Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

RESULULLAH VE EHLİBEYT’İ NASIL TANIMALIYIZ

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    RESULULLAH VE EHLİBEYT’İ NASIL TANIMALIYIZ

    Musa AYDIN

    Allah Resulü’nün yüce şahsiyetini tanımak ve anlamak istiyorsak, bunun için en lâyık, en yetkili merci, onun ilim ve irfanının vârisleri olan Ehlibeyti’nden başka kim olabilir ki? Yine Resulullah’ın Ehlibeyti’nin fazilet ve makamlarını bizlere Resulullah’tan daha iyi tanıtabilecek kim olabilir ki?

    Bu yüzden kendimden bir şey ilâve etmeksizin bu yazıda, önce Ehlibeyt’in dilinden Resulullah’ın yüce şahsiyetini, sonra da Resulullah’ın dilinden Ehlibeyt’i sizlere tanıtmaya çalışacağım. Kaynaklara müracaat eden herkes, her iki konuda da onlarca hadis bulunduğunu görür. Tabiî, bizim bunların hepsine bir makalede yer vermemiz mümkün olamayacağı için, bunlardan sadece bir kısmını seçerek sizlere takdim etmeğe çalışacağım.

    İki bölümde sunacağımız bu hadislerin yirmi tanesi Resulullah hakkında, yirmi tanesi de Ehlibeyt hakkında olacaktır ki, toplam kırk hadisi oluşturacaktır. Rabbim dünya ve ahirette bizi o nur kaynaklarından bir an ayırmasın. Âmin!

    A) EHLİBEYT’İN SÖZLERİNDE RESULULLAH (S.A.A)

    1) Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

    “Ey yayılacak şeyleri yayan, ey yüceltilecek şeyleri yücelten, ey gönülleri yaratılışına, istidadına göre kötü yahut iyi kabiliyette yaratan! Kulun ve resulün Muhammed’e en yüce rahmetlerinle rahmet et, en bol bereketlerinle bereketler ver. Odur, kendinden önce gelip geçen peygamberlerin sonuncusu, kapanmış şeyleri açan, hakkı hak üzere ilân edip yayan, ortaya koyan. Odur batılların coşup köpürüşlerini gideren, sapıklıkların saldırışlarını kırıp geçiren. Peygamberliği yüklenmiştir de senin emrini yerine getirmiştir; tez davranmıştır da rızan neredeyse, neye yönelikse onda acele etmiştir. İlerlemekte geri kalmamıştır; azminde gevşek davranmamıştır. Vahyine mazhar olmuş, onu bildirmiş, ahdini yerine getirmiştir; emrin ne ise o yola gitmiştir. Sonunda din ateşini yalım yalım alevlendirmiş, ana yoldan gitmeyenlere yol göstermiştir de gönüller, sınanmalara, suça batmalara uğradıktan sonra hidayete ermiştir. Apaçık bayrakları dikmiştir, apaydın hükümleri bildirmiştir.”

    “Odur emniyete eriştirilmiş, güvenliğe kavuşturulmuş eminin. Odur senin gizlenmiş, saklanmış bilginin hazinedarı. Odur herkese yaptığının karşılığı verilecek günde tanığın. Odur hak üzere gönderdiğin. Odur halka gönderdiğin resulün.”

    “Allah’ım! Manevî gölgende geniş mi geniş bir yer ver ona, ihsanından olasıya hayırlar üstüne hayırlar ihsan et ona. Allah’ım! Kurduğu yapıyı yapı yapanların yapılarından daha yücelt, derecesini katında yükselttikçe yükselt, ışığını ışıttıkça ışıt, onu elçi olarak gönderdiğinde karşılık tanıklığını kabul et, sözünü razılığınla makbul et, sözü adalete tam uygun olsun, gerçeği batıldan ayırsın, bölsün. Allah’ım! Güzel yaşayış, nimetler elde ediş yurdunda, dilenen zevklere, istenen lezzetlere nail olarak, tam inanca, yücelikler bağışlarına kavuşarak onunla bizi buluştur, bizi ona kavuştur.”1

    2) Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

    “Allah-u Tealâ, Muhammed’den (s.a.a) daha üstün ve daha hayırlı bir varlık yaratmamıştır.”2

    3) Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

    “Hiç şüphesiz, Allah-u Tealâ, Muhammed’i (Allah’ın salâtı ona ve Ehlibeyt’ine olsun), kullarını insanlara kulluk etmekten kurtarıp kendi kulluğuna, kullarının ahitlerinden çıkarıp kendi ahitlerine ve kullarının itaatinden çıkarıp kendi itaatine ve kullarının hâkimiyetinden çıkarıp kendi hâkimiyetine dâhil etmek için gönderdi.”3

