BEYNİMİZİN ESRARI
Uzayın fethedildiği, birçok keşiflerin birbirini takip ettiği aşılmaz zannedilen birçok engellerin aşıldığı bir asırda yaşıyoruz. Elektronik sanayi dünyaya hâkim oldu. Düğmelere basılmakla sinüs-kosinüs hesapları yapan bir takım matematik işlemlerini hafızaya alan makineleri gördükçe birçok kişinin hayretler içinde kaldığı görülüyor. İnsanın yaptığı vazifelerin milyondan birini daha yapamayan robotlardan ilim-teknik mecmuaları tekrar be tekrar bahsetti. Makine ve makineleşme her yerde alabildiğine hüsnü kabul gördü. Ama hepimizde, kendimizde bulunan en harika makineyi unuttuk!
Evet makinelerin en mükemmeli ‘İNSAN BEYNİ”.. Kemikli bir kutu içinde, esnek şiltelerin arasındaki 1200–1400 gr. ağırlığında bu gri-pembe madde, insan vücudunun köşe-bucağına 86 sinirle bağlıdır. Bu sinirler büyük bir âlimin ifadesiyle ‘ telefon ve telgraf memurları” vazifesini görürler. Mikroskop altında incelenince birbirine milyarlarca bağlantıyla bağlanan ve bu bağlantılar sayesinde faaliyetini sürdüren 14 milyar beyin hücresinden herhangi birinin birçok dallara ayrıldığı görülür. Bu dallarında kıvrımları şişerler ve durmadan büzülüp kıvrarılar. Siz şimdi bu cümleyi okurken, bu lifler kafatasınızın en derin yerinde, med ve cezirle yükselen yosunlar gibi yavaş yavaş inip kalkmaktadır.
Beynimiz ‘ ak madde’ tabir edilen iki köprü sayesinde birbirine bağlanan iki yarım küreye ve bu iki yarım küre de ayrıca “lob”lara (kısımlara) ayrılır. Bu iki yarım küre sanki birbirinin tıpkısıdır. Ancak bir hususiyeti ile birbirinden ve bu hususiyet sayesinde insanlar hayvanlardan ayrılır. Bu hususiyet ise iki beyin yarım küresinin ayrı ayrı vazifeler görmesidir. Eğer aynı vazifeyi görselerdi biz o zaman, düşünemeyecektik. Bu ise bize verilmiş en büyük ihsanlardan biridir.
Vücudumuzun bir kısmı hiç durmadan ölür ve dirilir. Her saniye yaklaşık olarak üç milyon alyuvarlar ölür. Ve her saniye bunların yerine üç milyon alyuvarlar yaratılır. Beynimiz belki değişmez, ama adalelerimiz her yedi yılda bir değişir. Bu nizamı düzenlemekle beyin vazifelendirilmiştir. Halbuki her nizam bir nizam koyucuyu gösterir.
Dünyanın en karışık haberleşme şebeke genel karargâhı olan beyin, kalbin dakikada 70 defa çarpması gerektiğini, vücud sıcaklığının 37 derecede kalması gerektiğini adeta bilir. Daha neler bilmez ki? Vücud fazla şeker ifraz ederse bu fazla şekerin yakılması hakkında kesin kararın verilmesini de beyin bilir. Aksine, çok az şeker ifraz ediyorsak bu sefer beyin karaciğerden takviye istemesini de adeta bilir.. Adalelerin hareketlerini ve dengenin kontrolünü de düzenlemesini de gene beyin bilir.
İnsanın ayakta durabilmesi bile otomatik bir güç gösterisidir. Ancak bunu beynin zaferi saymak sadece şaşkınlığın ifadesi olur. Şayet beynimiz az bir zayıflık gösterge, biz o anda yere seriliveririz. (*)
İçimize bir parça hava çektiğimiz zaman milyonlarca hücre ölür. Ama bunların yerlerini hemen doldurabilmek için bazı kimyevi nizamı korumak, yerinde tutmak gerekmektedir. Beynimizin şeker parçası büyüklüğünde “HİPOTHALAMUS” denen bir bölümü vardır. Bu bölüm kalbin atışlarını, nefes alıp - vermenin ritmini, uyku dönemlerini, cinsi ahengi düzenlemekle vazifelendirilmiştir.
Ayrıca beyin kendi kimyevi depolarında inanılmayacak sayıda hayaller saklar.
