Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Devrimci İslamcıların Ütopik İslam Devleti

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Devrimci İslamcıların Ütopik İslam Devleti

    Bismillah

    Bir zamanlar İslam Devleti hasretiyle yürekleri yanıp tutuşan devrimci müslümanlar, İran'da İslam İnkılabı'nın zafere ulaşıp İslam Cumhuriyet'inin kurulmasıyla bu arzularına kavuştuklarını düşünüyorlardı. İslam devletinin ülkesine isteyerek veya zorunlu hicret hazırlıkları başlamış, ailece İslam devletinin gölgesinde yaşama düşüncesi bile yaygınlık kazanmıştı.

    İslam Cumhuriyeti'ni görmeden övgüler yağdırılıyor; gazetelerde, dergilerde ateşli makaleler, röportajlar yayınlanıyor, Cuma sonrası mitinglerin ardı arkası kesilmiyordu. İranlı düşünürlerin kitapları tercüme ediliyor, bunun için bir biri ardına yeni kitap evleri açılıyordu. Haklı olarak kültürel alanda inkılabın mesajını Türkiye’ye aktarmak istiyorlardı.

    Medhiyeler düzüp, övgüler yağdırdıkları İslam ülkesinin nasıl olduğunu bilmiyorlardı, zaten o güne kadar dünyanın hiçbir yerinde bir İslam devleti görmemişlerdi. Ancak zihinlerde canlandırılan, arzular yumağından oluşturulmuş bir İslam devleti vardı kafalarda.

    Bir İslam devletinde yaşamışlar mıydı? Hayır. Bir İslam modeli ellerinde var mıydı? Hayır. Peygamberin İslam devletini görmüşler mıydı? Hayır. Öyleyse görmedikleri, yaşamadıkları bir İslam devletinin neyini onaylıyor ve benimsiyorlardı? İşte asıl mesle buydu?

    Halbuki İslam inkılabını gerçekleştiren lider kadro ve özellikle de İmam Humeyni(ra) ne yaptıklarının farkında olarak İslam Cumhuriyeti'ni varılacak nihai hedef olarak değil de bu hedef doğrultusunda bir basamak, bir aşama, bir hazırlık dönemi olarak gördüklerini her fırsatta dile getiriyor, evrensel adalet devletine ulaşmak doğrultusunda insanların olgunlaşmasına uygun ortam hazırlanmasının gerekliliği düşüncesinden hareketle şer'i vazifelerini yerine getirmeye çalıştıklarını her münasebette vurgulamaktan çekinmiyorlardı. Kısacası İslam Cumhuriyeti'ni ilahi adaletin mutlak olarak uygulanacağı "kerim devlet" için bir ön çalışma, bir maket/model sunma olarak tanıtarak kimsenin boş hayallere kapılmamasını hatırlatıyorlardı.

    Ancak bu ön çalışmada bile İslami vahdet, özgürlük, bağımsızlık, nısbi adalet, istikbara/emperyalizme karşı dayanışma, tağuutlara karşı kıyam, müslümanların kaybettikleri izzeti yeniden kazanma vb İslam dünyasının asırlardan beri hasret kaldığı şiarlar gündeme gelmiş ve devrimci İslamcılık düşüncesi yeni bir ruh ve cesaret kazanmıştı. Ancak,

    1-Ütopyacı İslamcılık

    Bu devrimci İslamcılar kafalarında hayaller ve arzular yumağından bir İslam devleti kurmuşlardı. Hadislerden, ilk metinlerden okudukları, duydukları Medine-i Fazıla'nın özellik ve güzelliklerinden, cennet nimetleriyle donaltılmış bir devlet kurmuşlardı hayallerinde.

    Kafalarındaki İslam devlet modeli ile yaklaştılar İslam Cumhuriyetine; İran'da ilk karşılaştıklarıyla şok oluyorlardı,ama “olsun inkılab daha yenidir, bunlar olabilir” diyerek kendilerini avutmaya başladılar.

    Zamanla bazı şeylerin yolunda olmadığını düşünmeye başladılar, emperyalizmin temsilciliğinde Saddam tarafından dayatılmış savaş başlatılınca, bunu geçici bir arıza olarak görüp" bunlar olacak tabi” gibi bahanelerle kendilerini kandırmayı tek seçenek olarak görüyorlardı. Yıllar geçmişti hala kafalarındaki İslam devletini arıyorlardı, kendi hayal güçleriyle oluşturdukları İslam devleti modelinden vazgeçmiyor, kafalarının bir köşesinde tutuyorlardı.

