AVUSTRALYALI BİR GENCİN İSLAMI BULMA HİKAYESİ
Kısaca benim hikâyem Üniversitenin ilk senesinde başladı.
Çok problemli bir sene geçirdim. O sene annem ve babam ayrıldı. Köpeğim öldü. Çok zor gündü benim için. Suphanallah! Bir hafta içinde iki olay olmuştu. Ve o sene bir arkadaşım hayatını kaybetti.
Zannedersem o sene bazı soruları kendime sormama neden oldu. Ben neden buradayım? Hayatın gayesi nedir? Sabahları neden uyanıyorum. Hatta neden kendimi yoruyorum, Neden kanepede oturup Jerry Springer’i seyretmiyorum? Her neyse! Zannedersem daha sonra hayatın maksadı hakkında sormaya başladım. Ve Dini bir arayışa çıktım.
Doğal olarak bir Avustralyalı olarak ilk Hıristiyanlığı araştırdım. Birkaç Hıristiyan arkadaşım vardı. Bir Kilise kampına gittiğimi hatırlıyorum. Hayatımda katıldığım en komik kamplardan birisiydi. Herkes şarkı söylüyordu. Bende ne kelimelerin anlamını nede söylediğimi biliyordum. Çok güzel sesleri vardı fakat çok garip geliyordu. Herkes bana Allah’ın beni ne kadar sevdiğini söylüyordu. Bende düşüyordum Allah beni seviyor mu? “ benim köpeğim öldü” dedim. Suphanallah ! Sonra Hıristiyanlığı araştırmaya devam ettim. Hıristiyanlığın değişik yönlerine gittim. Hıristiyanlığın değişik kollarına.
Her soru biriktirip sorduğumda şunu farkına vardım. İncil’i ellerine alıpta cevap burada değerli kardeşim demiyorlardı. Onun yerine bana hemen kendi görüşlerinden cevap veriyorlardı. Ve şunun farkına varmaya başladım Hıristiyanlığın birçok değişik yorumlaması vardı. Birçok insanın kendi yorumları vardı. Bir kilisenin bir rahibi Hıristiyanlığın bir noktasına karşı belli bir inancı olurdu. Aynı zamanda başkası da başka bir şeyi iddia ederdi. Başka bir şekilde olduğunu ileri sürerdi. Ben kendi kendime İncil bir kitap fakat birçok değişik yorumlar çıkartılabiliyor. Ve buda çok kafa karıştırıyordu.
Üniversitenin ilk senesinde aynı zamanda part time olarak servis istasyonunda çalışıyordum. Benimle çalışanlardan biride Hindu dinine mensup Hindistanlı birisiydi. Düzenli olarak vardiya değişiminde görüşürdük ve bende o zaman öğrenmeye çok meraklıydım ve ona şu soruyu sordum. Fil başlı adamın hikâyesi nedir? neden fil kafası var adamda ? Bana genisha olduğunu söyledi. Bende ona, filden başka bir şey seçemediniz mi? Dedim. Mesela, Aslan kafası yâda başka bir şey. İnsanlar benzin alırken bizde bu gibi derin dini konular hakkında tartışırdık. Fakat neden diye sorarken, “ işte burada bana 5 dolarlık benzin ver” derdi müşteriler. Fakat bir problem olmuyordu. Ama yinede onu anlamakta çok güçlük çektim.
Ben araştırmaya devam ettim. İyi bir arkadaşıma rastladım. Morman idi (Hıristiyanlığın bir çeşidi.) Bu Morman dini bütün Hıristiyanlık dinlerinden en yakını geldi bana. Çok bağlı insanlar, Alkol içmezler. Kafein içmezler maalesef. Buda kola içemeyeceğim anlamına geliyordu. Çünkü biliyorum herkes kolayı çok sever. Yine bu dini kabul etmek için kuralları herhangi bir kanıt olmadan kabul etmem gerekiyordu. Kanıtsız bir şeyi kabul etmek istemediğimin farkına vardım. Ben kanıt arıyordum. Birde Museviliği araştırdım inanırmısınız? Benim Ebubekir’ den önceki adım Rubin idi. Eğer filmlerden sonra Rubenstein isimlerine dikkat etiyseniz beni Yahudi olduğumu sanmış olabilirler. Bu bizden biridir demişlerdir. Ama gene de aradığımı bulamadım. En son galiba Budizm’e baktım. Bu dini seçeceğimi zannetmiştim. Bu en iyisi demiştim. Bunda çok barışçıl insanlar vardı. Çok aktif insanlara benziyorlardı. Ben dünyayla yaşayan biri gibiyimdir. Bu yüzden gerçekten bana cazibeli geldi. Daha detaylı baktığım zaman bunun ilahi bir din olmadığını ve sadece güzel bir yaşam biçimi olduğunun farkına vardım. Zannedersem.