    4) Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

    “Allah’ın salâtı ona ve soyuna olsun, Resulullah’a ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum henüz, o beni bağrına basardı; yatağına alırdı; vücudunu bana sürer, beni koklardı. Lokmayı çiğner, ağzıma verir, yedirirdi. Ne bir yalan söylediğimi duymuştur, ne bir kötülük ettiğimi görmüştür. O, sütten kesildiği andan itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti; o melek, gece-gündüz ona yücelikler yolunu gösterirdi; âlem ehlinin en güzel huylarını belletirdi. Ben de her an, devenin yavrusu nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim. O, her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu. Her yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi. O gün İslâm, Allah’ın salâtı ona ve soyuna olsun, Resulullah’la Hatice’den başkasının evinde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve peygamberlik nurunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım. Ona vahiy gelirken Şeytan’ın feryadını duydum da: ‘Ya Resulullah, dedim, bu feryat nedir?’ Buyurdu ki: Bu feryat eden Şeytan’dır; kendisine halkın kulluk etmesinden ümidini kesti artık. Sen benim duyduğumu duymadasın, gördüğümü görmedesin; ancak sen peygamber değilsin; fakat vezirsin ve hayır üzeresin.”

    “Kureyş’in ileri gelenleri ona geldiğinde onunla beraberdim. ‘Ya Muhammed, sen atalarından ve ailenden hiç kimsenin yapmadığı büyük bir iddiada bulunuyorsun. Biz senden nebi ve resul olduğunu bilmemizi sağlayacak bir şey göstermeni istiyoruz. Eğer yapmazsan, seni sihirbaz ve yalancı biliriz.’ dediler. Resulullah: ‘Ne istiyorsunuz?’ dedi. ‘Bizim için şu ağacı köküyle beraber söküp elinde tutmanı istiyoruz.’ dediler. O: ‘Allah şüphesiz her şeye kadirdir; eğer Allah sizin için bunu yaparsa, hakka iman ederek şahadet eder misiniz?’ dedi. ‘Evet.’ dediler. ‘İstediğinizi size göstereceğim, hayra dönmeyeceğinizi de biliyorum. İçinizde Bedir’de kuyuya atılacak, Hendek’te hiziplere ayrılacak kimseler var.’ dedi. Sonra: ‘Ey ağaç, eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyor ve benim Allah’ın Resulü olduğumu biliyorsan, Allah’ın izniyle kökünle beraber sökül ve önümde dur.’ dedi. O, onu hak ile göndermişti, ağaç köküyle birlikte sökülecekti. Şiddetli bir gök gürültüsüyle kuşun kanatlarını çırpması gibi kısa bir anda sökülüp geldi ve titreyerek Resulullah’ın önünde durdu. En yüksek dalı Resulullah’ın üzerine, bazı dalları da benim omuzlarıma geldi. Ben Resulullah’ın sağındaydım. Kavim bunu gördüğü zaman kibirlenip böbürlenerek: ‘Ona emret tekrar gelsin, fakat yarısı orada kalsın.’ dediler. O da bunu emretti. O da daha şaşırtıcı bir şekilde daha şiddetli bir sesle yarım olarak geldi; nerdeyse Resulullah’a sarılacaktı. İnkâr ve kibir dolu olarak: ‘Tekrar bu yarısına emret de geldiği gibi öbür yarısına dönsün.’ dediler. Resulullah, o yarıya emretti ve o da döndü. ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, ben sana iman edenlerin ilkiyim ya Resulullah! Sözünü yüceltmek, nübüvvetini tasdik etmek için Allah’ın emriyle bu ağaca yapacağını yaptığını ikrar edenlerin de ilkiyim.’ dedim. Kavmin hepsi birden: ‘Hayır, sihirbaz ve yalancıdır. Sihrinin şaşırtıcılığı bu işi kolaylaştırdı. Bu işinde ancak bunun gibiler sana inanabilir (beni kastediyorlardı).’ dediler.”

