Osman, yaptığı hatalardan dolayı kendisine itirazda bulunan bazı sahabelerin dövülmelerini emretti. Onun bu emri doğrultusunda, onları o kadar dövdüler ki, bazıları öldü, bazıları ise sakat oldu.
Osman’ın dövdürdüğü sahabelerden birisi Abdullah bin Mesut idi. O, hafız, kari, Kur’ân katibi ve Resulullah (s.a.a)’in özel sahabelerinden idi; hatta Ebu Bekir ve Ömer ona saygı gösterip onunla istişarede bulunuyorlardı.
Özellikle İbn-i Haldun kendi Tarihinde şöyle yazmıştır: İkinci halife Ömer, hilafet-i döneminde Abdullah’ın kendisinden ayrılmaması için ısrarlıydı. Zira O, Kur’ân ve dini hükümler hakkında gerekli bilgiye sahipti. Resulullah (s.a.a) onu çok övmüştür. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid ve diğerleri buna değinmişlerdir.
Sizin alim ve tarihçileriniz, genellikle şöyle yazmışlardır: Osman Kur’ân’ı toplamak istediğinde, Kur’ân’ın bütün nüshalarını katiplerinden isteyerek hepsini bir araya topladı. Resulullah (s.a.a)’in güvenilir ashabından ve vahiy katiplerinden olan Abdullah’ın yazdığı nüshayı da istedi. Ama o vermedi. Bunun üzerine Osman, Abdullah’ın evine giderek zorla Kur’ân nüshasını onun elinden aldı.
Daha sonra Abdullah, onun yazdığı Kur’ân’ı da diğer Kur’ân’lar gibi yaktıklarını duyunca çok üzüldü. Bundan dolayı bir çok meclis ve toplantılarda, perdeleri bir kenara iterek Osman’ı yeren bazı hadisleri halka naklediyor ve kinayeli sözlerle onları bir takım gerçekler hususunda aydınlatıyordu.
Bu haber Osman’a yetişince, kölelerine onu dövmelerini emretti. Osman’ın köleleri Abdullah’ı o kadar dövdüler ki, bu dövülme neticesinde onun kaburga kemikleri kırılıp yatağa düştü ve üç gün sonra da dünyadan göçtü
Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid, “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 67 ve 126’sında (Mısır baskısı), olayı genişçe anlatarak şöyle diyor:
“...Osman Abdullah’ın görüşüne gitti. Aralarında bir takım konuşma geçtikten sonra Osman ona dedi ki; ‘Eba Abdurrahman! Benim için Allah’tan mağfiret dile.’ Abdullah da cevaben dedi ki: “Allah’tan benim hakkımı sende almasını isteyeceğim.”
Yine şöyle nakletmiştir: “Osman, Ebuzer’i Rebeze’ye sürgün ettiğinde, Abdullah onu yolcu etmeğe gittiği için ona 40 kırbaç vurdurdu.
İşte bundan dolayı Abdullah Ammar-ı Yasir’e; “Ben öldüğümde Osman’ın benim cenaze namazımı kılmasına müsaade etme.” diye vasiyette bulundu. Ammar da bunu kabul etti. Abdullah vefat ettiğinde, Ammar bir grup ashapla birlikte onun cenaze namazını kılıp defnettiler.
Abdullah’ın defnedildiğini Osman’a haber verdiklerinde, Osman Abdullah’ın kabrinin üstüne giderek Ammar’a; “Neden böyle yaptın?” diye itirazda bulundu. Ammar da cevaben; “Onun vasiyetine uygun amel etmem gerekirdi” dedi. (Ammar’ın bu ameli, daha sonra Osman’ın telafi ettiği bir kine sebep oldu.)
Gerçekten de kendi büyük alimlerinizin naklettiklerine göre halife Osman’ın yaptığı işler insanı hayrete düşürüyor; özellikle de Resulullah’ın özel sahabesine yaptığı işler. Ebu Bekir ve Ömer bile ashaba karşı böyle davranmamışlardır; hatta onlar, Osman’ın yaptıklarının aksine Resulullah (s.a.a)’in ashabına saygı göstermişlerdir.
