İslami Tesettürle Olan MücadelesiTeilen
Bati medyasin İslami Tesettürle Olan Mücadelesi
Özellikle birkaç yıldır sürekli olarak batı medyasında, İslami hicap aleyhinde hummalı çalışmalar yapılmaktadır.
Özellikle birkaç yıldır sürekli olarak batı medyasında, İslami hicap aleyhinde hummalı çalışmalar yapılmaktadır. Durmadan televizyonlarda; sözde modern, medeni bir şekilde açık giyinmiş, mutlu ve kültürlü bir grup kadın muhabirin, baskı altındaki, siyahlar içerisinde ve hayata dair tüm umutlarını yitirmiş gibi gösterilen Müslüman kadınlarla yaptıkları röportajlar ve haberler yayınlanmaktadır. Göstermek istedikleri; hicaplı kadınların, erkekler tarafından kısıtlandıkları, en doğal haklarından mahrum bırakıldıkları ve sorunlar içerisinde, ümitsizce yaşamlarını sürdürdükleridir.
Batı medyası İslami hicaba karşı büyük bir savaş başlatmış bulunmaktadır. Yayınladıkları haberlerde, sözde Müslüman kadınlar gerici inanışlar yüzünden her şeylerini kaybetmiş ve batıdan onları kurtarmalarını, haklarının geri verilmesini ve özgürlüklerine kavuşmaları için onlara yardım etmelerini istemektedirler. Bu tür haberlerin amacı, İslam’ın kadınlara nasıl zulüm ettiği ve Müslüman kadınların nasıl kötü bir durumda olduğunu izleyicilerine aktarmaktır.
Batı, çok ince taktiklerle İslami ülkelerdeki kadınlar ve İslami hicap karşıtı çalışmalarına devam ederken, hiç beklemediği bir şekilde, Avrupa’dan “başörtüsüne özgürlük” haykırışlarını duymaya başladı. Yeni Müslüman olan kadın ve genç kızlar özgürlüklerini istemekteydiler, bir Müslüman kadın olarak, hicaplarıyla okumak, çalışmak ve toplumda bulunmak için yürüyüşler yapmaktaydılar.
Batı devletleri yıllarca hicabın sözde ne kadar kötü ve modernlikten uzak olduğu hakkında çalışmalar yaparak, kadınları sömürmek ve aslında onları kendi kapitalist ve emperyalist amaçlarına alet etmek için çalışıyordu. Fakat hicabı yasaklamalarıyla tüm çabaları boşa çıktı, zira kendi ülkelerinde ki, öz vatandaşları tesettür için yürüyüşler düzenlemeye başladılar. Paris’te, Londra’da ve diğer büyük şehirlerde “başörtüsüne özgürlük” diye bağırdılar.
Fransa’nın önde gelen gazetecilerinden biri şöyle yazıyor: “İslam hakkında araştırmalar yapmaya başladığımdan beri, Fransalı kadınların Müslüman olmaları benim için çok ilginç ve tuhaftı. Gün geçtikçe bayanların Müslüman olması ve bunun 100 bin seviyelerine kadar çıkması beni hayretler içinde bırakıyordu. Yıllarca özgürlüğü ve kadın erkek eşitliği için mücadele eden Fransa kadını, nasıl olurda, batılıların dediğine göre bütün kadın hakları ellerinden alınan ve kadına değer vermeyen bir dine yönele bilirdi.
Paris’in kuzeyinde oturan, Yahudi bir aileden, Alma ve Lila adında iki kız İslam dinini seçtiler, sonrasında tam bir İslami hicapla örtünerek okullarına devam etmek istediler, okul müdürü onları okuldan attı, mahkemeye de başvurdular fakat hiçbir sonuç alamadılar.
Alma’nın babası Laurent Levy şöyle diyor: “Kızlarım hiçbir baskı altında kalmadan, kendi istekleriyle böyle giyinmeyi istediler.” Alma ve Lila’nın babası asaleten Yahudi’dir, ama dine inancı yoktur ve kızlarının tesettürü hakkında şöyle diyor: “Kızlarımın seçimleri beni çok üzmekte, bana göre büyük bir yanlış yapmaktadırlar. Onlar için çok kaygılanıyorum. İslam dinini kabul eden bir kadının, özgüveni olabileceğine asla inanmıyorum.” Babasının bu sözlerine, Alma gülerek şöyle cevap veriyor: “Eğer İslam, bize öz güven vermeseydi, asla kabul etmezdik.”