    “Gerçekten de ben, o toplumdanım ki Allah yolunda onlar, kınayanın kınayışına aldırış etmezler; yüzleri gerçeklerin yüzleridir; sözleri hayırlı kişilerin sözleri. Geceyi kullukla geçirip mamur ederler; gündüzü hidayetle geçirip uyanlara yol gösterirler. Onlar, Kur’ân ipine yapışmışlardır; Allah’ın buyruklarını, Resulü’nün Sünnet’lerini diriltirler. Ne ululanırlar, ne yüce görürler kendilerini; hıyanette bulunmazlar, bozgunculuk etmezler. Kalpleri cennetlerdedir, bedenleri kullukta.”4

    5) Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

    “Allah’ın Resulü, insanların en cömerdi, göğsü en geniş olanı, en doğru konuşanı, verdiği söze en çok sadık kalanı, en yumuşak davrananı ve en haysiyetli ve şerefli olanıydı. Onu ilk defa gören, heybetine kapılırdı. Sonra onunla kaynaşıp yakından tanıdığında, onu severdi. Ben, ne ondan önce, ne de ondan sonra, onun gibi birisini görmedim.”5

    6) Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

    “Resulullah (s.a.a), yerde yemek yerdi, kul gibi otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi, elbisesini kendisi yamardı, eğersiz binerdi bineğine; biri daha varsa ardına bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı; zevcelerinden birine: ‘Şunu kaldır; zira ona baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum.’ buyurmuştu. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu anmayı hatırından geçirmezdi. Dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki, ne gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne de üstüne oturacağı bir sergisi.”6

    7) Hz. Fatıma (s.a):

    “...Ve şahadet ederim ki, babam Muhammed (s.a.a) onun kulu ve resulüdür. Allah, onu peygamber olarak göndermeden önce beğenmiş, yaratmadan önce seçmiş ve mebus kılmadan önce -hatta mahlûklar gayb âleminde korkunç perdeler altında saklıyken ve yokluk sınırının eşiğinde bulunurken- onu Ahmed (yani beğenilmiş) olarak isimlendirmiştir. Çünkü Allah, işlerin nihayetini ve hadiselerin akışını bilir ve takdir ettiği şeylerin yerlerine vâkıftır. Allah, emrini tamamlamak ve kendi hükmünü geçerli ve kesin kılmak, kesin kıldığı kaderlerini icra etmek için onu peygamber olarak gönderdi.”

    “(Resulullah -s.a.a- mebus olduğunda,) insanlar çeşitli dinlere bölünmüş, her grup kendi ateşinin çevresinde toplanmış bulunuyorlardı; putlara tapıyor, Allah’ı tanımalarına rağmen onu inkâr ediyorlardı. (Böyle bir dönemde) Allah-u Tealâ Muhammed’in (s.a.a) nuruyla onların üzerine çökmüş karanlıkları aydınlığa çevirdi. Kalplerindeki (küfrün) düğümleri(ni) çözdü; gözlerden şaşkınlık perdelerini giderdi. Böylece Peygamber (s.a.a) insanlar arasında hidayet görevini üstlendi ve sonunda onları sapıklıklardan kurtardı ve kör olan gözleri açtı. Sağlam dine onları hidayet eyledi ve doğru yola onları davet etti.”

    “Bunlardan sonra Allah, Peygamber’inin kendi istek ve rağbetiyle onu, bu dünyadan alıp kendisine doğru götürdü. Böylece Hz. Muhammed (s.a.a) bu dünyanın zorluklarından kurtulup yüksek meleklerin eşliğinde Rabbinin rızasıyla kuşatıldı ve yüce mülk sahibi Allah’ın civarına erişti. Allah’ın salâtı, selâmı, rahmet ve bereketleri, peygamberi ve vahyinin emini ve kulları arasından seçtiği ve beğendiği ve razı olduğu babama olsun.”7

    8) İmam Hasan (a.s):

    “Resulullah (s.a.a) sürekli iyiliğe emredip kötülükten sakındırıyordu. Altmış üç yıllık hayatının ardından, üzerine ‘Lâ ilâhe illallah’ yazılı sürekli sağ eline taktığı bir yüzüğün ve bir de kılıcının dışında, ardında (dünya malı olarak) hiçbir şey bırakmadı...”8

    9) İmam Hüseyin (a.s):

    “Muhammed (s.a.a) ve Ali (a.s) bu ümmetin iki babasıdırlar. Ne mutlu onların hakkını tanıyan ve her durumda onlara itaat eden kimseye! Allah böyle bir kimseyi, cennetine yerleştirdiği en iyi kimselerden kılıp onu ikram ve rızasıyla mutlu edecektir.”9

    10) İmam Zeynelabidin (a.s):