Osman’ın taş kalpliğini gösteren işlerinden birisi de Ammar-ı Yasir’i dövdürmesi ve ona hakaret etmesidir Ammar-ı Yasir, Resulullah (s.a.a)’in özel sahabelerindendi. Kendi büyük alim ve tarihçilerinizin de yazığı gibi İslâm dünyasında tüm şehirlerde zulüm, baskı, yağma ve rüşvet artınca, büyük sahabeler toplanıp Osman’a mektup yazarak yapılan zulümleri ona anlattılar ve şefkatle; eğer Emevilerin zulümlerinin önünü almaz ve onları savunmaya devam ederse, böyle bir davranışı kötü sonucunun İslam’ın zararına ve daha çok kendi aleyhine tamam olacağını ona hatırlattılar.
Mektubu kimin götüreceği hususunda da istişarede bulundular. Nihayet mektubu Ammar’ın götürmesini kararlaştırdılar. Çünkü Ammar’ın fazilet, takva ve yüceliğini Osman’ın kendisi de itiraf ediyordu. Resulullah (s.a.a)’in Ammar hakkında buyurmuş olduğu şu sözlerin nakli defalarca onun kendisinden duyulmuştur:
“İman, Ammar’ın eti ve kanıyla karışmıştır.”
“Cennet üç kişiye özlem duymaktadır: Ali bin Ebi Talib’e, Selman-i Farisi’ye ve Ammar-ı Yasir’e.”
İşte bundan dolayı, ashabın isteği üzerine Ammar mektubu alarak Osman’ın evine gitti. Ammar Osman’ın evine yetiştiğinde, o evden çıkmak üzereydi. Avluda Ammar’ı görünce; “Ya Eba Yakzan! (Ammar’ın Künyesi) Bir işin mi vardır?” diye sordu. Ammar; “Hayır, özel bir işim yoktur; ama Resulullah (s.a.a)’in ashabından bir grup kimseler, bu mektupta senin hayır ve salahına olan bir takım sözler yazarak onu benimle sana gönderdiler, lütfen okuyun ve cevabını verin.”
Osman mektubu alıp birkaç satır okur okumaz rengi değişti, öfkeyle mektubu yere attı. Ammar halifenin bu tavrını görünce şöyle dedi: “İyi yapmadın, Resulullah (s.a.a)’in ashabının mektubunun saygınlığı vardır, neden onu yere attın? Okuyup cevap vermeniz gerekirdi.”
Osman çok sinirli bir halde; “Yala söylüyorsun” diyerek kölelerine; Ammar’ın dövülmesini emretti. Köleler, Ammar’a saldırıp onu kötü bir şekilde dövdüler, sonra yere yıkarak tekmelemeye başladılar; hatta (çok şefkatli ve ince kalpli olan!) Osman’ın kendisi de birkaç tekme onun karnına vurdu. Ammar bayılıp kendinden geçti. Ammar’ın akrabaları gelip onu oradan alarak müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin evine götürdüler. Öğleden gece yarısına kadar baygındı. Dört namazı kazaya kaldı, uyandığında onların kazasını yerine getirdi. Yaşlı olan zavallı Ammar, bu tekmeler neticesinde fıtık hastalığına yakalandı...
Bu olayın tafsilatı kendi alimlerinizin güvenilir kitaplarında mevcuttur. İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde, Mes’udi de “Müruc’uz- Zeheb”in c.1, s. 437’sinde Osman’ın yanlışlıklarını yazdıklarında şöyle diyorlar: “Hüzeyl ve Ben-i Mahzum kabilelerinin Osman’dan ayrılmalarının sebebi, onun Ammar-ı Yasir ve Abdullah bin Mesud’u dövdürmesinden dolayı idi.”
Şimdi, Osman’ın ne kadar yumuşak kalpli ve merhametli birisi olduğuna insaflı beylerin kendileri hüküm versin.
Osman’ın, Resulullah (s.a.a)’in yakın sahabesi ve İslâm aleminin ikinci şahsı olan Cundeb bin Cunade (Ebuzer-i Gifari)’ye karşı takındığı amel ve davranışları, her özgür insanı düşündürmektedir.
Her iki fırkanın muhaddis ve tarihçilerinin itiraflarına göre, Osman, O 90 yaşındaki yaşlı ihtiyarı (Ebuzer’i) aşağılayıcı ve incitici bir şekilde Medine’den Şam’a, Şam’dan Medine’ye ve oradan da çıplak deveye bindirerek kızıyla birlikte Rebeze çölüne sürgün etti. Ebuzer orada dünyadan göç etti ve yetim kızı o ürkütücü vadide yalnız başına kaldı.