Manevi Susuzluk Ve Kimlik Kargaşası
Batıdaki İslam dinene olan büyük yönelişi ve İslami hicaba bürünmelerdeki artışı öncelikle, sosyolojik acıdan incelemek yerine psikolojik acıdan incelemek, doğru bir neticeye ulaşmamız, için çok daha etkili olacaktır.
Son din olan İslam’ı kabul eden her Avrupalının ruh haletine dikkat etmemiz gerekir. Batıda ki “İslam’a yöneliş” toplumsal bir hareket olmaktan öte, insanların yıllarca peşinde olduğu ve sürekli mahrum bırakıldığı manevi susuzluğun arayışıdır. Batı medeniyeti, maneviyatı toplumdan soyutlayıp, insanları sadece dünyaya bağlayarak aslında kendi vatandaşlarının sonunu getirmiştir. Dünyanın hiçbir dönemin de 20 yüzyıldaki kadar akıl hastaneleri dolup taşmamıştır.
Batı, maneviyattan uzaklaşarak delirmektedir.
Bunun yanında, tüm insanlığın manevi susuzluğunu giderecek olan da sadece İslam’dır. Her gün bunun farkına varan onlarca ve binlerce Avrupalı, İslam’ı seçmektedir, çünkü İslam kaybettikleri ve aradıklarını onlara sunmaktadır. Avrupalı, hayatının hiçbir aşamasında ve toplumun hiçbir bölümünde maneviyatı görmemektedir; okulda, devlet dairesinde, çarşıda, pazarda, medyada, evde velhasıl hiçbir yerde en fazla muhtaç olduğu maneviyat bulamamaktadır. Oysa İslam’ın her anı ve her aşaması maneviyat doludur. İslam ferdi bir din olmadığı, toplumsal bir din olduğu için, okulda, çarşıda, devlet dairesinde ve aklınıza gelecek her alan için manevi hükümler belirlemiştir.
Günümüz batı gençliği tam bir hüviyet ve kimlik buhranıyla yaşamaktadır. Ne yapacağını bilmeden, nereye ait olduğunu anlamadan, hedefsizce kendisini büyük bir boşluğun içinde görmektedir. Batı kültürü ve medyanın yetiştirdiği genç paranoyak olmuştur, sürekli kendisi için hazırlanan ütopya ve fıtratındaki vatan arasında gidip gelmektedir.
Dünyada ki bilgi akışının hızlanması, televizyon, internet ve diğer gelişimler bu gençlerin daha fazla boşluğa düşmelerine neden olmuştur. Dünyanın anlamsız oluşu, hayatın zorlukları, hiçbir zaman mutluluğu bulamama, karanlığa saplanıp kalmalar gençleri yeni arayışlara itmiştir. Batı kültür ve medeniyetinde mutluluğu bulamayanlar; doğu mistizmine yönelmişlerdir. Fakat Hinduizm, Budizm gibi doğu dinleri, insanın tüm boyutuna cevap veremediklerinden bu dinlerde de aranan maneviyat bulunmamıştır. Bunun üzerine kâmil din olan ve insanın her boyutuna hitap eden İslam dinine yöneliş başlamıştır. Aradıklarını İslam’da bulan Avrupalılar bu yüzden İslam’ı seçmektedirler.
İsviçre radyosunda program hazırlayan, Monica Malem Sterdam şöyle diyor: “Paris sokaklarında sırt çantasıyla dolaşan ve altı ay önce Müslüman olan bir gençle karşılaştım. Bana şunları söyledi: “Avrupa’daki sözde modern yaşam, sadece büyük bir boşluktan ibarettir; diskolar, barlar, cinselliğin sınırsız bir şekilde ön planda olmasından artık uzak duruyorum ve kendimi İslam’a adayarak yaşamıma bir anlam kazandırdım. Sabahları erkenden kalkarak hiçbir şeyle kıyaslamayacağım kadar bana huzur veren ibadetime başlıyorum.”
Batı medyası, İslam aleyhine dünya halklarına ve kendi toplumlarına yapmış oldukları yayınların, etkisiz olduğunu gördükçe kendini büyük bir yalnızlığın içinde hissetmeye başlamıştır. Avrupalılar, gönül devletlerinden sürülmenin, oraya ulaşamamanın ve hatta en yakınlarının yanında bile yalnızlık hissetmenin vermiş olduğu acıyla fıtratlarına ve imana geri dönmektedir, dönmedikçe de hiçbir zaman huzur bulamayacağı anlamış durumdadır. Bulduklarında ise bunu hiçbir şeyle değiştirmezler.
