Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Peygamberlik harmanını ateşe vermek (3) / Abdullah Nasri

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Peygamberlik harmanını ateşe vermek (3) / Abdullah Nasri

    Vahiy ve Kur’an’ın hatasızlığı

    Vahyin hatalı olabileceğine inanan modern vahiy yorumunun tersine geleneksel görüş, vahyi hatadan korunmuş bilir ve vahyin masumiyeti için aşağıdaki üç aşamayı öngörür:
    1. Vahiy telakkisinde masumiyet

    Peygamber, vahyi alırken asla hata etmez. Çünkü Peygamber vahyi Allah’tan alır. Vahyin kaynağı Allah olduğuna göre Peygamberin vehim, hayal ve şahsının vahyin muhtevasına ve suretine müdahalesi ve tasarrufu için hiçbir yol yok demektir.

    Peygamber vahyi Allah’tan almakla kalmamış, aynı zamanda onun kaynağından da iyice haberdardır. Vahiy, kaynağı somut olmayan ilhamlar gibi değildir. Yani sahibi ilhamların nereden kendisine indiğini bilmemesi gibi değildir.

    Ayetler açıkça beyan etmektedir ki, Peygamber ledün makamına ve ilahi yakınlığa ulaşmış ve vahyi o makamda Allah’tan almıştır. (Şüphesiz ki bu Kur'ân, sana hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından indirilmektedir./ Neml 6)

    Vahiy, hazır bulunulan ve şahit olunan bir bilgidir. Bu bilgi ledün makamında hazır bulunmakla elde edildiğine göre onda hata olamaz. Rabbine yakın makama ulaşmış olan Peygamberin (Sonra yaklaştı ve sarktı. Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, yahut daha az kaldı. / Necm 8-9) vahyin kaynağını bilmemesi veya ona inen vahiyde hata bulunması nasıl mümkün olabilir? Kur’an-ı Kerim bu ayette Peygamberin yüksek makamından veya ariflerin tabiriyle, ilahi külli velayetten bahsetmekle birlikte, onu vahyin alıcısı ilan etmektedir. Kur’an’ın ifadesi, Peygamberin vahyin faili değil, onu alan olduğu yönündedir. Kur’an, vahyin faili ile onu kabul eden arasındaki mesafe aşikar olsun diye nüzul makamında vahdet ve ittihad kelimelerini kullanmaz.

    2. Vahyin ezberlenmesinde masumiyet

    Bu mertebede Peygamber Allah’tan aldığını doğru bir şekilde hıfzeder ve vahye hiçbir unutkanlık yol bulamaz. (Bundan böyle sana Kur'ân'ı okutacağız da unutmayacaksın. / A’la 6)

    3. Vahyi tebliğde masumiyet

    Peygamber vahyi tebliğ etme makamında da hatadan korunmuştur. Çünkü onun risaletinin asli görevlerinden biri ayetleri okumaktır. O, ayetleri halka okumaya memurdur.

    “Bana müslümanlardan olmam ve Kur'ân'ı okumam emredildi.” (Neml 91-92)

    Ayetlerde geçtiği gibi, Allah, vahyi tam olarak alması ve halka tebliğ etmesi için Peygamberi meleklerin koruması altına almıştır:

    “Onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar. Bilsin diye ki, onlar Rablerinin elçiliklerini yerine getirmişlerdir. Allah onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.” (Cin 27-28)

    Geleneksel görüşe göre vahye sızacak en küçük bir hata bile peygamberlerin mesajına halel getirir. Bir başka ifadeyle, ilahi hidayete gölge düşürür ve peygamber göndermenin maksadı için bir çelişki oluşturur. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, hem vahyin masuniyetinden, he de Kur’an’ın korunmuşluğundan bahseder.

    “Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9)

    İlahi risaletin önemi ve bir dinî metnin aslının korunmuş olmasının anlamı (üstelik de ebedi ve nihai mucize olan bir metin) o kadar büyüktür ki Allah onu korumayı bizzat üstlenmiştir.

