Halkımızda maalesef birçok halk gibi medyanın eliyle şekillenen bir halk haline getirilmiştir. Kapitalist-Liberal medya kuruluşlarının en büyük amaçlarından birisi düşünmeyen, sorgulamayan, aklını medyanın dayattığı düşünceye teslim eden bir halk yaratmaktır. Yani halkı, statükonun (mevcut durum, var olan durum), egemen güçlerin istediği biçimde şekillendirmektir.
Bugün sinemanın, edebiyatın, şiirin, futbolun, dinin vb. bir çok şeyin afyonlaştırıldığını görüyoruz. Örneğin yıllarca komedi, karate, aşk, kovboy filmlerini izledik. Bizlere hayatın gerçeklerini gösteren, içerisinde yaşadığımız toplumun sosyal sorunlarından bahseden filmler yasaklandı. Buna örnek olarak Yol, Duvar, Sürü, Arkadaş filmlerini zikredebiliriz. Neden? Çünkü bu filmler halkı uyandırıyordu. Egemen güçler ise uyanan, sorgulayan, düşünen bir halk kitlesi istemiyor. Onlara göre sinemanın afyonlaştırılması gerekiyordu. Aynı şiirin, edebiyatın, dinin v.b.in afyonlaştırılması gerektiği gibi.
İnsanı sorumsuzlaştıran, kendi içinde yaşadığı toplumun sorunlarından uzaklaştıran, insanı düşünmeyen, sorgulamayan, hesap sormayan, bana neci, nemelazımcı bir karaktere büründüren her şey afyondur. Dolayısıyla kendi sanatını, kendi edebiyatını, kendi dinini oluşturan egemen güçler aynı zamanda kendi medyasını da oluşturmuşlardır. Halk neden sömürüldüğünün hesabını soracağına Falanca sanatçının kalçasındaki selülitle ilgilensin. Halk toplumsal sorunları gündeme getiren kitap ve dergileri okuyacağına “kim kimle çıkmış, kim kimle yatmış” gibi boş ve anlamsız yazıları okusun. Halk çalışıp emeğinin gücü ile ekmeğini kazanacağına at yarışı, it yarışı, iddia gibi oyunlar oynasın.
Dolayısıyla dünya medyasının büyük bir bölümü uluslar arası siyonizmin, evrensel emperyalizmin elindedir. Bu sebeple halkın gerçekleri görmesine asla müsaade etmezler, hangi haber kendi çıkarlarına hizmet ediyorsa o haberi sunarlar. Kendi menfaatlerine ters gelen haberleri ise, kendi menfaatlerine hizmet edecek hale getirirler. Kavram ve kelimelerden yararlanarak halkı yanıltırlar. Her türlü cinayeti işlerler, adına insan hakları derler. Kapitalist dünyaya “özgür dünya” derler. George Orwell, “Barış savaştır, gerçek yalandır, özgürlükse köleliktir” der.
Örneğin Irak’a demokrasi getireceğiz diyenlerin kendi demokrasilerine bir bakın. Mesela Bush hiç şüphesiz demokrasi ile seçildi. Ama dünya halkları, demokrasi ile seçilen Bush’dan nefret ediyor. Yani demokrasi kendisinden nefret edilen, katil, yalancı, sömürgeci, alçak bir insanı başa getirmiş. Halk ister mi ki yöneticisi katil, alçak, yalancı, ikiyüzlü bir insan olsun? Oysa Bush’u halk seçti. Bılair’de aynı yöntemle seçildi ve insanlar ondan da nefret ediyor du? Şaron, Olmert’de nefret edilenler arasında.
Peki, halk yöneticilerinin katil, ikiyüzlü, yalancı olmasını istememesine rağmen, nasıl oluyor da halkın seçiminin sonucunda bu insanlar halka yönetici oluyorlar? Çünkü günümüz demokrasisinde paran varsa, medya arkandaysa, para babaları olan işadamlarının çıkarlarına öncelik tanıyorsan, emperyalizmin hizmetinde olmayı vade etmişsen bir bakıyorsun ki sistem seni ülkenin başına getirtmiş. Mesela sınıf başkanı seçilecek. 40 kişilik sınıfta herkes birbirini tanıdığı için adayların kendini tanıtmaları için herhangi bir maddiyata gereksinimleri yok. Dolayısıyla fakirde olsan, zengin kadar seçilme olasılığın var. Ama milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede kendini halka tanıtabilmen için büyük paralara ihtiyacın var. Eğer yoksa büyük parası olan insanlara ihtiyacın var. Onların desteğini alman içinde dürüstlük ilkesinden vazgeçip seçildikten sonra onlara vefa borcunu ödemen yani onlardan yana siyaset yapman gerekir. Kısacası seçimi ilk önce hakim sınıf yapar ve halka kendi seçtikleri yöneticilerden birini seçme tercihini sunar. Yani kapitalizmin olduğu yerde gerçek demokrasi olamaz.