Tania Poling, yeni Müslüman olmuş genç bir Almanlı,peyamizan dergsinin muhabiri şöyle soruyor—Size Müslüman olarak elinizde olanları kaybettiğiniz soruluyor; özgürlüğünüzü, rahat yaşamanızı ve hatta en yakın dostlarınızı, peki buna karşılık İslam size ne verdi? Tania ise şöyle cevap veriyor.
—Ben her şeyi kaybetmiş olabilirim, ama kendimi kazandım. Önceleri aslında benliğimden çok uzakta ve ona karşı yaşamaktaydım, büyük bir boşlukta, bunalımlar içinde, hayatı anlamsız görerek yaşıyordum. Oysa şimdi hem kendimi buldum ve hem de yıllarca görmezden geldiğim Rabbimi. Aslında ben hiçbir şey kaybetmedim, tam tersine en güzel şekilde yeniden kazandım; gerçek özgürlüğümü, manevi huzurumu, psikolojik rahatlamayı, gerçek mümin dostlarım oldu ve en güzeli de artık bir rehberim (İmam Hamanei) var. Ben her şeyime İslam’la kavuştum.
Bu bilinçle Müslüman olan batılı kadın ve genç kızlar, İslam’ı hicabı bir teklif görmekten ziyade, bir hak olarak görmektedirler. Hak insanın doğasından ve maneviyatından kaynaklanır, hicapta kadınların en doğal hakkıdır. Gerçek özgürlük insanın ruhunun özgür olmasıdır, mükemmellik nefsin, şeytanın ve şehvetin esaretin kendini kurtarmaktadır.
Özgürlük adına insanın her istediğini yapması ve canının istediği gibi hareket etmesi aslında tam bir esirliktir. Böyle bir insan özgürlükten zerre kadar nasip almamıştır, şehvetinin ve nefsinin kölesi durumundadır. Hicabıyla kendisini şehvet bataklıklarından kurtaran insan, mükemmellik ve kemal yolunda yürümeye başlamıştır.
Bati medyasin İslami Tesettürle Olan Mücadelesi
Özellikle birkaç yıldır sürekli olarak batı medyasında, İslami hicap aleyhinde hummalı çalışmalar yapılmaktadır.
Özellikle birkaç yıldır sürekli olarak batı medyasında, İslami hicap aleyhinde hummalı çalışmalar yapılmaktadır. Durmadan televizyonlarda; sözde modern, medeni bir şekilde açık giyinmiş, mutlu ve kültürlü bir grup kadın muhabirin, baskı altındaki, siyahlar içerisinde ve hayata dair tüm umutlarını yitirmiş gibi gösterilen Müslüman kadınlarla yaptıkları röportajlar ve haberler yayınlanmaktadır. Göstermek istedikleri; hicaplı kadınların, erkekler tarafından kısıtlandıkları, en doğal haklarından mahrum bırakıldıkları ve sorunlar içerisinde, ümitsizce yaşamlarını sürdürdükleridir.
Batı medyası İslami hicaba karşı büyük bir savaş başlatmış bulunmaktadır. Yayınladıkları haberlerde, sözde Müslüman kadınlar gerici inanışlar yüzünden her şeylerini kaybetmiş ve batıdan onları kurtarmalarını, haklarının geri verilmesini ve özgürlüklerine kavuşmaları için onlara yardım etmelerini istemektedirler. Bu tür haberlerin amacı, İslam’ın kadınlara nasıl zulüm ettiği ve Müslüman kadınların nasıl kötü bir durumda olduğunu izleyicilerine aktarmaktır.
Batı, çok ince taktiklerle İslami ülkelerdeki kadınlar ve İslami hicap karşıtı çalışmalarına devam ederken, hiç beklemediği bir şekilde, Avrupa’dan “başörtüsüne özgürlük” haykırışlarını duymaya başladı. Yeni Müslüman olan kadın ve genç kızlar özgürlüklerini istemekteydiler, bir Müslüman kadın olarak, hicaplarıyla okumak, çalışmak ve toplumda bulunmak için yürüyüşler yapmaktaydılar.
