[color=rgb(102, 102, 102)][img alt=Bu; Taliban ve İslam’ın Zaferi, Amerika'nın yenildiğinin resmidir!]http://www.pressmedya.com/resim/250x190/2012/08/02/michael-scheuer.jpg[/img]
Bu; Taliban ve İslam’ın Zaferi, Amerika'nın yenildiğinin resmidir! ABD bundan 10 yıl önce Taliban ve El Kaide'yi bir kaç paraşütçü birliğin yok edeceğini belirtmişti. George W. Bush "Onları birbirine kırdıuracağız, bir yerden başka yere kovalayacağız, birliklerini dağıtıp kaynaklarını tüketeceğiz. ta ki dayanacak bir merci bulamayana dek" demişti. Ancak gelinen noktada ABD 2 yıldır Taliban'la masaya oturmak istiyor. 50 ülkelik NATO çaresiz.
[/color]Ahmed Davudoğlu: Afganistan'daki başarısızlık dünyanın başarısızlığı olacaktır.
Bu; Taliban ve İslam’ın Zaferi, Amerika'nın yenildiğinin resmidir! ABD bundan 10 yıl önce Taliban ve El Kaide'yi bir kaç paraşütçü birliğin yok edeceğini belirtmişti. George W. Bush "Onları birbirine kırdıuracağız, bir yerden başka yere kovalayacağız, birliklerini dağıtıp kaynaklarını tüketeceğiz. ta ki dayanacak bir merci bulamayana dek" demişti. Ancak gelinen noktada ABD 2 yıldır Taliban'la masaya oturmak istiyor. 50 ülkelik NATO çaresiz.
[/color]Ahmed Davudoğlu: Afganistan'daki başarısızlık dünyanın başarısızlığı olacaktır.
[color=rgb(102, 102, 102)]Taliban'a karşı savaş şüphesiz modern dünyanın savaşı.[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Modern dünya değerlerinin, kapitalizmin, demokrasinin ve sekülarizmin savaşı. Yenilgi de onun yenilgisi olacaktır.. Bu stratejik derinlik yazarı ve dış politika efsanesi sayılan Ahmed Davudoğlu'nun da tespiti...[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Taliban ve El Kaide yeni bir dünya öneriyor ve modern dünyayı adil bulmuyor. Onlar kendi inançlarına göre dizayn edilmiş bir dünya öneriyorlar. 2004 yılına kadar CIA Bin Ladin masası şefi olan Michael Scheuer'ın Küresel çatışmaya dair önemli makalesini 10 yıl önce George w. Bush ve bu yıl ABD savunma bakanı Robert Gates'in yaptığı açıklama ve askeri sahadan gelen bir kaç görüntüyle beraber ilginize sunuyoruz.[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]George W. Bush'un 11 Eylül açıklaması[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Halifelik Hakkında George W Bush'un Açıklaması.mpg [/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Robert Gates'in itirafı[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Gates ABD Ordusu Bir Savaşı Daha Kaldıramaz.mpg [/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Zevahiri'nin bakışı[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Zevahiri Obama'ya.mpge.mp4 [/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Savaşın dili[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]http://www.youtube.com/watch?feature...=4LenT4BFiBM#! [/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]Michael Scheuer[/color]
[color=rgb(102, 102, 102)]
Bayan Clinton, General Petraeus ve Senatör Kerry Taliban’la barış görüşmelerinin ivme kazandığı bilgisini medyayla paylaşırken; Molla Ömer ve kurmayları, Afganistan’da İslam’ın yaklaşan zaferi için Allah’a hamd ve şükür içindeler. Ortalıkta dolaşan Clinton-Petraeus-Kerry dezenformasyonu açıkça Amerika’nın Afganistan’da kendi eliyle teslim olmaya hazır olduğu anlamına geliyor. Demokratlar ve cumhuriyetçiler, ABD-NATO koalisyonunun bu geri çekilmesini allayıp pullayıp “görev başarıyla tamamlandı” söylemleriyle süsleseler de gerçek olan şu ki, ikinci bir süpergüç devlet daha yalnızca inançları ve Kore Savaşı’ndan kalma silah ve yöntemleriyle savaşan mücahidlerce açıkça mağlup edilmiştir.
