Lafzın muhteva ile ilişkisi, lafızların anlamları göstermede etkisi olacak şekildeyse, vahiy mesajı ve onun hassas rolleri de Allah’ın, maksadını kendi seçtiği lafızlarla beyan etmesini icap ettirir.
Suruş’un kanaatine göre Peygamber’in şahsı Kur’an metninin oluşmasına müdahale etmektedir. Bunu şöyle ifade etmektedir:
“Onun şahsiyeti bu metni oluşturmada önemli bir rol oynar. Bütün bir hayatı; babası, annesi, çocukluğu ve hatta ruhsal halleri bunda rol sahibidir. Kur’an’ı okurken hissedersiniz ki, Peygamber kimi zaman mutluluk ve neşe içindedir. Halbuki bazen de hüzünlü olduğu çok açıktır. Sözleri ve ifade biçimi oldukça basit ve sıradandır. Bütün bunlar Kur’an metninde etkisini göstermiştir. Bu, vahyin tamamen beşeri yönüdür.”
Eğer Peygamber, vahyin faili ve mucidiyse, öyleyse onun şahsı da, sadece tecrübelerin muhtevasına suret kazandırmada değil, aynı zamanda vahyin muhtevasının aslında da (daha net ifadeyle söylersek, peygamber tecrübelerinde de) rol sahibi demektir. Peygamberin rolünü, tecrübelerin muhtevasının aslında göz önünde bulundurmak istemesek bile, Suruş’un görüşüne göre, onun nebevi tecrübelere anlam kazandırmadaki tasarruf ve müdahalesi göz ardı edilemez.
Vahiy ve Kur’an’da hataya açık olma hali
Suruş’un vahiy bahsindeki görüşünün kaçınılmaz sonucu, hatanın ona yol bulma imkanını kabul etmektir. Eğer peygamberin şahsı, halleri ve bilgisinin vahyi ifade etmede dahli varsa vahyin hatasız olmasının delili nedir?! Vahyin hatasız görülebilmenin yolu, Peygamberin ilahi mesajı ilahi kelamla birlikte aldığını ve hiçbir müdahalede ve tasarrufta bulunmaksızın tebliğ ettiğini kabul etmemizdir.
Başka bir deyişle, onun şahsı ne vahyin muhtevası ortaya çıkarken, ne de ona suret kazandırırken hiçbir şekilde rol üstlenmemiştir.
Suruş, vahiy ve Kur’an hatalı olabileceğini ortaya atabilmek için başlangıçta, bazı çağdaş müfessirlerin ayetleri iki gruba ayırdığına değiniyor. Bir grup ayet, Allah’ın sıfatları, ölümden sonra hayat ve ibarete ilişkin emirlerle ilgilidir. İkinci grup ise dünya, insan ve tarihsel olaylara dairdir.
Birinci grup ayette hata olmasına imkan yoktur. Ama Peygamberin dünya, insan ve tarihsel olaylar hakkındaki bilgisi hatalı olabilir. Bir diğer ifadeyle, Suruş’un söylediğine göre, bazı müfessirler, Peygamberin bu konularda kendi zamanının diliyle konuştuğuna inanmaktadırlar. Fakat Suruş, bir adım daha ileri gitmektedir. Yani ona göre Peygamber, zamanının diliyle değil, sınırlı bilgisiyle konuşmuştur.
Bu konudaki görüşünü şöyle açıklamaktadır:
“Benim başka bir görüşüm var. Bendeniz, Peygamberin, farklı bir bilgiye sahip olmasına rağmen “kendi döneminin dili”yle konuştuğunu düşünmüyorum. O gerçekte, söylediğine inanıyordu. Bu onun dili ve onun bilgisiydi. Onun bilgisinin, çağdaşı olan insanların yeryüzü, evren, genetik hakkındaki bilgisinden daha fazla olduğunu düşünmüyorum. Bugün bizim elimizdeki bilgiye sahip değildi. Böyle olması onun peygamberliğine herhangi bir zarar getirmez. Çünkü o Peygamberdi, bilgin veya tarihçi değil.”
Yukarıdaki sözlerin mecburi sonucu, vahiy ve Kur’an’ın hatalı olabileceğinin kabul edilmesidir.