Büyük alim ve tarihçileriniz, örneğin; İbn-i Sa’d “Tabakat”ın c. 4, s. 168’inde, Buhari, Sahih’in “Zekat Kitabı”ında, İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 240’ında, yine c. 2, s. 375 ila 387’sinde, Yakubi “Tarih-i Yakubi”nin c. 2, s. 148’inde, 4. Asrın meşhur muhaddis ve tarihçisi Ebu’l- Hasan Ali bin Hüseyin Mes’udi (Ö: 346) “Müruc’uz- Zeheb”in c. 1 s. 438’inde ve yine sizin diğer büyük alimleriniz -ki vaktimiz onların tümünün sözlerini genişçe anlatmaya müsaade etmiyor- Osman ve onun Muaviye ve Mervan gibi Emevi uşaklarının, Resulullah (s.a.a)’in mahbubu olan o yaşlı ve mümin insana yaptıkları amelleri, Hz. Ali’ye, onu yolcu ettiğinden dolayı yaptığı hakaretleri ve vahiy hafız ve katibi olan Abdullah bin Mesud’a da bu suçtan dolayı 40 kırbaç vurduklarını kendi kitaplarında yazmışlardır.
Hafız: Eğer Ebuzer incitilmişse, hüviyetsiz memur ve görevliler tarafından incitilmiştir. Halife Osman’ın kendisi çok merhametli ve yumuşak kalpli birisi idi; kesinlikle onun bu çeşit amellerden haberi yoktur.
Davetçi: Meşhur bir misal vardır, diyorlar ki:
Ze mader mehribanter daye hatun!
Dadı hanım anneden daha şefkatli!
Sizin Osman’ı bu çeşit savunmanız gerçek ve hakikate aykırıdır. Zira eğer muteber tarih kitaplarına müracaat etmiş olursanız, Ebuzer’e yapılan hakaret ve eziyetlerin hepsinin Osman’ın apaçık emirleri üzere olduğunu görüp tasdik edersiniz.
Bu sözün delili, sizin büyük alimlerinizin güvenilir kitaplarıdır. Numune olarak rica ediyorum: İbn-i Esir’in Nihaye’siyle Tarih-i Yakubi’in 1. ciltlerine, özellikle de İbn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 241’ine müracaat ediniz. Bunlar halifenin Muaviye’ye yazdığı mektubu kaydetmişlerdir. Muaviye Şam’dan Ebuzer’i halife Osman’a şikayet ettiğinde, Osman ona; Ebuzer’i işkenceyle Medine’ye gönderin” diye yazdı. Mektubun aslı şöyledir:
“Cundeb'i (Ebuzer’in ismi), yaşlı (zayıf) ve palansız bir deveye bindirerek onu, gece-gündüz durmadan hareket ettiren kötü ahlaklı birisiyle bana gönder.”
Bu emir gereğince, Resulullah (s.a.a)’in sevgili sahabesi olan o yaşlı ve temiz kalpli insanı, çok feci bir şekilde Medine’ye gönderdiler. Tarih kitaplarının yazdığına göre, Ebuzer Medine’ye vardığında, baldırlarının eti (yaralanmış olduğundan dolayı) dökülüyordu.
Allah aşkına insafla konuşun, merhamet, yumuşak kalplilik ve şefkatin manası bu mudur?
Acaba Ebuzer, Allah ve Resulünün hakkında tavsiyede bulundukları ve sizin büyük alimleriniz de o tavsiye ve sözleri kendi kitaplarında naklettikleri yüce şahsiyete sahip bir kimse değil miydi?
Nitekim Hafız Ebu Naim İsfehani “Hilyet’ul- Evliya”nın c. 1, s. 172’sinde, İbn-i Mace Kazvini “Sünen-i İbn-i Mace”nin c. 1, s. 66’sında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 59. babında, İbn-i Hacer Askalani “İsabe”nin c. 3, s. 455’inde, Tirmizi “Sahih-i Tirmizi”nin c. 2, s. 213’ünde, İbn-i Abdulbirr “İstiab”ın c. 2, s. 557’sinde, Hakim “Müstedrek”in c. 3, s. 130’unda, Süyuti de “Cami’us- Sağir”de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Allah (c.c) beni dört kişiyi sevmemi emretti ve bu dört kişiyi kendisinin de sevdiğini bana bildirdi.” Ya Resulullah (s.a.a) onların isimlerini bize söyleyin dediklerinde; “Onlar Ali, Ebuzer, Mikdad ve Selman’dır” buyurdular.
