Her kimde azıcık bir akıl varsa ve kendi nefsinin düşmanı değilse, akıl kuvvesinin üstünlüğü için uğraş vermesi ve ebedi saadete ermesi için ciddi bir şekilde çaba sarf etmesi gerekir. Vaktini güzel ve cemile sıfatları elde etmekte ve çirkin ahlakı bertaraf etmekte geçirmelidir.
Ey kardeşler! Kendiniz için Allah’tan rahmet dileyerek, nefislerinize merhamet edin. Bütün kapılar üstünüze kapanmadan uyanın. Ayaklarınız kırılmadan önce yolları kat edin. Vakit geçmeden kendinizi bulun. Ömrün kısa ve muhtasar olmasından gaflet etmeyin. Kötü ahlak kökleşmeden, çirkin sıfatlar adetleşmeden, şeytan orduları kalp memleketine hâkim olmadan, kalbin tahtı şeytanın yeri olmadan önce, güç ve kuvvetinizin olduğu gençlik yıllarınızı kaybetmeden önce çare düşünün. Evet, sen yavaş yavaş acizlik, çaresizlik ve yaşlılığa doğru ilerlemektesin ve nefsinde bulunan sıfatlar her geçen dakika güçlenip gelişmektedir...
İnsana yöneticilik eden; “nazariyeyi akile”, “vehmiye-i hayaliye”, “seb’iye-i gazabiye” ve “behiyme-i şeheviye” olan dört kuvvetin olduğunu öğrendikten sonra, bil ki bunların her birisi için lezzet ve elemler vardır. Her birinin lezzeti yaratılış ve tabiatının iktiza ettiği şeylerde yatmaktadır, elem ve derdi ise bunun hilafındadır.
Dolayısıyla, aklın iktiza ve olma sebebi, eşyanın hakikatlerini bilmektir. Onun lezzeti ilim ve marifettir, elem ve sıkıntısı ise cehalet ve şaşkınlıktır.
Gazap ve öfkenin iktiza ettiği şey, kahır ve intikamdır. Lezzeti galip gelme ve tasallut olmadır, elem ve derdi ise mağlup olmaktır.
Şehvet, insan bedeninin kıvam ve gelişimine bağlı olan yemek ve sairi şeyleri elde etmek için yaratılmış olduğundan, onun lezzeti onlara kavuşmak, elem ve derdi onlara ulaşamamak ve mahrum olmaktır. Vehim kuvvesi de bunlar gibidir.
Nasıl ki insanın dört kuvveti vardır, onların lezzet ve elemi de dört kısımdır: akıl, hayal, gazap ve şehvet. En büyük lezzetler akıl lezzetidir. Haletlerin[1] değişmesi ile muhtelif olmaz, diğer lezzetlerin onun önünde değer ve ölçüsü yoktur, ancak işin başında insanın meyil ve temayülü diğer lezzetlerdedir ve her ne kadar insanın hayvani kuvvesi güçlenirse, bu lezzette güçlenir. Ve her ne kadar hayvani kuvvesi zayıflarsa bu lezzetleri de o ölçüde azalır. Başlangıçta insan için akli lezzetler yoktur, çünkü çirkin ve ahlaksızlıklardan temizlenmeyene ve faziletlerle süslenmeyene kadar onlar oluşmaz.
İnsan akli lezzetleri tatma mertebesine erdiği zaman, her ne kadar akli kuvvesi çok olursa aklın diğer kuvvelere hâkimiyet ve tasallutu da o oranda artar ve lezzeti de tam olur ve artık onun için eksiklik ve zeval olmadan her gün kuvvet ve şiddeti artarak devam eder.
Lezzetler Sadece Cisim Lezzetiyle Sınırlı Değildir
Lezzetin sadece cisme mahsus olduğunu, insan kemalinin gayesinin “yemek”, “içmek”, “evlenmek”, “cima” ve bunun gibi lezzetlere ulaşmak olduğunu, saadetin nihayetinin bu lezzetler olduğunu sanan insanlara şaşarım.
Bunlar ahiret ve insaniyet mertebesinin intihasının “neşet[2]”ini bilmiyorlar, sadece hizmetçi ve hurilere kavuşmak, nar, elma, üzüm, kebap ve şarap içmek olduğunu ve o âlemin azap ve elemlerinin ise ateşte yanmak, akreplerin sokması, gürz[3]lerin vurulması ve “Serabil-i katran”[4]lardan ibaret olduğunu bilirler.