ABD yetkilileri, Karzai liderliğindeki hükümette Taliban’ın hangi koşullarla yer almak istediğini müzakere için örgüt liderleriyle görüşmelerin sürdüğünü belirtiyorlar. ABD’ye göre, Taliban 12 Eylül 2001’den beri arzuladığı iktidara bu kadar yakınken, artık daha fazla zaman kaybetmemeli. Aslında güç arzusu Molla Ömer, Gulbeddin Hikmetyar, Celaleddin Hakkani ve diğer Afgan isyancı liderler için hiçbir zaman pazarlık konusu olmayan bir istektir. Bu adamlara göre Afgan savaşı, ya kazanacakları ya da kaybedecekleri tek sonuçlu bir oyundur. Ayrıca hiçbir NATO-sonrası anlaşmanın, son Batı-süngüsü ülkeyi terkedene kadar sürmeyeceğinin de farkındalar. Afgan liderler ABD-NATO koalisyonuna makul bir süre için geri çekilme sözü verebilirler -Kızıl Orduya karşı yaptıkları gibi-. Fakat sonunda Karzai ve arka planda onunla birlikte olan herkes yakalanıp işkence edilecek, kesilecek ve 1990’larda Moskova ülkeyi terk ettikten sonra Afgan komünist lider Necibullah ve arkadaşlarının asıldığı aynı elektrik direklerinde sallandırılacaklardır.Şu anda Taliban ve müttefikleri tüm dünyanın gündemindeler.
Obama yönetimi, İngiliz ve Fransız hükümetleri ve diğer birçok koalisyon ülkesi, hızlandırılmış bir geri çekilmeyi artık açıkça tartışıyorlar. Tabi Molla Ömer ve arkadaşlarına geri çekileceğinizi söylemek, gücünü sabır, kadercilik ve öldürme içgüdüsünden alan bu adamların kulağına hoş bir müzik gibi gelecektir. Neticede Allah’ın askerlerini, kâfirlerin önde gelenlerinin açıkça dayak yediklerini kabul edip, kuyruklarını bacak aralarına alıp utanç içinde kaçmak istediklerini açıkça itiraf etmelerini duymaktan daha çok ne mutlu edebilir?
Usame bin Ladin’in ölmesi de Taliban’a ayrıca güç kazandırmıştır. Molla Ömer ve diğer mücahidler tabi ki onun yaşamasını isterlerdi; ama ölümü, Taliban’ın savaş motivasyonunu olumsuz yönde etkilememiştir. En temelde ABD askeri yetkilileri, el-Kaide’nin Taliban’a eğitim, lojistik ve istihbarat paylaşımı konularındaki desteğinin ara vermeden devam ettiğini belirtiyorlar. Ayrıca Molla Ömer, Amerika’ya meydan okuyan ve geçici olarak ülkesini dahi kaybetmek pahasına bir müslüman kardeşini -İslam’ın aslanı Usame Bin Ladin’i- barındıran ve koruyan bir lider olarak İslam dünyasında ebediyen onurla anılacaktır. Ayrıca Molla Ömer’in Bin Ladin’i koruması, büyük ölçüde yerelleşmiş Taliban hareketini İslam dünyasının merkezine getirmiştir.