    “Allah’ım! O hâlde vahyinin emini, yaratıklarının seçkini, kullarının arasından seçip beğendiğin, rahmet imamı, hayır önderi ve bereket anahtarı olan Muhammed’e salât eyle (derecesini yücelt); nasıl ki o kendini senin işin için adadı, bedenini senin uğruna eziyetlere maruz bıraktı, (insanları) sana doğru çağırırken yakınlarıyla açıkça çelişti, senin rızan uğruna kabilesiyle savaştı, dinini ihya etmek için akrabalarıyla ilişkisini kesti, inkâr ettikleri için yakın olanları uzaklaştırdı, sana icabet ettikleri için uzak olanları yakınlaştırdı, senin yolunda en uzak kimseleri dost edindi ve en yakın kimselere düşman kesildi, elçiliğini iletmek için kendini yordu, (insanları) dinine davet etmekle kendini nice zahmetlere soktu; uğraşı, davetine muhatap olanları öğütlemek oldu; dinini aziz kılmak, güçlendirmek ve sana karşı küfre sapanlara galebe çalmak amacıyla gurbet diyarlarına, doğup büyüdüğü, yakınlarının bulunduğu, taşını, toprağını tanıdığı vatanından uzak yerlere (Medine) göç etti ve nihayet, düşmanlara karşı elde etmek istediği başarıyı, dostların için öngördüğü sonucu tastamam elde etti. Senden medet umarak, güçsüz olduğu hâlde senin yardımınla güç kazanarak düşmanlarının üzerine yürüdü, evlerinin içinde onlarla savaştı, karargâhlarının tam ortasında onlara saldırdı. Derken, müşriklerin istememesine rağmen senin dinin aşikâr oldu, kelimen/sözün yüceldi.”

    “Allah’ım! Senin yolunda çekmiş olduğu zahmetler karşısında onu cennetinin en yüce derecesine yükselt. Öyle ki, derece bakımından kimse onunla eşit olmasın, makam bakımından kimse ona denk olmasın, katında hiçbir mukarrep melek ve hiçbir mürsel peygamber onunla boy ölçüşemesin. Ve onu, tertemiz Ehlibeyt’i ve mümin ümmeti hakkında kendisine vadettiğin güzel (kabul edilen) şefaatin en yüce mertebesiyle tanıştır! Ey vaadi geçerli olan, sözüne vefa eden! Ey kötülükleri kat kat fazlasıyla iyiliklere dönüştüren (yüce Allah)! Hiç kuşkusuz, sen büyük lütuf sahibisin.”10

    11) İmam Muhammed Bâkır (a.s):

    “Cebrail (a.s) üç defa Resulullah’a gelerek, yeryüzü hazinelerinin anahtarlarını ona vermeği teklif etti ve kabul ettiği takdirde, kıyamet günü Allah-u Tealâ’nın kendisi için hazırladığı mükâfatlardan da hiçbir şeyin eksilmeyeceğini garantiledi. Ama bununla birlikte Rabbine (azze ve celle) tevazu etmek için onları kabul etmedi.”11

    12) İmam Cafer Sadık (a.s):

    “Allah-u Tealâ, peygamberlere bağışladığı her şeyi, Hz. Muhammed’e de bağışlamıştır.”12

    13) İmam Cafer Sadık (a.s):

    “Hiç şüphesiz, Allah-u Tebareke ve Tealâ, Muhammed’e (s.a.a) Nuh, İbrahim, Musa ve İsa’nın şeriatlarını vermiştir… Ve onu siyah-beyaz bütün insanlara ve cinlere (peygamber olarak) göndermiştir.”13

    14) İmam Musa Kâzım (a.s):

    “Hz. Muhammed (s.a.a), Allah-u Tealâ’nın mebus kıldığı her peygamberden daha bilgili idi.”14

    15) İmam Ali Rıza (a.s):

    “Onun (Resulullah’ın) mucizelerinden birisi de şudur ki, o öksüz, fakir, çoban ve ücretle çalışan birisi olduğu, bir kitap okumadığı ve herhangi bir öğretmenden eğitim almadığı hâlde, öyle bir Kur’ân getirdi ki onda bütün peygamberlerin öyküleri ve onların haberleri harfiyen anlatılmış, geçmişlerin ve geleceklerin haberlerine yer verilmiştir.”15

    16) İmam Muhammed Taki (a.s):

    “Hamdolsun Allah’a, nimetine ikrar olarak! Allah’tan başka bir ilâh olmadığına şahadet ediyorum, vahdaniyetine ihlâslı olarak. Allah’ın salâtı, yaratıklarının efendisi Muhammed’e (s.a.a) ) ve onun Ehlibeyt’inden olan vasilere olsun…”16

    17) İmam Ali Naki (a.s):