İbadet ve itaatlerden, dünyayı terk etmekten, geceleri uyanık geçirmekten gayeleri, bunlara kavuşmak ve onlardan kurtulmaktan başka bir şey değildir. Acaba bunlar bilmiyorlar mı ki bu tür ibadetler köle ve ücret karşılığında çalışanların ibadetidir? Ve bunun gibi kimseler ki cismi lezzetlerin çoğuna kavuşmak için azı terk eder ve çoğuna kavuşmak için azını yaparlar. Bu kimseler; bu gibi şeylerin insanın hakiki kemale ermesine ve Yüce Allah’a yakınlığına sebep olmayacağından gafildirler. Bir kimse ki ateşte yanmaktan korktuğu için gözyaşı döker veya ibadeti gönlüne yatana kavuşma şevkiyle olursa, oruçtan amacı renkli yemekler, namazdan maksadı huri ve hizmetçilerle buluşma ise, onu nasıl Yüce Allah’a yakınlaşmak isteyenlerden sayabilir ve nasıl büyüklük ve ululuk istihkak kemaline layık olduğunu söyleyebiliriz?
Evet, bunlar lezzet ve elemlerin cisimle sınırlı olduğunu sanarak, ruhani sevinç neşesinden ve akli lezzetlerden gafildirler. Güya evliyaların efendisinin –aleyhi selam- sözünü hiç duymamışlardır:
“الهى ما عبدتك خوفا من نارك، و لا طمعا فى جنتك، و لكن وجدتك اهلا للعبادةفعبدتك” yani: “ilahi ben sana cehennem azabından korktuğum veya cennet arzusu için ibadet etmiyorum ancak seni ibadete layık gördüğüm için sana ibadet ediyorum.”[5]
Genel olarak cismani lezzetler itibaridir ve basiret ehli yanında değer ve miktarı yoktur. Bu lezzetlerde insan dört ayaklılar, haşere ve sairi hayvanlarla müşterektir. Bu nasıl bir kemal olabilir ki hayvanlarla müşareket noktasında onları elde etmek için nefsi natık-ı mücerredini o hayvani kuvvenin hizmetine sunmuştur.
Ona şaşırmak gerekiyor ki: bir grup insan lezzetleri; yemek, içmek, cima, ev, elbise, uşak, binek, makam ve mevkiden başka bir şey bilmez ve bunlardan nasibi olmayanları mahrum bilerek onlara üstünlük ve büyüklük taslarlar ve her ne zaman şehvetleri terk edip, dünyevi lezzetleri kendisinden uzaklaştıranlarla karşılaşırlarsa kendilerinde tevazu, alçak gönüllülük, aşağı ve nefisleri kırılmış, zelil olarak göstererek kendilerini onların yanında görerek bahtsız ve mutsuzlar zümresinden gösterirler.
Cismi lezzetlere ulaşmak nasıl kemal olabilir ki? Hal böyle iken herkes âlemin yaratıcısı Kibriya’nın eteğini bu lezzetlerin pisliğinden pak ederek şöyle derler: eğer bu şekilde olmasa nakısın olması zaruridir. Böylece eğer bunlar kemal idiyse Mebde-i Kul –Allah- için hem sabit olmalıdır ve böyle olmasa bu lezzetler kabih ve çirkindir. Neden bunların sahibi onları izhar etmekten utanır ve onları örtmek için uğraş verir? Ve neden bazılarına çok yiyen, pisboğaz ve şikeme tapanlar denildiğinde haleti değişerek rahatsız olur. hâlbuki herkes kemalinin yayılmasını talep eder. Belki gerçekte cismani lezzetler lezzet değildir, belki bedende hâsıl olan sıkıntı ve elemlerin def edilmesidir.
Böylece, yemek yediğin sırada aldığın lezzet, lezzet değildir, belki açlık sıkıntının ve eleminin def edilmesidir. Cinsel ilişki sırasında aldığın lezzet, lezzet değildir, belki meninin bedenden atılmasıdır. Bundan dolayıdır ki yemekte tokluk lezzeti yoktur ve bunun kendisi aydındır ki elem ve sıkıntıdan kurtuluş kemal mertebesinin dışındadır.
Cismi lezzetlerde kemalin olmadığını, insanın akıl kuvvesi ve lezzetinde kutsi meleklerle şerik; gazap, şehvet, hayvansal kuvve ve lezzetlerinde hayvan, yırtıcı hayvan ve şeytanların benzerleri olduğunu bildikten sonra, sana malum olur ki bu kuvvelerin her biri onda galip ve o lezzetlerin talibi olarak, bu kuvvelere mensup olan kişilerle şerik olur ta kemal sınırına galebe etsin.
Artık, ey benim can kardeşim! Basiret gözünü aç ve aklını başına al. Kendini nerede karar kıldığına ve hangi mertebeye ulaştırdığına bir bak.
