Bismillah...
İnsan toplumunun temel ihtiyaçlarından biri, toplumu idare edecek, toplumun işlerini düzene koyacak, birey ve toplumun menfaatlerini koruyacak devlet ve hükumettir. Toplumun ve fertlerin çıkarlarını korumak, bireylerin karşılıklı vazifelerini belirlemek, toplum - birey ilişkisi, karşılıklı sorumlulukları beyan eden sistem tarih boyunca aralıksız gündemde kalmış, bunun için teori ve tezler ortaya koyulmuştur.
Her toplumda bazen bireylerin menfaatleri birbiriyle çelişmekte, bazen birey ve toplumun menfaatleri birbiriyle karşı karşıya gelmektedir, bazen ise bireylerin üstesinden gelemediği toplumsal sorunlar ortaya çıkmaktadır.
İnsanın yaratılış ve doğası gereği istek ve arzuları değişik ve çesitli olduğundan birbiriyle çelişki oluşturur. Mal tutkusu, makam sevgisi, kendisini üstün görme duygusu, sınırsız özgürlük arzusu v.s. devamlı insanlar arasında ihtilaf çıkmasına sebep olmuştur. İşte bu ihtilaf ve problemleri çözmek, bu istek ve arzuları dengeleyerek bireylerin huzurlu bir yaşam sürdürmesini sağlamak ve toplumun varlığını devam ettirecek düzenli ve kavgasız bir hayata sahip olmak için bireylerin gücünden daha güçlü bir hukuk ve kanun düzenine ihtiyaç olduğu inkar edilemez. Aksi takdirde toplumda çıkacak kargaşa, savaş, zulüm engellenemez.
Haricilerin toplumda bir hükümetin, bir halifenin gerekliliğini inkar için slogan olarak kullandıkları “Hakimiyet kayıtsız-şartsız Allah’ındır” ayetine, Hz. Ali (a.s.) şöyle cevap veriyor:”Söz doğrudur ama onların maksatları batıldır .” Hakimiyet asaleten Allah’ındır bunda şüphe yok, ama toplumda bir lidere ihtiyaç olmadığına dair maksatları batıldır. “Toplumun bir İmama ihtiyacı kaçınılmazdır, ister o İmam adil olsun, ister fasık olsun.”
Hz. Ali (a.s.), bu sözünde üç noktayı net bir şekilde beyan ediyor:
a) Toplumun bir hükumete, bir devlete ihtiyacı vardır.
b) Toplumun lideri adil olmalıdır.
c) Fasık bir liderin ve hükumetin olması, hükumetsiz ve lidersizliğe tercih edilir.
İslami Devlet Sİstem
Allahu Teala bütün insanları hür yaratmış, hiç bir kulun diğerine hakimiyetini caiz görmemiştir. İnsan, fıtrat ve doğası gereği özgür ve bağımsız olduğundan canı ve malı üzerinde hakimiyet ve tasarruf hakkı vardır. Toplumda hiç kimse başkasına bir şeyi dayatamaz, kimsenin malı ve canı üzerinde de hiçbir hakka sahip değildir.
Toplumda insanların yetenekleri, ilmi ve akli yönlerden farklıdır. Bazılarının üstün yeteneklere sahip olması, ilminin çok olması, güç sahibi olması, zengin ve servet sahibi olması onlara diğerlerine hakim olma hakkını vermez.
Hz. Ali (a.s.) oğlu İmam Hasan’a (a.s.) yazmış olduğu mektupta şöyle buyuruyor: “Oğlum, başkasının kulu olma, Allah seni hür yarattı.”[1]
Diğer bir rivayette şöyle buyuruyor: “Hz. Adem, dünyaya köle ve cariye doğurtmamıştır. Bütün insanlar özgür yaratılmıştır.”[2]
Allah´ın Varlık Aleminde Mutlak Hakimiyeti
Şüphesiz bütün varlıkları ve insanları yaratan Allah’u Teala, onların ilerlemesi, hidayeti, terbiyesi için de bir eğitim ve öğretim programı öngörmüştür. Yaratmış olduğu bütün varlıklar üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahib olan Yaradan, insanların geçmişini, geleceğini, yaşantısının her alanını en iyi bilir, onun zarar ve faydasına olan şeylerden haberdardır. İnsanlar bilim ve teknoloji alanında ne kadar ilerlerse ilerlesinler varlık aleminin yaratılış hikmetini, dış dünyasının hakikatini, dünya ve ahiret maslahatını idrak etmekten acizdir.