Çoğumuz, seneler evvelinde başımızdan geçenleri hatırlarız. Kafamızın içindeki kitaplıkta birçok kitaplar, diğer kitaplara nazaran, daha çok boy gösterirler. Çünkü herşeyi aynı derecede hatırlayamayız Halbuki öte yandan bazı incelemeler, bazı ciddi eserler unutulur ve raflarda tozlanırlar. Pekala unuttuk’ (!) diye tabir ettiğimiz pek çok hatıra nereye gider?
Hatıraların saklanma işini hususiyle her hücrenin proteinlerine yükleyebiliriz. Beyinde bu zerrelerden milyarca vardır, bunlarda kendi aralarında çoğalırlar ve birçok hayaller doğururlar. Ama dahası var. Beyinden büyük bir parça yok olsa bile hafıza kaybolmaz. Bazı ur ameliyatlarında beynin yarısı alındığı takdirde de hasta hafızasını muhafaza eder. Bununla ilgili olarak uzmanlar hatıraların beyinde iki defa kaydedildiği gereğini ve bunlarında beynin her iki bölümüne dağıldığını ileri sürüyorlar. Ama hafıza konusunda da asıl söz asrın söz sultanının: ‘‘Bir kudret kelimesini mesela ‘‘balansını’’ ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede mesela ‘‘insanda” şu kâinat kitabının ekser meselelerini yazmak, her bir noktada mesela küçücük “incir çekirdeğinde” koca incir ağacının programını dercetmek ve bir harfle mesela ”insan kalbinde” şu büyük âlemin sayfalarından tecelli ve ihata eden bütün güzel isimlerinin eserlerini göstermek ve bir hardal tanesi kadar mevki tutan “insanın kuvve-i hafızasında’’ bir kütüphane kadar yazı yazdırmak ve bütün kâinattaki hadiselerin tafsilatlı fıhristesini o kuvvecikte dercetmek elbette ve elbette herşeyin yaradanına has ve bu kâinatın Rabbine mahsus bir mühürdür”
Şimdi elektronik beyinlerin başardığı harikalarından hayranlıkla bahsedilmektedir. Ama bir tek insan beyninin kabiliyeti milyarlarca defa daha büyüktür. Beyin cerrahisinin ünlü uzmanlarından Dr. Warren Mac Cullok “Dünyanın en büyük binası Empire State Buillding’in tamamına bir elektronik beyin yerleştirilse ve bu makineye beynimizdeki sinir hücrelerinin sayısına eşit sayıda da tüp konulsa, güç olarak da bu makineye Niagara şelalesinin gücü kadar bir güç sağlanabilse, gene de insan beyni ile yarışamazdı” diyor. Yanlış anlaşılmasın. Elektroniğe karşı olmak değildir. Ancak suni beyin diyebileceğimiz elektronik beyinlere hayran kalıp ustasını alkışlarken bundan milyarlarca defa daha harika olan insan beyninin karşısında hayran kalmamak, sadece ve sadece kendi kendini aldatmanın ifadesidir.. Onun için makineler ne kadar geliştirilirse insanoğlu kendisini o kadar iyi tanıyacak demektir.
İnsan beyni ilme durmadan meydan okumaktadır. Everest’leri aştık, uzayı fethettik, uzmanların dediğine göre daha ötelere gitmek, öteki dünyalara ulaşmak sadece bir para ve zaman meselesidir. Ama yıldız topluluklarına, seyyârata ulaşmadan önce düşüncemizin gizli dünyasını keşfetmemiz gerek. Kâinatta karşılaşabileceğimiz en esrarengiz yapı belki de kafatasımızın derininde bir yere rahatça yerleştirilmiş olan beyindir. Onun için önce kendimizi, iç âlemimizi tanımalıyız. Son söz gene Asrın doktorundan:
“Ey kendini insan bilen insan, insan isen kendini tanı...”
(*) Bir kedinin beyin membranı alınmıştı. Bu deneyden sonra kedi görünüşte normal yaşamaya devam ediyordu. Ama bütün iradesi kaybolmuştu. Burnunun dibinden geçen bir sürü fare gözlerinde hiçbir pırıltı meydana getirmedi. Buna mukabil başka bir kedinin-ı beynini olduğu gibi bıraktılar ama omuriliğin bütün, sinir düğümcüklerini aldılar Bu kedi de yaşamaya devam etti. Önüne bir sürü fare getirdikleri ana kadar herşeyi iyi gitmişti. Ne olduysa o zaman oldu. Ve zavallı kedinin bütün dikkati farelerde toplandı ve birden kalbi durarak öldü. Çünkü fare, kedinin beynine, barsak cidarlarının hareket etmesi, bezlerin ifrazat yapması, kalbin çarpması için emirler göndermesini unutturmuştu. Herşey yerli yerinde yaratılmamış mı?
