Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

BARDAĞA DOLU TARAFINDAN BAKMAK

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    BARDAĞA DOLU TARAFINDAN BAKMAK

    Mehdi AKSU - 28/12/2010 - 12:49

    “İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: Allah bizim emrimizi (yolumuzu) ihya edenlere rahmet etsin. Sizin yolunuz nasıl ihya olunur diye sorulduğunda, şöyle buyurdular: Bizim ilimlerimizi öğrenip insanlara öğretenler yolumuzu ihya etmiş olurlar.”

    Aziz canlar! 2010 Aşurasını geride bıraktık. Allah’a hamdu senalar olsun ki, bu yıl da geçmiş yıllara nazaran dünyanın her tarafında özelliklede ülkemizde Aşura yas merasimleri Hüseyni mektebe yakışır bir tarzda yapıldı. Bundan 10-15 yıl öncesine kadar Aşura yas merasimleri denince, karalara bürünerek matem yapma konuşulunca akla sadece Azeri Caferiler, Kars ve Iğdır gelirdi. Ama bugün gelinen noktaya baktığımızda Azeri Caferilerin dışında Ehlibeyt mektebi ve öğretilerini benimseyen kardeşlerimiz tarafından da bu yas ve matemler yapılmaktadır. Bu yıl hatırladığım kadarıyla Iğdır, Kars, Tuzluca, Aralık,(tüm köyler ve camiler) Urfa, Adıyaman, Hatay, Adana, Turgutlu, İzmir, Çorum, Ankara, Kırıkkkale, Malatya, Bursa, Kocaeli, Erzincan, İstanbul ve tüm Ehlibeyt müesseseleri ve daha birçok yerde, Almanya’da Nurnberg’te ve Avrupa’nın bazı şehirlerinde Aşura yas matemleri yapılmıştır. Bu yapılanların yanı sıra Aşura ve Kerbela geçen yıllara nazaran artık medyada geniş yer bulmuş ve bazı üniversitelerde konu hakkında programlar yapılmıştır. Gelinen bu nokta mektebine, inancına ve ideal değerlerine samimi olan her insanı sevindirmelidir. Aşura’nın bu şekilde her geçen gün ülkemizde yayılması ve yankılanmasında bilinçli, şuurlu Ehlibeyt dostlarının ve özellikle de bu mektebin yetiştirdiği değerli alimlerin katkılarını görmezden gelmek nankörlük olur. Türkiye’nin her tarafında yapılan Aşura yas merasimlerine bardağın dolu tarafından bakmak gerekir diye düşünüyorum. Zira yapılan herhangi bir şeye bardağın boş tarafından bakmak maharet değildir. Ehlibeyt imamlarının öğretileri de bunu öngörmektedir. Ehlibeyt mektebine mensup olan her insanın bal arısı konumunda olması gerekir. Zira bal arısı bataklık, mikrop peşinde olmaz çiçek arar durur ve bulduğu zamanda ona gider. Ama bardağa boş tarafından bakanlar yani bal arısı konumunda olmayan veya olamayanlar bataklık ve mikrop peşinde olurlar. Bataklık ve mikrop peşinde nelerin olduğu da her kes tarafından bilinmektedir.

