Yüce Allah’ın Adıyla
Fırat’ın her iki tarafından yürüyen insanlar siyah bir şerit gibi göz aldığına uzanıp gidiyordu. Bu sıcak havada ince toz bulutu havaya yükseliyor, güneş ışığında kızıl bir görünüm veriyordu. Fırat kıyısı boyunca kurulu köylerde herkes evini Kerbela’ya yürüyen ziyaretçilere açmıştı. Kışa yabancı olan bu topraklarda Fırat boyunca etrafa dağılan kuru hurma dallarından yakılan ateşlerde demlenen çayların kokusu yorgun ziyaretçilere misk amber kokusunu andırıyordu.
Yol kenarlarına bırakılan büyük megafonlardan çıkan mersiye seslerini yüzlerce metreden duymak mümkündü. Nerdeyse istisnasız bütün evlerin önünde çadırlar kurulmuş, herkes elinde ne varsa uzak şehirlerden Kerbela’ya Erbain’de ulaşmak için yürüyen ziyaretçilere sunma yarışına girmişti.
Her adımda bir dinlenme, yemek yeme, çay içme veya yürümekten şişen ayaklarını yıkayıp pansuman etme fırsatı bütün ziyaretçilere hazırlanmıştı. Yani kelimenin tam anlamıyla bütün ülke Erbain için seferber olmuştu.
6-7 yaşlarında küçük bir kız çocuğu yolun kenarına uzatılan kuru hurma ağacına oturmuş Kerbela ziyaretçilerine hizmet verme telaşında olanları izliyor, bir taraftan da ağlıyordu. Kirpiklerinden süzülen damlalar ziyaretçilerin ayağından çıkan tozların konduğu masum yüzündeki tozları yararak yüzünde bir iz bırakmıştı.
Dağınık uzun saçları, üzerindeki eski elbisenin yırtılmış yakasının bir kısmını örtüyordu. Yalın ayağı ise sıcak Irak çölünde kavrulup küle dönen toprakla bütünleşmiş gibiydi.
On anda bir gurubun geçtiğini gördü. Yüzüne dökülen saçlarını kenara iterek başını kaldırdı. Gurubun önünde giden 60 yaşlarında beyaz sakallı, nurani bir dedeyle göz göze geldiler.
Adam bir anlık durdu. Acaba anne babasını mı bu kalabalıkta kaybetmiş, diye düşündü. Yaklaşarak oturan çocuğun önüne eğildi.
-Niçin ağlıyorsun küçüğüm, yoksa kayıp mı oldun?
-Hayır
-Adın ne?
-Zehra
-Yoksa biri mi dövdü seni?
-Hayır, biri dövmedi.
-Baban nerede?
-Babam şehit oldu, ben yetimim
Bir an ihtiyar adam duraksadı. Beyaz ellerini yetim kızın dağınık başına attı.
-Annen nerede?
-Annem evde, o da çok üzgün. Evimiz yola biraz uzak diye Kerbela’ya yürüyen bu kadar ziyaretçiden hiçbiri evimize gelmiyor. Onlara ikram edebileceğimiz İmam Hüseyin ihsanı da az. Bu yüzden annem üzüntüden ağlıyor. Ben de onun için ağlıyorum.
Beyaz sakallı adam bir anda dona kaldı. Boğazı kasıldı. Bir şey boğazına düğümlendi. Küçük kızı tedirgin etmemek için yutkundu. Çocuğu bir çırpıda kaldırarak bağrına bastı.
-Olur mu canım, bak biz size geliyorduk. Hadi yolu göster de yanlış gitmeyelim.
Küçük kızın gözleri parladı. Eliyle gözyaşlarını sildi.
-O zaman yere bırak hemen gidelim, dedi.
İhtiyar adamın elini tutu. Yanındakiler de ne olduğunu tam anlamamışlardı. Onlar da küçük kızın peşine takılarak ilerlemeye başladılar.
Bu yıl Erbain’de Kerbela’ya yürüyen milyonlarca Hüseyin aşığının oluşturduğu aşk okyanusunda bir damla olabilmek için dokuz arkadaşlıyla Amerika’dan okyanuslar aşarak buraya kadar gelen Hacı Ahmet ve arkadaşları için 300-500 metre pek de uzak sayılmazdı.
Hacı Ahmet sonradan Müslüman olan bir Hıristiyan’dı. Amerika’da yaşıyordu fakat babası İngiliz annesi ise Iraklı bir Müslüman’dı. Arapçayı da annesinden öğrenmişti. Ölmeden önce annesinin ettiği son vasiyeti de yerine getirmek için gelmişti. Erbain’de Kerbela’ya varmak ve annesinin selamını İmam Hüseyin’e ulaştırmak istiyordu.
On dakika hiç konuşmadan yürüdüler. Uzaktan eski bir gecekondu görününce küçük kız ihtiyarın elini bırakarak oraya doğru koşmaya başladı. Bir taraftan da anne anne! İmam Hüseyin ziyaretçileri geldi, diye bağırıyordu.
