Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Dinî Konularda Taklit mi, Tahkik mi?

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Dinî Konularda Taklit mi, Tahkik mi?

    Hürriyet VAROL

    Son zamanlarda aydın diye geçinen ve İslâm dünyasındaki ulema nüfuzundan oldukça rahatsız olan bir kesim, taklit ve körü körüne mukallitçiliğe karşı koyma adına, İslâm'ın ve aklın süzgecinden geçmiş "Müçtehidi Taklit" / "Bilirkişiye Müracaat" ilkesini inkâr etmekte, bunu Müslüman toplumlar açısından bir aşağılık kompleksi olarak görmekte ve şöyle bir sav ortaya atarak akılları çelmektedirler:

    İddia: Dinî konularda herkesin tahkik edip meselelerin hepsini Kur'ân ve diğer İslâmî kaynaklara başvurarak elde etmesi gerekir. Bu iddialarının ispatı için de üç delil ileri sürerek şöyle diyorlar:

    1) Kur'ân her türlü taklidi reddetmekte ve yer yer buna karşı koymakta ve bunu eleştirmektedir.

    2) Taklit, bir şeyi delilsiz ve kanıtsız kabullenmek demektir. Bu ise, akıl ve mantık açısından kabul edilebilir bir durum değildir.

    3) Taklit, Müslümanların saflarında bölünmeye sebep olmaktadır. Çünkü farklı fetvalara sahip yüzlerce âlim ve müçtehit bulunmaktadır.

    Cevap: Bu düşünceye sahip kesime cevaplarını verirken, gerçek anlamda ve samimî olarak konuyla ilgili aydınlanmak isteyenleri göz ardı etmemek gerektiğine inanıyoruz. Binaen aleyh, konuya şöyle bir giriş yapmamız yararlı olacaktır.

    Aslında sorunun özü, "Taklid"in iki apayrı anlamda telaffuz edildiğini ya bilememekten ya da görememekten kaynaklanmaktadır. "Taklid"in o iki anlamı şudur:

    Birincisi: Güncel ve halk arasında telaffuz edilen anlamı.

    İkincisi: Bilimsel ve ilmî metinlerde yer alan, fıkıh ve usul kitaplarında kullanılan anlamı.

    "Taklid"e yönelik gündeme getirilen tenkitlerin tümü, yukarıda zikredilen birinci anlamı esas almaktadır ve "taklid"in ikinci anlamıyla hiçbir bağlantısı yoktur.

    Günümüzde toplum literatüründe taklit, körü körüne birilerinin takipçiliğini yapmak, uygun olmayan işlerinde onlara benzeşmek demektir. Böyle bir kullanıma sahip taklit, tabiî ki hem akıl, hem de İslâm dini açısından yasaklanmış, bilmeyenlerin bilgisizlere uyması men edilmiştir. İşte böyle bir taklit, Kur'ân ayetleriyle de kınanmaktadır. Allah'ın dışındaki put ve tanrılara tapan kimseler şöyle demekteydiler: "Bu tanrılara tapmak (putperestlik), atalarımızın gittiği yoldur. Bizler onların evlâtları olarak onları taklit edip peşlerinden gitmeyi bırakmayız."

    Kur'ân-ı Kerim onların bu gidişatını hatırlatırken sözlerini şöyle nakletmektedir: "Hayır (ne bilgileri var, ne de kitapları). Sadece; 'Biz babalarımızı bir din üzere bulduk, biz de onların izlerinde gidiyoruz.' dediler."

    Görüldüğü gibi Peygamber zamanı müşriklerin putlara tapmasının ardında, birçok toplumun ahlâkî çöküntüsünü peşinde getiren akılsızca bir taklit yatmaktadır.

    Tekrar şu noktaya dikkat çekmeliyiz ki: Taklitle ilgili kavram kargaşası yaratıp cahilâne bir şekilde tenkit eden kimseler, aslında hem İslâm'a göre, hem de akla göre nehyedilmiş "taklid"i, diğer anlamdaki "taklit" ile karıştırmaktadırlar. Çünkü bilimsel anlamda İslâm fıkhında söz konusu olan taklidin anlamı, "İhtisas alanlarında mütehassıs olmayanların mütehassıslara müracaatı" demektir.

