Önsöz
İnsanlık tarihi, güç sahipleriyle zorbaların mahrumlarla mazlumlara reva gördüğü sayısız zulümlerle doludur. İşte bu mazlumlar ve mahrumlar, tarihin kimi dilimlerinde zorbalığa tahammül zilletini çiğnemiş ve bir peygamber, bir evliya veya diğer salih kullardan bir kulun ilâhî hürriyet çağrısına lebbeyk diyerek galeyana gelip zalimlere karşı ayaklanmış, uğruna kanını verip olmadık zorluk, sıkıntı, felâket ve müşkülatlara göğüs germek suretiyle insaf ve adalet esintisini kısa bir süre için de olsa elvan elvan hemcinslerine ulaştırmış, ama ne yazık ki çok geçmeden para, kuvvet ve hilenin de yardım ve desteğiyle gittikçe kabaran kibir, büyüklenme ve istikbar batağından yükselen leş kokusu adaletin elvan elvan kokan ıtrini bastırarak hak taraftarlarını yine rahatsız etmekte gecikmemiş ve bu arada insanlık ailesinin yarısını oluşturan "kadın", bu zulümden payını almakla kalmayıp çok daha fazla zulümlere de uğramaktan kurtulamamıştır. Kadının uğradığı bu zulümlerin yazılması halinde, beşeriyet tarihinin zulüm kitabından daha hacimli bir eser çıkar ortaya. Çünkü kadın, "erkeğin eşi" olduğundan onun çektiği bütün sıkıntılara ortak olmuş, kendisini ona siper etmiş ve zalimlerin zulmü veya devranın mihneti netecesinde kocasını kaybettiği zaman da bir aile çekirdeğinin bütün yükünü tek başına omuzlamak zorunda kalmıştır. Netice itibariyle ister baba evindeki kız, ister kocasının evindeki kadın, ister erkek kardeşinin bacısı konumunda olsun, kadın genellikle erkeğe oranla layık olduğu konumda bulunamamış, zayıf, hor, kimi zaman uğursuz veya en azından acınacak bir yaratık şeklinde telakki edilmekten kurtulamamıştır.
Bu farklılık ve tezyif her ne kadar tarihin çeşitli dilimlerinde ve farklı toplumlarla kültürlerde inişli çıkışlı bir seyir takip etmişse de, gerçekte kadının aleyhine olacak şekilde yaygınlığını sürdüregelmiş, ancak, zamanın farklı dilimlerinde şartlardan doğan farklı renkler ve şekillere bürünmüştür. Cahiliyet dönemi araplarmm "kız çocuktan kurtulabilmek* için onu diri diri gömdüklerini hepimiz biliyoruz. Hz. Resulullah'la -sav-mutahhar Ehl-i Beyt'inin -s- ilâhi eğitim ve terbiyesi neticesinde sadr-ı islam döneminde kadın layık olduğu konuma yaklaştıysa da, islamî hilafet adı altında cehalet döneminin yeniden hortlatılmasıyla birlikte bu dönem çok kısa sürdü ve kadın yine eski konumuna itildi. Zaman geçtikçe bu durum daha da vahimleşti; zira islamm yobaz ve gerici zihniyetlerle yorumlanmaya çalışılması ve dinde var olmayan çeşitli sınır ve kuralların kadına zorla dayatılması bu sonucu kaçınılmaz kılmış ve daha çeyrek asır öncesine kadar da çoğu dindar geçinen yobaz çevrelerde kadın hor, zayıf ve aşağılık bir mahluk gibi görülmüştür.
İşte durum bu minval üzereyken, ülkemizde çıkarlar arayan ve bu çıkarlar doğrultusunda toplum yapımıza siyasi ve kültürel açıdan sızmanın yollarını arayan emperyalizmle yerli yardakçıları, kadının bu konumunu bahane ederek "özgürlük ve eşitlik" sloganlarının çekici cazibesinin ardına gizlenip çıplaklık ve sorumsuzluk kültürünü yaymaya ve insanlarımızın zihinlerini zehirlemeye başladılar, bu yolda, diktatör Rıza Han yöntemiyle^ kadınların hicap ve tesettürlerine müdahele edecek kadar ileri gitmekten, zora ve şiddete başvurmaktan çekinmediler^).
Yorum