Biz de halk olarak avutuluyoruz. Kendi idarecimizi kendimizin seçtiğini zannediyoruz. Oysa ki biz kendi idarecimizi değil, düzenin idarecisini seçiyoruz. Vurgulamak isteğim asıl nokta, demokrasinin düzenin kendi çıkarları doğrultusunda kullanıldığı, her ne kadar da demokrasi halkın egemenliği olarak lanse edilmiş olsa da esasında demokrasi ile halkın kandırıldığı ve sömürüldüğüdür Halk bir oy kullanırken, bir de cepheye asker gerek duyulurken lazımdır. Çünkü kapitalist sistemlerde iki yönetici vardır. Biri hükümet, diğeri ise hakim sınıftır. Hükümet hakim sınıfın kontrolündedir. Batı demokrasilerinde ve ülkemizde hakim sınıf hükümeti zorla değil, oyla çıkartıyor. Onlar sahte oyları sandığa koymuyorlar, oylarını bilinçsiz halkın beynine koyarak istediklerini getiriyorlar. Demokrasi ile diktatörlüğü birbirinden ayıran sebep, diktatörlüğün maskesiz olması, demokrasinin ise maskeli olmasıdır. Kısacası hakim sınıf öncelikle medya aracılığıyla istediği halkı yaratıyor ve bu halkın eliyle de kendi düzeninin muhafızlığını üstlenen adamlarını yönetici yapıyor. İşte medyanın, halkın mı yoksa oligarşinin mi hizmetinde olduğunu açıklamak için bu kitabı yazdık. Yani gazetelerin baş sayfasında yazan “halk gazetesi” sözü mü doğrudur, yoksa “halk gazetesi” yazılan sütuna “egemen güçlerin gazetesi” yazılması mı daha doğrudur
Siyah beyaz ile karanlıklar aydınlıklarla bilinir. Bir ideolojiyi, bir sistemi iyi tanıyabilmek için o sistemi, o oluşumu başka sistem ve oluşumlarla kıyaslamamız gerekir. Bu o sistemi tanımada birinci yöntemdir.
İkinci yöntem ise o sistemin diğer özelliklerini araştırmaktır. Bulunduğu mevki, hangi insanlarla bağlantılı olduğu, geçimini sömürerek mi yoksa emek harcayarak mı sağladığı v.s. Örneğin altın tahta oturan birisi halkına “fakirlere yardım edin derse” o insana ne güzel konuşuyor, ne kadar da insancıl diyebilir misiniz? Bizim aydınımızın konumu da bunun gibidir. Bizim aydınımız kadın hakları der, yazı yazdığı gazete kadınları soyup, onların vücudunu bir ticaret malzemesi olarak kullanır. Bizde halk olarak avutuluruz aynen altın tahta oturan insanın sözlerini dinleyen halk gibi. Onlar bak adam ne güzel konuşuyor, ne kadar da insancıl, ne kadarda ezilmişlerin yanında ki fakirlere yardım edin diyor, bizde, bak aydınımıza insan hakları diyor, kadın hakları diyor, özgürlük, hürriyet diyor ne kadar da güzel, ne kadar da insanî sözler diyoruz.
Altın tahta oturan adamın samimiyetini ölçmek için oturduğu tahtı incelemek ne kadar gerekli ise aynı şekilde aydınımızın samimiyetini ölçmek içinde aydınımızın gazetesini incelemek o derece zarurettir. Bu yüzden dolayı soruyorum.