    8 yıllık savaş süresince cephelerden eksik olmadılar, bazıları gizli, bazıları açıkca savaş cephelerine gittiler. İslam inkılabının korunması için canlarını dahi feda etmeye hazır olduklarını gösterdiler. Kendileriyle konuştuğun zaman sadakat ve samimiyetlerinden şüphe etmezdin.

    Arzuladıkları İslam modelini pratikte göremiyorlardı; taşlar yerine oturmuyor, dikilen hayal binasında bir boşluk hemen sırıtıyordu; kendilerini savaş, cephe, mücadele, cihad gibi değerlerin üzerinde saatlerce konuşarak doyurmaya çalışıyorlardı. Sabahlara kadar tahlil ve analiz ederlerdi; bıkmadan yorulmadan konuşur, konuştukça daha da çıkmaza giriyorlardı. Katıldığım bir kaç toplantılarında öyle heyecan verici, insanı coşturucu sözler duydum ki, sanki inkılabı bunlar yapmış, inkılabın gerçek sahipleri bunlar ve gördükleri hataları da yakında düzelteceklerdi.

    Bu devrimci İslamcılar, “hayali İslam devletiyle gerçeklerlerin İslam devletinin” farkını anlayamayacak kadar ütopyacıydılar..

    2- Hodmihverlik (ben eksenlilik)
    Bu devrimci İslamcılar kendilerini, bu hayali düşüncelerine öyle kaptırmışlardı ki kendilerinden başkasını beğenmez, kimsenin kendilerinden daha iyi anlayabileceğini kabul etmezlerdi. Görüşlerine yakın birini bulsalar onu kendi düşüncelerine kanıt olarak sunarlardı. Kendilerini herşeyin odak noktasına oturtarak kendilerini mihver görüyorlardı, neticede “hodmihverlik” oluşmuştu ruhlarında.

    Bu devrimci İslamcılardan bazıları kendilerini İslam inkılabı uzmanı görerek abilik görevi üstlenmişlerdi. Bunlar kendilerine gösterilen teveccühü bir fırsat bilip kendi İslam anlayışlarını çaktırmadan empoze ediyorlardı.

    Bazıları ise basın yayın organlarında can siperane çalışıyor, gece gündüz demeden basın yayın aracılığıyla tebliğ ediyor, inkılabın mesajını dünyaya çeşitli dillerde duyurma mücadelesi veriyorlardı.
    Kendilerine bazı gerçekler anlatılmaya çalışılsa da anlamakta zorlanıyorlardı, kafalarındaki ütopyanın uçup gitmesinden, hayallerinin yıkılmasından korkuyorlardı. İslam İnkılabının her şeyini toz pembe gösteren bazı inkılabcı kesimın tavır ve davranışları bunların bu düşüncelerinin tuzu biberi oluyordu.

    Hz. Ali hükümetinin gerçekleştiğini gören devrimciler de hemen biata yönelip hz.Ali’nin yanında yer alıyor ve Muaviye’ye karşı savaşa koşuyorlardı. Ancak Hz. Ali hükümetinin adalet yüzü kendilerine gösterilince, hariciler kampının yolunu tutuyorlardı aynı devrimci müslümanlar. Onlar da kendilerini hak ölçüsü görüyor, İslam devletinin doğruluğunu da kafalarındaki hayaller ülkesi ile tatbik etmeye çalışıyorlardı.

    İmam Humeyni'nin BM kararnamesini kabul etmesiyle sesler yükseliyor, mırıldanmalar itiraza dönüşüyordu. Hz. Ali’ye Sıffeyn barışını kabul ettirenler, akabinde Ali'yi neden barışı kabul ettin diye tekfir edip "Hariciler" adında sapık bir akım oluşturuyorlardı.

    Bu İslam Devleti arzusuyla yanıp tutuşanlar, savaş sonrası ve özellikle de İmam Humeyni'nin fani dünyadan ayrılması İmam Hamanei'nin seçilmesiyle birlikte teker teker dökülmeye başladılar, neden mi? Çünkü bunlar, İslam devletinin kendi kafalarındaki gibi olması gerektiğini düşünüyor, dünyanın neresinde olursa olsun kafalarındaki ütopyacı modele uymayanın İslami olmadığını artık dışa vuruyorlardı.

    Bu tipler inkılaba az da hizmet etmediler yani; ancak inkılabı tanımak isteyenlere kendi kafalarındaki İslam devletin anlattılar, inkılabı gerçek muhtevasıyla tanımak isteyenlere engel oldular, bu düşünceden vazgezgeçirdiler, İslam cumhuriyetine ziyarete gelenleri donanmış bir zıddı inkılab olarak geri gönderdiler. İnkılabı tanımak için Şia'yı tanımanın zaruretine inanan sünni müslümanları Şia’ya düşman yapıp salıverdiler, Şia mektebini seçmek isteyenlere engel olup İmam'ın bizlerden böyle birşey istemediğini hatta muhalif olduğunu empoze ederek insanları ikileme sürüklediler.