İnanırmısınız çok yakın Hıristiyan bir arkadaşım bana araştırdığım dinleri sordu. Bende saymaya başladım, Musevilik, Hıristiyanlık, Budizm, Hindiuzim, diğerleri. Peki İslam’a baktın mı ? dedi. İslam! Bunlar terörist ben bunları araştırmam dedim. Bunlar çıldırmış ben ne diye bu dine bakayım ki ? Fakat bakın kendimi bir gün camiye giderken buldum. Bu benim sonsuz araştırmam. Sonra direk içeri girdim. Ayakkabılar ayağımda, tam halının üzerinden bir arkadaş namaz kılıyordu, tam önünden geçtim. Secdeye giderken neredeyse kafasına basıyordum. Suphanallah! Ne yaptığımın hakkında hiçbir fikrim yoktu. Etrafa baktım şu arkadaşı gördüm. Siz galiba tanırsınız bu arkadaşı. Adı, Ebu Hamza. Daha önce buraya gelip birkaç seminer verdi. Suphanallah! Ben ona sakal babası derim çok uzun bir sakalı var maşallah. Bana doğru gelmeye başladı. Bende “ Bugün öleceğim galiba diye düşündüm. Bu hayatımın son günü. Ben ölü bir insanım. Ben beyaz bir çocuğum ve ben Lebland’ dayım. Ne yapabilirdim ki burada, Ben ölüyüm. Direk yürümeye başladı üzerime. Sanki Sahara çölünden geliyor gibiydi. Kocaman entari( abaya) kocaman sakal. Suphanallah! İlk söylediği şey; “ İyi günler arkadaş, nereye gidiyorsun?” dedi. Elinde de büyük bir sakal olsaydı tam mükemmel olurdu. Suphanallah! Beni doğal karşılama şekli beni çok etkiledi.
Avustralyalı olarak kimseyi incitmek istemem. Benim yetişme şeklim kırsal alanda yetişme. Ailem beni ateist olarak yetiştirdiler/ onlar Hıristiyan olarak büyütmüşler. Beni her pazar kiliseye sürüklerlerdi. Her dakikasından nefret ettim. Öldükten sonra mikroorganizma yemeği olursun diye inanırlardı. Bu kadar. Ahret yok. İlah yok. Her şey değersiz gibi. İşte böyle. Ateist olarak yetiştirildim. İşte ben yürürken Ebu Hamza’yı gördüm. Bana çok kibar bir şekilde hitap ediyordu. Ona bu şekilde konuştuğu için müteşekkirim. Yoksa sanki onu bir önceki 5 haberinde uçak kaçırırken gördüğümden emin olabilirdim. Avustralyalı insanlar çok ikramı seven insanlar. Lütfen beni yanlış anlamayın. Bu insanlar şuana kadar gördüğüm en misafirperver insanlar. Hamza kardeşimizin söylediği gibi, arkadaşlar bana her iki dakikada bir çay yapıyorlardı. Her 5 dakikada bir tuvalete gitmek zorunda kalıyordum. Çayı doldurup duruyorlardı. Bisküviler. Ben hayatımda böyle şeyle görmedim. Aslında bir noktaya kadar, bisküviler için geri geliyordum ayriyeten bir din için. Bu arkadaşlarla oturduğumda, sorularımı sormaya başladım. Daha önce Rahiplere, diğer din adamlarına ve arkadaşlarıma sorduğum bütün soruları sordum. Suphanallah!