Eski ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriden siyah çarşaflı bir kadın dışarı çıktı. Bir gurubun eve doğru geldiğini görünce hemencecik evden bir kilimi alarak kapının önündeki küçük hurma ağacının gölgesine serdi.
-Hoş geldiniz, Yüce Allah sizleri İmam Hüseyin’in şefaatiyle mükâfatlandırsın. Ziyaretiniz kabul olsun. Evimize şeref verdiniz.
Hacı Ahmet ve arkadaşları kadına selam vererek kilimin üzerine oturdular.
Anne ve kızı büyük bir telaş sarmıştı. Zehra adeta annesiyle yarışıyordu. Annesi suyu, küçük kız bardakları, annesi çayı, küçük kız hurmaları getiriyordu. Bir taraftan da “Kusura bakmayın, sizlere layık değil soframız ama….” diye özür diliyordu.
Hacı Ahmet ve arkadaşları çaylarını içerken kadın yeni yaptığı sıcak birkaç ekmek getirerek hurmaların yanına bıraktı. Küçük kız da gelerek ziyaretçilerin önünde oturdu. Uzatılan ekmekten bir parça aldı ama elinde öylece tuttu. Sadece onları seyrediyor, tebessümler dağıtıyordu.
Yarım saatlik bir istirahattan sonra hacı Ahmet yanındakilere “Hadi yolcu yolunda gerek” diyerek ayağa kalktı. Zehra ve annesine küçük bir yardım fena olmaz, diye düşündü. Küçük kızı yanına çağırarak Cebinden çıkardığı beş yüz doları uzattı.
-Al bunu küçüğüm, kendine bir şeyler alırsın
Zehra minicik elini geri çekti. Gazaplanmış bir aslan gibi ihtiyarın gözlerine baktı
-AMCA! BİZ PARA KARŞILIĞI İMAM HÜSEYİN ZİYARETÇİLERİNE HİZMET ETMİYORUZ.
İhtiyar, eli havada bir anda dondu kaldı. Küçük kız onun şaşkın bakışları arasında bir yetişkin nidasıyla ekledi:
-Siz bugün bize en güzel hediyeleri verdiniz, bizim de selamımızı İmam Hüseyin’e iletin.
(Her adımı ilim, irfan, ibret ve mucizelerle dolu olan Kerbela yürüyüşünden…)
Rahmi Onurşan Rahmani/Rasthaber
Fırat’ın her iki tarafından yürüyen insanlar siyah bir şerit gibi göz aldığına uzanıp gidiyordu. Bu sıcak havada ince toz bulutu havaya yükseliyor, güneş ışığında kızıl bir görünüm veriyordu. Fırat kıyısı boyunca kurulu köylerde herkes evini Kerbela’ya yürüyen ziyaretçilere açmıştı. Kışa yabancı olan bu topraklarda Fırat boyunca etrafa dağılan kuru hurma dallarından yakılan ateşlerde demlenen çayların kokusu yorgun ziyaretçilere misk amber kokusunu andırıyordu.
Yol kenarlarına bırakılan büyük megafonlardan çıkan mersiye seslerini yüzlerce metreden duymak mümkündü. Nerdeyse istisnasız bütün evlerin önünde çadırlar kurulmuş, herkes elinde ne varsa uzak şehirlerden Kerbela’ya Erbain’de ulaşmak için yürüyen ziyaretçilere sunma yarışına girmişti.
Her adımda bir dinlenme, yemek yeme, çay içme veya yürümekten şişen ayaklarını yıkayıp pansuman etme fırsatı bütün ziyaretçilere hazırlanmıştı. Yani kelimenin tam anlamıyla bütün ülke Erbain için seferber olmuştu.
6-7 yaşlarında küçük bir kız çocuğu yolun kenarına uzatılan kuru hurma ağacına oturmuş Kerbela ziyaretçilerine hizmet verme telaşında olanları izliyor, bir taraftan da ağlıyordu. Kirpiklerinden süzülen damlalar ziyaretçilerin ayağından çıkan tozların konduğu masum yüzündeki tozları yararak yüzünde bir iz bırakmıştı.
Dağınık uzun saçları, üzerindeki eski elbisenin yırtılmış yakasının bir kısmını örtüyordu. Yalın ayağı ise sıcak Irak çölünde kavrulup küle dönen toprakla bütünleşmiş gibiydi.
On anda bir gurubun geçtiğini gördü. Yüzüne dökülen saçlarını kenara iterek başını kaldırdı. Gurubun önünde giden 60 yaşlarında beyaz sakallı, nurani bir dedeyle göz göze geldiler.
Adam bir anlık durdu. Acaba anne babasını mı bu kalabalıkta kaybetmiş, diye düşündü. Yaklaşarak oturan çocuğun önüne eğildi.
-Niçin ağlıyorsun küçüğüm, yoksa kayıp mı oldun?
