ki, bu insan sorgulamayacak, hakkını aramayacak, düşünmeyecek, hep tüketecek, işi gücü seks, kadın, kız, içki, kumar olacak, kısacası sömürü çarkına hizmetçi olacak.
Aslında “bana gazeteni söyle sana ne olduğunu söyleyeyim” gibi bir düşüncede olmam doğrumudur, acaba yazarlara haksızlık mı ediyorum diye çok düşündüm. Çünkü “belki aydınlardan bir kısmı da gazetelerindeki bu durumu eleştiriyorlardır” diye düşünüyordum. Ama şurası bir gerçektir ki o yazarı gazetesine alan patronda, o yazar da bilinçli bir şekilde bu ortaklığı kuruyor. Patron kendi düşüncesinin aksine kişileri bünyesinde çalıştırmaz, yazar da hangi gazetelerde hangi sınırlar içerisinde, kimin aleyhinde, kimin lehinde yazı yazacağını bilincinde olarak gazeteye girer. Sonuçta bu bir aydındır, hangi gazetenin hangi ideoloji içerisinde olduğunu gayet iyi bilir. Çalışacağı gazetede kendisine konulacak olan sınırları, aşmaması gerekilen kırmızıçizgileri gayet iyi
AYDINIMIZA SORUYORUM
Şüphesiz ki bir gazetenin asıl amacı halkın zarar göreceği şeylerde halkı aydınlatmaktır. Yani aydının asıl amacı aydınlatmaktır. Bir gazete eğer halkı zararlara karşı, sömürüye karşı uyandırıyorsa o gazete amacını gerçekleştiriyordur. Ama bilakis gazetenin kendisi sömürüyorsa veya sömürüye maşa oluyorsa bu gazetenin yazdıklarını kale alamam. Çünkü gazetenin halkı sömürüden, ezilmekten kurtarmak gibi bir gayesi olsaydı çıkarı için sömürüye alet olmazdı.
Şimdi soruyorum at yarışı, iddaa gibi oyunlar bir sömürü çarkı değil midir Sayın Aydın? Yıllarca spor toto, spor lotolarla bu halk aldatılmadı mı? Soruyorum size bu futbolcular neden trilyonlar alıyorlar transferlerde? Spor kulüpleri futbolcuya verecek parayı nereden buluyor? Neden atın üzerindeki jokeyler bir yarışta milyarlarca para alıyor? Bu paralar nereden geliyor? Ben söyleyeyim? O paralar kimi çocukların okul harçlıkları, kimi çocukların sabah kahvaltılıkları, kimi çocukların beslenmelikleri? Kimi kadınların ev işlerinde akşama kadar çekmiş oldukları zahmetlerin karşılığında kocalarının ellerinden aldıkları v.s. Sayın Aydın neden bir insan okumak yerine, araştırma yapmak yerine, içinde bulunduğu toplumun sosyal sorunlarını sorgulamak ve bu uğurda mücadele etmek yerine gazetenizin yayınladığı at yarışlarına, iddia gibi oyunlara kafasını yorsun? Halkı uyandırıyor musunuz, yoksa uyutuyor musunuz, halkı aydınlatıyor musunuz, yoksa karanlığa mı götürüyorsunuz?
Bu yaptığınız halka hizmet midir? Yoksa at yarışları ile halkın kanını emen, halkı sömüren para babalarına mı hizmettir? Gerçi gazetenizin de bu sömürü çarkından elde ettiği para öyle azımsanacak bir para değildir? Peki, nerede kaldı insan hakları? Hepsi edebiyat ve hepsi halkı biraz daha fazla sömürebilmek için halka şirin gözükmek.. Benim dinim at yarışına, iddiaya, şans topuna ve insanı sömüren, insana emek harcamadan para kazandıran hiçbir oyuna müsaade etmez. Benim peygamberim “çalışmadan geçimini sağlayan, bizden değildir” demiştir. Ben başkalarını aldatarak, kandırarak alınan bir parayı cebime koyamam. Başkalarının çocuklarının okul harçlıkları, kadınlarının ev ihtiyaçları, hastalarının ilaç parası olan emek harcanmadan kazanılan, hak edilmemiş olan bir parayı harcayamam. Benim dinim bunu yasaklamıştır.