Beni çok etkileyen bir şey oldu. Her defasında bir soru sorduğumda, normal cevaptan ziyade Kur’an-ı açıp şöyle derlerdi. Burayı oku, şurayı oku ve cevap oradaydı. Her defasında. Sonra başka bir soru sorardım sonrada zor sorular. Kolay soru yok. Bayanlar neden örtünmek zorundalar? Benim neden 4 hanımım olabilir? Fakat bir bayanın 4 kocası olamaz? Zor soruların cevaplarını bilmek istedim. Zannedersen bu soruları ilk başlarda sorarsanız İslam la tanıştığınız zaman. İnanın bütün soruları Kur’an la cevapladılar. Kendi fikirlerinden değil. Ben bundan bıkmaya başladım ve arkadaşlardan birine şöyle dedim. O zaman birkaç hafta olmuştu oraya gideli. Her zaman orada birkaç kardeşimiz vardı. Arkadaşlardan birine şöyle dedim. Senin bu konu hakkında fikrin nedir? Neden sende fikrini söylemiyorsun? Kardeşlerden biri bana bir gün dönüp şöyle dedi. Allah’ın indirdiği kelimeler varken fikrim ne olabilir ki? Suphanallah! o olayı çok iyi hatırlıyorum. Beni çok etkilemişti. Sonra onlara Kur’an’ı eve götürebilir miyim diye sordum. Onlara Kur’an’ la kanepemi dengeleyeceğim falan da demedim. Bu kitaba saygı duyacağımı söyledim. Kur’an-ı eve götürdüm ve okumaya başladım. Şunun farkına vardım. Hikâye okuyor gibi hissetmedim kendimi. Sanki biri bana emir veriyormuş gibi, bir yapmam gereken şeyleri söylüyormuş gibi hissettim okurken. Bir gece gerçekten ruhani bir ortam hazırlamaya karara verdim. Eminim bazılarını önceden duymuşunuzdur. O yüzden özür dilerim. Bir mum yaktım. Pencereyi açtım. Perdeleri açtım o ruhani hisleri yakalamaya çalışıyordum. Güzel bir yaz akşamıydı. Melbourn’da. Melbourn’un görebileceği yazlardan. Oturup düşünüyordum. Bugün son olması lazım. Bu akşam o akşam. Bütün o ruhani ve ilmi delilleri araştırdım. Dağlar kadar..? Bir annede embriyonun oluşumu. Bütün bu muhteşem kanıtları gördüm. Fakat yinede ufak bir kıvılcıma ihtiyacım vardı. Sanki bir uçurumun uçundaydım. Atlamaya hazırım fakat bir şeyin beni itmesi lazım gibi. İşte oturdum orada. Çok sessizdi..Kur’an okuyordum sonra durdum. Dedim ki; Allah, bu benim beklediğim vakit. Şimdi İslam’a ( katılmaya ) hazır olduğum vakit. Tek istediğim şey bir işaret. Yalnızca ufak bir işaret. Çok büyük bir işaret olmasına gerek yok. Mesela bir yıldırım düşmesi olabilir. Yada evimin yarısının düşmesi gibi filan. Senin için küçük bir şey. Çok küçük bir şey. Sen dünyayı yarattın hadi. İşte orda oturdum. Bende mum ateşinin filimler deki gibi. Yukarıya yükselip yanmasını bekliyordum. Sonra dedim ki, tamam şimdi hadi. Suphanallah! Hiçbir şey ama hiçbir şey olmadı. Açıkçası çok hayal kırıklığına uğradım. İşte orda oturdum ve “Allah, işte bu sana bir fırsat” dedim. Ben buradayım bi yere gitmiyorum dedim. Bir fırsat daha vereceğim dedim. Belki meşguldün. Dünya’nın öbür tarafında hala gündüz. Dünyada birçok olay oluyor. Belki bu defa bir arabanın egzozundan çıkan gürültü olabilir. Küçük bir işaret. Tamam Evin yarısını, bide mum’u istemiyorum. Onu unutalım. Belki bir kuş düşebilir içeriye. Umurumda değil. Ne olursa. Dedim ki: Tamam. Hadi Şimdi. Suphanallah! Kesinlikle hiçbir şey olmadı. Yani, aha şu oldu bile diyebilecek bir şey. Olmadı. Şu duvardaki çatlak, yeni olmuş olabilir diyebileceğim bir şey bile olmadı. Kesinlikle bir şey olmadı. Gerçekten çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım.
İşte, orda otururken kendi kendime: işte buraya kadar.