Muhammed RAMAZANOĞLU
Uzayın fethedildiği, birçok keşiflerin birbirini takip ettiği aşılmaz zannedilen birçok engellerin aşıldığı bir asırda yaşıyoruz. Elektronik sanayi dünyaya hâkim oldu. Düğmelere basılmakla sinüs-kosinüs hesapları yapan bir takım matematik işlemlerini hafızaya alan makineleri gördükçe birçok kişinin hayretler içinde kaldığı görülüyor. İnsanın yaptığı vazifelerin milyondan birini daha yapamayan robotlardan ilim-teknik mecmuaları tekrar be tekrar bahsetti. Makine ve makineleşme her yerde alabildiğine hüsnü kabul gördü. Ama hepimizde, kendimizde bulunan en harika makineyi unuttuk!
Evet makinelerin en mükemmeli ‘İNSAN BEYNİ”.. Kemikli bir kutu içinde, esnek şiltelerin arasındaki 1200–1400 gr. ağırlığında bu gri-pembe madde, insan vücudunun köşe-bucağına 86 sinirle bağlıdır. Bu sinirler büyük bir âlimin ifadesiyle ‘ telefon ve telgraf memurları” vazifesini görürler. Mikroskop altında incelenince birbirine milyarlarca bağlantıyla bağlanan ve bu bağlantılar sayesinde faaliyetini sürdüren 14 milyar beyin hücresinden herhangi birinin birçok dallara ayrıldığı görülür. Bu dallarında kıvrımları şişerler ve durmadan büzülüp kıvrarılar. Siz şimdi bu cümleyi okurken, bu lifler kafatasınızın en derin yerinde, med ve cezirle yükselen yosunlar gibi yavaş yavaş inip kalkmaktadır.
Beynimiz ‘ ak madde’ tabir edilen iki köprü sayesinde birbirine bağlanan iki yarım küreye ve bu iki yarım küre de ayrıca “lob”lara (kısımlara) ayrılır. Bu iki yarım küre sanki birbirinin tıpkısıdır. Ancak bir hususiyeti ile birbirinden ve bu hususiyet sayesinde insanlar hayvanlardan ayrılır. Bu hususiyet ise iki beyin yarım küresinin ayrı ayrı vazifeler görmesidir. Eğer aynı vazifeyi görselerdi biz o zaman, düşünemeyecektik. Bu ise bize verilmiş en büyük ihsanlardan biridir.
Vücudumuzun bir kısmı hiç durmadan ölür ve dirilir. Her saniye yaklaşık olarak üç milyon alyuvarlar ölür. Ve her saniye bunların yerine üç milyon alyuvarlar yaratılır. Beynimiz belki değişmez, ama adalelerimiz her yedi yılda bir değişir. Bu nizamı düzenlemekle beyin vazifelendirilmiştir. Halbuki her nizam bir nizam koyucuyu gösterir.
Dünyanın en karışık haberleşme şebeke genel karargâhı olan beyin, kalbin dakikada 70 defa çarpması gerektiğini, vücud sıcaklığının 37 derecede kalması gerektiğini adeta bilir. Daha neler bilmez ki? Vücud fazla şeker ifraz ederse bu fazla şekerin yakılması hakkında kesin kararın verilmesini de beyin bilir. Aksine, çok az şeker ifraz ediyorsak bu sefer beyin karaciğerden takviye istemesini de adeta bilir.. Adalelerin hareketlerini ve dengenin kontrolünü de düzenlemesini de gene beyin bilir.
İnsanın ayakta durabilmesi bile otomatik bir güç gösterisidir. Ancak bunu beynin zaferi saymak sadece şaşkınlığın ifadesi olur. Şayet beynimiz az bir zayıflık gösterge, biz o anda yere seriliveririz. (*)
İçimize bir parça hava çektiğimiz zaman milyonlarca hücre ölür. Ama bunların yerlerini hemen doldurabilmek için bazı kimyevi nizamı korumak, yerinde tutmak gerekmektedir. Beynimizin şeker parçası büyüklüğünde “HİPOTHALAMUS” denen bir bölümü vardır. Bu bölüm kalbin atışlarını, nefes alıp - vermenin ritmini, uyku dönemlerini, cinsi ahengi düzenlemekle vazifelendirilmiştir.
Ayrıca beyin kendi kimyevi depolarında inanılmayacak sayıda hayaller saklar.
Çoğumuz, seneler evvelinde başımızdan geçenleri hatırlarız. Kafamızın içindeki kitaplıkta birçok kitaplar, diğer kitaplara nazaran, daha çok boy gösterirler. Çünkü herşeyi aynı derecede hatırlayamayız Halbuki öte yandan bazı incelemeler, bazı ciddi eserler unutulur ve raflarda tozlanırlar. Pekala unuttuk’ (!) diye tabir ettiğimiz pek çok hatıra nereye gider?