İnsan, yaradanın karşısında boyun eğmeli ve kendisi için öngördüğü hüküm ve kanunlara uymalıdır. Kur’an- ı Kerim, Allah’ın mutlak hakimiyetini ve tek velayet sahibi olduğunu şöyle beyan ediyor:
“Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah´ındır, onların (insanların) velayet sahibi hakk olarak onundur.”[3]
“(Müşrikler) Allah´tan başkasını mı kendilerine veli seçtiler, velayet sahibi yalnız Allah´tır.....”[4]
“.... Ondan (Allahtan) başka onlar için bir veli yoktur ve hükmüne hiçkimseyi ortak etmez.”[5]
“İşte bu makamda velayet hakk olan Allah’dır....”[6]
“... artık hüküm sahibi yüce ve büyük Allah’ındır.”[7]
Yukarıda zikr ettiğimiz ayeti celileler hem tekvin makamında, hem de teşrii makamında Allah´ın şerikinin olmadığını, hiç bir kulun diğerine asalaten hüküm sürme, yasa koyma, canında, malında tasarruf hakkı olmadığını belirtiyor. Hatta Peygamberler ve onların varisleri de bu hükümden mustesna değillerdir. Hem velayetin, hem de hakimiyetin yalnız Allah´a ait olduğu anlaşılmaktadır.
Peygamberlerin Velayet ve Hakimiyeti
Peygamberler, insanları hidayete ulaştırmak, kula kul olmaktan çıkarıp Hakka kul olmaya davet etmek, zulmetlerden nura çıkarmak, toplumda adaleti hakim kılmak için Allah tarafından ilim ve mucize silahlarıyla donatılarak insanlar arasından seçtiği kullardır.
Peygamberler ilahi mesajı insanlara ulaştırmak için görevlendirilmiş elçilerdir.
İlahi hükümler yalnız ibadi ve bireysel vazifeler değil, insan yaşantısının her alanını kapsayan, dünyevi ve uhrevi hayatında insanı saadete ulaşmada ihtiyaç olduğu her konuyu içerir.
Peygamberler de diğer insanlar gibi yalnız Allah’ın velayet ve hakimiyeti altında olmaları gerektiği için asaleten (hükm-ü evveli) diğer insanlara velayet ve hakim olma hakları yoktur. Ama insanların peygamberlere itaati ve onların velayetlerini kabullenmelerinin gerekliliği kendileri istediği için değil, Allah’ın emri olduğu içindir.
a)- Peygambere mutlak olarak itaat edilmesi gerektiğini belirten ayetleR
“ Biz, her peygamberi ancak Allahın izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik.”[8]
Ayette Peygamberlere itaat etmenin Allah’ın emriyle olduğu açıkca beyan ediliyor. Hem peygamberlere hatırlatıyor ki, kullarımın size itaati yalnızca benim emrimledir ve insanlara da bildiriyor ki, peygamberlerime itaat etmenizi ben emr ediyorum.