    “Şahadet ederim ki sen O’nun Resulü olan Muhammed b. Abdullah’sın. Şahadet ederim ki sen Rabbinin risaletlerini tebliğ ettin, ümmetine nasihatte bulundun, Allah yolunda hikmet ve güzel öğütle cihat ettin, üzerinde olan (ilâhî) hakkı eda ettin; müminlere karşı şefkatli, kâfirlere şiddetli davrandın; ölüm gelip çatıncaya kadar Allah’a ihlâsla ibadet ettin. Böylece Allah seni yücelerin ulaştığı en şerefli makama ulaştırdı.”17

    18) İmam Hasan Askerî (a.s):

    “Allah’ı ve ölümü çok anın, Kur’ân’ı çok tilâvet edin. Peygamber’e (s.a.a) çok salâvat getirin; çünkü Peygamber’e salâvat getirmenin on sevabı vardır.”18

    19) Hz. Mehdi (a.f):

    “Allah’ım! Elçilerin efendisi, peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin Rabbinin hücceti, misakta seçilen, ...her afetten (kötülükten) mutahhar/tertemiz kılınan, her kusurdan uzaklaştırılan, kurtuluş için ümit edilen, şefaat etmek için umulan, Allah’ın dini kendisine tefviz edilen Muhammed’e salât eyle...”19

    20) Hz. Mehdi (a.f):

    “Allah, Muhammed’i (Allah’ın salâtı ona ve Ehlibeyt’ine olsun) âlemlere rahmet olarak gönderdi ve nimetini onun vücuduyla tamamladı. Onun ile peygamberlerine son verdi ve onu bütün insanlar için gönderdi…”20

    B) RESULULLAH’IN SÖZLERİNDE EHLİBEYT

    1) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Biz nübüvvet ağacının meyvesi ve risalet madeninin Ehlibeyt’iyiz; mahlûkat içerisinde benden başka Ehlibeyt’imden üstün olan birisi yoktur.”21

    2) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; o ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz; Allah’ın Kitabı (Kur’ân) ve Ehlibeyt’im olan itretimi. Hiç şüphesiz, bu ikisi (Kevser) havuz(u) başında bana varıncaya dek, hiçbir zaman birbirinden ayrılmazlar. Bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız?”22

    3) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Hiçbir kimse biz Ehlibeyt’le kıyaslanamaz.”23

    4) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Ey insanlar! Hiç şüphesiz, fazilet, şeref ve üstünlük Allah’ın Resulü’ne ve onun zürriyetine (Ehlibeyt’ine) aittir. Öyleyse batıl (yollar, görüşler, şahıslar) sizi alıp kendisiyle götürmesin.”24

    5) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Benim Ehlibeyt’im, Nuh’un gemisi gibidir; kim ona bindiyse kurtuldu ve kim ondan geri kaldıysa boğuldu. Yine benim Ehlibeyt’im sizin aranızda, Benî İsrail kavminin ‘Hıtta’ kapısı gibidir; kim o kapıdan girdiyse bağışlandı.”25

    6) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Yıldızlar (denizlerde yolunu kaybedenlerin) boğulmaktan amanda kalmalarına (kurtulmalarına) vesiledir; benim Ehlibeyt’im ise, ümmetimin ihtilâftan amanda kalmalarına vesiledir. Bu yüzden Arap’tan bir kabile onlarla muhalefet ederse, ihtilâfa düşer ve Şeytan’ın hizbinde yer alır.”26

    7) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Benim Ehlibeyt’imi kendi aranızda, vücuttaki baş ve baştaki iki göz gibi kabul edin; baş, gözler olmadan yolunu bulamaz.”27

    8) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    Kur’ân ve Ehlibeyt’ine işaret ederek:

    “O ikisinden öne geçmeyin; yoksa helâk olursunuz; onlardan geri kalmayın, yoksa helâk olursunuz; onlara (Ehlibeyt’e) bir şey öğretmeye de kalkışmayın; zira onlar sizden daha bilgilidirler.”28

    9) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Benden sonra hepsi Kureyş’ten olan on iki halife olacaktır.”29

    10) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    Cabir b. Abdullah el-Ensarî’ye hitaben:

    “Ey Cabir, benim vasilerim ve benden sonra Müslümanların imamları; önce Ali’dir, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali b. Hüseyin, sonra ‘Bâkır’ olarak meşhur olacak Muhammed b. Ali. Ey Cabir, sen onu göreceksin, onunla karşılaştığın vakit benim selâmımı kendisine ilet. Sonra Cafer b. Muhammed, sonra Musa b. Cafer, sonra Ali b. Musa, sonra Muhammed b. Ali, sonra Ali b. Muhammed, sonra Hasan b. Ali, sonra da Kaim (Mehdi)’dir ki, onun ismi benim ismim, künyesi benim künyemdir. O, Hasan (Askerî) b. Ali’nin oğludur. Allah onun eliyle yeryüzünün doğusu ve batısını fetheder. O, kendi dostlarına o kadar gizli kalır ki, artık Allah’ın, kalplerini iman ile imtihan ettiği kimselerden başka, kimse onun imametine inanmakta sabit kalmaz.”30