Bil ki: eğer şehvet kuvven diğer kuvvelere üstün gelirse, senin bütün dert ve isteğin yemek, içmek, cinsel ilişki ve diğer şehevi lezzetlerde olacak ve vaktinin çoğunluğunu leziz yemeklerin hazırlanmasında veya güzel kızları istemekle geçirirsin. Kendini hayvanlar topluluğundan bil ve insan ismini kendine yakıştırma!
Eğer gazap ve öfke kuvven diğer kuvvelere galip gelirse, devamlı kendini makam ve mevkilere temayül eden, Allah’ın kullarına üstünlük taslayan, dövmek, bağlamak, kırmak, küfür, hakaret ve halka eziyetle geçirirsin. Kendini ısırıcı bir köpek veya yırtıcı kurt bil ve kendini insan zümresinden sayma.
Ele geçirme ve kahır şeytanın kuvvesidir, devamlı olarak hile, aldatma, sahtekârlık, kandırma fikrindedir, gazap ve şehvetin iktiza ettiği şeylere ermek için olan gizli yolları kapatmaktan başka bir işi yoktur. eğer bu kuvve galip gelirse. Kendini şeytan bil ve insan cinsinden olmayan bir mücessem bil.
Eğer tasallut ve kuşatma akıl için olursa, devamlı olarak ilahi marifetleri öğrenme, melek-i mülklerin kesp edilmesiyle uğraşır, Rabbinin ibadetini ve seçilmiş Resulünün itaatini yerine getirmede kendini kusurlu, saadet yolunu talep ederek, Hazreti Yaratıcıya yakınlaşma mertebelerine ulaşmaya çalışır. Kendini hakiki insan olarak bil. Onun âlemi mukaddes melekler âleminden daha yüce ve rütbesi onların rütbesinden daha üstündür.
Akıl Kuvvesinin Diğer Kuvvelere Üstün Gelmesine Çalışmak
Artık, her kimde azıcık akıl olup ta kendi nefsinin düşmanı değilse, onun akıl kuvvesinin üstünlüğünü elde etmesi için uğraş vermesi ve ebedi saadete ermesi için ciddi bir şekilde çaba sarf etmesi gerekir. Vaktini cemile sıfatları tahsil etmekte ve çirkin ahlakı def etmekte kullanmalıdır.
Artık, bedenin sağlığı ve hayatın bekası için zaruri ve yeterli olacak kadar yemeğe iktifa etmelidir. Günlerini değişik renk ve çeşitlerdeki yemeklerin elde edilmesinde zayi ve telef etmemelidir ve eğer bu sınırı aşarsa, kendi akraba ve ailesi yanında zillete düşecek kadar olmamalıdır. Bundan daha fazlası “vebal” ve akıbet hüsranına sebep olur.
Bedeni örterek sıcak ve soğuktan koruyacak miktarda elbise ve giyeceğe iktifa etmelidir. Eğer bu aşamayı geçerse insanların görüşünde hor ve itibarsız olacak kadar olmamalıdır.
Cinsel ilişkiden amacı nefsin bekası, cinsinin ve neslinin devamından başka bir şey olmamalıdır.
Nefsanî şehvetlere odaklanarak boğulmamalı, dünyevi alaka ve tutkularına esir olmamalıdır. Bundan dolayı ebedi şekavet ve daimi ölüme varmamalıdır.
Artık ey kardeşler topluluğu! Kendiniz için Allah’tan rahmet dileyerek, nefislerinize merhamet edin. Bütün kapılar üstünüze kapanmadan uyanın. Ayaklarınız kırılmadan önce yolları kat edin. Vakit geçmeden kendinizi bulun. Ömrün kısa ve muhtasar olmasından gaflet etmeyin. Kötü ahlak kökleşmeden, çirkin sıfatlar adetleşmeden, şeytan orduları kalp memleketine hâkim olmadan, kalbin tahtı şeytanın mekânı olmadan önce, güç ve kuvvetinizin olduğu gençlik yıllarınızı kaybetmeden önce çare düşünün. Evet, sen yavaş yavaş acizlik, çaresizlik ve yaşlılığa doğru ilerlemektesin ve nefsinde bulunan sıfatlar her geçen dakika güçlenip gelişmektedir.
Sen ki gençliğinde, kalbine hâkim olmadan şeytan ordularıyla mücadele etmedin, yaşlandığında nasıl onlarla mücadele edeceksin?!
“و لا تياسوا من روح الله” yani: “ hiçbir zaman Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”[6] (ve bütün vakitlerde gücünüzün yettiği kadar buna çaba sarf edin.)
