KAZA VE KADER
Kaza, hüküm verme, belli bir şeye karar verme anlamlarına gelir. Kadı, düşman gruplar arasında karar verip davayı kapadığı için bu isimle adlandırılır. Kur'an'da bu kelime gerek insan ve Allah, gerek belli bir harekete veya bir şeye son vermek için çokça kullanılmıştır. Bu ifade, belli bir olay hakkında hüküm vermek veya hakikate işaret ederek bir nüfuz yaratmak anlamlarına haizdir.
Kader Arapçada ölçme ve belirleme demektir. Kader kelimesi de Kur'an-ı Kerim'de birçok kez tekrarlanmıştır. Evrendeki bütün olaylar Allah'ın belirlemesi (takdiri) ile olmuştur. Zaten evrendeki tüm oluşumlar İlahî İrade ve Allah'ın her şeyi kuşatan ilmi sayesinde kesinlik kazanırlar. Ayrıca bu olaylar yer, zaman, derece ve diğer özellikleri konusunda da İlahî Güç tarafından belirlenmekte, İlahî Takdire bağlı olmaktadır.
Bilim adamları ve teologlar İlahî bilginin farklı aşamaları için özel ifadeler kullanmışlardır. Allah'ın ilminin çeşitli safhaları için kullanılan bu özel ifadeler, mahlûkatın yaratılma safhalarını da içine alan birçok kavramla ilişkilendirilmiştir. Elinizdeki kitapta bu konulara girmeyeceğiz. Sadece Hacı Sebzevarî'nin ünlü bir şiirinden şu alıntıyı yapmakla iktifa edeceğiz: «Mahlûkatı Allah çok farklı aşamalarla ortaya çıkartır. Bu safhalar kâinat, levhi mahfuz, kaza ve kader gibi tatminkâr bir şekilde açıklanan mefhumlardır.»
Burada yapmaya çalışacağımız şey, dünyada ortaya çıkan olayları açıklamak için üç seçenek olduğunu göstermektir: Birinci seçenekte, dünya üzerinde vuku bulan olayların geçmişle hiçbir bağlantısının olmadığı kabul edilir. Belli bir anda vücut bulan bir olayın daha önceki olaylarla hiçbir ilişkisi yoktur; ne varlık şartı bakımından önceki olaylara bağlıdır ne de şekil, zaman, yer ve diğer özellikler bakımından bu olaylar tarafından veya daha önceden belirlenmektedir.
Çok açık bir şekilde görüldüğü gibi bu varsayımda kader bütün önemini yitirmiştir, yani hiçbir mahlûkun kaderi, aralarında hiçbir varoluşsal bir bağ olmadığı için, vücut bulmadan önceki yaratılış evrelerinin birinde belirlenmemiştir. Bu görüşte nedensellik prensibi tümüyle reddedilmiş, olayların meydana gelişi bilimsel olmayan yollarla açıklanmıştır.
Nedensellik prensibi gereği olaylar arasında kesin, kaçınılmaz bazı ilişkilerin olduğu, yani her olayın birtakım özelliklerini ve kesinlik kazanmasını kendisinden önceki olaylardan aldığı inkar edilemez. Nedensellik prensibi ve sebep-sonuç münasebetleri kanunu bütün bilimlerin O en genel prensiplerinden biri olarak değerlendirilmelidir.
Dünya üzerinde meydana gelen olayları açıklayan ikinci görüşe göre bir olayın vuku bulması için belli tek bir sebebin bulunması gerekir, her bir sebep belli bir sonucu doğurur, her sonuç belli bir' sebepten kaynaklanmaktadır, kâinatta tek bir sebep vardır o da bütün mahlûkatın menşei olan Kaadir-i Mutlak Allah'tır. Allah'ın iradesi her olay için ayrı ayrı tahakkuk eder. Allah'ın iradesi her mahlûk için diğer takdir ve belirlemelerden bağımsız olarak tahakkuk eder. Bu görüş Allah'tan başka hiçbir sebebin olamayacağını kabul etmek durumundadır. Belli bir olayın belli bir zamanda olacağı ve diğer özellikleri konusunda Allah'ın bilgisi ta ezelde oluşmuştur ve kaçınılmaz olarak olay, belirlenen zaman, mekân ve özelliklerde meydana gelir. İnsan davranışları da bu cümleden sayılır, yani doğrudan İlahî İradenin pratiğe geçirdiği eylem türlerinden biridir. Bu eylem Allah'ın ilmi ve iradesinin hâkimiyetindedir, insanın şahsına ve gücüne bağlı değildir. Bu iddialar hayalî ve çok yüzeysel niteliklidir.