    11) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Biz Ehlibeyt’i sevmeye önem verin. Zira hiç şüphesiz, bizi sevdiği hâlde ölen birisi bizim şefaatimiz ile cennete girecektir. Canım elinde olana (Allah’a) andolsun ki, bizim hakkımızı tanımadan, hiçbir kula, yaptığı amel fayda vermez.”31

    12) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “(Ey Peygamber,) De ki: Ben, onun (risaletin tebliği) karşılığı olarak, sizden yakınlarımı sevmekten başka hiçbir ücret ve mükâfat istemiyorum.”32 ayeti nazil olduğu vakit, Müslümanlar: “Ey Allah’ın Resulü, sevgileri bize vacip olan akrabaların kimdir?” diye sorduklarında buyurdu ki:

    “Ali, Fatıma ve iki çocukları (Hasan ve Hüseyin)dır.”33

    13) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Her şeyin bir temeli vardır; dinin temeli de biz Ehlibeyt’i sevmektir.”34

    14) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Kim Âl-i Muhammed’in (Peygamber’in Ehlibeyti’nin) sevgisi üzere ölürse, şehit olarak ölmüştür. Şunu bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, (günahları) bağışlanmış bir hâlde ölür. Bilin ki, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölen, tövbe etmiş bir şekilde ölmüştür. Şunu bilin ki, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölen, imanı kâmilleşen bir mümin olarak ölmüştür. Bilin ki, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölen kimseyi, (önce) ölüm meleği, sonra da Münker ve Nekir cennet ile müjdeler. Bilin ki, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölen kimse, bir gelinin kocasının evine uğurlandığı gibi cennete doğru uğurlanır. Bilin ki, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölen kimse için kabrinde cennete doğru iki kapı açılır. Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, Allah onun kabrini rahmet meleklerinin ziyaret yeri yapar. Bilin ki, Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölen kimse, Resulullah’ın Sünneti ve hak cemaatinin çizgisinde ölmüştür. Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in buğzu ve düşmanlığı üzere ölürse, kıyamet günü alnına: ‘Allah’ın rahmetinden umudu kesilmiştir!’ diye yazılı olarak haşredilir. Şunu iyice bilin ki, Âl-i Muhammed’in düşmanlığı üzere ölen bir kimse, kâfir olarak ölmüştür. Şunu da bilin ki, Âl-i Muhammed’in buğzu ve düşmanlığı üzere ölen kimse, hiçbir zaman cennet kokusunu almayacaktır.”35

    15) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Kim kurtuluş gemisine binmeyi, güvenilir bir kulptan tutmayı ve sağlam bir ipe sarılmayı istiyorsa, Ali’yi sevsin, onun düşmanıyla düşman olsun ve onun evlâdından olan hidayet imamlarına uysun. Zira onlar benim halifelerim ve vasilerim ve benden sonra Allah’ın yarattıklarına olan hüccetleri, ümmetimin efendileri ve takvalıları cennete rehberlik eden kimselerdir. Onların hizbi, benim hizbim ve benim hizbim, Allah’ın hizbidir. Onların düşmanlarının hizbi ise, Şeytan’ın hizbidir.”36

    16) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Bana sonu kesik salâvat getirmeyin.”

    “Kesik salâvat nedir?” diye sorduklarında buyurdu ki:

    “Allahumme salli alâ Muhammed deyip durmanızdır. Salâvatı şöyle söyleyin: Allahumme salli alâ Muhammed’in ve alâ âl-i Muhammed (Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehlibeyt’ine salât eyle).”37

    17) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Kim bir namaz kılar ve onda (namazında) bana ve Ehlibeyt’ime salâvat getirmezse, o namaz ondan kabul olmaz.”38

    18) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibi olur. Kim Fatıma’yı ziyaret ederse, sanki beni ziyaret etmiş gibi olur. Kim Ali’yi ziyaret ederse, Fatıma’yı ziyaret etmiş gibi olur. Kim Hasan ve Hüseyin’i ziyaret ederse, Ali’yi ziyaret etmiş gibi olur ve kim o ikisinin çocuklarını ziyaret ederse, ikisini de ziyaret etmiş gibi olur.”39