“ Sizin veliniz ancak Allah’dır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rüku halindeyken zekat verenlerdir.”[9]
“ Ey inananlar, Allaha itaat edin, Peygambere ve içinizden emir sahiplerine itaat edin.”[10]
“ Peygamber, insanlar üzerinde, kendilerinden ziyade tasarruf ve velayet sahibidir.”[11]
“...kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse onu kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar.”[12]
“Ve kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse onlar Allah’ın nimetleriyle nimetlendirdiği peygamberlerle, şehidlerle ve salih kullarla beraber olurlar, onlara katılırlar ve onlarla ne de güzel arkadaştır.”[13]
b)- Peygambere itaat etmeyenleri kınayan ve azapla korkutan ayetler
“ De ki ; Allah’a ve Resulüne itaat edin. Fakat yüz çevirirlerse Allah kafirleri sevmez..”[14]
“ Ve kim Allah’a ve Resulüne isyan eder ve sınırlarını aşarsa onu daimi kalmak üzere ateşe atar ve onadır horlayıcı, aşağılık bir hale getirici azap.”[15]
“ O gün, bir gündür ki kafirlerle peygambere isyan edenler yerle yeksan olmalarını ve Allah’tan hiçbir sözü gizlememiş bulunmalarını dileyecekler.”[16]
“.... ve kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki Allah’ın cezası şüphe yok ki pek çetindir.”[17]
“ Bilmezler mi ki şüphesiz Allah’tan ve Resulünden kaçıp onlara yanaşmayanındır cehennem ateşi ve o, cehennemde ebedi kalır. Buysa pek büyük bir aşağılanmadır.”[18]
“ Allah’ın ve Resulünün emrine aykırı hareket edenler aşağılık bir hale gelir, rusvay olurlar. Nitekim onlardan öncekiler de aşağılık bir hale geldiler ve rusvay oldular, halbuki gerçekten de apaçık deliller indirmiştik ve kafirlere aşağılatıcı bir azap var.”[19]
c)- Peygambere bir önder ve hükümet başkanı olarak itaat edilmesini beyan eden ayetler
“Fakat öyle değil; and olsun rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul etmedikçe ve tamamiyle sana teslim olmadıkça.”[20]
Ayet, müminlerin bireysel ve toplumsal yaşantılarında ihtilafa düştükleri anda Resulullah’a (s.a.a) gitmelerini, bunun onların imanlarının özünü oluşturduğunu belirtip Peygamberin ihtilafları yok edip toplumda huzuru sağlama ve idare etme makamında olduğunu beyan ediyor.
“ Biz sana Kitabı, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bir gerçek olarak indirdik.”[21]
“Peygamber, inananlar üzerinde kendilerinden ziyade tasarruf ve vilayet sahibidir.”[22]
“ Allah ve Resulü bir işe hükmetti mi erkek olsun kadın olsun hiçbir inananın o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim, Allah’a ve Resulüne isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir.”[23]
“ Onlar aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağırıldıkları zaman içlerinden bir kısmı derhal yüz döndürürler.”[24]
Ayetlerde geçen “Hükm” kelimesi toplumsal bir göreve işarettir. Toplumun işlerinde ihtilaf ve kargaşanın yok olması ve adalet ve huzurun hakim olması için Resulullah’ın (s.a.a) görevlendirildiği beyan ediliyor.
Kur’an, toplumu idare edip insanların işlerini yoluna koyacak, ihtilafın yok olmasını sağlayacak, toplumda adaleti sağlayacak sistemin Risalet olduğunu açıklıyor. Yani dinin kamusal alanda talebinin varlığı ve öngördüğü devlet sistemi “Nübuvvet ve Risalettir”.
Kur’an, bunu “Velayet” kavramıyla beyan ediyor. Nübuvvet ve Risalet kelimelerinin içerdiği manalara bakıldığında Risaletin, peygamberin kamusal alandaki görevlerine yönelik olduğu görülecektir. Yani devlet ve hükumet sistemine işaret etmektedir. Allah’ın velayeti, tekvin ve teşrii makamında olduğundan Resulullah’ın (s.a.a) velayeti, teşrii ve icra makamı olacaktır. İşte bu icra makamı devlet ve hükumettir. Dinin ilk devlet modeli “Risalettir” veya “Velayet-i Resul’dür”. Dinin siyasetten ayrı olduğunu savunanlar, Kur’an ve İslam’ın bir devlet modeli ortaya koyamadığını iddia edenler, Kur’an’ın bu alandaki ayetlerini reddettikleri gibi Resulullah’ın (s.a.a) ve diğer peygamberlerin de rehberiyetini ve siyasi önderliğini inkar etmek zorunda kalacaklardır. Halbuki insanoğlu var olduğu günden beri Peygamberlerin siyasi önderlikleri hep sözkonusu olmuş ve toplumları idare etmişlerdir.