Bu görüş de determinist bir kader anlayışıdır, bir millet indinde kabul gördüğü takdirde aynı gerilemeyi doğuracak bir inançtır.
Sosyal hayattaki ve pratikteki bozulmaya sebep olma özelliğini göz ardı etsek bile bu görüş mantıkî açıdan da başarısız kalmaya mahkûmdur. Bu görüş, felsefî boyutuyla ele alınıp, bulunması gereken yere koyulduğunda şüphesiz reddedilir. Çünkü nedensellik prensibinin olaylar arasında bağlantı kurması, sebep-sonuç ilişkilerinin olayları birbirine bağlaması inkâr edilemez. Sadece tabii bilimler ve tecrübeli gözlemler değil, teoloji de nedensellik prensibinin en sağlam delillerini sunar. Kur'an birçok yerde nedensellik prensibini ve sebep-sonuç münasebetlerini te'kid etmiştir.
Kâinattaki olayları açıklamada üçüncü alternatif, nedensellik prensibinin tüm kâinat her olay üzerinde belirleyici olduğunu iddia eder. Her olayın bilfiil var olabilmesi ve alacağı şekil, yer, zaman, sahip olacağı karakter, kendisine mahsus özellikleri önceki olayların belirleyiciliği altındadır. Geçmiş, an ve gelecek arasında her olayın oluş şekliyle onun oluşmasına öncülük eden olaylar arasında kopmaz bağlar vardır.
Bu görüşe göre her mahlûk veya olay diğeri tarafından belirlenmektedir. Diğer olay, o olayın karakterini oluşturan, o olayın var olmasını gerektiren bir nedendir. Ve o neden de yine böyle bir neden-olay dolayısıyla meydana gelmiştir. Nedensellik bağlantısı bu şekilde ilânihaye devam etmektedir.
Her olgunun belli şekil, nitelik ve özelliklerini olduğu gibi, varlığının gerekirliğini ve katiyetini, ona tekabül eden bir nedenden aldığını kabul etmek nedensellik prensibinin kabulünü gerektirir. Bu durumda Allah'a inanmak, ilk sebep olarak O'nu görüp, bütün belirlemelerin kaynağında O'nun olduğuna inanmakla Allah'a inanmamak arasında hiçbir fark yoktur.
Toplumsal ve pratik açıdan da bir ilaha inanmakla materyalizme inanmak arasında hiçbir fark yaratmayacaktır. Çünkü bu görüşte kadere inanmanın kökleri nedensellik prensibine inanmadadır. Bu görüşün destekleyicileri ister Allah'a ister materyalizme inansınlar, farklılık, materyalist görüşte kadere objektif bir tavır takınılması, Allah'a inanan görüşte kadere objektif ve bilimsel bir tavır takınılmasında yatmaktadır. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, materyalist görüşe göre her varlığın kaderi kendi fonksiyonu ve özelliklerinden haberdar olmayan geçmiş olaylar tarafından belirlenir. Allah'a iman eden kişiye göre ise bu sebep zinciri kendi öneminin bilincindedir. Bu görüşe göre sebepler, «kitap», «levha», «kalem» ve bu şekilde devam eden hüviyetlere sahiptir. Materyalist ekolde bu şekilde adlandırmalar göremiyoruz.
kaynak:
İNSAN VE KADER
MURTAZA MUTAHHARÎ
Kaza, hüküm verme, belli bir şeye karar verme anlamlarına gelir. Kadı, düşman gruplar arasında karar verip davayı kapadığı için bu isimle adlandırılır. Kur'an'da bu kelime gerek insan ve Allah, gerek belli bir harekete veya bir şeye son vermek için çokça kullanılmıştır. Bu ifade, belli bir olay hakkında hüküm vermek veya hakikate işaret ederek bir nüfuz yaratmak anlamlarına haizdir.