Son şansımdı İslam. Ve ben onu bulamadım. Kur’an-ı tekrar elime aldım. En son okurken kaldığım sayfayı açtım. Suphanallah! Bir sonraki sayfanın ilk ayeti:
“ içinizde işaret arayanlar için size yeteri kadar göstermedik mi? etrafınıza bakın,yıldızlara bakın, Güneşe bakın. Suya bakın. Bunlar İlim İnsanları için işaretlerdir.”
Suphanallah! Kafama battaniyeyi örttüm. Uyuyor numarası yaptım. O kadar ki korkmuştum. Bütün işaretler baştan beri etrafımdayken kendi işaretime karşı ne kadar kibirli olduğuma inanamadım. Bu dünyaya sahip olmamız. Bu canlıların var olması. Bunlar bizim için işaretlerdir. Ertesi günü karar verdim. Bu kadar.
Müslüman oluyorum. Açıkçası herhalde 6 ay kadar İslam’ı araştırdım. İçeriye girdim ve kendi kendime: işte buraya kadar. Şimdi şahadet getireceğim. Ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kelimeler hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Her halde yatsı namazına yakındı. Oda akşam 7 – 8 gibi bir şey yapar. İçeri girdim. İnanamadım. Camide 1000’ e yakın insan vardı. Suphanallah! Şu dine bak. Ne kadar güçlüler. Ramazanın ilk günüymüş. Ramazan Müslümanları… İşte orda oturdum. İtiraf etmeliyim: Çok heyecanlıydım. Ayağa kalktım. Şu kelimeleri söylemem lazım şimdi dendi. Eşhedü. Bende: Ne? eş…Ne ? dedim. “İngilizce söyleyebilir miyim” dedim.”“ Önce Arapça söylemen lazım” dediler. Şöyle baktım. Daha önce gördüğüm uzun sakallıları görüyordum önümde. Ben yeniden ölü bir insanım. Öyle hissettim bir an. Herkes bana bakıyordu. Bilmem bilirimsiniz. Ama Avustralyalılar (Sabit) bakamazlar. Lübnanlılar bakabilirler. İşte orda oturuyordum. Çok kokmuştum. Ayağa kalktım kelimeler başlar başlamaz bütün korkum gitti. Sanki biri beynimde soğuk su musluğunu açtı. Tertemiz hissettim. Kelimeleri söyledim bu kadar. Sonra bu kadar arkadaşım gelip, Tekbir Allah_u Ekber deyip sonra beni öpüp kucaklamaya başlamalarını beklemiyordum. Hayatımda hiç o kadar kişi tarafından öpülmemiştim. İtiraf etmeliyim çok güzel bir gündü. Ogün hiç sahip olamayacağım kadar kardeşim oldu. O günden sonra hiç geçmişe bakmadım.
İlk başlarda ailem onlara karşı tahminimce tuhaf olabileceğimden çok endişeliydi. Herhalde, AK-47 ve birkaç el bombasıyla saldıracağımı zannettiler! Fakat çok kısa bir sürede bu dinin beni çok daha iyi biri yaptığının farkına vardılar.
İslam öncesinde, belki inanmayacaksınız Mohawk tarzı saçım vardı. Evet, vardı size resimlerimi hiç göstermeyeceğim. Metalika tişörtüm vardı. Şaşırtıcıyım değil mi? Çok güzel göründüğümü zannetmiştim. Fakat çok kötü görünüyormuşum. Elhamdülillah şuan ki kadar güzel görünüyorum. Lütfen gülmeyin. Annem ve Babam bana ilk söylenenlerden oldu. Beni çok hayrette bıraktılar. Babam benden kısa bir süre önce benden Kur’an istedi ki çok sevindim. Her zaman anlatmak için onun çok ideal birisi olduğunu düşünmüşümdür. Ban dedi ki, Sen Müslüman olduğundan beri çok daha iyi biri oldun. Çok daha güvenilir oldun. Eğer arabam bozulursa, seni arayıp beni alman için arayabilirim. Eskiden olsaydı, herhalde şöyle derdim, dün gece çok içmişim. Bilmiyorum hala kanımda var mı? Elhamdülillah. Umarım sizi çok sıkmamışımdır. Sadece hayatımın en güzel vakitlerini sizinle paylaşmak istedim. İnşallah hepinizle cennette kebap yemek için görüşmek üzere. Esselamu Aleyküm.