    Kur’an-ı Kerim’de en küçük bir hataya yer yoktur:

    “Hamd, o Allah'a mahsustur ki kulu (Muhammed'e) kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. Onu dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi)” (Kehf 1-2)
    “Pürüzsüz Arapça bir Kur'ân (indirdik ki, Allah'ın azabından) korunsunlar.” (Zümer 28)

    Kur’an, bu ilahi kitapta, hata bir yana şakaya bile yer olmadığını apaçık ortaya koymaktadır:

    “Kuşkusuz Kur'ân, ayırıcı bir sözdür. O asla bir şaka değildir.” (Tarık 13-14)

    Kendisi “furkan” olan, yani hak ve batılı birbirinden ayıran bir kitapta nasıl olur da hata bulunabilir?

    “Tebareke" ne yüce feyyazdır o ki, dünyaları uyarmak üzere kulu Muhammed'e, hakkı batıldan ayırdeden Kur'ân'ı indirdi.” (Furkan 1)

    Bir nur ve hidayet olan (Onu apaçık bir nur olarak indirdik / Nisa 174), herkese müjde getiren ve onları uyaran (İnsanlar için müjde ve uyarıcıdır / Tevbe 23), tüm insanları karanlıktan aydınlığa çıkaran (İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak için indirilmiş bir kitaptır / İbrahim 1) ve aynı zamanda da son mucize olan bir kitap, nasıl olur da hatalı ve yanlış şeyler içerebilir?

    Kur’an’ın bilimsel ve tarihsel konularda ifade ettiği şeylerin tamamı, Suruş’un görüşünün aksine, kesinlikle doğrudur. Kur’an kıssalarında ve tarihsel olaylara ilişkin anlatımlarda hiçbir hata görülemez. Kur’an, Habil-Kabil olayını anlatırken bu olayın hak ve doğru olduğunu belirtir. Peygambere hadisenin aslını anlatma talimatı verir:

    “Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku.” (Maide 27)

    Peygamber tarihsel ve ilmi meselelerde asla kendi bilgilerine dayanmamış ve kendi döneminin malumatını kullanmamıştır. Ayetlerin hak oluşu ve doğruluğu daima vurgulanmaktadır:

    “Biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik, O, bütün hakikatleri içinde toplayarak indi.” (İsra 105)
    “Bunlar Allah'ın, sana gerçek olarak okuyageldiğimiz, âyetleridir.” (Al-i İmran 108)

    Vahiy, irfani ilhamlar ve tecrübeler seviyesine indirilince risalet konusu da basit bir görev olarak telakki edileceğine göre; bu durumda Peygamberin Allah katındaki makamı ve onun Allah’la ilişkisi konusunda doğru bir tasvir ortaya çıkmayacağından; hal böyle olunca Kur’an da Peygamberin kendi zamanının insanlarının düzeyindeki bilgiden oluşmuş sayılacağına göre vahiy ve Kur’an’ın hatasızlığından nasıl sözedebileceğiz?

    Hangi temellendirme

    Suruş’un görüşü epistemolojik bakımdan önemli bir sorunla karşı karşıyadır. Çünkü temel soru şudur ki Suruş’un kendi iddiasını ispatlamak için öne sürdüğü deliller nelerdir? Kendisi başta geleneksel görüşü eleştirirken onun yerine yeni bir teori mi koymak istiyor?
    Suruş, geleneksel görüşün zaaf ve müşkül noktalarının hangileri olduğunu düşünüyor? Bu konuda eleştirisi yoksa kendi görüşünü ispatlamak için gösterdiği dayanaklar nelerdir? Geleneksel görüşte kelamcılar ve filozoloflar vahyin kutsal olduğu, Peygamberin ona müdahalesinin bulunmadığı ve Kur’an-ı Kerim’in hatasızlığıyla ilgili dayanak ve delillerini göstermişlerdir.

    Onlar, ilahi hikmete dayanarak ve insanlığın kurtuluşu için Allah tarafından hidayet gelmesinin lüzumuna istinaden, ilahi mesajın hatasız bir surette insanlara ulaşması gerektiğini ispat ederler. Böylelikle peygamberlerin gönderilmesindeki asıl maksatta tenakuz ortaya çıkmayacaktır. Peki vahyi nefislere ait bir şey kabul eden yeni görüş, hangi delil ve dayanakları gösteriyor?