    3- İmam “Sünnilerin Şii olmasını istemiyor ve buna karşıdır” zihniyetinin tahripleri

    Ne yaptığının farkında olmayan bu devrimci İslamcılar her yeni dönemde bir yol tutuyor; Hariciler gibi rengten renge bürünüyorlar; ne istikrarlı bir yolları var, ne belli bir hedefleri. Ne bir önderleri var, ne de yarenleri. Tek yapabildikler iş kafa karıştırmak, kavramlar kargaşası içinde hakikati boğmaktı. “Şii olduk” diyor İmam Caferi Sadıka benzerlikleri yok, dostlarıyla bir araya gelince Hanefi fıkhını savunuyor ona göre amel ediyorlardı. Ne Cafer-i Sadık ile sadakati yakalayabildiler, ne de Hanefi ile hanif yolunu bulabildiler.

    Şartlara göre mezhebi görünüm sergiliyorlar, bunu da erdemmiş gibi savunuyorlar. Kendilerini mezhepler üstü görüyor ve yeni bir yol çıkararak mezhebi takıntıları olmadıklarını göstermeye çalışıyorlar. Bu mezhebsizlik görüşlerine de İmam’dan (r.a) delil getirmeye çalışıyorlar; “İmam kimsenin mezhep değiştirmesini istemiyor, İmam buna karşıdır”.

    Bu devrimci İslamcılar, bir şey duymuşlar ama nasıl olduğunu kavrayamamışlardı, kapasite meselesi işte.

    İmam, İslami vahdetin manasını açıklarken, “İslami vahdet, Sünninin Şia , Şiinin de Sünni olması değildir, bir kimsenin kendi mezhebini bırakıp başka bir mezhebi seçmesi değildir. İslami vahdet, herkesin hendi inancını koruyarak müştereklerde bir olmasıdır”. İmamın diğer bir görüşü ise “mezhepcilik politikası güdülmemesi” ve “mezhep yaylımcılığı politikasına” karşı oluşudur. Bu iki düşüncenin neresinden bu devrimci İslamcıların çıkardığı mana anlaşılıyor? “La Şiiye- la sünniye, vahdeti islamiyye” sloganını Osman’ın gömleği yapıp hem Şii'ye hem de Sünni'ye darbe vurmaktan çekinmezler. Çünkü hayali İslam devlet anlayışlarının yanına bir de hayali mezhep modeli çıkarmışlardır.

    4- Türkiye-İran karşılaşması ve...

    Söz konusu devrimci müslümanlar yıllarca Türkiye tağut rejimidir diye mücadele verdi ve her fırsatta bu yönde aydınlatmalarda bulundular. Hatta bunun için en iyi yerin o zamanlar İslam Cumhuriyeti olduğuna inandıkları için bazıları hicret ettiler. Türkiye'de İslami esaslara dayalı bir devlet kurulmadığına göre tağuutilik de devam ediyor demektir. Ancak bizim devrimci İslamcılarımız her nedense son sıralarda İran aleyhine propagandaya öncülük etmeye başladılar. İran’ın Suriye konusunda haksız olduğunu, Türkiye’nin ise Suriye hakkında doğru siyaset takip ettiğini düşündüklerinden, İran-Türkiye karşılaşmasından kaygı duyduklarını ve buna İranlıların sebep olduğunu yaymaya çalışıyorlar. Bu düşünceleri yayarken bazen nasihat, bazen İran’ın Tunus, Libya ve Mısır’da takip ettiği siyaseti Suriye’de yapmadığını dillendirip bir yandan İran’ı suçlarken öte yandan iki ülke yetkililerini sözde akl-i selime davet ediyorlar.

    Neden mi? Çünkü maskeler düşecek, vicdanlar isyan edecek, hiyanetler ortaya çıkacak, sahte imanlar su yüzüne çıkacak, hayali İslam modeli senaryolarının çürüklüğü görülecektir.

    İki ülke arasında savaş olmasın elbet ve olacağına da ihtimal vermiyoruz. Ancak bunların asıl korkusu İran –Türkiye arasında çıkacak savaş değil, bu savaşta kimin hangi safta yer alacağıdır, kimin arkasında hangi gücün olacağıdır. Müslümanların hangi safı seçeceği ve devrimci ütopyacı müslümanların safının neresi olacağıdır.

    Abdullah Özgür
    Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

    Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


    İmam Cafer-i Sadık (a.s)
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X