GERİCİLİĞE KARŞI OLAN AYDINIMIZA
SORUYORUM
Sayın Aydın; siz ki gericiliğe karşı olduğunuzu söylüyorsunuz ki olması gereken de budur. Aklı başında olan her insanın gericiliğe, yobazlığa karşı olması, aklın ve bilimin kabul ettiği bir gerçeğin arkasından gitmesi gerekir. Ama siz gerçekten öyle misiniz? Çünkü gazetenizde her gün yayınlanan yıldız fallarını, tarot fallarını görüyoruz. Söyler misiniz yıldızlar mı bizim geleceğimizi belirleyecek, yoksa aklımız ve tecrübelerimiz mi? Biz okumayacağız, araştırmayacağız, düşünmeyeceğiz bir iş yaparken yaptığımız işin ne gibi bir sonuç getireceğini sorgulamayacağız, bunun tecrübesini yaşamış insanlarla istişarede bulunmayacağız ve bizim için her şeyin en güzelini önceden önümüze koyan ve gazetelerinizde yayınlanan yıldız fallarından öğreneceğiz öyle mi? Veya gazetenizde yayınlanan tarot falına yani hiçbir bilinci olmayan, düşünmeyen, iradesi olmayan iskambil kâğıtlarına müracaat edeceğiz öyle mi? Yani düşünen, sorgulayan, aklı olan insan, kendi iradesini aklı olmayan bilinçsiz yıldızlara, iskambil kâğıtlarına teslim edecek. Bilimin ve aklın yolundan mı gitmeliyiz yoksa yıldız fallarının, tarot fallarının gösterdiği yoldan mı?
İnsanları cahil bırakıp, düşünmeyen, sorgulamayan bir birey haline getiriyorsunuz. Gericiliğe karşı olduğunuzu söyleyip de gazetenizde sırf insanları sömürmek, sırf emek hırsızlığı yapmak için kendi inandığınız değerlerden vazgeçiyorsunuz. Aydınsınız ama insanları karanlığa götürüyorsunuz. İlericisiniz ama insanları geriye götürüyorsunuz.
Benim dinim ise oku, araştır, sorgula, düşün diyor. Beşikten mezara kadar ilim öğren diyor. Benim dinim falları Şeytan işi birer pislik olarak nitelendiriyor. Benim dinim fal aracılığıyla insanların sömürülmesine, kandırılmasına, aldatılmasına müsaade etmiyor. Ama siz ısrarla bırak o dini, o din gericilik ve yobazlıktır, benim ve gazetemin istediği model ol diyorsunuz, ben ise olamam diyorum. Ben düşünen ve sorgulayan bir insanım, kendi irademi hiçbir bilinci olmayan maça kızına, kupa asına teslim edemem. Kutup yıldızına, büyük ayı, küçük ayıya teslim edemem.
Bugün sinemanın, edebiyatın, şiirin, futbolun, dinin vb. bir çok şeyin afyonlaştırıldığını görüyoruz. Örneğin yıllarca komedi, karate, aşk, kovboy filmlerini izledik. Bizlere hayatın gerçeklerini gösteren, içerisinde yaşadığımız toplumun sosyal sorunlarından bahseden filmler yasaklandı. Buna örnek olarak Yol, Duvar, Sürü, Arkadaş filmlerini zikredebiliriz. Neden? Çünkü bu filmler halkı uyandırıyordu. Egemen güçler ise uyanan, sorgulayan, düşünen bir halk kitlesi istemiyor. Onlara göre sinemanın afyonlaştırılması gerekiyordu. Aynı şiirin, edebiyatın, dinin v.b.in afyonlaştırılması gerektiği gibi.
İnsanı sorumsuzlaştıran, kendi içinde yaşadığı toplumun sorunlarından uzaklaştıran, insanı düşünmeyen, sorgulamayan, hesap sormayan, bana neci, nemelazımcı bir karaktere büründüren her şey afyondur. Dolayısıyla kendi sanatını, kendi edebiyatını, kendi dinini oluşturan egemen güçler aynı zamanda kendi medyasını da oluşturmuşlardır. Halk neden sömürüldüğünün hesabını soracağına Falanca sanatçının kalçasındaki selülitle ilgilensin. Halk toplumsal sorunları gündeme getiren kitap ve dergileri okuyacağına “kim kimle çıkmış, kim kimle yatmış” gibi boş ve anlamsız yazıları okusun. Halk çalışıp emeğinin gücü ile ekmeğini kazanacağına at yarışı, it yarışı, iddia gibi oyunlar oynasın.