Eğer Peygamberin yeryüzü, evren ve genetik konularındaki bilgisi diğer insanlardan daha fazla değildiyse onun diğerlerinden tek farkı, özel ruhsal hissiyatlar ve haller olmuş demektir. Nasıl olur da, bir yandan Peygamberin, kelamı Allah’ın kelamı olacak kadar Allah’ta fani olduğu iddia edilmekte, ama öte yandan bazı ayetlerin Peygamberin bilgisiyle mütenasip olduğu öne sürülmektedir? Suruş bu çelişkiyi nasıl çözebilecektir?
Eğer Peygamberin, bilgi ve bilinç bakımından başkalarından farklılığı yoksa ve malumatı kendi bilgisi ve tecrübelerinden kaynaklanıyorsa o halde peygamberler diğer insanlardan yalnızca ahlaki hususiyetler, irfani ve ruhsal hallerden gayri o kadar da farklı değillerdir.
Suruş, konunun başında bizzat kendisi Peygamberin şahsının, hallerinin ve bilgisinin onun tecrübeleri üzerindeki etkisinden sözetmekte ve burada, onun bilgisinin de kendi dönemindeki diğer insanlar kadar olduğunu vurgulamaktadır. Bunu açıkladıktan sonra da hatanın, vahyin ve Kur’an’ın harimine girebileceğini kabul etmektedir.
Bu mesele, vahyin muhtevası ile ona suret kazandıran arasında farklılık bulunması gerektiği ile ilgilidir ve hatayı, Peygamber tarafından gerçekleştirilen vahyin muhtevasına suret kazandırmayla ilişkilendirmemiz icabeder. Ama yok, hatayı, suret kazandırmayla değil de muhtevanın kendisiyle ilgili sayarsak ve muhtevanın da Allah’tan geldiğini kabul ediyorsak o zaman hata Allah’la ilgili olur.
Eğer muhtevayı Peygamberin şahsından biliyorsak -ki bu, Suruş’un açıklamasına daha uygundur- Peygamberin hata yapabileceğini kabul etmemiz gerektiğini gösterir. Her halükarda, yukarıdaki faraziyelerden hangisi kabul edersek edelim, sonuç, Kur’an metninde hata bulunabileceğidir. Yani Kur’an’ın ayetlerinden bir grupta -deneysel bilimler ve tarihle ilgili olanlarda- hata bulunabilir.
Acaba Suruş’un vahiy, nübüvvet ve risaletle ilgili bu tahlilleri sorgulanamaz mı? Acaba Kur’an metninde hata olabileceği fikri, Peygamberin mesajını, ilahi hikmet ve hidayeti zedelemez mi?!
Suruş’un, Kur’an’ın bilimsel ve tarihsel konularda hatalı olabilmesinin nübüvvete halel getirmeyeceği iddiası kabul edilemezdir. Acaba Kur’an’ı doğru ve hatalı kısımlar diye ikiye mi ayırmamız gerekecek? Eğer Peygamberin kelamı Allah’ın kelamıysa Allah’ın kelamında nasıl hata olabilir?
Acaba bu ayrımı metnin kendisi mi yapıyor, yoksa bu metinden anladığımız mıdır? Eğer hata, Kur’an metninde bazı kısımlara ulaşabildiyse onun diğer bölümlere de sirayet etmeyeceğinin gerekçesi nedir? Kur’an’da bahsedilen ölümden sonraki hayatla ilgili meseleler hangi nedenle doğru olabilir? Doğa alemini tanımayla ilgili kısımlarda metinde hata ortaya çıkabilecekse ötekinde de olabilir.
Doğa ötesi alemi ve ölümden sonraki hayatı tanımayla ilgili kısımlarda hata ortaya çıkmayacağının sebebi nedir? Suruş’un, Allah’ın sıfatları, ölümden sonra hayat ve ibadetlerle ilgili meselelerde hata bulunmadığı fikrini ispatlayan deliller nelerdir?
Kendi dönemimizin deneysel bilimlerine dayanarak evren ve insan genetiğiyle ilgili bazı ayetler hakkında net bir anlayışa ulaşamıyoruz diye Kur’an’ı hatalı bir metin mi kabul etmeliyiz? Yukarıdaki meselenin mantıksal sonuçlarından biri Kur’an’ın beşeri bir kitap olduğudur ve Peygamber onu tedvin ve telif etmiştir. Onun bilgisi de sınırlı olduğuna göre kitabının bir bölümü de hatalı olabilir.
Yukarıda geçen derin bahisleri bir kenara bırakıp Kur’an-ı Kerim’e bakalım ve Suruş’un görüşünü dinî açıdan eleştirelim.
