NAMAZLARI İHTİYARLATMAYALIM..!
Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: Oğlum namaz hiç bu vakte
bırakılır mı? Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan okunduğu vakit
yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını
kılardı.
Kendisi ise, nefsini bir türlü yenemiyordu. Hep ne oluyorsa, namaz son
dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu
düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on
beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine
geçiktirdim namazı." dedi kendi kendine...
Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini tam kurulamadan kendisini
odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını
yaparken anneannesini düşünmeden edemedi... "Bu halimi görse, tatlı-sert
kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu... Hele öyle bir namaz kılışı
vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi.
Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki, hicabından rekten renge girerdi. O gün
akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde duasını
yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir
süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. " kadar da
yorulmuşum. " dedi. Daldı gitti öylece....
Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her taraf insanlarla doluydu.
kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; kimi sağa sola
koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği
yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,
soğuk soğuk terler döküyordu.
Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok sey duymuş ve ahiret
hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer
meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini
düşünmemişti.
Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle
bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okunuz? "dedi dudakları
titreyerek.....
Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde... Iki kişi kollarına
girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık
arasından sakin bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler
her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi
gibi geçiyordu gözlerinin önünden....
"Şükürler olsun" dedi, kendi kendine ve devam etti; "Gözlerimi dünyaya
açtım, Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere
koşuyor, malını İslam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri
ağırliyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise,
hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'i anlattım.
Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim.
Haramlardan kaçındım.." Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi
seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum. " diyordu. Ama bir yandan da "
O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez. " diye düşünüyordu. Tek
sığınağı Allah 'in rahmetiydi. Hesap sürdükçe sürdü.
Boncuk boncuk terliyor;sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri
terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti.
Vazifeli melekler ellerinde bir kagit, mahşer meydanında ki kalabalığa
döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp
kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.
Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulaklari yanlış mı duyuyordu?
İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona
kalmıştı. "Olamaaaazzzz" diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl
Cehennemlik olurum?Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum.
Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabbimi anlattım." diyordu.
Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek
kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri
göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet
yok muydu?Bir yardım eden çıkmayacak miydi? Dudaklarından kelimeler kırık
dökük, yalvarmayla karışık döküldü.. "
Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar...... Namazım.... Hiçbiri
beni kurtarmayacak mı? " diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem
melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını
geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.
Resulullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir
insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insani günahlardan
öyle temizler." buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mi beni
kurtarmayacak?" diye düşünüyordu. "Namazlarım..... Namazlarım....
Namazlarım. " diye diye hıçkırdı.
Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun
başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp
geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne
eğdi. Iki büklüm oldu. Kollarını sıkan parmaklar çözüldü.
Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada
buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el
kolundan tuttu. Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir
ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı, kendisini yukarıya çekti.
Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı. "Siz de kimsiniz?"
dedi. İhtiyar gülümsedi: "Ben senin namazlarınım." "Neden bu kadar geç
kaldınız? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum. " dedi...
İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; başını salladı;
"Sen beni hep son anda yetiştirirdin, hatırladın mı?.."
Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan
gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.
Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.
alıntı
Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: Oğlum namaz hiç bu vakte
bırakılır mı? Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan okunduğu vakit
yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını
kılardı.
Kendisi ise, nefsini bir türlü yenemiyordu. Hep ne oluyorsa, namaz son
dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu
düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on
beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine
geçiktirdim namazı." dedi kendi kendine...
Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini tam kurulamadan kendisini
odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını
yaparken anneannesini düşünmeden edemedi... "Bu halimi görse, tatlı-sert
kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu... Hele öyle bir namaz kılışı
vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi.
Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki, hicabından rekten renge girerdi. O gün
akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde duasını
yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir
süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. " kadar da
yorulmuşum. " dedi. Daldı gitti öylece....
Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her taraf insanlarla doluydu.
kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; kimi sağa sola
koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği
yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,
soğuk soğuk terler döküyordu.
Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok sey duymuş ve ahiret
hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer
meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini
düşünmemişti.
Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle
bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okunuz? "dedi dudakları
titreyerek.....
Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde... Iki kişi kollarına
girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık
arasından sakin bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler
her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi
gibi geçiyordu gözlerinin önünden....
"Şükürler olsun" dedi, kendi kendine ve devam etti; "Gözlerimi dünyaya
açtım, Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere
koşuyor, malını İslam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri
ağırliyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise,
hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'i anlattım.
Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim.
Haramlardan kaçındım.." Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi
seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum. " diyordu. Ama bir yandan da "
O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez. " diye düşünüyordu. Tek
sığınağı Allah 'in rahmetiydi. Hesap sürdükçe sürdü.
Boncuk boncuk terliyor;sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri
terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti.
Vazifeli melekler ellerinde bir kagit, mahşer meydanında ki kalabalığa
döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp
kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.
Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulaklari yanlış mı duyuyordu?
İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona
kalmıştı. "Olamaaaazzzz" diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl
Cehennemlik olurum?Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum.
Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabbimi anlattım." diyordu.
Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek
kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri
göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet
yok muydu?Bir yardım eden çıkmayacak miydi? Dudaklarından kelimeler kırık
dökük, yalvarmayla karışık döküldü.. "
Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar...... Namazım.... Hiçbiri
beni kurtarmayacak mı? " diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem
melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını
geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.
Resulullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir
insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insani günahlardan
öyle temizler." buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mi beni
kurtarmayacak?" diye düşünüyordu. "Namazlarım..... Namazlarım....
Namazlarım. " diye diye hıçkırdı.
Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun
başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp
geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne
eğdi. Iki büklüm oldu. Kollarını sıkan parmaklar çözüldü.
Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada
buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el
kolundan tuttu. Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir
ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı, kendisini yukarıya çekti.
Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı. "Siz de kimsiniz?"
dedi. İhtiyar gülümsedi: "Ben senin namazlarınım." "Neden bu kadar geç
kaldınız? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum. " dedi...
İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; başını salladı;
"Sen beni hep son anda yetiştirirdin, hatırladın mı?.."
Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan
gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.
Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.
alıntı
Yorum