Dolayısıyla dünya medyasının büyük bir bölümü uluslar arası siyonizmin, evrensel emperyalizmin elindedir. Bu sebeple halkın gerçekleri görmesine asla müsaade etmezler, hangi haber kendi çıkarlarına hizmet ediyorsa o haberi sunarlar. Kendi menfaatlerine ters gelen haberleri ise, kendi menfaatlerine hizmet edecek hale getirirler. Kavram ve kelimelerden yararlanarak halkı yanıltırlar. Her türlü cinayeti işlerler, adına insan hakları derler. Kapitalist dünyaya “özgür dünya” derler. George Orwell, “Barış savaştır, gerçek yalandır, özgürlükse köleliktir” der.
Örneğin Irak’a demokrasi getireceğiz diyenlerin kendi demokrasilerine bir bakın. Mesela Bush hiç şüphesiz demokrasi ile seçildi. Ama dünya halkları, demokrasi ile seçilen Bush’dan nefret ediyor. Yani demokrasi kendisinden nefret edilen, katil, yalancı, sömürgeci, alçak bir insanı başa getirmiş. Halk ister mi ki yöneticisi katil, alçak, yalancı, ikiyüzlü bir insan olsun? Oysa Bush’u halk seçti. Bılair’de aynı yöntemle seçildi ve insanlar ondan da nefret ediyor du? Şaron, Olmert’de nefret edilenler arasında.
Peki, halk yöneticilerinin katil, ikiyüzlü, yalancı olmasını istememesine rağmen, nasıl oluyor da halkın seçiminin sonucunda bu insanlar halka yönetici oluyorlar? Çünkü günümüz demokrasisinde paran varsa, medya arkandaysa, para babaları olan işadamlarının çıkarlarına öncelik tanıyorsan, emperyalizmin hizmetinde olmayı vade etmişsen bir bakıyorsun ki sistem seni ülkenin başına getirtmiş. Mesela sınıf başkanı seçilecek. 40 kişilik sınıfta herkes birbirini tanıdığı için adayların kendini tanıtmaları için herhangi bir maddiyata gereksinimleri yok. Dolayısıyla fakirde olsan, zengin kadar seçilme olasılığın var. Ama milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede kendini halka tanıtabilmen için büyük paralara ihtiyacın var. Eğer yoksa büyük parası olan insanlara ihtiyacın var. Onların desteğini alman içinde dürüstlük ilkesinden vazgeçip seçildikten sonra onlara vefa borcunu ödemen yani onlardan yana siyaset yapman gerekir. Kısacası seçimi ilk önce hakim sınıf yapar ve halka kendi seçtikleri yöneticilerden birini seçme tercihini sunar. Yani kapitalizmin olduğu yerde gerçek demokrasi olamaz.
Biz de halk olarak avutuluyoruz. Kendi idarecimizi kendimizin seçtiğini zannediyoruz. Oysa ki biz kendi idarecimizi değil, düzenin idarecisini seçiyoruz. Vurgulamak isteğim asıl nokta, demokrasinin düzenin kendi çıkarları doğrultusunda kullanıldığı, her ne kadar da demokrasi halkın egemenliği olarak lanse edilmiş olsa da esasında demokrasi ile halkın kandırıldığı ve sömürüldüğüdür Halk bir oy kullanırken, bir de cepheye asker gerek duyulurken lazımdır. Çünkü kapitalist sistemlerde iki yönetici vardır. Biri hükümet, diğeri ise hakim sınıftır. Hükümet hakim sınıfın kontrolündedir. Batı demokrasilerinde ve ülkemizde hakim sınıf hükümeti zorla değil, oyla çıkartıyor. Onlar sahte oyları sandığa koymuyorlar, oylarını bilinçsiz halkın beynine koyarak istediklerini getiriyorlar. Demokrasi ile diktatörlüğü birbirinden ayıran sebep, diktatörlüğün maskesiz olması, demokrasinin ise maskeli olmasıdır. Kısacası hakim sınıf öncelikle medya aracılığıyla istediği halkı yaratıyor ve bu halkın eliyle de kendi düzeninin muhafızlığını üstlenen adamlarını yönetici yapıyor. İşte medyanın, halkın mı yoksa oligarşinin mi hizmetinde olduğunu açıklamak için bu kitabı yazdık. Yani gazetelerin baş sayfasında yazan “halk gazetesi” sözü mü doğrudur, yoksa “halk gazetesi” yazılan sütuna “egemen güçlerin gazetesi” yazılması mı daha doğrudur
Siyah beyaz ile karanlıklar aydınlıklarla bilinir. Bir ideolojiyi, bir sistemi iyi tanıyabilmek için o sistemi, o oluşumu başka sistem ve oluşumlarla kıyaslamamız gerekir. Bu o sistemi tanımada birinci yöntemdir.