Kader Arapçada ölçme ve belirleme demektir. Kader kelimesi de Kur'an-ı Kerim'de birçok kez tekrarlanmıştır. Evrendeki bütün olaylar Allah'ın belirlemesi (takdiri) ile olmuştur. Zaten evrendeki tüm oluşumlar İlahî İrade ve Allah'ın her şeyi kuşatan ilmi sayesinde kesinlik kazanırlar. Ayrıca bu olaylar yer, zaman, derece ve diğer özellikleri konusunda da İlahî Güç tarafından belirlenmekte, İlahî Takdire bağlı olmaktadır.
Bilim adamları ve teologlar İlahî bilginin farklı aşamaları için özel ifadeler kullanmışlardır. Allah'ın ilminin çeşitli safhaları için kullanılan bu özel ifadeler, mahlûkatın yaratılma safhalarını da içine alan birçok kavramla ilişkilendirilmiştir. Elinizdeki kitapta bu konulara girmeyeceğiz. Sadece Hacı Sebzevarî'nin ünlü bir şiirinden şu alıntıyı yapmakla iktifa edeceğiz: «Mahlûkatı Allah çok farklı aşamalarla ortaya çıkartır. Bu safhalar kâinat, levhi mahfuz, kaza ve kader gibi tatminkâr bir şekilde açıklanan mefhumlardır.»
Burada yapmaya çalışacağımız şey, dünyada ortaya çıkan olayları açıklamak için üç seçenek olduğunu göstermektir: Birinci seçenekte, dünya üzerinde vuku bulan olayların geçmişle hiçbir bağlantısının olmadığı kabul edilir. Belli bir anda vücut bulan bir olayın daha önceki olaylarla hiçbir ilişkisi yoktur; ne varlık şartı bakımından önceki olaylara bağlıdır ne de şekil, zaman, yer ve diğer özellikler bakımından bu olaylar tarafından veya daha önceden belirlenmektedir.
Çok açık bir şekilde görüldüğü gibi bu varsayımda kader bütün önemini yitirmiştir, yani hiçbir mahlûkun kaderi, aralarında hiçbir varoluşsal bir bağ olmadığı için, vücut bulmadan önceki yaratılış evrelerinin birinde belirlenmemiştir. Bu görüşte nedensellik prensibi tümüyle reddedilmiş, olayların meydana gelişi bilimsel olmayan yollarla açıklanmıştır.
Nedensellik prensibi gereği olaylar arasında kesin, kaçınılmaz bazı ilişkilerin olduğu, yani her olayın birtakım özelliklerini ve kesinlik kazanmasını kendisinden önceki olaylardan aldığı inkar edilemez. Nedensellik prensibi ve sebep-sonuç münasebetleri kanunu bütün bilimlerin O en genel prensiplerinden biri olarak değerlendirilmelidir.
Dünya üzerinde meydana gelen olayları açıklayan ikinci görüşe göre bir olayın vuku bulması için belli tek bir sebebin bulunması gerekir, her bir sebep belli bir sonucu doğurur, her sonuç belli bir' sebepten kaynaklanmaktadır, kâinatta tek bir sebep vardır o da bütün mahlûkatın menşei olan Kaadir-i Mutlak Allah'tır. Allah'ın iradesi her olay için ayrı ayrı tahakkuk eder. Allah'ın iradesi her mahlûk için diğer takdir ve belirlemelerden bağımsız olarak tahakkuk eder. Bu görüş Allah'tan başka hiçbir sebebin olamayacağını kabul etmek durumundadır. Belli bir olayın belli bir zamanda olacağı ve diğer özellikleri konusunda Allah'ın bilgisi ta ezelde oluşmuştur ve kaçınılmaz olarak olay, belirlenen zaman, mekân ve özelliklerde meydana gelir. İnsan davranışları da bu cümleden sayılır, yani doğrudan İlahî İradenin pratiğe geçirdiği eylem türlerinden biridir. Bu eylem Allah'ın ilmi ve iradesinin hâkimiyetindedir, insanın şahsına ve gücüne bağlı değildir. Bu iddialar hayalî ve çok yüzeysel niteliklidir.