    Dünyada ve ülkemizde yapılan Aşura yas merasimlerinin en az katılımı olanından en fazla katılımı olanına kadar, Allah hepsini kabul buyursun. Kim bu mektep için her nerede hizmet ediyorsa Allah yar ve yardımcısı olsun. Ülkemizde yapılan Aşuralar içerisinde en kalabalık ve görkemli olan Aşura, Caferilik İnancını Tanıtma Araştırma ve Eğitim Derneği tarafından İstanbul Halkalı’da düzenlenen Aşura merasimiydi. Zira hem katılım açısından, hem içerik açısından ve hem de basının teveccühü açısından diğer Aşuralara nazaran daha da kapsamlıydı. O gün o alana birçok siyasetçinin, akademisyenin, ilim ve bilim adamlarının, sivil toplum örgütlerinin Aşura yas merasimine katılmaları ister istemez medya kuruluşlarını da o alana kilitlemektedir. Yıllar önce Aşura programını bir alt yazı ile duyurmak istenirken bazı medya organları konuya şüphe ile yaklaşıyor ve diğer bazı medya kuruluşları da sadece bir alt yazı için ağır meblağlar talep ediyorlardı. Ancak bu gün gelinen noktaya baktığımızda yurdun dört bir yanında yapılan Aşura yas merasimleri karşılıksız olarak medyada geniş bir şekilde yerini bulmuştur. Aziz kardeşlerim gelinen bu noktada emeklerinden, hizmetlerinden ötürü aliminden avamına tüm hizmet sahiplerine şükranlarımızı sunmamız gerekir. Elbette yanlış anlaşılmasın ülkemizde bulunan bütün Ehlibeyt dostları Muharrem ayında, Aşura gününde birçok etkinlikler ve mektebe hizmetler sunmaktadırlar. Ancak günümüzde bu hizmetler içerisinde en fazla dikkat çeken, medya gücünü kullanarak Hüseyni mesajın ülkemizde daha fazla yaygınlaşmasına ve duyulmasına sebep olan başta Halkalı Zeynebiye’de yapılan Aşura yas merasimidir. Bu dalda ve uğurda kim nerede ne yapıyorsa bardağa dolu tarafından bakmak gerekir. Zira şunu unutmamak gerekir ki her insan bardağa dolu tarafından bakamaz. Mektep ehli olan bilinçli, şuurlu ve ihlaslı insanlar yapılan etkinliklere bardağın dolu tarafından bakarlar. Ama küçük hesaplar peşinde olanlar bardağa daima boş tarafından bakarlar. Teşbihte tartışma olmaz… Hazırlanan ve üzerinde üç-beş çeşit yemek olan bir sofrayı düşününüz. O sofraya davet olunan misafirlerden bir tanesi yapılan yemeklerden bir tanesini beğenmeyebilir. O bir yemeği beğenmeyen insanın, bir yemeği beğenmediği için hazırlanan o sofra için çekilen zahmetlerin tamamını hiçe sayması insanlık ve iman ile bağdaşmaz. Evet sofra ve yemekler çok güzel olmuş ancak benim bu yemekler içerisinde beğenmediğim bir yemek var düşüncesini mahremane bir şekilde sofrayı hazırlayana söylemesi daha yapıcı olur, aksine davetliler içerisinde ve ağyarı sevindirecek tarzda yaygara koparması o kişinin fasıklık ve fitneciliğinin kanıtı olacaktır.

    Kerbela’nın şahidi Hz. İmam Zeynel Abidin (a.s) şöyle buyuruyorlar; Mahluka teşekkür etmeyen Halıka (yaratana) şükretmiş sayılmaz. Bu ülkü gereğince Kim Ehlibeyt adına samimice, ihlas ile hizmet ediyorsa bizlere düşen onlara hayır dua etmektir. Şunu unutmamak gerekir ki, yerinde oturup hiçbir şey yapmayan insan hata yapmaz (elbette böyle birinin en büyük hatası hiçbir şey yapmamasıdır.) Dolayısıyla böyle biri genelde eleştirilmez. Ancak hizmetler yapan bir insanın ve toplumun hata yapmaları mümkündür. Yapılan hizmet içerisinde yüzde doksan güzellik varsa ve yüzde on (bana veya sana göre, yapana göre değil) hata varsa ve bu yüzde on hata da mektebin kırmızı çizgilerini ihlal etmiyorsa, öncelikle yapılan hizmete ve hizmet sahiplerine teşekkür etmemiz ve sonrasında bize göre hata gördüğümüz konuları ve eleştirilerimizi mahremane bir şekilde dostça hizmet sahiplerine söylememiz gerekir. Ama bu gerçeği böyle değil de, kulüp ve takım tutar gibi, alim ve cemaat tutar anlayışı içinde olarak yaparsak, eleştirilerimizi gazetelere, internet haber sitelerine taşırız. Buralara taşıdıktan sonra da konu ve kişi hakkında genelde isimleri belli olmayan lehte ve aleyhte söylemler okuruz. Bu tutum bu mektebin ahlak değerleri ile asla bağdaşmamaktadır. İnsan takım tutar gibi bu mektebin alimlerinin, cemaatlerinin birini şartsız kabul ederse lehte ve aleyhte bu yazışmalar son bulmayacaktır. Bizler Ehlibeyt mensupları olarak kişilerin adamı değil de hakkın adamı olmamız gerekir. Zira hak sevmediğin birisi tarafından yapılsa da, söylense de hak olmaktan çıkmaz ve batıl ve yanlış da sevdiğin birisi tarafından söylenip, yapılsa da batıl ve yanlış olmaktan çıkmaz. Gözlerinde kalın gözlükler olan bazıları sevmedikleri veya kabul etmedikleri birisi tarafından ne kadar güzel hizmetler yapılırsa yapılsın bunları görmezler. Ancak şartlandıkları ve sevdikleri insanların otuz kırk kişi ile yaptıkları bir etkinliği haftalarca methiyelerle konuşup, yazıp dururlar ve sevdiklerinin, şartlandıklarının hataları olsa da, bunu dile bile getirmezler. Bu tutum hakka tarafgirlik olma ilkesi değildir, bu olsa olsa takım tutma ruhudur. Bu ruhta bu mektebim kitabında yoktur.