Demek ki bu dört kişi, Allah ve Resulünün sevdikleri insanlardır. Acaba siz beylerin insaf ve vicdanı, onların, Allah ve Resulünün sevdikleri insana böyle adaletsizce davranmalarına ve daha sonra da ismini ince kalplilik ve şefkat koymalarına müsaade ediyor mu? Bu nispetler neden Ebu Bekir ve Ömer’e atfedilmemiştir? Çünkü yapmamışlar; tarih de nakletmemiştir; biz de söylememişiz.
Birinci olarak; hak bir sözü söyleyen kimseyi, neden hak olan bilgilerini açıkladın? diye dövmek, sövmek ve işkenceye tabi tutmak mı gerekir? Müslüman bir ferdi muhakeme etmeden, onun hakkında şikayette bulunan kimsenin sözünün doğruluğu veya yanlışlığını araştırmadan onu hilafet merkezine ihzar etmek, daha sonra 90 yaşında olan zayıf bir ihtiyarı palansız yaşlı bir deveye bindirerek onu kötü ahlaklı bir adamın emri altında gece gündüz durmadan, uyuması ve istirahat etmesine izin bile vermeden hareket ettirmek, bu eziyet ve işkence neticesinde maksada yetiştiğinde ayaklarının etinin dökülmesi, mukaddes İslam dininin hangi kanununa sığıyor? İnce kalplilik, merhamet ve mürüvvetin manası bu mudur?
Bunlara ilâve olarak, eğer halife fesadın önünü almak ve toplumsal asayişi korumak istiyorduysa, o zaman neden, Resulullah’ın kovup sürgün ettiği Mervan ve sarhoş olarak namaz kıldırıp mihrapta istifrağ eden Velid gibi Emevi müfsitlerini kendisinden uzaklaştırmadı? Eğer halife toplumda fesada sebep olan bu çeşit insanların amellerinin önünü alsaydı, onların fasadı halifenin ölümüne de sebep olmazdı.
Osman’ın dövdürdüğü sahabelerden birisi Abdullah bin Mesut idi. O, hafız, kari, Kur’ân katibi ve Resulullah (s.a.a)’in özel sahabelerinden idi; hatta Ebu Bekir ve Ömer ona saygı gösterip onunla istişarede bulunuyorlardı.
Özellikle İbn-i Haldun kendi Tarihinde şöyle yazmıştır: İkinci halife Ömer, hilafet-i döneminde Abdullah’ın kendisinden ayrılmaması için ısrarlıydı. Zira O, Kur’ân ve dini hükümler hakkında gerekli bilgiye sahipti. Resulullah (s.a.a) onu çok övmüştür. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid ve diğerleri buna değinmişlerdir.
Sizin alim ve tarihçileriniz, genellikle şöyle yazmışlardır: Osman Kur’ân’ı toplamak istediğinde, Kur’ân’ın bütün nüshalarını katiplerinden isteyerek hepsini bir araya topladı. Resulullah (s.a.a)’in güvenilir ashabından ve vahiy katiplerinden olan Abdullah’ın yazdığı nüshayı da istedi. Ama o vermedi. Bunun üzerine Osman, Abdullah’ın evine giderek zorla Kur’ân nüshasını onun elinden aldı.
Daha sonra Abdullah, onun yazdığı Kur’ân’ı da diğer Kur’ân’lar gibi yaktıklarını duyunca çok üzüldü. Bundan dolayı bir çok meclis ve toplantılarda, perdeleri bir kenara iterek Osman’ı yeren bazı hadisleri halka naklediyor ve kinayeli sözlerle onları bir takım gerçekler hususunda aydınlatıyordu.