İnsan toplumunun temel ihtiyaçlarından biri, toplumu idare edecek, toplumun işlerini düzene koyacak, birey ve toplumun menfaatlerini koruyacak devlet ve hükumettir. Toplumun ve fertlerin çıkarlarını korumak, bireylerin karşılıklı vazifelerini belirlemek, toplum - birey ilişkisi, karşılıklı sorumlulukları beyan eden sistem tarih boyunca aralıksız gündemde kalmış, bunun için teori ve tezler ortaya koyulmuştur.
Her toplumda bazen bireylerin menfaatleri birbiriyle çelişmekte, bazen birey ve toplumun menfaatleri birbiriyle karşı karşıya gelmektedir, bazen ise bireylerin üstesinden gelemediği toplumsal sorunlar ortaya çıkmaktadır.
İnsanın yaratılış ve doğası gereği istek ve arzuları değişik ve çesitli olduğundan birbiriyle çelişki oluşturur. Mal tutkusu, makam sevgisi, kendisini üstün görme duygusu, sınırsız özgürlük arzusu v.s. devamlı insanlar arasında ihtilaf çıkmasına sebep olmuştur. İşte bu ihtilaf ve problemleri çözmek, bu istek ve arzuları dengeleyerek bireylerin huzurlu bir yaşam sürdürmesini sağlamak ve toplumun varlığını devam ettirecek düzenli ve kavgasız bir hayata sahip olmak için bireylerin gücünden daha güçlü bir hukuk ve kanun düzenine ihtiyaç olduğu inkar edilemez. Aksi takdirde toplumda çıkacak kargaşa, savaş, zulüm engellenemez.
Haricilerin toplumda bir hükümetin, bir halifenin gerekliliğini inkar için slogan olarak kullandıkları “Hakimiyet kayıtsız-şartsız Allah’ındır” ayetine, Hz. Ali (a.s.) şöyle cevap veriyor:”Söz doğrudur ama onların maksatları batıldır .” Hakimiyet asaleten Allah’ındır bunda şüphe yok, ama toplumda bir lidere ihtiyaç olmadığına dair maksatları batıldır. “Toplumun bir İmama ihtiyacı kaçınılmazdır, ister o İmam adil olsun, ister fasık olsun.”
Hz. Ali (a.s.), bu sözünde üç noktayı net bir şekilde beyan ediyor:
a) Toplumun bir hükumete, bir devlete ihtiyacı vardır.
b) Toplumun lideri adil olmalıdır.
c) Fasık bir liderin ve hükumetin olması, hükumetsiz ve lidersizliğe tercih edilir.
İslami Devlet Sİstem
Allahu Teala bütün insanları hür yaratmış, hiç bir kulun diğerine hakimiyetini caiz görmemiştir. İnsan, fıtrat ve doğası gereği özgür ve bağımsız olduğundan canı ve malı üzerinde hakimiyet ve tasarruf hakkı vardır. Toplumda hiç kimse başkasına bir şeyi dayatamaz, kimsenin malı ve canı üzerinde de hiçbir hakka sahip değildir.
Toplumda insanların yetenekleri, ilmi ve akli yönlerden farklıdır. Bazılarının üstün yeteneklere sahip olması, ilminin çok olması, güç sahibi olması, zengin ve servet sahibi olması onlara diğerlerine hakim olma hakkını vermez.
Hz. Ali (a.s.) oğlu İmam Hasan’a (a.s.) yazmış olduğu mektupta şöyle buyuruyor: “Oğlum, başkasının kulu olma, Allah seni hür yarattı.”[1]
Diğer bir rivayette şöyle buyuruyor: “Hz. Adem, dünyaya köle ve cariye doğurtmamıştır. Bütün insanlar özgür yaratılmıştır.”[2]
Allah´ın Varlık Aleminde Mutlak Hakimiyeti
Şüphesiz bütün varlıkları ve insanları yaratan Allah’u Teala, onların ilerlemesi, hidayeti, terbiyesi için de bir eğitim ve öğretim programı öngörmüştür. Yaratmış olduğu bütün varlıklar üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahib olan Yaradan, insanların geçmişini, geleceğini, yaşantısının her alanını en iyi bilir, onun zarar ve faydasına olan şeylerden haberdardır. İnsanlar bilim ve teknoloji alanında ne kadar ilerlerse ilerlesinler varlık aleminin yaratılış hikmetini, dış dünyasının hakikatini, dünya ve ahiret maslahatını idrak etmekten acizdir.