-Hayır
-Adın ne?
-Zehra
-Yoksa biri mi dövdü seni?
-Hayır, biri dövmedi.
-Baban nerede?
-Babam şehit oldu, ben yetimim
Bir an ihtiyar adam duraksadı. Beyaz ellerini yetim kızın dağınık başına attı.
-Annen nerede?
-Annem evde, o da çok üzgün. Evimiz yola biraz uzak diye Kerbela’ya yürüyen bu kadar ziyaretçiden hiçbiri evimize gelmiyor. Onlara ikram edebileceğimiz İmam Hüseyin ihsanı da az. Bu yüzden annem üzüntüden ağlıyor. Ben de onun için ağlıyorum.
Beyaz sakallı adam bir anda dona kaldı. Boğazı kasıldı. Bir şey boğazına düğümlendi. Küçük kızı tedirgin etmemek için yutkundu. Çocuğu bir çırpıda kaldırarak bağrına bastı.
-Olur mu canım, bak biz size geliyorduk. Hadi yolu göster de yanlış gitmeyelim.
Küçük kızın gözleri parladı. Eliyle gözyaşlarını sildi.
-O zaman yere bırak hemen gidelim, dedi.
İhtiyar adamın elini tutu. Yanındakiler de ne olduğunu tam anlamamışlardı. Onlar da küçük kızın peşine takılarak ilerlemeye başladılar.
Bu yıl Erbain’de Kerbela’ya yürüyen milyonlarca Hüseyin aşığının oluşturduğu aşk okyanusunda bir damla olabilmek için dokuz arkadaşlıyla Amerika’dan okyanuslar aşarak buraya kadar gelen Hacı Ahmet ve arkadaşları için 300-500 metre pek de uzak sayılmazdı.
Hacı Ahmet sonradan Müslüman olan bir Hıristiyan’dı. Amerika’da yaşıyordu fakat babası İngiliz annesi ise Iraklı bir Müslüman’dı. Arapçayı da annesinden öğrenmişti. Ölmeden önce annesinin ettiği son vasiyeti de yerine getirmek için gelmişti. Erbain’de Kerbela’ya varmak ve annesinin selamını İmam Hüseyin’e ulaştırmak istiyordu.
On dakika hiç konuşmadan yürüdüler. Uzaktan eski bir gecekondu görününce küçük kız ihtiyarın elini bırakarak oraya doğru koşmaya başladı. Bir taraftan da anne anne! İmam Hüseyin ziyaretçileri geldi, diye bağırıyordu.
Eski ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriden siyah çarşaflı bir kadın dışarı çıktı. Bir gurubun eve doğru geldiğini görünce hemencecik evden bir kilimi alarak kapının önündeki küçük hurma ağacının gölgesine serdi.
-Hoş geldiniz, Yüce Allah sizleri İmam Hüseyin’in şefaatiyle mükâfatlandırsın. Ziyaretiniz kabul olsun. Evimize şeref verdiniz.
Hacı Ahmet ve arkadaşları kadına selam vererek kilimin üzerine oturdular.
Anne ve kızı büyük bir telaş sarmıştı. Zehra adeta annesiyle yarışıyordu. Annesi suyu, küçük kız bardakları, annesi çayı, küçük kız hurmaları getiriyordu. Bir taraftan da “Kusura bakmayın, sizlere layık değil soframız ama….” diye özür diliyordu.
Hacı Ahmet ve arkadaşları çaylarını içerken kadın yeni yaptığı sıcak birkaç ekmek getirerek hurmaların yanına bıraktı. Küçük kız da gelerek ziyaretçilerin önünde oturdu. Uzatılan ekmekten bir parça aldı ama elinde öylece tuttu. Sadece onları seyrediyor, tebessümler dağıtıyordu.
Yarım saatlik bir istirahattan sonra hacı Ahmet yanındakilere “Hadi yolcu yolunda gerek” diyerek ayağa kalktı. Zehra ve annesine küçük bir yardım fena olmaz, diye düşündü. Küçük kızı yanına çağırarak Cebinden çıkardığı beş yüz doları uzattı.
-Al bunu küçüğüm, kendine bir şeyler alırsın
Zehra minicik elini geri çekti. Gazaplanmış bir aslan gibi ihtiyarın gözlerine baktı
-AMCA! BİZ PARA KARŞILIĞI İMAM HÜSEYİN ZİYARETÇİLERİNE HİZMET ETMİYORUZ.
İhtiyar, eli havada bir anda dondu kaldı. Küçük kız onun şaşkın bakışları arasında bir yetişkin nidasıyla ekledi:
-Siz bugün bize en güzel hediyeleri verdiniz, bizim de selamımızı İmam Hüseyin’e iletin.
(Her adımı ilim, irfan, ibret ve mucizelerle dolu olan Kerbela yürüyüşünden…)
Rahmi Onurşan Rahmani/Rasthaber