(Ahlak ilminde üstat olan İslam dininde bu kutsal alanda ilk kitabı kaleme alarak yazan üstat) fazıl ve kâmil şeyh Ahmet bin Muhammed bin Yakup Moskoviye’[7]den nakledilmiştir ki: “ben tabiat sarhoşluğundan, gaflet uykusundan uyandığım zaman, gençliğim boşa geçmiş, yaşlılık beni kuşatmış, adet ve huylar bende sabitleşmiş, sıfat ve melekeler bende sebat bulmuştu, o anda içtihat eteğini kenara iterek büyük mücahadet ve kırıcı riyazetler çekerek, nefsimi isteklerinden uzaklaştırdım. Sonunda Âlemlerin Rabbi bana cömertlik ederek helak olmaktan kurtardı.”
Artık ey benim can kardeşim! Ümitsiz olma ve bil ki ilahi feyiz kapıları açıktır ve kurtuluş ümidi herkes için varıdır. Ancak masiyet ve günahların neticesinde insanda oluşan bulanıklık ve boğunukluk sonrasında nefisten çıkan sefa ve nuraniyetin tedarikinin mümkün olacağını sanma ve eğer günah olmasaydı insan için hâsıl olabilecek sefanın olacağı fikrine artık kapılma. Sakın! Bu olmayacak bir düşünce, yanlış bir hayaldir, bu ancak o zaman olur ki günahların eser ve neticelerini güzel davranışlarla mahvettikten sonra nefiste hiç günah işlenmemiş gibi bir halet oluşur.
Bu güzel davranışlarla aydınlık ve saadet oluşmaz ve eğer günah işlememiş ve bu güzel davranışları sergilemiş olsaydı, onda dünyada sefa ve sevinç, ahirette ise derece elde ederdi. Başlangıçta günah işlediğinden dolayı sefa ve dereceler elinden çıkmıştır, güzelliklerin faydası sadece günahların eserlerinin ortadan kalkması için harcanmıştır.
Dört Kuvvet İyilik Ve Kötülüklerin Başlama Kaynağıdır
Anlatılanlar ışığında anlaşıldı ki: insan için birçok aza ve uzuv olmasına rağmen dört kahramanın haricindekiler muti ve itaat edicidirler. Onlarda nefis memleketinin haletlerinin değiştirilme gücü yoktur. İyi, kötü, hayır ve şer sıfatlarının melekelerinin değişmesine etken olan kaynak bu dört kuvvedir. Böylelikle bütün iyi ve kötü ahlak bu dört kuvveden çıkmaktadır ve hayır ve şer sıfatlarının kaynağı bunlardır.
Ancak, akıl kuvvesinin hayır ve iyilikleri onun tasallut ve galebe halindedir, onun kötülük ve şerleri de diğer kuvvelerin elinin altında çaresizlik ve acizlik haletindedir ve diğer üç kuvve bunların aksi yönündedir, zira onların iyilik ve hayırları aklın yanında acizlik ve kırılma zillet haletindedir ve onların şer ve afetleri ise akla hâkim olup galip geldiklerindedir.
Devam edecek…
ABNA.İR
[1] . Ariflerin ıstılahında “haletler” değişik manalarda kullanılmıştır, ancak buradaki haletlerden maksat her hangi bir kasıt ve taammüt olmadan insan kalbine varit olan şeylerdir. Huzur, hüzün, sıkıntı, şevk, heybet… Bakınız: İslam ilimleri sözlüğü, c.1, s.98 [2] . Her bir eşyanın intikali mertebelerine “neşet” derler. Berzah neşeti, ahiret neşeti, korku neşeti… Gibi. Bakınız: İslam ilimleri sözlüğü, c.3, s.2013[3] . Demir gürüz, günahkâr insanlar için uygulanan bir işkence aleti. İmam Sadık aleyhi selamın hadisinde buyurduğu gibi: “Başına demir gürzlerle vururlar, onun neticesi küle dönmektir.” Biharu’l- Envar, c.6, s.236, hadis:53[4] . Sarabil serbal kelimesinin çoğuludur. Gömlek ve katran manalarına gelir, siyah renkli bir cisimdir, pis kokulu yanabilen bir madde. Kur’an-ı Kerim’de şöyle nakledilmiştir: “سَرَابٖيلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُ” - “Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.” (İbrahim: 50) Yani: günahkârların cehennemdeki elbiseleri, kötü kokulu, siyah ve yanabilme özelliği taşımaktadır, çirkin, kötü manzaralı, pis kokulu, yanarak alev olma özelliği taşır. Numune tefsiri, c.10, s.388 [5] . Biharu’l-Envar, c.70, s.234 ve Miratu’l-Ukul, c.8, s.89[6] . Yusuf suresi: 87[7] . Merhum seyit Muhsin emin şöyle buyurmaktadır: lakabı Moskoviye’dir ayrıca üçüncü muallimde demektedirler. Ahlak ilminde “Et Taharet” kitabını kaleme almıştır. Hace Nasiruddin Tusi “Ahlak-ı Nasiri” kitabını bu kitabın yöntem ve tarzında kaleme almıştır. 421 hicri kameri yılında vefat etmiştir. Ayan-ı Şia, c.3, s.158 ve Ravzatu’l-Cennat, c.1, s.245
Ey kardeşler! Kendiniz için Allah’tan rahmet dileyerek, nefislerinize merhamet edin. Bütün kapılar üstünüze kapanmadan uyanın. Ayaklarınız kırılmadan önce yolları kat edin. Vakit geçmeden kendinizi bulun. Ömrün kısa ve muhtasar olmasından gaflet etmeyin. Kötü ahlak kökleşmeden, çirkin sıfatlar adetleşmeden, şeytan orduları kalp memleketine hâkim olmadan, kalbin tahtı şeytanın yeri olmadan önce, güç ve kuvvetinizin olduğu gençlik yıllarınızı kaybetmeden önce çare düşünün. Evet, sen yavaş yavaş acizlik, çaresizlik ve yaşlılığa doğru ilerlemektesin ve nefsinde bulunan sıfatlar her geçen dakika güçlenip gelişmektedir...