Bu haber Osman’a yetişince, kölelerine onu dövmelerini emretti. Osman’ın köleleri Abdullah’ı o kadar dövdüler ki, bu dövülme neticesinde onun kaburga kemikleri kırılıp yatağa düştü ve üç gün sonra da dünyadan göçtü
Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid, “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 67 ve 126’sında (Mısır baskısı), olayı genişçe anlatarak şöyle diyor:
“...Osman Abdullah’ın görüşüne gitti. Aralarında bir takım konuşma geçtikten sonra Osman ona dedi ki; ‘Eba Abdurrahman! Benim için Allah’tan mağfiret dile.’ Abdullah da cevaben dedi ki: “Allah’tan benim hakkımı sende almasını isteyeceğim.”
Yine şöyle nakletmiştir: “Osman, Ebuzer’i Rebeze’ye sürgün ettiğinde, Abdullah onu yolcu etmeğe gittiği için ona 40 kırbaç vurdurdu.
İşte bundan dolayı Abdullah Ammar-ı Yasir’e; “Ben öldüğümde Osman’ın benim cenaze namazımı kılmasına müsaade etme.” diye vasiyette bulundu. Ammar da bunu kabul etti. Abdullah vefat ettiğinde, Ammar bir grup ashapla birlikte onun cenaze namazını kılıp defnettiler.
Abdullah’ın defnedildiğini Osman’a haber verdiklerinde, Osman Abdullah’ın kabrinin üstüne giderek Ammar’a; “Neden böyle yaptın?” diye itirazda bulundu. Ammar da cevaben; “Onun vasiyetine uygun amel etmem gerekirdi” dedi. (Ammar’ın bu ameli, daha sonra Osman’ın telafi ettiği bir kine sebep oldu.)
Gerçekten de kendi büyük alimlerinizin naklettiklerine göre halife Osman’ın yaptığı işler insanı hayrete düşürüyor; özellikle de Resulullah’ın özel sahabesine yaptığı işler. Ebu Bekir ve Ömer bile ashaba karşı böyle davranmamışlardır; hatta onlar, Osman’ın yaptıklarının aksine Resulullah (s.a.a)’in ashabına saygı göstermişlerdir.
Osman’ın taş kalpliğini gösteren işlerinden birisi de Ammar-ı Yasir’i dövdürmesi ve ona hakaret etmesidir Ammar-ı Yasir, Resulullah (s.a.a)’in özel sahabelerindendi. Kendi büyük alim ve tarihçilerinizin de yazığı gibi İslâm dünyasında tüm şehirlerde zulüm, baskı, yağma ve rüşvet artınca, büyük sahabeler toplanıp Osman’a mektup yazarak yapılan zulümleri ona anlattılar ve şefkatle; eğer Emevilerin zulümlerinin önünü almaz ve onları savunmaya devam ederse, böyle bir davranışı kötü sonucunun İslam’ın zararına ve daha çok kendi aleyhine tamam olacağını ona hatırlattılar.
Mektubu kimin götüreceği hususunda da istişarede bulundular. Nihayet mektubu Ammar’ın götürmesini kararlaştırdılar. Çünkü Ammar’ın fazilet, takva ve yüceliğini Osman’ın kendisi de itiraf ediyordu. Resulullah (s.a.a)’in Ammar hakkında buyurmuş olduğu şu sözlerin nakli defalarca onun kendisinden duyulmuştur:
“İman, Ammar’ın eti ve kanıyla karışmıştır.”
“Cennet üç kişiye özlem duymaktadır: Ali bin Ebi Talib’e, Selman-i Farisi’ye ve Ammar-ı Yasir’e.”
İşte bundan dolayı, ashabın isteği üzerine Ammar mektubu alarak Osman’ın evine gitti. Ammar Osman’ın evine yetiştiğinde, o evden çıkmak üzereydi. Avluda Ammar’ı görünce; “Ya Eba Yakzan! (Ammar’ın Künyesi) Bir işin mi vardır?” diye sordu. Ammar; “Hayır, özel bir işim yoktur; ama Resulullah (s.a.a)’in ashabından bir grup kimseler, bu mektupta senin hayır ve salahına olan bir takım sözler yazarak onu benimle sana gönderdiler, lütfen okuyun ve cevabını verin.”
Osman mektubu alıp birkaç satır okur okumaz rengi değişti, öfkeyle mektubu yere attı. Ammar halifenin bu tavrını görünce şöyle dedi: “İyi yapmadın, Resulullah (s.a.a)’in ashabının mektubunun saygınlığı vardır, neden onu yere attın? Okuyup cevap vermeniz gerekirdi.”