Bu halk işçilerin, bu sömürü çarkından nasıl kurtulacaklarının hesabını yapacağına, bunları düşüneceğine, sizin halka dayattığınız “hangi atın üzerindeki jokey kaç kilo, falanca atın anası filanca, falanca atın babası filanca” gibi şeyleri düşünüyor. İddia vesilesi ile Alman ligini, İtalya ligini bilen bu halk maalesef kendisini asıl ilgilendiren kartel, tröst, kapitalizm, sınıf farklılıkları gibi sözcüklerin neler ifade ettiğini bilmiyor. Kimler tarafından hangi amaçla sömürüldüğünü, ezildiğini bilmiyor. Halkı “haftanın hakemi, haftanın golü, haftanın futbolcusu, haftanın şutu” v.s. bitmeyen yararsız düşüncelerle meşgul ediyorsunuz. Çünkü sizin amacınız düşünen, sorgulayan, okuyan, araştıran bir toplum yaratmak olsaydı siz insanların beyinlerini üç kuruşluk menfaat için atlarla, sayısal lotolarla, iddaalarla, atların soy geçmişleri ile Hollanda, İspanya ligleri ile meşgul etmezdiniz. Sayenizde kalem tutması gereken gençler, gazetenizin eline tutuşturduğu içinde hangi atın kim tarafından koşturulduğu, atın Arap mı, İngiliz mi olduğu, anne-babasının kim olduğu yazılı kâğıtları tutacak, okula gitmesi gereken çocuklar ganyan bayilerine gidecek. Bu yaptığınız halkın cebindeki parayı, sömürücü hâkim sınıfın cebine koymaktır. Siz bir aracısınız. Sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin aracılığını yapıyorsunuz. Egemen güçler sizin aracılığınızla sömürülen, ezilen, hakkını aramayan, hesap sormayan, düşünmeyen, ahlaksız, şuursuz bir halk yaratıyor. Onların baş tacısınız.
KÖLELİĞE KARŞI OLAN AYDINIMZA
SORUYORUM
Ya gazetenizin yayınladığı güzellik yarışmaları? Miss Turkey, Asya güzeli, Avrupa güzeli, dünya güzeli, falan güzeli, filan güzeli ve sonu tükenmeyen sömürü çarkı. Bu güzeller zengin masalarına ısmarlanan birer çerez malzemesi değildir de nedir? Birinci seçilen güzellere “birinci seçildiniz ve yarışma bitti. Artık evinize gidebilirsiniz, sakın bizi unutmayın mı” deniliyor yoksa asıl sömürü çarkı bundan sonra mı başlıyor? Tamam, anlıyorum gazetenizin kendini çevirebilmesi için bazen kaçamak yapıp insan haklarını çiğneyebiliyor ama bu kadarı da fazla değil mi?
Kadınlar, erkeğin bir ticaret müessesindeki menfaatlerini temin etmek için, kendisini süsleyerek bir modern köle haline getirilmiştir. Bir tarafta araba, diğer tarafta bir bayan manken. Ne alaka? Acaba “kadın gibi araba” mı demek isteniyor? Yoksa arabanın eksiklikleri kadının vücuduyla mı tamamlanmak isteniyor? Tabiî ki hiç birisi değil. Kadın burada dişiliğini kullanacak ki arabalar daha fazla ilgi görülüp satılsın. Aynı kadınların bir başka yerde birilerinin milyarlık elbiselerini satmak için giydirildiklerini, podyumlarda erkeklerin iğrenç arzularla süzdükleri birer süslü oyuncak olduklarını görüyoruz. Tabiî ki bu tabloları görünce neden güzellik yarışmalarının yapıldığını daha iyi anlıyoruz. Kadının sömürülme gerçeği, haklarının çiğnenmesi gerçeği maalesef on binlerce yıldır hiç değişmemiş. Değişen tek şey sömürülmenin şekilleri. Dün kadının bedenini toprağa gömenler bugün kadının şeref ve onurunu toprağa gömdüler. Birde “Dünya Kadınlar Günü”nü kutluyorsunuz. Hangi hakla?