Kısaca benim hikâyem Üniversitenin ilk senesinde başladı.
Çok problemli bir sene geçirdim. O sene annem ve babam ayrıldı. Köpeğim öldü. Çok zor gündü benim için. Suphanallah! Bir hafta içinde iki olay olmuştu. Ve o sene bir arkadaşım hayatını kaybetti.
Zannedersem o sene bazı soruları kendime sormama neden oldu. Ben neden buradayım? Hayatın gayesi nedir? Sabahları neden uyanıyorum. Hatta neden kendimi yoruyorum, Neden kanepede oturup Jerry Springer’i seyretmiyorum? Her neyse! Zannedersem daha sonra hayatın maksadı hakkında sormaya başladım. Ve Dini bir arayışa çıktım.
Doğal olarak bir Avustralyalı olarak ilk Hıristiyanlığı araştırdım. Birkaç Hıristiyan arkadaşım vardı. Bir Kilise kampına gittiğimi hatırlıyorum. Hayatımda katıldığım en komik kamplardan birisiydi. Herkes şarkı söylüyordu. Bende ne kelimelerin anlamını nede söylediğimi biliyordum. Çok güzel sesleri vardı fakat çok garip geliyordu. Herkes bana Allah’ın beni ne kadar sevdiğini söylüyordu. Bende düşüyordum Allah beni seviyor mu? “ benim köpeğim öldü” dedim. Suphanallah ! Sonra Hıristiyanlığı araştırmaya devam ettim. Hıristiyanlığın değişik yönlerine gittim. Hıristiyanlığın değişik kollarına.
Her soru biriktirip sorduğumda şunu farkına vardım. İncil’i ellerine alıpta cevap burada değerli kardeşim demiyorlardı. Onun yerine bana hemen kendi görüşlerinden cevap veriyorlardı. Ve şunun farkına varmaya başladım Hıristiyanlığın birçok değişik yorumlaması vardı. Birçok insanın kendi yorumları vardı. Bir kilisenin bir rahibi Hıristiyanlığın bir noktasına karşı belli bir inancı olurdu. Aynı zamanda başkası da başka bir şeyi iddia ederdi. Başka bir şekilde olduğunu ileri sürerdi. Ben kendi kendime İncil bir kitap fakat birçok değişik yorumlar çıkartılabiliyor. Ve buda çok kafa karıştırıyordu.
Üniversitenin ilk senesinde aynı zamanda part time olarak servis istasyonunda çalışıyordum. Benimle çalışanlardan biride Hindu dinine mensup Hindistanlı birisiydi. Düzenli olarak vardiya değişiminde görüşürdük ve bende o zaman öğrenmeye çok meraklıydım ve ona şu soruyu sordum. Fil başlı adamın hikâyesi nedir? neden fil kafası var adamda ? Bana genisha olduğunu söyledi. Bende ona, filden başka bir şey seçemediniz mi? Dedim. Mesela, Aslan kafası yâda başka bir şey. İnsanlar benzin alırken bizde bu gibi derin dini konular hakkında tartışırdık. Fakat neden diye sorarken, “ işte burada bana 5 dolarlık benzin ver” derdi müşteriler. Fakat bir problem olmuyordu. Ama yinede onu anlamakta çok güçlük çektim.
Ben araştırmaya devam ettim. İyi bir arkadaşıma rastladım. Morman idi (Hıristiyanlığın bir çeşidi.) Bu Morman dini bütün Hıristiyanlık dinlerinden en yakını geldi bana. Çok bağlı insanlar, Alkol içmezler. Kafein içmezler maalesef. Buda kola içemeyeceğim anlamına geliyordu. Çünkü biliyorum herkes kolayı çok sever. Yine bu dini kabul etmek için kuralları herhangi bir kanıt olmadan kabul etmem gerekiyordu. Kanıtsız bir şeyi kabul etmek istemediğimin farkına vardım. Ben kanıt arıyordum. Birde Museviliği araştırdım inanırmısınız? Benim Ebubekir’ den önceki adım Rubin idi. Eğer filmlerden sonra Rubenstein isimlerine dikkat etiyseniz beni Yahudi olduğumu sanmış olabilirler. Bu bizden biridir demişlerdir. Ama gene de aradığımı bulamadım. En son galiba Budizm’e baktım. Bu dini seçeceğimi zannetmiştim. Bu en iyisi demiştim. Bunda çok barışçıl insanlar vardı. Çok aktif insanlara benziyorlardı. Ben dünyayla yaşayan biri gibiyimdir. Bu yüzden gerçekten bana cazibeli geldi. Daha detaylı baktığım zaman bunun ilahi bir din olmadığını ve sadece güzel bir yaşam biçimi olduğunun farkına vardım. Zannedersem.