    19) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Biz kurtuluş gemisiyiz; kim bu gemiye binerse, kurtulur ve kim ondan uzaklaşırsa, helâk olur. O hâlde kimin Allah’tan bir dileği, isteği olursa, onu biz Ehlibeyt’e tevessül ederek dilesin.”40

    20) Resul-i Ekrem (s.a.a):

    “Herhangi bir topluluk bir araya gelir de Muhammed ve Ehlibeyt’inin faziletlerini müzakere ederlerse, mutlaka melekler gökten inerek onların sohbetine iştirak ederler. Onlar dağılıp melekler yeniden göğe çıktıklarında, diğer melekler onlara şöyle derler: ‘Biz sizden öyle güzel bir koku alıyoruz ki, ondan daha güzel bir koku koklamış değiliz. (Bunun sebebi nedir?)’ Onlar şöyle cevap verirler: ‘Biz Muhammed ve Ehlibeyt’inin faziletlerini konuşan bir topluluğun yanındaydık. İşte onlar bizi de kendi kokularından kokulandırdılar.’ O melekler: ‘Ne olur bizi de onların yanına götürün.’ derler. Öbür melekler ise: ‘Fakat onlar dağıldılar.’ diye cevap verdiklerinde: ‘Bari bizi onların bulundukları yere götürün.’ derler.”41



    (Sonnot)

    1- Nehc’ül-Belâğa, 71. Hutbe.

    b - el-Kâfi, c.1, s.440.

    3- el-Kâfi, c.8, s.386.

    4- Nehc’ül-Belâğa, 192. Hutbe.

    5- Mekarim’ül-Ahlâk, c.1, s.51

    6- Nehc’ül-Belâğa, 160. Hutbe.

    7- Hz. Fatıma’ın meşhur hutbesinden bir bölüm. bk. A’yan’üş-Şia, (Yeni Baskı), c.1, s.316.

    8- el-Müstedrek, c.3, s.292.

    9- Bihar’ul-Envar, c.23, s.260.

    10- Sahifet’üs-Seccadiyye, 2. Dua.

    11- el-Kâfi, c.8, s.130.

    12- el-Kâfi, c.1, s.225.

    13- el-Mehasin, c.1, s.448.

    14- el-Kâfi, c.1, s.226.

    15- Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c.1, s.167.

    16- Hilyet’ül-Muttakin, s.72.

    17- Kısâr’ul-Cümel,c.2, s. 233.

    18- Tuhef’ul-Ukul, s.1047.

    19- Kısâr’ul-Cümel,c.2, s.33.

    20- Bihar’ul-Envar, c.53, s.194.

    21- İhkak’ul-Hak, c.9, s.378 (İbn’ül-Meğazilî’nin Menakıb kitabından naklen).

    22- “Sekaleyn Hadisi” diye meşhur olan bu hadis, Ehlibeyt kaynaklarının yanı sıra birçok muteber Sünnî kaynakta da nakledilmiştir ki bunlardan birkaçına değinmekle yetiniyoruz:

    Sahih-i Müslim, c.4, s.1874, Hadis: 36–37; Sünen-i Tirmizî, c.5, s.662, Hadis: 2786–2788; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.30–36–54; c.7, s.84; c.8, s.118–138–154; Sünen-i Darimî, c.2, s.889, Hadis: 3198; Müstedrek’üs-Sahihayn, c.3, s.118; et-Tabakat’ül-Kübra, c.2, s.196; el-Mu’cem’ül-Kebir, c.3, s.65-67; es-Savaik’ul-Muhrika (İbn Hacer), s.226…

    İbn Hacer, es-Savaik’ul-Muhrika adlı kitabında bu hadisin, otuza yakın değişik senetle nakledildiğini söylüyor. İlginçtir ki İbn Hacer de diğer birçok âlim gibi, Rafizî diye nitelendirdiği Ehlibeyt takipçilerine hitap ederek şöyle diyor: “Rafizîler boşuna heveslenmesinler(!); gerçek Ehlibeyt dostları bizleriz (Ehlisünnet’i kastediyor); Ehlibeyt’e sarılanlar, onların kurtuluş gemisine binenler, Ali’nin gerçek Şiîleri bizleriz.(!)”

    Ehlibeyt mektebinin büyük âlimlerinden Allâme Şerafüddin, bir kitabında İbn Hacer’in bu sözünün altına şu şerhi düşmüştür: “Keşke İbn Hacer’e bir sorabilseydim!: Sayın İbn Hacer, Ehlibeyt senin hayatının neresindedir? Hangi konuda onları örnek ve önder olarak kabul ettin ki böyle büyük bir iddiada bulunuyorsun? Bakıyorum itikatta imamın Eş’arî’dir, fıkıhta Şafiî, tefsirde Katedelerin, Mücahidlerin... görüşlerini esas alıyorsun, hadiste ve diğer konularda da durum daha farklı değildir. Bu mu Ehlibeyt’e sarılmak? Bu mu Ehlibeyt’in gemisine binmek?...”