Osman çok sinirli bir halde; “Yala söylüyorsun” diyerek kölelerine; Ammar’ın dövülmesini emretti. Köleler, Ammar’a saldırıp onu kötü bir şekilde dövdüler, sonra yere yıkarak tekmelemeye başladılar; hatta (çok şefkatli ve ince kalpli olan!) Osman’ın kendisi de birkaç tekme onun karnına vurdu. Ammar bayılıp kendinden geçti. Ammar’ın akrabaları gelip onu oradan alarak müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin evine götürdüler. Öğleden gece yarısına kadar baygındı. Dört namazı kazaya kaldı, uyandığında onların kazasını yerine getirdi. Yaşlı olan zavallı Ammar, bu tekmeler neticesinde fıtık hastalığına yakalandı...
Bu olayın tafsilatı kendi alimlerinizin güvenilir kitaplarında mevcuttur. İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde, Mes’udi de “Müruc’uz- Zeheb”in c.1, s. 437’sinde Osman’ın yanlışlıklarını yazdıklarında şöyle diyorlar: “Hüzeyl ve Ben-i Mahzum kabilelerinin Osman’dan ayrılmalarının sebebi, onun Ammar-ı Yasir ve Abdullah bin Mesud’u dövdürmesinden dolayı idi.”
Şimdi, Osman’ın ne kadar yumuşak kalpli ve merhametli birisi olduğuna insaflı beylerin kendileri hüküm versin.
Osman’ın, Resulullah (s.a.a)’in yakın sahabesi ve İslâm aleminin ikinci şahsı olan Cundeb bin Cunade (Ebuzer-i Gifari)’ye karşı takındığı amel ve davranışları, her özgür insanı düşündürmektedir.
Her iki fırkanın muhaddis ve tarihçilerinin itiraflarına göre, Osman, O 90 yaşındaki yaşlı ihtiyarı (Ebuzer’i) aşağılayıcı ve incitici bir şekilde Medine’den Şam’a, Şam’dan Medine’ye ve oradan da çıplak deveye bindirerek kızıyla birlikte Rebeze çölüne sürgün etti. Ebuzer orada dünyadan göç etti ve yetim kızı o ürkütücü vadide yalnız başına kaldı.
Büyük alim ve tarihçileriniz, örneğin; İbn-i Sa’d “Tabakat”ın c. 4, s. 168’inde, Buhari, Sahih’in “Zekat Kitabı”ında, İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 240’ında, yine c. 2, s. 375 ila 387’sinde, Yakubi “Tarih-i Yakubi”nin c. 2, s. 148’inde, 4. Asrın meşhur muhaddis ve tarihçisi Ebu’l- Hasan Ali bin Hüseyin Mes’udi (Ö: 346) “Müruc’uz- Zeheb”in c. 1 s. 438’inde ve yine sizin diğer büyük alimleriniz -ki vaktimiz onların tümünün sözlerini genişçe anlatmaya müsaade etmiyor- Osman ve onun Muaviye ve Mervan gibi Emevi uşaklarının, Resulullah (s.a.a)’in mahbubu olan o yaşlı ve mümin insana yaptıkları amelleri, Hz. Ali’ye, onu yolcu ettiğinden dolayı yaptığı hakaretleri ve vahiy hafız ve katibi olan Abdullah bin Mesud’a da bu suçtan dolayı 40 kırbaç vurduklarını kendi kitaplarında yazmışlardır.
Hafız: Eğer Ebuzer incitilmişse, hüviyetsiz memur ve görevliler tarafından incitilmiştir. Halife Osman’ın kendisi çok merhametli ve yumuşak kalpli birisi idi; kesinlikle onun bu çeşit amellerden haberi yoktur.
Davetçi: Meşhur bir misal vardır, diyorlar ki:
Ze mader mehribanter daye hatun!
Dadı hanım anneden daha şefkatli!
Sizin Osman’ı bu çeşit savunmanız gerçek ve hakikate aykırıdır. Zira eğer muteber tarih kitaplarına müracaat etmiş olursanız, Ebuzer’e yapılan hakaret ve eziyetlerin hepsinin Osman’ın apaçık emirleri üzere olduğunu görüp tasdik edersiniz.