İkinci yöntem ise o sistemin diğer özelliklerini araştırmaktır. Bulunduğu mevki, hangi insanlarla bağlantılı olduğu, geçimini sömürerek mi yoksa emek harcayarak mı sağladığı v.s. Örneğin altın tahta oturan birisi halkına “fakirlere yardım edin derse” o insana ne güzel konuşuyor, ne kadar da insancıl diyebilir misiniz? Bizim aydınımızın konumu da bunun gibidir. Bizim aydınımız kadın hakları der, yazı yazdığı gazete kadınları soyup, onların vücudunu bir ticaret malzemesi olarak kullanır. Bizde halk olarak avutuluruz aynen altın tahta oturan insanın sözlerini dinleyen halk gibi. Onlar bak adam ne güzel konuşuyor, ne kadar da insancıl, ne kadarda ezilmişlerin yanında ki fakirlere yardım edin diyor, bizde, bak aydınımıza insan hakları diyor, kadın hakları diyor, özgürlük, hürriyet diyor ne kadar da güzel, ne kadar da insanî sözler diyoruz.
Altın tahta oturan adamın samimiyetini ölçmek için oturduğu tahtı incelemek ne kadar gerekli ise aynı şekilde aydınımızın samimiyetini ölçmek içinde aydınımızın gazetesini incelemek o derece zarurettir. Bu yüzden dolayı soruyorum.
GERİCİLİĞE KARŞI OLAN AYDINIMIZA
SORUYORUM
Sayın Aydın; siz ki gericiliğe karşı olduğunuzu söylüyorsunuz ki olması gereken de budur. Aklı başında olan her insanın gericiliğe, yobazlığa karşı olması, aklın ve bilimin kabul ettiği bir gerçeğin arkasından gitmesi gerekir. Ama siz gerçekten öyle misiniz? Çünkü gazetenizde her gün yayınlanan yıldız fallarını, tarot fallarını görüyoruz. Söyler misiniz yıldızlar mı bizim geleceğimizi belirleyecek, yoksa aklımız ve tecrübelerimiz mi? Biz okumayacağız, araştırmayacağız, düşünmeyeceğiz bir iş yaparken yaptığımız işin ne gibi bir sonuç getireceğini sorgulamayacağız, bunun tecrübesini yaşamış insanlarla istişarede bulunmayacağız ve bizim için her şeyin en güzelini önceden önümüze koyan ve gazetelerinizde yayınlanan yıldız fallarından öğreneceğiz öyle mi? Veya gazetenizde yayınlanan tarot falına yani hiçbir bilinci olmayan, düşünmeyen, iradesi olmayan iskambil kâğıtlarına müracaat edeceğiz öyle mi? Yani düşünen, sorgulayan, aklı olan insan, kendi iradesini aklı olmayan bilinçsiz yıldızlara, iskambil kâğıtlarına teslim edecek. Bilimin ve aklın yolundan mı gitmeliyiz yoksa yıldız fallarının, tarot fallarının gösterdiği yoldan mı?
İnsanları cahil bırakıp, düşünmeyen, sorgulamayan bir birey haline getiriyorsunuz. Gericiliğe karşı olduğunuzu söyleyip de gazetenizde sırf insanları sömürmek, sırf emek hırsızlığı yapmak için kendi inandığınız değerlerden vazgeçiyorsunuz. Aydınsınız ama insanları karanlığa götürüyorsunuz. İlericisiniz ama insanları geriye götürüyorsunuz.
Benim dinim ise oku, araştır, sorgula, düşün diyor. Beşikten mezara kadar ilim öğren diyor. Benim dinim falları Şeytan işi birer pislik olarak nitelendiriyor. Benim dinim fal aracılığıyla insanların sömürülmesine, kandırılmasına, aldatılmasına müsaade etmiyor. Ama siz ısrarla bırak o dini, o din gericilik ve yobazlıktır, benim ve gazetemin istediği model ol diyorsunuz, ben ise olamam diyorum. Ben düşünen ve sorgulayan bir insanım, kendi irademi hiçbir bilinci olmayan maça kızına, kupa asına teslim edemem. Kutup yıldızına, büyük ayı, küçük ayıya teslim edemem.
Yorum