    Alimlerin, aydınların, avamın yaptıkları hizmetleri onların gayretleri, ferasetleri, ahiret yatırımları inancı gerçekleştirir. Yapılan hizmetleri unvanlar yapmaz unvanların sahipleri yapar. Sizler Aşura’da elli-altmış kişinin bir araya toplanmasının alt yapısını oluşturamayan bir alime istediğiniz kadar rehber-lider-server, ağa…söyleyin, o kişi yapabildiğinin fazlasını yapamayacaktır. Sizler 200-300 bin kişilik oluşumların alt yapısını hazırlayanlara, bir saatte beş-on bin kişiyi bir yerlere toplama imkanına, basiretine sahip olanlara nöker-hizmetkar söyleseniz ve hatta hiç bile deseniz bu imkanları oluşturan insanlar bu imkanlarını kaybetmeyecekler ve birileri yapılanları hiçe saydı diye hizmetlerinden geri kalmayacaktırlar. Bir alimi seversin veya sevmezsin, kabul edersin veya etmezsin ancak mektep adına yapılan bunca hizmetler, tarafgirlik ruhu ile yok sayılmamalı ve onca hizmet karalanmamalıdır.

    Caferi-Şia mektebi bir tarikatlar, hizipler mektebi değildir. Günümüz dünyasında aynı mezhepten olan toplumların içerisinde tarikat olgularına baktığımızda, aynı mezhebin mensubu olan tarikatlar ve mensupları bir diğerini kabul etmez ve bir diğerinin yaptıklarına uygulamalarına hak gözü ile bakmazlar. Tarikatlar da genelde hakim olan durum şudur: Benim tarikatım yapmışsa doğruyu hakkı yapmıştır, benim şeyhim söylemişse doğruyu hakkı söylemiştir. Ne yazık ki ülkemizde Caferi-Şialar son yıllarda bu noktalara çekilmek istenmektedir. Bunu ise farkında olmadan bazı alimler ve mektep mensupları yapmaktadırlar. Özellikle bu mektebin yetiştirdiği alimler bu konuda feraset ve basiretlerini ortaya koyarak bu konuda etraflarındaki cemaatlerine ve özellikle de gençlere doğru cihetlenmeği ve olması gerekenleri anlatmalı, birlik ve beraberliğin bozulmasının sakıncalarını anlatmalıdırlar. Aksi taktirde maazallah beş- on yıl sonra Türkiye Caferilerinin içine de tarikat ruhu hakim olabilir. Tarikat ruhunun mektep mensuplarının bir bölümüne hakim olmasının en büyük vebali de bu minvalde çanak tutan alimlere, aydınlara, akademisyenlere ve bu zihniyete sahip olanlara yazılır.