Batı devletleri yıllarca hicabın sözde ne kadar kötü ve modernlikten uzak olduğu hakkında çalışmalar yaparak, kadınları sömürmek ve aslında onları kendi kapitalist ve emperyalist amaçlarına alet etmek için çalışıyordu. Fakat hicabı yasaklamalarıyla tüm çabaları boşa çıktı, zira kendi ülkelerinde ki, öz vatandaşları tesettür için yürüyüşler düzenlemeye başladılar. Paris’te, Londra’da ve diğer büyük şehirlerde “başörtüsüne özgürlük” diye bağırdılar.
Fransa’nın önde gelen gazetecilerinden biri şöyle yazıyor: “İslam hakkında araştırmalar yapmaya başladığımdan beri, Fransalı kadınların Müslüman olmaları benim için çok ilginç ve tuhaftı. Gün geçtikçe bayanların Müslüman olması ve bunun 100 bin seviyelerine kadar çıkması beni hayretler içinde bırakıyordu. Yıllarca özgürlüğü ve kadın erkek eşitliği için mücadele eden Fransa kadını, nasıl olurda, batılıların dediğine göre bütün kadın hakları ellerinden alınan ve kadına değer vermeyen bir dine yönele bilirdi.
Paris’in kuzeyinde oturan, Yahudi bir aileden, Alma ve Lila adında iki kız İslam dinini seçtiler, sonrasında tam bir İslami hicapla örtünerek okullarına devam etmek istediler, okul müdürü onları okuldan attı, mahkemeye de başvurdular fakat hiçbir sonuç alamadılar.
Alma’nın babası Laurent Levy şöyle diyor: “Kızlarım hiçbir baskı altında kalmadan, kendi istekleriyle böyle giyinmeyi istediler.” Alma ve Lila’nın babası asaleten Yahudi’dir, ama dine inancı yoktur ve kızlarının tesettürü hakkında şöyle diyor: “Kızlarımın seçimleri beni çok üzmekte, bana göre büyük bir yanlış yapmaktadırlar. Onlar için çok kaygılanıyorum. İslam dinini kabul eden bir kadının, özgüveni olabileceğine asla inanmıyorum.” Babasının bu sözlerine, Alma gülerek şöyle cevap veriyor: “Eğer İslam, bize öz güven vermeseydi, asla kabul etmezdik.”
Manevi Susuzluk Ve Kimlik Kargaşası
Batıdaki İslam dinene olan büyük yönelişi ve İslami hicaba bürünmelerdeki artışı öncelikle, sosyolojik acıdan incelemek yerine psikolojik acıdan incelemek, doğru bir neticeye ulaşmamız, için çok daha etkili olacaktır.
Son din olan İslam’ı kabul eden her Avrupalının ruh haletine dikkat etmemiz gerekir. Batıda ki “İslam’a yöneliş” toplumsal bir hareket olmaktan öte, insanların yıllarca peşinde olduğu ve sürekli mahrum bırakıldığı manevi susuzluğun arayışıdır. Batı medeniyeti, maneviyatı toplumdan soyutlayıp, insanları sadece dünyaya bağlayarak aslında kendi vatandaşlarının sonunu getirmiştir. Dünyanın hiçbir dönemin de 20 yüzyıldaki kadar akıl hastaneleri dolup taşmamıştır.
Batı, maneviyattan uzaklaşarak delirmektedir.
Bunun yanında, tüm insanlığın manevi susuzluğunu giderecek olan da sadece İslam’dır. Her gün bunun farkına varan onlarca ve binlerce Avrupalı, İslam’ı seçmektedir, çünkü İslam kaybettikleri ve aradıklarını onlara sunmaktadır. Avrupalı, hayatının hiçbir aşamasında ve toplumun hiçbir bölümünde maneviyatı görmemektedir; okulda, devlet dairesinde, çarşıda, pazarda, medyada, evde velhasıl hiçbir yerde en fazla muhtaç olduğu maneviyat bulamamaktadır. Oysa İslam’ın her anı ve her aşaması maneviyat doludur. İslam ferdi bir din olmadığı, toplumsal bir din olduğu için, okulda, çarşıda, devlet dairesinde ve aklınıza gelecek her alan için manevi hükümler belirlemiştir.
Günümüz batı gençliği tam bir hüviyet ve kimlik buhranıyla yaşamaktadır. Ne yapacağını bilmeden, nereye ait olduğunu anlamadan, hedefsizce kendisini büyük bir boşluğun içinde görmektedir. Batı kültürü ve medyanın yetiştirdiği genç paranoyak olmuştur, sürekli kendisi için hazırlanan ütopya ve fıtratındaki vatan arasında gidip gelmektedir.