İnsana yöneticilik eden; “nazariyeyi akile”, “vehmiye-i hayaliye”, “seb’iye-i gazabiye” ve “behiyme-i şeheviye” olan dört kuvvetin olduğunu öğrendikten sonra, bil ki bunların her birisi için lezzet ve elemler vardır. Her birinin lezzeti yaratılış ve tabiatının iktiza ettiği şeylerde yatmaktadır, elem ve derdi ise bunun hilafındadır.
Dolayısıyla, aklın iktiza ve olma sebebi, eşyanın hakikatlerini bilmektir. Onun lezzeti ilim ve marifettir, elem ve sıkıntısı ise cehalet ve şaşkınlıktır.
Gazap ve öfkenin iktiza ettiği şey, kahır ve intikamdır. Lezzeti galip gelme ve tasallut olmadır, elem ve derdi ise mağlup olmaktır.
Şehvet, insan bedeninin kıvam ve gelişimine bağlı olan yemek ve sairi şeyleri elde etmek için yaratılmış olduğundan, onun lezzeti onlara kavuşmak, elem ve derdi onlara ulaşamamak ve mahrum olmaktır. Vehim kuvvesi de bunlar gibidir.
Nasıl ki insanın dört kuvveti vardır, onların lezzet ve elemi de dört kısımdır: akıl, hayal, gazap ve şehvet. En büyük lezzetler akıl lezzetidir. Haletlerin[1] değişmesi ile muhtelif olmaz, diğer lezzetlerin onun önünde değer ve ölçüsü yoktur, ancak işin başında insanın meyil ve temayülü diğer lezzetlerdedir ve her ne kadar insanın hayvani kuvvesi güçlenirse, bu lezzette güçlenir. Ve her ne kadar hayvani kuvvesi zayıflarsa bu lezzetleri de o ölçüde azalır. Başlangıçta insan için akli lezzetler yoktur, çünkü çirkin ve ahlaksızlıklardan temizlenmeyene ve faziletlerle süslenmeyene kadar onlar oluşmaz.
İnsan akli lezzetleri tatma mertebesine erdiği zaman, her ne kadar akli kuvvesi çok olursa aklın diğer kuvvelere hâkimiyet ve tasallutu da o oranda artar ve lezzeti de tam olur ve artık onun için eksiklik ve zeval olmadan her gün kuvvet ve şiddeti artarak devam eder.
Lezzetler Sadece Cisim Lezzetiyle Sınırlı Değildir
Lezzetin sadece cisme mahsus olduğunu, insan kemalinin gayesinin “yemek”, “içmek”, “evlenmek”, “cima” ve bunun gibi lezzetlere ulaşmak olduğunu, saadetin nihayetinin bu lezzetler olduğunu sanan insanlara şaşarım.
Bunlar ahiret ve insaniyet mertebesinin intihasının “neşet[2]”ini bilmiyorlar, sadece hizmetçi ve hurilere kavuşmak, nar, elma, üzüm, kebap ve şarap içmek olduğunu ve o âlemin azap ve elemlerinin ise ateşte yanmak, akreplerin sokması, gürz[3]lerin vurulması ve “Serabil-i katran”[4]lardan ibaret olduğunu bilirler.