    Bir iş yapılıyorsa, o işte yanlış ve hatalar olabilir. Yanlış ve hataların konuşulması da insanı ve yapılanı kemale götürür. Bu bakımdan yanlış ve hataların konuşulması ve eleştirilmesi gerekir elbet. Eleştiri yapıcı olarak yapılırsa eleştirisi yapılan insan bunu elbette ki değerlendirmeye alır. Ancak eleştiri yaparken insafı, imanı elden bırakmamak gerekir. Takım tutma ruhu ile yıkıcı olarak eleştiri yapılırsa sevdiğinin dikenini gül, sevmediğinin gülünü ise diken görürsün. Bu ahlak kavramı ve inanç değerleri ile bağdaşmaz. Eleştiri yaparken çirkin kelimeler kullanarak; örneğin yağcılık yapanlar, satılıklar,saray mollaları, dilenciler tarzındaki söylemler eleştiri olmayacağı gibi, hakaretin özü olacaktır. İnsan birisini sevmeye bilir veya yapılan bir işi onaylamayabilir ancak sevmediği ve onaylamadığı içinde hakaret hakkını ona hiçbir ilke ve hiçbir inanç sistemi vermez.

    Aşura değerlendirmeleri hakkında, ülkemizde yapılan Aşura yas merasimlerine dair basında ve internet sitelerinde bir takım yorumlar, görüşler okuduk. Bu yorum ve görüşler içerisinde bu mektebin mensubu olmayanların lehte veya aleyhte yazdıkları pek o kadar da önemli değildir. Ama kendini Caferi-Şia mektebinin bir neferi olarak görenlerin bazılarının kaleme aldıkları bazı köşe yazıları ve yorumlar, eleştiri ruhundan çok hakaret ruhunu içermektedir. Bu yazılardan bazıları şuurlu Ehlibeyt gençleri tarafından, bazıları değerli aydın gazetecilerimiz ve bazıları da siyasetçilerimiz tarafından kaleme alınmışlardır. Mezkur yazıların bazılarında birlik, samimiyet ve samimi ve yapıcı eleştirinin dışında her şey var. Her insanın ilkeleri vardır. Bu mektebin yetiştirdiği alimlerin kahır çoğunluğunun ilkeleri Ehlibeyt mektebinin alternatifsiz olan değerleri ve öğretileridir. Ahiretin hesabını yapan her insan gibi bu mektebin yetiştirdiği güzide alimleri Ehlibeytin ideal değerlerine, öğretilerine ve ilkelerine göre hareket etme çabası içerisindedirler. İnanç ve ahiret derdi olanların bu çaba içerisinde olan herkese destek ve yardımcı olması gerekir. Yapılanlarda bize göre bir hata olmuş olsa da bardağa dolu tarafından bakıp, bardağın boş tarafını mahrem bir şekilde, gazetelere taşımadan, ağyarı sevindirecek şekilde manşetlere taşımamak gerekir.

    Bazılarının kaleme aldığı yazılar Ehlibeyt öğretilerinin ve ahlak kavramlarının ruhuna ters düşmektedir. Ehlibeyt mektebinde AHLAK-İLİMCİLİK-GELİŞMECİLİK-İHLAS-TAKVA…değerleri en fazla önem arz eden değerlerdir.

    Bazı kalemlerin eleştiri dışında hakarete varan sözlerin muhatabı olan alimlerin kahır çoğunluğu Ahlakçılık, İlimcilik, Gelişmecilik, ihlas, takva ve Ehlibeyt imamlarının değerlerini ve öğretilerini kendine ilke edinmişlerdir. Bu ilkeleri ilke edinenleri, ilkeciliğe ve ideal değerlere ters düşecek şekilde, kendilerini İslam ve Ehlibeyt havarisi görenleri söylemlerinden dolayı şuurlu insanların kanaatlerine havale ediyorum.