Kur’an ve vahyin kaynağı
Kur’an-ı Kerim, vahyin kaynağını Allah kabul eder. Kur’an’daki pek çok ayet bu konuyu sarih biçimde ortaya koymaktadır. Örnek olarak birkaç ayeti zikredelim:
Böylece biz sana Arapça bir Kur'ân indirdik (Şura 7)
İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. (Şura 52)
Kuluna verdiği vahyi verdi. (Necm 10)
Şüphesiz ki bu Kur'ân, sana hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından indirilmektedir (Neml 6)
Bu ayetlerde Allah, kendisin vahyin faili ve mucidi, Peygamberin kalbini ise vahyi alan yer olarak göstermektedir. Kur’an ayetlerine ilave olarak daima Peygamberin sözlerinin de Allah’ın kelamı gibi olduğunu vurgulamaktadır. Yani onun kelamı, vahyin ta kendisidir:
O, hevâdan konuşmaz. O vahyedilenden başkası değildir. (Necm 3-4)
Bu ayette “o” zamiri konuşmaya atıftır. Yani Peygamberin sözü, Allah’ın sözüdür. Peygamberin sözü vahiydir. Yoksa Allah’ın vahyettiğini kendi sözüne dönüştürüyor değildir.
Gerçekte Allah Rasulünün dilinden dökülenler, ilahi kelamdır, Peygamber sözü değil. Allah, Kur’an’ı Arapça indirdiğini apaçık beyan etmektedir:
Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak indirdik. (Yusuf 2)
Kur’an, vahyin hem muhtevasını, hem de ona giydirilmiş sureti Allah katından kabul etmektedir.
Kur’an, Peygamberin şahsının vahiy ve Kur’an’da hiçbir rolünün bulunmadığını göstermek üzere Peygamberin ümmi olduğunu vurgulamaktadır. Eğitim görmemiş bir kişi, hangi bilgiyle vahyin muhtevasına suret giydirebilir?!
Ümmiler içinde, kendilerinden olan (…) bir Peygamber gönderdi. (Cuma 2)
Kur’an’da Peygamberin ümmi olduğu meselesinden sözedilmesi, vahyin ona değil, onun vahye tabi olduğunu göstermek içindir. (Suruş’un iddia ettiğinin aksine)
Devam edecek
Dr. Abdullah Nasri (Allame Tabatabai Üniversitesi), www.alef.ir
Suruş’un kanaatine göre Peygamber’in şahsı Kur’an metninin oluşmasına müdahale etmektedir. Bunu şöyle ifade etmektedir:
“Onun şahsiyeti bu metni oluşturmada önemli bir rol oynar. Bütün bir hayatı; babası, annesi, çocukluğu ve hatta ruhsal halleri bunda rol sahibidir. Kur’an’ı okurken hissedersiniz ki, Peygamber kimi zaman mutluluk ve neşe içindedir. Halbuki bazen de hüzünlü olduğu çok açıktır. Sözleri ve ifade biçimi oldukça basit ve sıradandır. Bütün bunlar Kur’an metninde etkisini göstermiştir. Bu, vahyin tamamen beşeri yönüdür.”
Eğer Peygamber, vahyin faili ve mucidiyse, öyleyse onun şahsı da, sadece tecrübelerin muhtevasına suret kazandırmada değil, aynı zamanda vahyin muhtevasının aslında da (daha net ifadeyle söylersek, peygamber tecrübelerinde de) rol sahibi demektir. Peygamberin rolünü, tecrübelerin muhtevasının aslında göz önünde bulundurmak istemesek bile, Suruş’un görüşüne göre, onun nebevi tecrübelere anlam kazandırmadaki tasarruf ve müdahalesi göz ardı edilemez.
Vahiy ve Kur’an’da hataya açık olma hali
Suruş’un vahiy bahsindeki görüşünün kaçınılmaz sonucu, hatanın ona yol bulma imkanını kabul etmektir. Eğer peygamberin şahsı, halleri ve bilgisinin vahyi ifade etmede dahli varsa vahyin hatasız olmasının delili nedir?! Vahyin hatasız görülebilmenin yolu, Peygamberin ilahi mesajı ilahi kelamla birlikte aldığını ve hiçbir müdahalede ve tasarrufta bulunmaksızın tebliğ ettiğini kabul etmemizdir.
Başka bir deyişle, onun şahsı ne vahyin muhtevası ortaya çıkarken, ne de ona suret kazandırırken hiçbir şekilde rol üstlenmemiştir.