İbadet ve itaatlerden, dünyayı terk etmekten, geceleri uyanık geçirmekten gayeleri, bunlara kavuşmak ve onlardan kurtulmaktan başka bir şey değildir. Acaba bunlar bilmiyorlar mı ki bu tür ibadetler köle ve ücret karşılığında çalışanların ibadetidir? Ve bunun gibi kimseler ki cismi lezzetlerin çoğuna kavuşmak için azı terk eder ve çoğuna kavuşmak için azını yaparlar. Bu kimseler; bu gibi şeylerin insanın hakiki kemale ermesine ve Yüce Allah’a yakınlığına sebep olmayacağından gafildirler. Bir kimse ki ateşte yanmaktan korktuğu için gözyaşı döker veya ibadeti gönlüne yatana kavuşma şevkiyle olursa, oruçtan amacı renkli yemekler, namazdan maksadı huri ve hizmetçilerle buluşma ise, onu nasıl Yüce Allah’a yakınlaşmak isteyenlerden sayabilir ve nasıl büyüklük ve ululuk istihkak kemaline layık olduğunu söyleyebiliriz?
Evet, bunlar lezzet ve elemlerin cisimle sınırlı olduğunu sanarak, ruhani sevinç neşesinden ve akli lezzetlerden gafildirler. Güya evliyaların efendisinin –aleyhi selam- sözünü hiç duymamışlardır:
“الهى ما عبدتك خوفا من نارك، و لا طمعا فى جنتك، و لكن وجدتك اهلا للعبادةفعبدتك” yani: “ilahi ben sana cehennem azabından korktuğum veya cennet arzusu için ibadet etmiyorum ancak seni ibadete layık gördüğüm için sana ibadet ediyorum.”[5]
Genel olarak cismani lezzetler itibaridir ve basiret ehli yanında değer ve miktarı yoktur. Bu lezzetlerde insan dört ayaklılar, haşere ve sairi hayvanlarla müşterektir. Bu nasıl bir kemal olabilir ki hayvanlarla müşareket noktasında onları elde etmek için nefsi natık-ı mücerredini o hayvani kuvvenin hizmetine sunmuştur.
Ona şaşırmak gerekiyor ki: bir grup insan lezzetleri; yemek, içmek, cima, ev, elbise, uşak, binek, makam ve mevkiden başka bir şey bilmez ve bunlardan nasibi olmayanları mahrum bilerek onlara üstünlük ve büyüklük taslarlar ve her ne zaman şehvetleri terk edip, dünyevi lezzetleri kendisinden uzaklaştıranlarla karşılaşırlarsa kendilerinde tevazu, alçak gönüllülük, aşağı ve nefisleri kırılmış, zelil olarak göstererek kendilerini onların yanında görerek bahtsız ve mutsuzlar zümresinden gösterirler.
Cismi lezzetlere ulaşmak nasıl kemal olabilir ki? Hal böyle iken herkes âlemin yaratıcısı Kibriya’nın eteğini bu lezzetlerin pisliğinden pak ederek şöyle derler: eğer bu şekilde olmasa nakısın olması zaruridir. Böylece eğer bunlar kemal idiyse Mebde-i Kul –Allah- için hem sabit olmalıdır ve böyle olmasa bu lezzetler kabih ve çirkindir. Neden bunların sahibi onları izhar etmekten utanır ve onları örtmek için uğraş verir? Ve neden bazılarına çok yiyen, pisboğaz ve şikeme tapanlar denildiğinde haleti değişerek rahatsız olur. hâlbuki herkes kemalinin yayılmasını talep eder. Belki gerçekte cismani lezzetler lezzet değildir, belki bedende hâsıl olan sıkıntı ve elemlerin def edilmesidir.
Böylece, yemek yediğin sırada aldığın lezzet, lezzet değildir, belki açlık sıkıntının ve eleminin def edilmesidir. Cinsel ilişki sırasında aldığın lezzet, lezzet değildir, belki meninin bedenden atılmasıdır. Bundan dolayıdır ki yemekte tokluk lezzeti yoktur ve bunun kendisi aydındır ki elem ve sıkıntıdan kurtuluş kemal mertebesinin dışındadır.
Cismi lezzetlerde kemalin olmadığını, insanın akıl kuvvesi ve lezzetinde kutsi meleklerle şerik; gazap, şehvet, hayvansal kuvve ve lezzetlerinde hayvan, yırtıcı hayvan ve şeytanların benzerleri olduğunu bildikten sonra, sana malum olur ki bu kuvvelerin her biri onda galip ve o lezzetlerin talibi olarak, bu kuvvelere mensup olan kişilerle şerik olur ta kemal sınırına galebe etsin.
Artık, ey benim can kardeşim! Basiret gözünü aç ve aklını başına al. Kendini nerede karar kıldığına ve hangi mertebeye ulaştırdığına bir bak.
Bil ki: eğer şehvet kuvven diğer kuvvelere üstün gelirse, senin bütün dert ve isteğin yemek, içmek, cinsel ilişki ve diğer şehevi lezzetlerde olacak ve vaktinin çoğunluğunu leziz yemeklerin hazırlanmasında veya güzel kızları istemekle geçirirsin. Kendini hayvanlar topluluğundan bil ve insan ismini kendine yakıştırma!