Bin Ladin’in ölümü, Taliban’ın ekonomik destek bulma konusunda önündeki engelleri de ortadan kaldırmıştır. Bin Ladin hayatta olduğu ve Molla Ömer ve Taliban’la özdeşleştiği sürece Suudi Arabistan ve diğer Arap yarımadası rejimleri Afganlara ne kadar miktarda ve şeffaflıkta maddi destek verecekleri konusunda temkinli davranmak zorundaydılar. Bin Ladin’in yokluğuyla ve İsrail’e köle gibi destek veren ve Arap liderlerini arkadan vuran Obama yönetimine karşı artan öfkeleriyle beraber Suudi rejimi ve müttefik Körfez diktatörleri, Taliban’a -ki bu yapı da neticede Pakistan’ın entrika ve dolaplarından ziyade dini Suudi rejiminin bir ürünüdür- maddi destek konusunda artık daha açıktan ve daha cömertçe davranabilirler. Zengin Körfez Arap ülkelerinden ve dünyanın diğer yerlerindeki zengin Müslümanlardan gelen kişisel bağışlar hiçbir zaman azalmadı ve gittikçe artacağa benziyor.
Ve en sonunda Taliban, Pakistan ordusundan ve istihbarat servisinden artık daha çok destek alacaktır. Obama ve lider NATO ülkelerinin Afganistan’da havlu atmalarından sonra Pakistan ordusu, NATO’nun ülkelerinde bıraktığı pisliği temizlemek ve ülkeyi istikrara kavuşturmak için harekete geçmek zorundadır ve bu da her şeyden önce Pakistan Talibanı’yla geçici bir anlaşmaya varmak ve böylece örgütün Pakistan içindeki şiddet eylemlerini azaltmak anlamına gelmektedir.
Eğer bu başarılırsa -ve Arap ülkelerinden gelen para ve silahlar konuşmaya başlayınca- generaller Pakistan Talibanı’nı ABD-NATO koalisyonuna karşı yıpratma savaşını yoğunlaştırmak, koalisyonu yendikten sonra da Karzai rejimini ortadan kaldırmak için Molla Ömer ve müttefiklerine destek vermeye ikna edebilirler. Tüm bunlar da Pakistan’ın ulusal çıkarlarına uygun düşmektedir: İçeride şiddeti azaltmak, ABD ve NATO güçlerini Afganistan ve Pakistan’dan çıkarmak, Karzai’nin İran ve Hindistan yanlısı rejimini bertaraf etmek, Kabil’de İslami hükümeti yeniden tesis etmek ve Hindistan’ın Afganistan’daki varlığını savunulamaz hale getirmek. Ki bu suretle batı sınırında Pakistan’ın stratejik derinliğini yeniden tesis etmek ve askeri birliklerinin yeniden Hindistan sınırında mevzilenmesini sağlamak…
Görünüşe göre Afganistan’daki duruma ilişkin önümüzdeki yol haritasını, Batı’nın beceriksiz politikacıları, diplomatları ve en önemlisi generalleri belirliyor. Yakında son söz şu şekilde olacağa benziyor: “Batı kaybediyor, Taliban kazanıyor.”
Fakat bundan daha fazlası var: Eğer Batı’nın kaybettiği doğruysa, bu daha doğrusu “İslam kazandı” demektir. Ve bu zaferin ne anlama geleceğini düşünürken, Usame Bin Ladin ve onun jenerasyonunun “İslam’ı müdafaa ve cihad” anlayışlarının, Sovyet süper gücünü mağlup eden Afgan mücahidlerinin etkisiyle şekillendiğini hatırlamak gerekir. Bu anlamda geç de olsa ABD süper gücünün mücahidlerce Afganistan ve Irak’ta mağlup edilmesinin bu jenerasyonun genç müslümanları üzerinde -Kuzey Amerika’da yaşayanlar dâhil- nasıl bir etki yaratacağını derince düşünmek gerekiyor.[/color]
Bayan Clinton, General Petraeus ve Senatör Kerry Taliban’la barış görüşmelerinin ivme kazandığı bilgisini medyayla paylaşırken; Molla Ömer ve kurmayları, Afganistan’da İslam’ın yaklaşan zaferi için Allah’a hamd ve şükür içindeler. Ortalıkta dolaşan Clinton-Petraeus-Kerry dezenformasyonu açıkça Amerika’nın Afganistan’da kendi eliyle teslim olmaya hazır olduğu anlamına geliyor. Demokratlar ve cumhuriyetçiler, ABD-NATO koalisyonunun bu geri çekilmesini allayıp pullayıp “görev başarıyla tamamlandı” söylemleriyle süsleseler de gerçek olan şu ki, ikinci bir süpergüç devlet daha yalnızca inançları ve Kore Savaşı’ndan kalma silah ve yöntemleriyle savaşan mücahidlerce açıkça mağlup edilmiştir.