SONUÇ
Gazetenin değinmediği, önemsemediği konular da bu gazetenin ve yazarlarının insan hakları konusundaki duyarsızlığını göstermek için yeterli bir delildir. Mesela bir gazete herhangi bir dini inancın mensuplarının din adına düzenlemiş oldukları miting, kongre, bilgi şöleni v.b. türden etkinlikleri yayınlama mecburiyetinde değildir. Çünkü eğer yapılan miting v.b. gösteriler insan hakları ihlaline dayanmıyorsa bu tamamıyla o insanların dini meselesidir ve başka insanları ilgilendirmez. Ama yapılan miting v.b. etkinlikler işçi hakları, köylü hakları, kadın hakları, inanç özgürlüğü gibi türden ise yani insanlığı ilgilendiren bir mesele ise bir gazetenin bu meseleyi gündeme taşıması vazifesidir. Ama bakıyoruz ki bir işçilerin, patronların emek sömürüsüne karşı yapmış oldukları zulmü dile getiren bir mitingin, işten atılanların, karın tokluğuna çalışanların bu gazeteler nezdinde bir kadının kalçası kadar değeri yoktur. Bir mankenin kalçasına ayırdıkları kupür, 5.000 insan tarafından yapılan bir mitinge ayırmış oldukları kupürden daha fazladır. Demek oluyor ki bir kadının kalçası onların nezdinde 5.000 insanın vermiş olduğu insanlık mücadelesinden daha değerlidir
Onlar asla kumara karşı olamazlar, çünkü yayınladıkları at yarışı, iddaa gibi yayınların bilakis kendisi kumardır. Onlar asla ezilenlerin yanında olamazlar çünkü bilakis patronları ezen sınıfındandır. Fakirlerin yanında olamazlar çünkü maaşlarını verenler zenginlerdir. Statükoyu, sistemi ciddi anlamda eleştiremezler, çünkü patronları sistemden beslenenlerdir.
Medya bir afyondur. Malum medyanın amacı toplumu bir takım gerçeklere karşı uyandırmak ve toplumu hareketlendirmek midir yoksa magazin v.b. bilgilerle toplumu uyutmak mıdır? Biz bu gazeteleri toplumu uyutan birer afyon olarak görüyoruz. Bir gazete afyon olarak da kullanılabilir insanları uyandırma amacıylada kullanılabilir. Bu o gazetenin kimler tarafından kullanıldığına bağlıdır. Aynı şey İslam dini içinde söz konusudur. Maalesef bu din bazı insanların afyonu olmuştur, bazı insanları ise harekete geçirip zulümle savaştıran bir güç olmuştur. Bu dini kimler tarafından öğrendiğinize bağlıdır. Aynen sinemanın, edebiyatın, dizilerin kimler tarafından yönetildiğine bağlı olduğu gibi. Mesela bir çok film yasaklanmıştır. Bu yasaklanan filmler serbest olsa bile statükonun süzgecinden geçtiği oranda serbest olur. Ve filmin tamamını bilen der ki bu filmin % 40’ını veya %70’ini kesmişler. Aynı şekilde statüko dini insanların yaşaması için vermiştir. Ama bu dinin belki %60’ni, belki de %80’i
kesilmiştir. Yani aristokrasiyi, elit tabakayı, sınıfları ortadan kaldıran, sömürüyü yok eden, ezilen hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun onun hakkını arayan dinin sosyal ve toplumsal boyutu kesintiye uğramıştır. İmam Ali Nehcul Belaga’da diyor ki “Mazlum kim olursa olsun mazlumun yanında, zalim kim olursa olsun zalimin karşısında olun”. O halde ben İmam Ali’yi takip eden bir Müslüman olarak diyebilmeliyim ki “ben Amerika’da Kızıl deri’liyim, Almanya’da Yahudi’yim, Ebu Gureyb’de kadınım, Filistin’de çocuğum, Madımak’ta yanan Alevî’yim, Başörtüsünden dolayı okuyamayan Sünnî’yim, tecritteki bir komünist, toprağı olmayan bir köylü, emeği çalınan bir işçiyim”. Mazlum kim olursa olsun mazlumun yanında olmalıyım.