Bu sözün delili, sizin büyük alimlerinizin güvenilir kitaplarıdır. Numune olarak rica ediyorum: İbn-i Esir’in Nihaye’siyle Tarih-i Yakubi’in 1. ciltlerine, özellikle de İbn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 241’ine müracaat ediniz. Bunlar halifenin Muaviye’ye yazdığı mektubu kaydetmişlerdir. Muaviye Şam’dan Ebuzer’i halife Osman’a şikayet ettiğinde, Osman ona; Ebuzer’i işkenceyle Medine’ye gönderin” diye yazdı. Mektubun aslı şöyledir:
“Cundeb'i (Ebuzer’in ismi), yaşlı (zayıf) ve palansız bir deveye bindirerek onu, gece-gündüz durmadan hareket ettiren kötü ahlaklı birisiyle bana gönder.”
Bu emir gereğince, Resulullah (s.a.a)’in sevgili sahabesi olan o yaşlı ve temiz kalpli insanı, çok feci bir şekilde Medine’ye gönderdiler. Tarih kitaplarının yazdığına göre, Ebuzer Medine’ye vardığında, baldırlarının eti (yaralanmış olduğundan dolayı) dökülüyordu.
Allah aşkına insafla konuşun, merhamet, yumuşak kalplilik ve şefkatin manası bu mudur?
Acaba Ebuzer, Allah ve Resulünün hakkında tavsiyede bulundukları ve sizin büyük alimleriniz de o tavsiye ve sözleri kendi kitaplarında naklettikleri yüce şahsiyete sahip bir kimse değil miydi?
Nitekim Hafız Ebu Naim İsfehani “Hilyet’ul- Evliya”nın c. 1, s. 172’sinde, İbn-i Mace Kazvini “Sünen-i İbn-i Mace”nin c. 1, s. 66’sında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 59. babında, İbn-i Hacer Askalani “İsabe”nin c. 3, s. 455’inde, Tirmizi “Sahih-i Tirmizi”nin c. 2, s. 213’ünde, İbn-i Abdulbirr “İstiab”ın c. 2, s. 557’sinde, Hakim “Müstedrek”in c. 3, s. 130’unda, Süyuti de “Cami’us- Sağir”de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Allah (c.c) beni dört kişiyi sevmemi emretti ve bu dört kişiyi kendisinin de sevdiğini bana bildirdi.” Ya Resulullah (s.a.a) onların isimlerini bize söyleyin dediklerinde; “Onlar Ali, Ebuzer, Mikdad ve Selman’dır” buyurdular.
Demek ki bu dört kişi, Allah ve Resulünün sevdikleri insanlardır. Acaba siz beylerin insaf ve vicdanı, onların, Allah ve Resulünün sevdikleri insana böyle adaletsizce davranmalarına ve daha sonra da ismini ince kalplilik ve şefkat koymalarına müsaade ediyor mu? Bu nispetler neden Ebu Bekir ve Ömer’e atfedilmemiştir? Çünkü yapmamışlar; tarih de nakletmemiştir; biz de söylememişiz.
Birinci olarak; hak bir sözü söyleyen kimseyi, neden hak olan bilgilerini açıkladın? diye dövmek, sövmek ve işkenceye tabi tutmak mı gerekir? Müslüman bir ferdi muhakeme etmeden, onun hakkında şikayette bulunan kimsenin sözünün doğruluğu veya yanlışlığını araştırmadan onu hilafet merkezine ihzar etmek, daha sonra 90 yaşında olan zayıf bir ihtiyarı palansız yaşlı bir deveye bindirerek onu kötü ahlaklı bir adamın emri altında gece gündüz durmadan, uyuması ve istirahat etmesine izin bile vermeden hareket ettirmek, bu eziyet ve işkence neticesinde maksada yetiştiğinde ayaklarının etinin dökülmesi, mukaddes İslam dininin hangi kanununa sığıyor? İnce kalplilik, merhamet ve mürüvvetin manası bu mudur?
Bunlara ilâve olarak, eğer halife fesadın önünü almak ve toplumsal asayişi korumak istiyorduysa, o zaman neden, Resulullah’ın kovup sürgün ettiği Mervan ve sarhoş olarak namaz kıldırıp mihrapta istifrağ eden Velid gibi Emevi müfsitlerini kendisinden uzaklaştırmadı? Eğer halife toplumda fesada sebep olan bu çeşit insanların amellerinin önünü alsaydı, onların fasadı halifenin ölümüne de sebep olmazdı.