Eğer gazap ve öfke kuvven diğer kuvvelere galip gelirse, devamlı kendini makam ve mevkilere temayül eden, Allah’ın kullarına üstünlük taslayan, dövmek, bağlamak, kırmak, küfür, hakaret ve halka eziyetle geçirirsin. Kendini ısırıcı bir köpek veya yırtıcı kurt bil ve kendini insan zümresinden sayma.
Ele geçirme ve kahır şeytanın kuvvesidir, devamlı olarak hile, aldatma, sahtekârlık, kandırma fikrindedir, gazap ve şehvetin iktiza ettiği şeylere ermek için olan gizli yolları kapatmaktan başka bir işi yoktur. eğer bu kuvve galip gelirse. Kendini şeytan bil ve insan cinsinden olmayan bir mücessem bil.
Eğer tasallut ve kuşatma akıl için olursa, devamlı olarak ilahi marifetleri öğrenme, melek-i mülklerin kesp edilmesiyle uğraşır, Rabbinin ibadetini ve seçilmiş Resulünün itaatini yerine getirmede kendini kusurlu, saadet yolunu talep ederek, Hazreti Yaratıcıya yakınlaşma mertebelerine ulaşmaya çalışır. Kendini hakiki insan olarak bil. Onun âlemi mukaddes melekler âleminden daha yüce ve rütbesi onların rütbesinden daha üstündür.
Akıl Kuvvesinin Diğer Kuvvelere Üstün Gelmesine Çalışmak
Artık, her kimde azıcık akıl olup ta kendi nefsinin düşmanı değilse, onun akıl kuvvesinin üstünlüğünü elde etmesi için uğraş vermesi ve ebedi saadete ermesi için ciddi bir şekilde çaba sarf etmesi gerekir. Vaktini cemile sıfatları tahsil etmekte ve çirkin ahlakı def etmekte kullanmalıdır.
Artık, bedenin sağlığı ve hayatın bekası için zaruri ve yeterli olacak kadar yemeğe iktifa etmelidir. Günlerini değişik renk ve çeşitlerdeki yemeklerin elde edilmesinde zayi ve telef etmemelidir ve eğer bu sınırı aşarsa, kendi akraba ve ailesi yanında zillete düşecek kadar olmamalıdır. Bundan daha fazlası “vebal” ve akıbet hüsranına sebep olur.
Bedeni örterek sıcak ve soğuktan koruyacak miktarda elbise ve giyeceğe iktifa etmelidir. Eğer bu aşamayı geçerse insanların görüşünde hor ve itibarsız olacak kadar olmamalıdır.
Cinsel ilişkiden amacı nefsin bekası, cinsinin ve neslinin devamından başka bir şey olmamalıdır.
Nefsanî şehvetlere odaklanarak boğulmamalı, dünyevi alaka ve tutkularına esir olmamalıdır. Bundan dolayı ebedi şekavet ve daimi ölüme varmamalıdır.
Artık ey kardeşler topluluğu! Kendiniz için Allah’tan rahmet dileyerek, nefislerinize merhamet edin. Bütün kapılar üstünüze kapanmadan uyanın. Ayaklarınız kırılmadan önce yolları kat edin. Vakit geçmeden kendinizi bulun. Ömrün kısa ve muhtasar olmasından gaflet etmeyin. Kötü ahlak kökleşmeden, çirkin sıfatlar adetleşmeden, şeytan orduları kalp memleketine hâkim olmadan, kalbin tahtı şeytanın mekânı olmadan önce, güç ve kuvvetinizin olduğu gençlik yıllarınızı kaybetmeden önce çare düşünün. Evet, sen yavaş yavaş acizlik, çaresizlik ve yaşlılığa doğru ilerlemektesin ve nefsinde bulunan sıfatlar her geçen dakika güçlenip gelişmektedir.
Sen ki gençliğinde, kalbine hâkim olmadan şeytan ordularıyla mücadele etmedin, yaşlandığında nasıl onlarla mücadele edeceksin?!
“و لا تياسوا من روح الله” yani: “ hiçbir zaman Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”[6] (ve bütün vakitlerde gücünüzün yettiği kadar buna çaba sarf edin.)
(Ahlak ilminde üstat olan İslam dininde bu kutsal alanda ilk kitabı kaleme alarak yazan üstat) fazıl ve kâmil şeyh Ahmet bin Muhammed bin Yakup Moskoviye’[7]den nakledilmiştir ki: “ben tabiat sarhoşluğundan, gaflet uykusundan uyandığım zaman, gençliğim boşa geçmiş, yaşlılık beni kuşatmış, adet ve huylar bende sabitleşmiş, sıfat ve melekeler bende sebat bulmuştu, o anda içtihat eteğini kenara iterek büyük mücahadet ve kırıcı riyazetler çekerek, nefsimi isteklerinden uzaklaştırdım. Sonunda Âlemlerin Rabbi bana cömertlik ederek helak olmaktan kurtardı.”