İnsan, yaradanın karşısında boyun eğmeli ve kendisi için öngördüğü hüküm ve kanunlara uymalıdır. Kur’an- ı Kerim, Allah’ın mutlak hakimiyetini ve tek velayet sahibi olduğunu şöyle beyan ediyor:
“Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah´ındır, onların (insanların) velayet sahibi hakk olarak onundur.”[3]
“(Müşrikler) Allah´tan başkasını mı kendilerine veli seçtiler, velayet sahibi yalnız Allah´tır.....”[4]
“.... Ondan (Allahtan) başka onlar için bir veli yoktur ve hükmüne hiçkimseyi ortak etmez.”[5]
“İşte bu makamda velayet hakk olan Allah’dır....”[6]
“... artık hüküm sahibi yüce ve büyük Allah’ındır.”[7]
Yukarıda zikr ettiğimiz ayeti celileler hem tekvin makamında, hem de teşrii makamında Allah´ın şerikinin olmadığını, hiç bir kulun diğerine asalaten hüküm sürme, yasa koyma, canında, malında tasarruf hakkı olmadığını belirtiyor. Hatta Peygamberler ve onların varisleri de bu hükümden mustesna değillerdir. Hem velayetin, hem de hakimiyetin yalnız Allah´a ait olduğu anlaşılmaktadır.
Peygamberlerin Velayet ve Hakimiyeti
Peygamberler, insanları hidayete ulaştırmak, kula kul olmaktan çıkarıp Hakka kul olmaya davet etmek, zulmetlerden nura çıkarmak, toplumda adaleti hakim kılmak için Allah tarafından ilim ve mucize silahlarıyla donatılarak insanlar arasından seçtiği kullardır.
Peygamberler ilahi mesajı insanlara ulaştırmak için görevlendirilmiş elçilerdir.
İlahi hükümler yalnız ibadi ve bireysel vazifeler değil, insan yaşantısının her alanını kapsayan, dünyevi ve uhrevi hayatında insanı saadete ulaşmada ihtiyaç olduğu her konuyu içerir.
Peygamberler de diğer insanlar gibi yalnız Allah’ın velayet ve hakimiyeti altında olmaları gerektiği için asaleten (hükm-ü evveli) diğer insanlara velayet ve hakim olma hakları yoktur. Ama insanların peygamberlere itaati ve onların velayetlerini kabullenmelerinin gerekliliği kendileri istediği için değil, Allah’ın emri olduğu içindir.
a)- Peygambere mutlak olarak itaat edilmesi gerektiğini belirten ayetleR
“ Biz, her peygamberi ancak Allahın izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik.”[8]
Ayette Peygamberlere itaat etmenin Allah’ın emriyle olduğu açıkca beyan ediliyor. Hem peygamberlere hatırlatıyor ki, kullarımın size itaati yalnızca benim emrimledir ve insanlara da bildiriyor ki, peygamberlerime itaat etmenizi ben emr ediyorum.