    Suruş vahyi sürekli olarak dinî veya irfanî tecrübe seviyesine indiriyor. “Nebevi Tecrübenin Açılımı” isimli kitabında birkaç iddia ortaya atıyor:

    1. Vahiy, bir dinî tecrübedir.
    2. Vahiy, Peygamber’in şahsına tabidir.
    3. Vahiy veya nebevi tecrübe genişlemeye müsaittir.
    4. Din, Peygamberin ruhsal ve sosyal tecrübesidir. (s. 19)

    Suruş’un görüşüne yöneltilecek en önemli soru şudur: Dinî tecrübe ile kasdedilen nedir? Kendisinin bu konuda bir tarifi var mıdır? Acaba dinî tecrübe ile irfanî tecrübe arasında bir farklılık var mıdır?

    Suruş, dinî tecrübeyi tarif etmek yerine onun göstergelerine işaret ediyor. Mesela melekleri görmek, gayp alemini müşahede etmek veya uykuda mesaj almak (Hz. İbrahim’in yaşadığı tecrübe olarak) gibi. Suruş, salih rüyaları dinî tecrübe mertebelerinin en aşağısı, “irfanî keşif, buluş ve zevkler”i ise onun en yüksek mertebesi kabul ediyor. (s. 7)

    Peygamberin dinî tecrübesinin özelliği konusunda da, sadece şunu vurgular: “O, çok özel mecralardan, başkalarının ulaşamayacağı çok özel algılar elde eder.” (s. 3)

    Suruş’un nebevi tecrübe hakkındaki bu tahlili, onun irfani tecrübelerden farkını göstermemektedir. Hele de Suruş’un, ariflerin de peygamberler gibi dinî tecrübelere ulaşabilecekleri vurgusuna bakılırsa.

    Suruş, peygamberlerin tecrübesinin başkalarının dinî tecrübesinden en önemli farklılığının, peygamberlerin bu tecrübe ile karşılaştığında memuriyet hissetmesi olduğunu söylüyor.
    “Peygamberlerin, diğer tecrübe erbabından farklılığı şudur ki, onlar, şahsi tecrübelerinin alanında ve sınırlarında kalmaz, bu tecrübeyle kendilerinden geçmez ve ömürlerini deruni zevk ve buluşların içinde geçirmezler. Aksine, bu tecrübenin meydana gelmesi ve hulûlü neticesinde yeni bir memuriyet hisseder, yepyeni bir insan olur ve bu yeni insan da yeni bir dünya ve yeni bir insan inşa etmeye koyulur.” (s. 4)

    Memuriyet hissi, nebevî tecrübenin diğer tecrübelerden ayrılması için yeterli değildir. Zira bir arif de bir dizi irfani tecrübenin meydana gelmesiyle birlikte, kendi gücü oranında, insanları hidayete ulaştırmak için bunu vazife addedebilir.

    Aslında Suruş, vahyin veya nebevi tecrübenin mahiyetini irfani tecrübelerle aynı seviyede görmektedir. Oysa irfani ilhamlar ve tecrübelerde hata ihtimali vardır. Ama vahiyde hiç hata yoktur.

    İrfani tecrübelerin menşei en çok arifin nefsi olabilir. Ama vahyin menşei Allah’tır. İrfani tecrübelerin tezahürleri ve dışa vurumları hem sınırlıdır, hem de arifin müktesebatıyla uyumludur.

    Ama vahyin getirdikleri geniş bir alana yayılmaktadır. İslam Peygamberi’nin (sav) önümüze serdikleri, hangi arifin aktardıklarıyla karşılaştırılabilir? Eğer vahyin mahiyeti irfani tecrübe ile birse neden peygamberler iddialarını ispat için mucizeye başvururlar? İnsanların hidayeti için bu kadar ısrar etmelerine ne lüzum vardır?

    Fakat arifler, insanların hidayete ulaşmasını ne kadar çok isteseler de mucize göstermenin ardına düşmezler. Bu nasıl bir memuriyettir ki, bütün bu çabaları ortaya koymuştur. O kadar ki, peygamberler, haklılıklarını ispatlamak için savaşa bile girebildiler ve asla yenilgiye uğramadılar. Acaba bu, vahyin mahiyetinin irfani tecrübelerden çok farklı olmasından dolayı değil midir?

    Dr. Abdullah Nasri (Allame Tabatabai Üniversitesi), www.alef.ir
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X