Suruş, vahiy ve Kur’an hatalı olabileceğini ortaya atabilmek için başlangıçta, bazı çağdaş müfessirlerin ayetleri iki gruba ayırdığına değiniyor. Bir grup ayet, Allah’ın sıfatları, ölümden sonra hayat ve ibarete ilişkin emirlerle ilgilidir. İkinci grup ise dünya, insan ve tarihsel olaylara dairdir.
Birinci grup ayette hata olmasına imkan yoktur. Ama Peygamberin dünya, insan ve tarihsel olaylar hakkındaki bilgisi hatalı olabilir. Bir diğer ifadeyle, Suruş’un söylediğine göre, bazı müfessirler, Peygamberin bu konularda kendi zamanının diliyle konuştuğuna inanmaktadırlar. Fakat Suruş, bir adım daha ileri gitmektedir. Yani ona göre Peygamber, zamanının diliyle değil, sınırlı bilgisiyle konuşmuştur.
Bu konudaki görüşünü şöyle açıklamaktadır:
“Benim başka bir görüşüm var. Bendeniz, Peygamberin, farklı bir bilgiye sahip olmasına rağmen “kendi döneminin dili”yle konuştuğunu düşünmüyorum. O gerçekte, söylediğine inanıyordu. Bu onun dili ve onun bilgisiydi. Onun bilgisinin, çağdaşı olan insanların yeryüzü, evren, genetik hakkındaki bilgisinden daha fazla olduğunu düşünmüyorum. Bugün bizim elimizdeki bilgiye sahip değildi. Böyle olması onun peygamberliğine herhangi bir zarar getirmez. Çünkü o Peygamberdi, bilgin veya tarihçi değil.”
Yukarıdaki sözlerin mecburi sonucu, vahiy ve Kur’an’ın hatalı olabileceğinin kabul edilmesidir.
Eğer Peygamberin yeryüzü, evren ve genetik konularındaki bilgisi diğer insanlardan daha fazla değildiyse onun diğerlerinden tek farkı, özel ruhsal hissiyatlar ve haller olmuş demektir. Nasıl olur da, bir yandan Peygamberin, kelamı Allah’ın kelamı olacak kadar Allah’ta fani olduğu iddia edilmekte, ama öte yandan bazı ayetlerin Peygamberin bilgisiyle mütenasip olduğu öne sürülmektedir? Suruş bu çelişkiyi nasıl çözebilecektir?
Eğer Peygamberin, bilgi ve bilinç bakımından başkalarından farklılığı yoksa ve malumatı kendi bilgisi ve tecrübelerinden kaynaklanıyorsa o halde peygamberler diğer insanlardan yalnızca ahlaki hususiyetler, irfani ve ruhsal hallerden gayri o kadar da farklı değillerdir.
Suruş, konunun başında bizzat kendisi Peygamberin şahsının, hallerinin ve bilgisinin onun tecrübeleri üzerindeki etkisinden sözetmekte ve burada, onun bilgisinin de kendi dönemindeki diğer insanlar kadar olduğunu vurgulamaktadır. Bunu açıkladıktan sonra da hatanın, vahyin ve Kur’an’ın harimine girebileceğini kabul etmektedir.
Bu mesele, vahyin muhtevası ile ona suret kazandıran arasında farklılık bulunması gerektiği ile ilgilidir ve hatayı, Peygamber tarafından gerçekleştirilen vahyin muhtevasına suret kazandırmayla ilişkilendirmemiz icabeder. Ama yok, hatayı, suret kazandırmayla değil de muhtevanın kendisiyle ilgili sayarsak ve muhtevanın da Allah’tan geldiğini kabul ediyorsak o zaman hata Allah’la ilgili olur.
Eğer muhtevayı Peygamberin şahsından biliyorsak -ki bu, Suruş’un açıklamasına daha uygundur- Peygamberin hata yapabileceğini kabul etmemiz gerektiğini gösterir. Her halükarda, yukarıdaki faraziyelerden hangisi kabul edersek edelim, sonuç, Kur’an metninde hata bulunabileceğidir. Yani Kur’an’ın ayetlerinden bir grupta -deneysel bilimler ve tarihle ilgili olanlarda- hata bulunabilir.
Acaba Suruş’un vahiy, nübüvvet ve risaletle ilgili bu tahlilleri sorgulanamaz mı? Acaba Kur’an metninde hata olabileceği fikri, Peygamberin mesajını, ilahi hikmet ve hidayeti zedelemez mi?!