“ Sizin veliniz ancak Allah’dır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rüku halindeyken zekat verenlerdir.”[9]
“ Ey inananlar, Allaha itaat edin, Peygambere ve içinizden emir sahiplerine itaat edin.”[10]
“ Peygamber, insanlar üzerinde, kendilerinden ziyade tasarruf ve velayet sahibidir.”[11]
“...kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse onu kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar.”[12]
“Ve kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse onlar Allah’ın nimetleriyle nimetlendirdiği peygamberlerle, şehidlerle ve salih kullarla beraber olurlar, onlara katılırlar ve onlarla ne de güzel arkadaştır.”[13]
b)- Peygambere itaat etmeyenleri kınayan ve azapla korkutan ayetler
“ De ki ; Allah’a ve Resulüne itaat edin. Fakat yüz çevirirlerse Allah kafirleri sevmez..”[14]
“ Ve kim Allah’a ve Resulüne isyan eder ve sınırlarını aşarsa onu daimi kalmak üzere ateşe atar ve onadır horlayıcı, aşağılık bir hale getirici azap.”[15]
“ O gün, bir gündür ki kafirlerle peygambere isyan edenler yerle yeksan olmalarını ve Allah’tan hiçbir sözü gizlememiş bulunmalarını dileyecekler.”[16]
“.... ve kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki Allah’ın cezası şüphe yok ki pek çetindir.”[17]
“ Bilmezler mi ki şüphesiz Allah’tan ve Resulünden kaçıp onlara yanaşmayanındır cehennem ateşi ve o, cehennemde ebedi kalır. Buysa pek büyük bir aşağılanmadır.”[18]
“ Allah’ın ve Resulünün emrine aykırı hareket edenler aşağılık bir hale gelir, rusvay olurlar. Nitekim onlardan öncekiler de aşağılık bir hale geldiler ve rusvay oldular, halbuki gerçekten de apaçık deliller indirmiştik ve kafirlere aşağılatıcı bir azap var.”[19]
c)- Peygambere bir önder ve hükümet başkanı olarak itaat edilmesini beyan eden ayetler
“Fakat öyle değil; and olsun rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul etmedikçe ve tamamiyle sana teslim olmadıkça.”[20]
Ayet, müminlerin bireysel ve toplumsal yaşantılarında ihtilafa düştükleri anda Resulullah’a (s.a.a) gitmelerini, bunun onların imanlarının özünü oluşturduğunu belirtip Peygamberin ihtilafları yok edip toplumda huzuru sağlama ve idare etme makamında olduğunu beyan ediyor.
“ Biz sana Kitabı, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bir gerçek olarak indirdik.”[21]
“Peygamber, inananlar üzerinde kendilerinden ziyade tasarruf ve vilayet sahibidir.”[22]
“ Allah ve Resulü bir işe hükmetti mi erkek olsun kadın olsun hiçbir inananın o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim, Allah’a ve Resulüne isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir.”[23]
“ Onlar aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağırıldıkları zaman içlerinden bir kısmı derhal yüz döndürürler.”[24]
Ayetlerde geçen “Hükm” kelimesi toplumsal bir göreve işarettir. Toplumun işlerinde ihtilaf ve kargaşanın yok olması ve adalet ve huzurun hakim olması için Resulullah’ın (s.a.a) görevlendirildiği beyan ediliyor.
Kur’an, toplumu idare edip insanların işlerini yoluna koyacak, ihtilafın yok olmasını sağlayacak, toplumda adaleti sağlayacak sistemin Risalet olduğunu açıklıyor. Yani dinin kamusal alanda talebinin varlığı ve öngördüğü devlet sistemi “Nübuvvet ve Risalettir”.
Kur’an, bunu “Velayet” kavramıyla beyan ediyor. Nübuvvet ve Risalet kelimelerinin içerdiği manalara bakıldığında Risaletin, peygamberin kamusal alandaki görevlerine yönelik olduğu görülecektir. Yani devlet ve hükumet sistemine işaret etmektedir. Allah’ın velayeti, tekvin ve teşrii makamında olduğundan Resulullah’ın (s.a.a) velayeti, teşrii ve icra makamı olacaktır. İşte bu icra makamı devlet ve hükumettir. Dinin ilk devlet modeli “Risalettir” veya “Velayet-i Resul’dür”. Dinin siyasetten ayrı olduğunu savunanlar, Kur’an ve İslam’ın bir devlet modeli ortaya koyamadığını iddia edenler, Kur’an’ın bu alandaki ayetlerini reddettikleri gibi Resulullah’ın (s.a.a) ve diğer peygamberlerin de rehberiyetini ve siyasi önderliğini inkar etmek zorunda kalacaklardır. Halbuki insanoğlu var olduğu günden beri Peygamberlerin siyasi önderlikleri hep sözkonusu olmuş ve toplumları idare etmişlerdir.