Artık ey benim can kardeşim! Ümitsiz olma ve bil ki ilahi feyiz kapıları açıktır ve kurtuluş ümidi herkes için varıdır. Ancak masiyet ve günahların neticesinde insanda oluşan bulanıklık ve boğunukluk sonrasında nefisten çıkan sefa ve nuraniyetin tedarikinin mümkün olacağını sanma ve eğer günah olmasaydı insan için hâsıl olabilecek sefanın olacağı fikrine artık kapılma. Sakın! Bu olmayacak bir düşünce, yanlış bir hayaldir, bu ancak o zaman olur ki günahların eser ve neticelerini güzel davranışlarla mahvettikten sonra nefiste hiç günah işlenmemiş gibi bir halet oluşur.
Bu güzel davranışlarla aydınlık ve saadet oluşmaz ve eğer günah işlememiş ve bu güzel davranışları sergilemiş olsaydı, onda dünyada sefa ve sevinç, ahirette ise derece elde ederdi. Başlangıçta günah işlediğinden dolayı sefa ve dereceler elinden çıkmıştır, güzelliklerin faydası sadece günahların eserlerinin ortadan kalkması için harcanmıştır.
Dört Kuvvet İyilik Ve Kötülüklerin Başlama Kaynağıdır
Anlatılanlar ışığında anlaşıldı ki: insan için birçok aza ve uzuv olmasına rağmen dört kahramanın haricindekiler muti ve itaat edicidirler. Onlarda nefis memleketinin haletlerinin değiştirilme gücü yoktur. İyi, kötü, hayır ve şer sıfatlarının melekelerinin değişmesine etken olan kaynak bu dört kuvvedir. Böylelikle bütün iyi ve kötü ahlak bu dört kuvveden çıkmaktadır ve hayır ve şer sıfatlarının kaynağı bunlardır.
Ancak, akıl kuvvesinin hayır ve iyilikleri onun tasallut ve galebe halindedir, onun kötülük ve şerleri de diğer kuvvelerin elinin altında çaresizlik ve acizlik haletindedir ve diğer üç kuvve bunların aksi yönündedir, zira onların iyilik ve hayırları aklın yanında acizlik ve kırılma zillet haletindedir ve onların şer ve afetleri ise akla hâkim olup galip geldiklerindedir.
Devam edecek…
ABNA.İR
[1] . Ariflerin ıstılahında “haletler” değişik manalarda kullanılmıştır, ancak buradaki haletlerden maksat her hangi bir kasıt ve taammüt olmadan insan kalbine varit olan şeylerdir. Huzur, hüzün, sıkıntı, şevk, heybet… Bakınız: İslam ilimleri sözlüğü, c.1, s.98 [2] . Her bir eşyanın intikali mertebelerine “neşet” derler. Berzah neşeti, ahiret neşeti, korku neşeti… Gibi. Bakınız: İslam ilimleri sözlüğü, c.3, s.2013[3] . Demir gürüz, günahkâr insanlar için uygulanan bir işkence aleti. İmam Sadık aleyhi selamın hadisinde buyurduğu gibi: “Başına demir gürzlerle vururlar, onun neticesi küle dönmektir.” Biharu’l- Envar, c.6, s.236, hadis:53[4] . Sarabil serbal kelimesinin çoğuludur. Gömlek ve katran manalarına gelir, siyah renkli bir cisimdir, pis kokulu yanabilen bir madde. Kur’an-ı Kerim’de şöyle nakledilmiştir: “سَرَابٖيلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُ” - “Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.” (İbrahim: 50) Yani: günahkârların cehennemdeki elbiseleri, kötü kokulu, siyah ve yanabilme özelliği taşımaktadır, çirkin, kötü manzaralı, pis kokulu, yanarak alev olma özelliği taşır. Numune tefsiri, c.10, s.388 [5] . Biharu’l-Envar, c.70, s.234 ve Miratu’l-Ukul, c.8, s.89[6] . Yusuf suresi: 87[7] . Merhum seyit Muhsin emin şöyle buyurmaktadır: lakabı Moskoviye’dir ayrıca üçüncü muallimde demektedirler. Ahlak ilminde “Et Taharet” kitabını kaleme almıştır. Hace Nasiruddin Tusi “Ahlak-ı Nasiri” kitabını bu kitabın yöntem ve tarzında kaleme almıştır. 421 hicri kameri yılında vefat etmiştir. Ayan-ı Şia, c.3, s.158 ve Ravzatu’l-Cennat, c.1, s.245