    Elbette bu konuda olumlu makaleler yazan, olumlu ve yapıcı eleştiriler yapan aydın gazetecilerimizi, düşünürlerimizi ve eli kalem tutanlarımızı da çok iyi okumamız ve onları anlamaya gayret göstermemiz gerekir. Olumlu ve yapıcı eleştirilerinden dolayı, onlara da çirkin yakıştırmalar yapmamak ve mektep içerisinde bu tür şuurlu, aydın insanların varlığından dolayı hoşnut olmak gerekir. Zira yapıcı eleştiri yapanın, nasihat edenin illa da ilmi açıdan üst konumda olma şartı yoktur. Zira nasihat insan ruhunun en önemli vitaminlerinden bir tanesidir. Maddi ve bedensel gıdada âlim, cahil, erkek, kadın, yaşlı, genç, hasta, sağlıklı, zengin, fakir arasında bir fark olmadığı ve bunların tamamının gıdaya ihtiyacı olduğu gibi, ruhun gıdasında da insan tabakalarının tümünün gıdaya ihtiyacı vardır. Yani hem maddi gıda olsun ve hem de manevi gıda olsun, âlim, cahil, erkek, kadın, yaşlı genç müşterektirler.

    Bazen nasihat edenin makamı nasihat olunandan aşağı olmuş olabilir. Peygamber (s.a.a) ruhun gıdası olan nasihatin kimden gelirse gelsin kabul edilmesi için bazen kendisinden makam olarak aşağıda olandan nasihat istemiş ve dinlemiştir. Bazı rivayette Resul-ü Ekrem (s.a.a) in Cebrail’e “bana nasihat et” dediği nakledilmiştir. Elbette bu, Resul-ü Ekrem (s.a.a) in makamının Cebrail’den aşağı olduğunu göstermez. Aksine Resul-ü Ekrem (s.a.a) bu davranışıyla ümmetine ders vermek ve konum olarak kendinizden aşağıda olan birisi size nasihat ettiğinde onu kabullenmeniz gerekir manasında bu şekilde davranmıştır. Bunun için âlim olmayan bir insan âlim olan birisine ihlâs ve samimiyet ile nasihat ettiğinde, âlim kibirlenerek, ben âlimim o ise sadece bir cahil veya avamdır diyerek o nasihati reddetmemelidir.

    Şeyh Abbas Kummi’nin oğlu Şeyh Mirza Ali’ye, babasının o yüce makamlara ulaşmasında ve seksen dört kitap yazmasındaki başarı sırrının ne olduğunu sorduklarında, o şöyle dedi. Bana sorduğunuz soruyu bir gün ben de babama sordum, babam şöyle cevap verdi; Necef’te İngilizlerin kol gezdiği dönemlerde Müslümanlar arasında siyasi ihtilaflar baş göstermişti. O yıllarda bende Necef havzasında talebe idim. İster istemez ben de birçokları gibi bu siyasi ihtilafa bulaşmıştım. Bir gün yıkanmak için hamama gittim ve hamamda yaşlı bir keseci vardı. Ona hangi tarafın haklı olduğunu sorduğumda, o yaşlı adam bana şöyle dedi; Anladığım kadarıyla sen talebesin ve ders okuyorsun. Ben ise gördüğün gibi basit bir keseciyim. Ben bu siyasi ihtilaflardan anlamam. Ben sadece yaptığım bu keseleme işini çok iyi anlarım. Bana işim ile alakalı bir şey sorarsan sana cevap veririm ama anlamadığım bir şey hakkında sana cevap veremem. Sen de eğer talebe isen ve başarılı olmak istiyorsan, git derslerinle, kitaplarınla meşgul ol. Bu siyasi ihtilaflar suni ihtilaflardır ve günceldir. Bunlara yoğunlaşmak insanı hedefinden alıkoyabilir. (Elbette bu söz dini siyasetten ayrı olduğunu göstermez. Bu sözdeki maksat, insan kendi alanında yoğunlaşmalı ve onlarla meşgul olmalıdır.) Ben o günden sonra o yaşlı kesecinin nasihatini kendime prensip edindim ve böylelikle mektebe seksen dört kitap kazandırabildim. Görüldüğü gibi âlim olan Şeyh Abbas Kummi bir yaşlı kesecinin nasihatini prensip edinerek çok önemli eserlerin altına imza atmıştır. Dolayısıyla gençlerin yaşlılardan ve bazen de âlim olanların âlim olmayanlardan (özellikle bir takım kavramlarda) nasihat dinlemesi gerekir. Nasihat edenin illa da âlim olması gerekmez.

    İlkesiz insan göller ülkesinde fırtınalar estirir…

    Selam ve dua ile..


    BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X