Dünyada ki bilgi akışının hızlanması, televizyon, internet ve diğer gelişimler bu gençlerin daha fazla boşluğa düşmelerine neden olmuştur. Dünyanın anlamsız oluşu, hayatın zorlukları, hiçbir zaman mutluluğu bulamama, karanlığa saplanıp kalmalar gençleri yeni arayışlara itmiştir. Batı kültür ve medeniyetinde mutluluğu bulamayanlar; doğu mistizmine yönelmişlerdir. Fakat Hinduizm, Budizm gibi doğu dinleri, insanın tüm boyutuna cevap veremediklerinden bu dinlerde de aranan maneviyat bulunmamıştır. Bunun üzerine kâmil din olan ve insanın her boyutuna hitap eden İslam dinine yöneliş başlamıştır. Aradıklarını İslam’da bulan Avrupalılar bu yüzden İslam’ı seçmektedirler.
İsviçre radyosunda program hazırlayan, Monica Malem Sterdam şöyle diyor: “Paris sokaklarında sırt çantasıyla dolaşan ve altı ay önce Müslüman olan bir gençle karşılaştım. Bana şunları söyledi: “Avrupa’daki sözde modern yaşam, sadece büyük bir boşluktan ibarettir; diskolar, barlar, cinselliğin sınırsız bir şekilde ön planda olmasından artık uzak duruyorum ve kendimi İslam’a adayarak yaşamıma bir anlam kazandırdım. Sabahları erkenden kalkarak hiçbir şeyle kıyaslamayacağım kadar bana huzur veren ibadetime başlıyorum.”
Batı medyası, İslam aleyhine dünya halklarına ve kendi toplumlarına yapmış oldukları yayınların, etkisiz olduğunu gördükçe kendini büyük bir yalnızlığın içinde hissetmeye başlamıştır. Avrupalılar, gönül devletlerinden sürülmenin, oraya ulaşamamanın ve hatta en yakınlarının yanında bile yalnızlık hissetmenin vermiş olduğu acıyla fıtratlarına ve imana geri dönmektedir, dönmedikçe de hiçbir zaman huzur bulamayacağı anlamış durumdadır. Bulduklarında ise bunu hiçbir şeyle değiştirmezler.
Tania Poling, yeni Müslüman olmuş genç bir Almanlı,peyamizan dergsinin muhabiri şöyle soruyor—Size Müslüman olarak elinizde olanları kaybettiğiniz soruluyor; özgürlüğünüzü, rahat yaşamanızı ve hatta en yakın dostlarınızı, peki buna karşılık İslam size ne verdi? Tania ise şöyle cevap veriyor.
—Ben her şeyi kaybetmiş olabilirim, ama kendimi kazandım. Önceleri aslında benliğimden çok uzakta ve ona karşı yaşamaktaydım, büyük bir boşlukta, bunalımlar içinde, hayatı anlamsız görerek yaşıyordum. Oysa şimdi hem kendimi buldum ve hem de yıllarca görmezden geldiğim Rabbimi. Aslında ben hiçbir şey kaybetmedim, tam tersine en güzel şekilde yeniden kazandım; gerçek özgürlüğümü, manevi huzurumu, psikolojik rahatlamayı, gerçek mümin dostlarım oldu ve en güzeli de artık bir rehberim (İmam Hamanei) var. Ben her şeyime İslam’la kavuştum.
Bu bilinçle Müslüman olan batılı kadın ve genç kızlar, İslam’ı hicabı bir teklif görmekten ziyade, bir hak olarak görmektedirler. Hak insanın doğasından ve maneviyatından kaynaklanır, hicapta kadınların en doğal hakkıdır. Gerçek özgürlük insanın ruhunun özgür olmasıdır, mükemmellik nefsin, şeytanın ve şehvetin esaretin kendini kurtarmaktadır.
Özgürlük adına insanın her istediğini yapması ve canının istediği gibi hareket etmesi aslında tam bir esirliktir. Böyle bir insan özgürlükten zerre kadar nasip almamıştır, şehvetinin ve nefsinin kölesi durumundadır. Hicabıyla kendisini şehvet bataklıklarından kurtaran insan, mükemmellik ve kemal yolunda yürümeye başlamıştır.
Yorum