Suruş’un, Kur’an’ın bilimsel ve tarihsel konularda hatalı olabilmesinin nübüvvete halel getirmeyeceği iddiası kabul edilemezdir. Acaba Kur’an’ı doğru ve hatalı kısımlar diye ikiye mi ayırmamız gerekecek? Eğer Peygamberin kelamı Allah’ın kelamıysa Allah’ın kelamında nasıl hata olabilir?
Acaba bu ayrımı metnin kendisi mi yapıyor, yoksa bu metinden anladığımız mıdır? Eğer hata, Kur’an metninde bazı kısımlara ulaşabildiyse onun diğer bölümlere de sirayet etmeyeceğinin gerekçesi nedir? Kur’an’da bahsedilen ölümden sonraki hayatla ilgili meseleler hangi nedenle doğru olabilir? Doğa alemini tanımayla ilgili kısımlarda metinde hata ortaya çıkabilecekse ötekinde de olabilir.
Doğa ötesi alemi ve ölümden sonraki hayatı tanımayla ilgili kısımlarda hata ortaya çıkmayacağının sebebi nedir? Suruş’un, Allah’ın sıfatları, ölümden sonra hayat ve ibadetlerle ilgili meselelerde hata bulunmadığı fikrini ispatlayan deliller nelerdir?
Kendi dönemimizin deneysel bilimlerine dayanarak evren ve insan genetiğiyle ilgili bazı ayetler hakkında net bir anlayışa ulaşamıyoruz diye Kur’an’ı hatalı bir metin mi kabul etmeliyiz? Yukarıdaki meselenin mantıksal sonuçlarından biri Kur’an’ın beşeri bir kitap olduğudur ve Peygamber onu tedvin ve telif etmiştir. Onun bilgisi de sınırlı olduğuna göre kitabının bir bölümü de hatalı olabilir.
Yukarıda geçen derin bahisleri bir kenara bırakıp Kur’an-ı Kerim’e bakalım ve Suruş’un görüşünü dinî açıdan eleştirelim.
Kur’an ve vahyin kaynağı
Kur’an-ı Kerim, vahyin kaynağını Allah kabul eder. Kur’an’daki pek çok ayet bu konuyu sarih biçimde ortaya koymaktadır. Örnek olarak birkaç ayeti zikredelim:
Böylece biz sana Arapça bir Kur'ân indirdik (Şura 7)
İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. (Şura 52)
Kuluna verdiği vahyi verdi. (Necm 10)
Şüphesiz ki bu Kur'ân, sana hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından indirilmektedir (Neml 6)
Bu ayetlerde Allah, kendisin vahyin faili ve mucidi, Peygamberin kalbini ise vahyi alan yer olarak göstermektedir. Kur’an ayetlerine ilave olarak daima Peygamberin sözlerinin de Allah’ın kelamı gibi olduğunu vurgulamaktadır. Yani onun kelamı, vahyin ta kendisidir:
O, hevâdan konuşmaz. O vahyedilenden başkası değildir. (Necm 3-4)
Bu ayette “o” zamiri konuşmaya atıftır. Yani Peygamberin sözü, Allah’ın sözüdür. Peygamberin sözü vahiydir. Yoksa Allah’ın vahyettiğini kendi sözüne dönüştürüyor değildir.
Gerçekte Allah Rasulünün dilinden dökülenler, ilahi kelamdır, Peygamber sözü değil. Allah, Kur’an’ı Arapça indirdiğini apaçık beyan etmektedir:
Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak indirdik. (Yusuf 2)
Kur’an, vahyin hem muhtevasını, hem de ona giydirilmiş sureti Allah katından kabul etmektedir.
Kur’an, Peygamberin şahsının vahiy ve Kur’an’da hiçbir rolünün bulunmadığını göstermek üzere Peygamberin ümmi olduğunu vurgulamaktadır. Eğitim görmemiş bir kişi, hangi bilgiyle vahyin muhtevasına suret giydirebilir?!
Ümmiler içinde, kendilerinden olan (…) bir Peygamber gönderdi. (Cuma 2)
Kur’an’da Peygamberin ümmi olduğu meselesinden sözedilmesi, vahyin ona değil, onun vahye tabi olduğunu göstermek içindir. (Suruş’un iddia ettiğinin aksine)
Devam edecek
Dr. Abdullah Nasri (Allame Tabatabai Üniversitesi), www.alef.ir