Bu görüş de determinist bir kader anlayışıdır, bir millet indinde kabul gördüğü takdirde aynı gerilemeyi doğuracak bir inançtır.
Sosyal hayattaki ve pratikteki bozulmaya sebep olma özelliğini göz ardı etsek bile bu görüş mantıkî açıdan da başarısız kalmaya mahkûmdur. Bu görüş, felsefî boyutuyla ele alınıp, bulunması gereken yere koyulduğunda şüphesiz reddedilir. Çünkü nedensellik prensibinin olaylar arasında bağlantı kurması, sebep-sonuç ilişkilerinin olayları birbirine bağlaması inkâr edilemez. Sadece tabii bilimler ve tecrübeli gözlemler değil, teoloji de nedensellik prensibinin en sağlam delillerini sunar. Kur'an birçok yerde nedensellik prensibini ve sebep-sonuç münasebetlerini te'kid etmiştir.
Kâinattaki olayları açıklamada üçüncü alternatif, nedensellik prensibinin tüm kâinat her olay üzerinde belirleyici olduğunu iddia eder. Her olayın bilfiil var olabilmesi ve alacağı şekil, yer, zaman, sahip olacağı karakter, kendisine mahsus özellikleri önceki olayların belirleyiciliği altındadır. Geçmiş, an ve gelecek arasında her olayın oluş şekliyle onun oluşmasına öncülük eden olaylar arasında kopmaz bağlar vardır.
Bu görüşe göre her mahlûk veya olay diğeri tarafından belirlenmektedir. Diğer olay, o olayın karakterini oluşturan, o olayın var olmasını gerektiren bir nedendir. Ve o neden de yine böyle bir neden-olay dolayısıyla meydana gelmiştir. Nedensellik bağlantısı bu şekilde ilânihaye devam etmektedir.
Her olgunun belli şekil, nitelik ve özelliklerini olduğu gibi, varlığının gerekirliğini ve katiyetini, ona tekabül eden bir nedenden aldığını kabul etmek nedensellik prensibinin kabulünü gerektirir. Bu durumda Allah'a inanmak, ilk sebep olarak O'nu görüp, bütün belirlemelerin kaynağında O'nun olduğuna inanmakla Allah'a inanmamak arasında hiçbir fark yoktur.
Toplumsal ve pratik açıdan da bir ilaha inanmakla materyalizme inanmak arasında hiçbir fark yaratmayacaktır. Çünkü bu görüşte kadere inanmanın kökleri nedensellik prensibine inanmadadır. Bu görüşün destekleyicileri ister Allah'a ister materyalizme inansınlar, farklılık, materyalist görüşte kadere objektif bir tavır takınılması, Allah'a inanan görüşte kadere objektif ve bilimsel bir tavır takınılmasında yatmaktadır. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, materyalist görüşe göre her varlığın kaderi kendi fonksiyonu ve özelliklerinden haberdar olmayan geçmiş olaylar tarafından belirlenir. Allah'a iman eden kişiye göre ise bu sebep zinciri kendi öneminin bilincindedir. Bu görüşe göre sebepler, «kitap», «levha», «kalem» ve bu şekilde devam eden hüviyetlere sahiptir. Materyalist ekolde bu şekilde adlandırmalar göremiyoruz.
kaynak:
İNSAN VE KADER
MURTAZA MUTAHHARÎ