İnanırmısınız çok yakın Hıristiyan bir arkadaşım bana araştırdığım dinleri sordu. Bende saymaya başladım, Musevilik, Hıristiyanlık, Budizm, Hindiuzim, diğerleri. Peki İslam’a baktın mı ? dedi. İslam! Bunlar terörist ben bunları araştırmam dedim. Bunlar çıldırmış ben ne diye bu dine bakayım ki ? Fakat bakın kendimi bir gün camiye giderken buldum. Bu benim sonsuz araştırmam. Sonra direk içeri girdim. Ayakkabılar ayağımda, tam halının üzerinden bir arkadaş namaz kılıyordu, tam önünden geçtim. Secdeye giderken neredeyse kafasına basıyordum. Suphanallah! Ne yaptığımın hakkında hiçbir fikrim yoktu. Etrafa baktım şu arkadaşı gördüm. Siz galiba tanırsınız bu arkadaşı. Adı, Ebu Hamza. Daha önce buraya gelip birkaç seminer verdi. Suphanallah! Ben ona sakal babası derim çok uzun bir sakalı var maşallah. Bana doğru gelmeye başladı. Bende “ Bugün öleceğim galiba diye düşündüm. Bu hayatımın son günü. Ben ölü bir insanım. Ben beyaz bir çocuğum ve ben Lebland’ dayım. Ne yapabilirdim ki burada, Ben ölüyüm. Direk yürümeye başladı üzerime. Sanki Sahara çölünden geliyor gibiydi. Kocaman entari( abaya) kocaman sakal. Suphanallah! İlk söylediği şey; “ İyi günler arkadaş, nereye gidiyorsun?” dedi. Elinde de büyük bir sakal olsaydı tam mükemmel olurdu. Suphanallah! Beni doğal karşılama şekli beni çok etkiledi.
Avustralyalı olarak kimseyi incitmek istemem. Benim yetişme şeklim kırsal alanda yetişme. Ailem beni ateist olarak yetiştirdiler/ onlar Hıristiyan olarak büyütmüşler. Beni her pazar kiliseye sürüklerlerdi. Her dakikasından nefret ettim. Öldükten sonra mikroorganizma yemeği olursun diye inanırlardı. Bu kadar. Ahret yok. İlah yok. Her şey değersiz gibi. İşte böyle. Ateist olarak yetiştirildim. İşte ben yürürken Ebu Hamza’yı gördüm. Bana çok kibar bir şekilde hitap ediyordu. Ona bu şekilde konuştuğu için müteşekkirim. Yoksa sanki onu bir önceki 5 haberinde uçak kaçırırken gördüğümden emin olabilirdim. Avustralyalı insanlar çok ikramı seven insanlar. Lütfen beni yanlış anlamayın. Bu insanlar şuana kadar gördüğüm en misafirperver insanlar. Hamza kardeşimizin söylediği gibi, arkadaşlar bana her iki dakikada bir çay yapıyorlardı. Her 5 dakikada bir tuvalete gitmek zorunda kalıyordum. Çayı doldurup duruyorlardı. Bisküviler. Ben hayatımda böyle şeyle görmedim. Aslında bir noktaya kadar, bisküviler için geri geliyordum ayriyeten bir din için. Bu arkadaşlarla oturduğumda, sorularımı sormaya başladım. Daha önce Rahiplere, diğer din adamlarına ve arkadaşlarıma sorduğum bütün soruları sordum. Suphanallah!