Hatıraların saklanma işini hususiyle her hücrenin proteinlerine yükleyebiliriz. Beyinde bu zerrelerden milyarca vardır, bunlarda kendi aralarında çoğalırlar ve birçok hayaller doğururlar. Ama dahası var. Beyinden büyük bir parça yok olsa bile hafıza kaybolmaz. Bazı ur ameliyatlarında beynin yarısı alındığı takdirde de hasta hafızasını muhafaza eder. Bununla ilgili olarak uzmanlar hatıraların beyinde iki defa kaydedildiği gereğini ve bunlarında beynin her iki bölümüne dağıldığını ileri sürüyorlar. Ama hafıza konusunda da asıl söz asrın söz sultanının: ‘‘Bir kudret kelimesini mesela ‘‘balansını’’ ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede mesela ‘‘insanda” şu kâinat kitabının ekser meselelerini yazmak, her bir noktada mesela küçücük “incir çekirdeğinde” koca incir ağacının programını dercetmek ve bir harfle mesela ”insan kalbinde” şu büyük âlemin sayfalarından tecelli ve ihata eden bütün güzel isimlerinin eserlerini göstermek ve bir hardal tanesi kadar mevki tutan “insanın kuvve-i hafızasında’’ bir kütüphane kadar yazı yazdırmak ve bütün kâinattaki hadiselerin tafsilatlı fıhristesini o kuvvecikte dercetmek elbette ve elbette herşeyin yaradanına has ve bu kâinatın Rabbine mahsus bir mühürdür”
Şimdi elektronik beyinlerin başardığı harikalarından hayranlıkla bahsedilmektedir. Ama bir tek insan beyninin kabiliyeti milyarlarca defa daha büyüktür. Beyin cerrahisinin ünlü uzmanlarından Dr. Warren Mac Cullok “Dünyanın en büyük binası Empire State Buillding’in tamamına bir elektronik beyin yerleştirilse ve bu makineye beynimizdeki sinir hücrelerinin sayısına eşit sayıda da tüp konulsa, güç olarak da bu makineye Niagara şelalesinin gücü kadar bir güç sağlanabilse, gene de insan beyni ile yarışamazdı” diyor. Yanlış anlaşılmasın. Elektroniğe karşı olmak değildir. Ancak suni beyin diyebileceğimiz elektronik beyinlere hayran kalıp ustasını alkışlarken bundan milyarlarca defa daha harika olan insan beyninin karşısında hayran kalmamak, sadece ve sadece kendi kendini aldatmanın ifadesidir.. Onun için makineler ne kadar geliştirilirse insanoğlu kendisini o kadar iyi tanıyacak demektir.
İnsan beyni ilme durmadan meydan okumaktadır. Everest’leri aştık, uzayı fethettik, uzmanların dediğine göre daha ötelere gitmek, öteki dünyalara ulaşmak sadece bir para ve zaman meselesidir. Ama yıldız topluluklarına, seyyârata ulaşmadan önce düşüncemizin gizli dünyasını keşfetmemiz gerek. Kâinatta karşılaşabileceğimiz en esrarengiz yapı belki de kafatasımızın derininde bir yere rahatça yerleştirilmiş olan beyindir. Onun için önce kendimizi, iç âlemimizi tanımalıyız. Son söz gene Asrın doktorundan:
“Ey kendini insan bilen insan, insan isen kendini tanı...”
(*) Bir kedinin beyin membranı alınmıştı. Bu deneyden sonra kedi görünüşte normal yaşamaya devam ediyordu. Ama bütün iradesi kaybolmuştu. Burnunun dibinden geçen bir sürü fare gözlerinde hiçbir pırıltı meydana getirmedi. Buna mukabil başka bir kedinin-ı beynini olduğu gibi bıraktılar ama omuriliğin bütün, sinir düğümcüklerini aldılar Bu kedi de yaşamaya devam etti. Önüne bir sürü fare getirdikleri ana kadar herşeyi iyi gitmişti. Ne olduysa o zaman oldu. Ve zavallı kedinin bütün dikkati farelerde toplandı ve birden kalbi durarak öldü. Çünkü fare, kedinin beynine, barsak cidarlarının hareket etmesi, bezlerin ifrazat yapması, kalbin çarpması için emirler göndermesini unutturmuştu. Herşey yerli yerinde yaratılmamış mı?
Muhammed RAMAZANOĞLU
Yorum