Oysa malum medya ile insanın mücadele ruhu, hak arama ruhu elinden alınmıştır. Uyuşturucuyla, fuhuşla, içki, kumar ile yozlaştırılan bir toplum haksızlıklarla mücadele etmez. Eğitim psikolojisinden bir gerçek vardır. Eğer bir insanın kalbindeki bir aşkı almak istiyorsanız, onun yerine başka aşk yerleştirmek zorundasınız.
Kültür yozlaştırması emperyalistlerin bir numaralı silahlarından bir tanesidir. Onların yaşamları bozgunculuğun, ahlaksızlığın, tüketimin, sahte talebin v.b. artmasına bağlıdır. Her şey onların süzgecinden geçmektedir. Hatta eğitim bile. Neden hatta dedim, çünkü adı eğitim olan bir kurum bile eğitmiyor, uyuşturuyor.
Gençliğe verilen dersler genelde zihni geliştirmekten, düşündürmekten, analiz yapmaktan ziyade, ezbere dayanan, insanı geliştirmeyen ve insanın günlük hayatta hiçbir işine yaramayan dersler olmaktadır. Biz bundan şunu anlamaktayız ki öğrencilere verilen dersleri ağırlaştırıp, kişinin dersten başını kaldıramayacak bir hale getirip kişinin, halkın sosyal sorunları ile ilgili olan ilişkisini kesmek ve bu şekilde hiçbir zaman hesap sormayan, hak talebinde bulunmayan bir gençlik oluşturmaktır. Çünkü ezbere dayalı eğitim sistemi insanları uyutmaktan başka, insana zerre kadar dahi olsun yararı olmaz. Dolayısıyla eğitim adı altın da verilen dersler de birer afyondur. Türkiye’de ki üniversiteler maalesef bilim yuvalarından çok meslek okuluna benzerler. Unvanlar da ekseri düzene itiraz etmediğini kanıtlayanlara verilir. Bu kurumlar birer gericilik yuvasıdır.
Bana hangi şairin ne zaman doğduğunu ezberleteceğine, pancarın Türkiye’nin bilmem hangi yerinde % kaç üretildiğini ezberleteceğine insanların nasıl köleleştirildiğini, emeklerinin nasıl sömürüldüğünü, bir damla petrol için insanların nasıl katledildiğini öğretin. Eğer eğitimin amacı insanları hayata hazırlamaksa bugün benim en çok işime yarayacak bilgiler bunlardır.
Dolayısıyla her şey afyonlaştırılmaktadır. Her şey statükonun, egemen güçlerin eliyle şekillenmektedir. Egemen güçler medyanın eliyle öyle bir insan modeli yaratıyorlar ki, bu insan sorgulamayacak, hakkını aramayacak, düşünmeyecek, hep tüketecek, işi gücü seks, kadın, kız, içki, kumar olacak, kısacası sömürü çarkına hizmetçi olacak.
Aslında “bana gazeteni söyle sana ne olduğunu söyleyeyim” gibi bir düşüncede olmam doğrumudur, acaba yazarlara haksızlık mı ediyorum diye çok düşündüm. Çünkü “belki aydınlardan bir kısmı da gazetelerindeki bu durumu eleştiriyorlardır” diye düşünüyordum. Ama şurası bir gerçektir ki o yazarı gazetesine alan patronda, o yazar da bilinçli bir şekilde bu ortaklığı kuruyor. Patron kendi düşüncesinin aksine kişileri bünyesinde çalıştırmaz, yazar da hangi gazetelerde hangi sınırlar içerisinde, kimin aleyhinde, kimin lehinde yazı yazacağını bilincinde olarak gazeteye girer. Sonuçta bu bir aydındır, hangi gazetenin hangi ideoloji içerisinde olduğunu gayet iyi bilir. Çalışacağı gazetede kendisine konulacak olan sınırları, aşmaması gerekilen kırmızıçizgileri gayet iyi