Beni çok etkileyen bir şey oldu. Her defasında bir soru sorduğumda, normal cevaptan ziyade Kur’an-ı açıp şöyle derlerdi. Burayı oku, şurayı oku ve cevap oradaydı. Her defasında. Sonra başka bir soru sorardım sonrada zor sorular. Kolay soru yok. Bayanlar neden örtünmek zorundalar? Benim neden 4 hanımım olabilir? Fakat bir bayanın 4 kocası olamaz? Zor soruların cevaplarını bilmek istedim. Zannedersen bu soruları ilk başlarda sorarsanız İslam la tanıştığınız zaman. İnanın bütün soruları Kur’an la cevapladılar. Kendi fikirlerinden değil. Ben bundan bıkmaya başladım ve arkadaşlardan birine şöyle dedim. O zaman birkaç hafta olmuştu oraya gideli. Her zaman orada birkaç kardeşimiz vardı. Arkadaşlardan birine şöyle dedim. Senin bu konu hakkında fikrin nedir? Neden sende fikrini söylemiyorsun? Kardeşlerden biri bana bir gün dönüp şöyle dedi. Allah’ın indirdiği kelimeler varken fikrim ne olabilir ki? Suphanallah! o olayı çok iyi hatırlıyorum. Beni çok etkilemişti. Sonra onlara Kur’an’ı eve götürebilir miyim diye sordum. Onlara Kur’an’ la kanepemi dengeleyeceğim falan da demedim. Bu kitaba saygı duyacağımı söyledim. Kur’an-ı eve götürdüm ve okumaya başladım. Şunun farkına vardım. Hikâye okuyor gibi hissetmedim kendimi. Sanki biri bana emir veriyormuş gibi, bir yapmam gereken şeyleri söylüyormuş gibi hissettim okurken. Bir gece gerçekten ruhani bir ortam hazırlamaya karara verdim. Eminim bazılarını önceden duymuşunuzdur. O yüzden özür dilerim. Bir mum yaktım. Pencereyi açtım. Perdeleri açtım o ruhani hisleri yakalamaya çalışıyordum. Güzel bir yaz akşamıydı. Melbourn’da. Melbourn’un görebileceği yazlardan. Oturup düşünüyordum. Bugün son olması lazım. Bu akşam o akşam. Bütün o ruhani ve ilmi delilleri araştırdım. Dağlar kadar..? Bir annede embriyonun oluşumu. Bütün bu muhteşem kanıtları gördüm. Fakat yinede ufak bir kıvılcıma ihtiyacım vardı. Sanki bir uçurumun uçundaydım. Atlamaya hazırım fakat bir şeyin beni itmesi lazım gibi. İşte oturdum orada. Çok sessizdi..Kur’an okuyordum sonra durdum. Dedim ki; Allah, bu benim beklediğim vakit. Şimdi İslam’a ( katılmaya ) hazır olduğum vakit. Tek istediğim şey bir işaret. Yalnızca ufak bir işaret. Çok büyük bir işaret olmasına gerek yok. Mesela bir yıldırım düşmesi olabilir. Yada evimin yarısının düşmesi gibi filan. Senin için küçük bir şey. Çok küçük bir şey. Sen dünyayı yarattın hadi. İşte orda oturdum. Bende mum ateşinin filimler deki gibi. Yukarıya yükselip yanmasını bekliyordum. Sonra dedim ki, tamam şimdi hadi. Suphanallah! Hiçbir şey ama hiçbir şey olmadı. Açıkçası çok hayal kırıklığına uğradım. İşte orda oturdum ve “Allah, işte bu sana bir fırsat” dedim. Ben buradayım bi yere gitmiyorum dedim. Bir fırsat daha vereceğim dedim. Belki meşguldün. Dünya’nın öbür tarafında hala gündüz. Dünyada birçok olay oluyor. Belki bu defa bir arabanın egzozundan çıkan gürültü olabilir. Küçük bir işaret. Tamam Evin yarısını, bide mum’u istemiyorum. Onu unutalım. Belki bir kuş düşebilir içeriye. Umurumda değil. Ne olursa. Dedim ki: Tamam. Hadi Şimdi. Suphanallah! Kesinlikle hiçbir şey olmadı. Yani, aha şu oldu bile diyebilecek bir şey. Olmadı. Şu duvardaki çatlak, yeni olmuş olabilir diyebileceğim bir şey bile olmadı. Kesinlikle bir şey olmadı. Gerçekten çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım.
İşte, orda otururken kendi kendime: işte buraya kadar.