    23- el-Firdevs, c.4, s.283; Feraid’üs-Simtayn, c.1, s.45; Zehair’ül-Ukba, s.17; Yenabi’ul-Mevedde, c.2, s.114.

    24- es-Savaik’ul-Muhrika, (İbn Hacer eş-Şafiî), s.174; Yanabi’ul-Mevvedde, (Eski İstanbul baskısı), s.307.

    25- Müstedrek’üs-Sahihayn, (Hâkim Nişaburî), c.3, s.163; Feraid’üs-Simtayn, c.2, s.246; Yenabi’ul-Mevedde, c.1, s.95; Mecma’uz-Zevaid, c.9, s.168; es-Savaik’ul-Muhrika, s.184; Cami’us-Sağir (Suyutî), c.2, s.533, Hadis: 8162; el-Menakıb (İbn’ül-Meğazilî), s.132.

    26- Müstedrek’üs-Sahihayn, (Hâkim Nişaburî), c.3, s.162; es-Savaik’ul-Muhrika, s.150; İhyau’l-Meyyit (Suyutî), Hadis: 35.

    27- Mecma’uz-Zevaid (Heysemî), c.9, s.172; el-Fusul’ül-Mühimme (İbn Sabbağ Malikî), s.8; Raşfet’üs-Sadi, s.91; eş-Şeref’ül-Müebbed, s.31; İs’af-ür Rağibin, s.110.

    28- es-Savaik’ul-Muhrika, s.148; Mecma’uz-Zevaid, c.9, s.163; ed-Dürr’ül-Mensur (Suyutî), c.2, s.60; Kenz’ül-Ummal (Muttaki Hindî), c.1, Hadis: 958; Üsd’ül-Gabe, c.3, s.137; Yenabi’ul-Mevedde, (Eski İstanbul baskısı), s.37–296.

    29- Sahih-i Buharî, c.6, s.101; Sahih-i Müslim, c.2, s.122; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.7, s.410; Müsned-i Ebu Ya’la, c.6, s.473; Sünen-i Tirmizî, c.4, s.501, Hadis: 2223. Bu kaynakların bazısında “Emir” veya “İmam” tabiri de kullanılmıştır.

    30- Yenabi’ul-Mevedde (Süleyman Kunduzî Hanefîî, Bab: 94, s.494; Kifayet’ül-Eser, s.53. el-Menakıb, c.1, s.282.

    31- Mecma’uz-Zevaid (Heysemî), c.9, s.172; İhya’ul-Meyyit (Suyutî), Hadis: 18.

    32- Şûrâ, 23

    33- Müstedrek’üs-Sahihayn, c.3, s.172; Tefsir-i Kebir (Fahreddin Razî); el-Keşşaf Tefsiri (Zemahşerî); Beyzavi Tefsiri; Şevahid’üt-Tenzil Tefsiri (Hâkim Haskanî); hepsi “Meveddet Ayeti’nin (Şûra, 23) tefsiri bölümünde; es-Savaik’ul-Muhrika, s.101; Zehair’ül-Ukba (Taberî Şafiî), 25–138.

    34- Lisan’ül-Mizan c.5, s.380; Kenz’ül-Ummal c.13, s.645 Hadis: 37631; ed-Dürr’ül-Mensur, c.7, s.350

    35- Tefsir’ül-Keşşaf (Zemahşerî), c.4, s.220; Tefsir-i Kebir (Fahreddin Razî), c.7, s.405; Nur’ul-Ebsar, s.104–105; Yenabi’ul-Mevedde, (Eski İstanbul baskısı), s.27–263–369; Feraid’üs-Simtayn, c.2, s.255, Hadis: 524.

    36- Yenabi’ul-Mevedde, s.445; Mevddet’ül-Kurba, 10. Meveddet.

    37- es-Savaik’ul-Muhrika, s.87.

    38- es-Savaik’ul-Muhrika, s.139 (Darekutnî ve Beyhakî’den naklen); Sünen-i Darekutnî, c.1, s.355.

    39- Ehl’ül-Beyt (Tevfik Ebu İlim), s.139.

    40- Erceh’ül-Metalib (Lahor Baskısı), s.461; Feraid’üs-Simtayn, s.5.

    41- Yenabi’ul-Mevedde, c.2, s.271; İhkak’ul-Hak, c.18, s.522.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X