ABD yetkilileri, Karzai liderliğindeki hükümette Taliban’ın hangi koşullarla yer almak istediğini müzakere için örgüt liderleriyle görüşmelerin sürdüğünü belirtiyorlar. ABD’ye göre, Taliban 12 Eylül 2001’den beri arzuladığı iktidara bu kadar yakınken, artık daha fazla zaman kaybetmemeli. Aslında güç arzusu Molla Ömer, Gulbeddin Hikmetyar, Celaleddin Hakkani ve diğer Afgan isyancı liderler için hiçbir zaman pazarlık konusu olmayan bir istektir. Bu adamlara göre Afgan savaşı, ya kazanacakları ya da kaybedecekleri tek sonuçlu bir oyundur. Ayrıca hiçbir NATO-sonrası anlaşmanın, son Batı-süngüsü ülkeyi terkedene kadar sürmeyeceğinin de farkındalar. Afgan liderler ABD-NATO koalisyonuna makul bir süre için geri çekilme sözü verebilirler -Kızıl Orduya karşı yaptıkları gibi-. Fakat sonunda Karzai ve arka planda onunla birlikte olan herkes yakalanıp işkence edilecek, kesilecek ve 1990’larda Moskova ülkeyi terk ettikten sonra Afgan komünist lider Necibullah ve arkadaşlarının asıldığı aynı elektrik direklerinde sallandırılacaklardır.Şu anda Taliban ve müttefikleri tüm dünyanın gündemindeler.
Obama yönetimi, İngiliz ve Fransız hükümetleri ve diğer birçok koalisyon ülkesi, hızlandırılmış bir geri çekilmeyi artık açıkça tartışıyorlar. Tabi Molla Ömer ve arkadaşlarına geri çekileceğinizi söylemek, gücünü sabır, kadercilik ve öldürme içgüdüsünden alan bu adamların kulağına hoş bir müzik gibi gelecektir. Neticede Allah’ın askerlerini, kâfirlerin önde gelenlerinin açıkça dayak yediklerini kabul edip, kuyruklarını bacak aralarına alıp utanç içinde kaçmak istediklerini açıkça itiraf etmelerini duymaktan daha çok ne mutlu edebilir?
Usame bin Ladin’in ölmesi de Taliban’a ayrıca güç kazandırmıştır. Molla Ömer ve diğer mücahidler tabi ki onun yaşamasını isterlerdi; ama ölümü, Taliban’ın savaş motivasyonunu olumsuz yönde etkilememiştir. En temelde ABD askeri yetkilileri, el-Kaide’nin Taliban’a eğitim, lojistik ve istihbarat paylaşımı konularındaki desteğinin ara vermeden devam ettiğini belirtiyorlar. Ayrıca Molla Ömer, Amerika’ya meydan okuyan ve geçici olarak ülkesini dahi kaybetmek pahasına bir müslüman kardeşini -İslam’ın aslanı Usame Bin Ladin’i- barındıran ve koruyan bir lider olarak İslam dünyasında ebediyen onurla anılacaktır. Ayrıca Molla Ömer’in Bin Ladin’i koruması, büyük ölçüde yerelleşmiş Taliban hareketini İslam dünyasının merkezine getirmiştir.