Son şansımdı İslam. Ve ben onu bulamadım. Kur’an-ı tekrar elime aldım. En son okurken kaldığım sayfayı açtım. Suphanallah! Bir sonraki sayfanın ilk ayeti:
“ içinizde işaret arayanlar için size yeteri kadar göstermedik mi? etrafınıza bakın,yıldızlara bakın, Güneşe bakın. Suya bakın. Bunlar İlim İnsanları için işaretlerdir.”
Suphanallah! Kafama battaniyeyi örttüm. Uyuyor numarası yaptım. O kadar ki korkmuştum. Bütün işaretler baştan beri etrafımdayken kendi işaretime karşı ne kadar kibirli olduğuma inanamadım. Bu dünyaya sahip olmamız. Bu canlıların var olması. Bunlar bizim için işaretlerdir. Ertesi günü karar verdim. Bu kadar.
Müslüman oluyorum. Açıkçası herhalde 6 ay kadar İslam’ı araştırdım. İçeriye girdim ve kendi kendime: işte buraya kadar. Şimdi şahadet getireceğim. Ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kelimeler hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Her halde yatsı namazına yakındı. Oda akşam 7 – 8 gibi bir şey yapar. İçeri girdim. İnanamadım. Camide 1000’ e yakın insan vardı. Suphanallah! Şu dine bak. Ne kadar güçlüler. Ramazanın ilk günüymüş. Ramazan Müslümanları… İşte orda oturdum. İtiraf etmeliyim: Çok heyecanlıydım. Ayağa kalktım. Şu kelimeleri söylemem lazım şimdi dendi. Eşhedü. Bende: Ne? eş…Ne ? dedim. “İngilizce söyleyebilir miyim” dedim.”“ Önce Arapça söylemen lazım” dediler. Şöyle baktım. Daha önce gördüğüm uzun sakallıları görüyordum önümde. Ben yeniden ölü bir insanım. Öyle hissettim bir an. Herkes bana bakıyordu. Bilmem bilirimsiniz. Ama Avustralyalılar (Sabit) bakamazlar. Lübnanlılar bakabilirler. İşte orda oturuyordum. Çok kokmuştum. Ayağa kalktım kelimeler başlar başlamaz bütün korkum gitti. Sanki biri beynimde soğuk su musluğunu açtı. Tertemiz hissettim. Kelimeleri söyledim bu kadar. Sonra bu kadar arkadaşım gelip, Tekbir Allah_u Ekber deyip sonra beni öpüp kucaklamaya başlamalarını beklemiyordum. Hayatımda hiç o kadar kişi tarafından öpülmemiştim. İtiraf etmeliyim çok güzel bir gündü. Ogün hiç sahip olamayacağım kadar kardeşim oldu. O günden sonra hiç geçmişe bakmadım.
İlk başlarda ailem onlara karşı tahminimce tuhaf olabileceğimden çok endişeliydi. Herhalde, AK-47 ve birkaç el bombasıyla saldıracağımı zannettiler! Fakat çok kısa bir sürede bu dinin beni çok daha iyi biri yaptığının farkına vardılar.
İslam öncesinde, belki inanmayacaksınız Mohawk tarzı saçım vardı. Evet, vardı size resimlerimi hiç göstermeyeceğim. Metalika tişörtüm vardı. Şaşırtıcıyım değil mi? Çok güzel göründüğümü zannetmiştim. Fakat çok kötü görünüyormuşum. Elhamdülillah şuan ki kadar güzel görünüyorum. Lütfen gülmeyin. Annem ve Babam bana ilk söylenenlerden oldu. Beni çok hayrette bıraktılar. Babam benden kısa bir süre önce benden Kur’an istedi ki çok sevindim. Her zaman anlatmak için onun çok ideal birisi olduğunu düşünmüşümdür. Ban dedi ki, Sen Müslüman olduğundan beri çok daha iyi biri oldun. Çok daha güvenilir oldun. Eğer arabam bozulursa, seni arayıp beni alman için arayabilirim. Eskiden olsaydı, herhalde şöyle derdim, dün gece çok içmişim. Bilmiyorum hala kanımda var mı? Elhamdülillah. Umarım sizi çok sıkmamışımdır. Sadece hayatımın en güzel vakitlerini sizinle paylaşmak istedim. İnşallah hepinizle cennette kebap yemek için görüşmek üzere. Esselamu Aleyküm.
Yorum