Bin Ladin’in ölümü, Taliban’ın ekonomik destek bulma konusunda önündeki engelleri de ortadan kaldırmıştır. Bin Ladin hayatta olduğu ve Molla Ömer ve Taliban’la özdeşleştiği sürece Suudi Arabistan ve diğer Arap yarımadası rejimleri Afganlara ne kadar miktarda ve şeffaflıkta maddi destek verecekleri konusunda temkinli davranmak zorundaydılar. Bin Ladin’in yokluğuyla ve İsrail’e köle gibi destek veren ve Arap liderlerini arkadan vuran Obama yönetimine karşı artan öfkeleriyle beraber Suudi rejimi ve müttefik Körfez diktatörleri, Taliban’a -ki bu yapı da neticede Pakistan’ın entrika ve dolaplarından ziyade dini Suudi rejiminin bir ürünüdür- maddi destek konusunda artık daha açıktan ve daha cömertçe davranabilirler. Zengin Körfez Arap ülkelerinden ve dünyanın diğer yerlerindeki zengin Müslümanlardan gelen kişisel bağışlar hiçbir zaman azalmadı ve gittikçe artacağa benziyor.
Ve en sonunda Taliban, Pakistan ordusundan ve istihbarat servisinden artık daha çok destek alacaktır. Obama ve lider NATO ülkelerinin Afganistan’da havlu atmalarından sonra Pakistan ordusu, NATO’nun ülkelerinde bıraktığı pisliği temizlemek ve ülkeyi istikrara kavuşturmak için harekete geçmek zorundadır ve bu da her şeyden önce Pakistan Talibanı’yla geçici bir anlaşmaya varmak ve böylece örgütün Pakistan içindeki şiddet eylemlerini azaltmak anlamına gelmektedir.
Eğer bu başarılırsa -ve Arap ülkelerinden gelen para ve silahlar konuşmaya başlayınca- generaller Pakistan Talibanı’nı ABD-NATO koalisyonuna karşı yıpratma savaşını yoğunlaştırmak, koalisyonu yendikten sonra da Karzai rejimini ortadan kaldırmak için Molla Ömer ve müttefiklerine destek vermeye ikna edebilirler. Tüm bunlar da Pakistan’ın ulusal çıkarlarına uygun düşmektedir: İçeride şiddeti azaltmak, ABD ve NATO güçlerini Afganistan ve Pakistan’dan çıkarmak, Karzai’nin İran ve Hindistan yanlısı rejimini bertaraf etmek, Kabil’de İslami hükümeti yeniden tesis etmek ve Hindistan’ın Afganistan’daki varlığını savunulamaz hale getirmek. Ki bu suretle batı sınırında Pakistan’ın stratejik derinliğini yeniden tesis etmek ve askeri birliklerinin yeniden Hindistan sınırında mevzilenmesini sağlamak…
Görünüşe göre Afganistan’daki duruma ilişkin önümüzdeki yol haritasını, Batı’nın beceriksiz politikacıları, diplomatları ve en önemlisi generalleri belirliyor. Yakında son söz şu şekilde olacağa benziyor: “Batı kaybediyor, Taliban kazanıyor.”
Fakat bundan daha fazlası var: Eğer Batı’nın kaybettiği doğruysa, bu daha doğrusu “İslam kazandı” demektir. Ve bu zaferin ne anlama geleceğini düşünürken, Usame Bin Ladin ve onun jenerasyonunun “İslam’ı müdafaa ve cihad” anlayışlarının, Sovyet süper gücünü mağlup eden Afgan mücahidlerinin etkisiyle şekillendiğini hatırlamak gerekir. Bu anlamda geç de olsa ABD süper gücünün mücahidlerce Afganistan ve Irak’ta mağlup edilmesinin bu jenerasyonun genç müslümanları üzerinde -Kuzey Amerika’da yaşayanlar dâhil- nasıl bir etki yaratacağını derince düşünmek gerekiyor.[/color]