    Bilimsel konuların tamamında geçerli olan ihtisas çalışmaları fıkıh ve usul gibi İslâmî ilimlerde de geçerlidir. Bu ilimlerde ihtisas sahibi olabilmek için âlim ve mütefekkir insanların uzun yıllarını vererek araştırma ve incelemede bulunmaları gerekmektedir ki bu konularda toplumun ihtiyaçlarını giderebilsinler. İşte İslâm'da "Müçtehidi Taklit" kavramının bu anlamda değerlendirilmesi gerekir. Bunun dinî kaynaklarda diğer bir ifade şekli de, "Âlim olmayanın âlim birisine müracaatı" şeklinde bilinmektedir.

    Teknoloji, tarım, tıp vs. konularda insanların yaşamında vazgeçilmez bir temeldir ihtisas sahibi birine müracaatta bulunma. Bu eğer bir gün insanların hayatından alınırsa, yani hiçbir insan doktora gitmez, hiçbir insan mühendise ve mimara müracaat etmez, hiçbir insan hukukçularla danışmaz ve hiçbir insan gerektiği alanda teknik ve bilirkişiye müracaat etmezse, sosyal yaşamın çöküşü kesinleşir ve her alanda hercümerç ve kargaşa hâkimiyeti gözlenir.

    Dinî konular ve İslâmî ilimler de, bu kural çerçevesinde değerlendirilmelidir. Elbette temel inanç konularında, yani Allah'ın varlığı ve birliği, peygamberleri tanıma ve ölüm sonrası hayat ile ilgili konularda herkes kendi çapında araştırma yapmalı, tahkik etmelidir. Ama davranışlar, ibadetler ve muamelelerle ilgili ferdî ve toplumsal konularda, kısas, diyat ve hudut gibi cezaî kanunlarda, evlenme, boşanma ve aile hukuku gibi medenî kanunlarda, zekât ve humus gibi malî konularda, marufu emir, münkerden nehiy ve cihat gibi sosyal meselelerde, normal insanların ihtisas yapıp bunlarla ilgili hükümleri dinî kaynaklar (Kur'ân, hadis, akıl ve icma)dan çıkarsama gücüne sahip olmadıklarından, müçtehide müracaat etmelidirler.

    Yukarıda beyan ettiğimiz hususa dikkat edilirse, bir şey daha anlaşılacaktır. O da, konunun aynı zamanda delilsiz olmayışıdır. Çünkü bilmeyenin bilene sorması, mütehassıs birisine müracaat etmesinden daha mantıklı ne olabilir ki?

    Bu açıdan bakıldığında, müçtehidi taklit etmenin men edilmesi, hasta birinin doktora gitmesini engellemek gibi bir şey olur. Bir hastaya; "Doktora müracaat etmek yerine, kendi teşhisine, kendi aklına uy ve canın hangi ilâcı çekiyorsa, onu kullan." denilebilir mi? Bunların bir hastaya denilmesini kabullenmeyen bir akıl sahibi, "Dinî konuların uzmanları olan müçtehitleri taklit etmek yerine, kendi kafana göre amel et." diyebilir mi? Kısacası, tıptan anlamayan hastaları doktora gitmekten sakındırmak ne kadar tehlikeli bir durum ise, dinî konu ve ilimlerde de uzaman ve ihtisas sahibi olmayanları müçtehit ve mütehassıslara uymaktan sakındırmak bir o kadar sakıncalı ve tehlikelidir.

    Taklidi sakıncalı görenlerin son delillerine gelince, hemen şu hususu belirtmeliyiz ki: Müçtehitlerin fetvalarının farklı olmasından dolayı insanların ihtilâfa düşemeyeceği gibi, tam aksine kişilerin görüş ve amel ayrılığı asgarî düzeye inecektir.

    İçtihat ve mercilik tarihine bakıldığında, her asırda taklit şartlarına haiz, taklit merciliği makamına ulaşan müçtehitlerin sayısı, parmakların sayısını geçmemektedir. Oysa herkesin kendi bildiğine amel etmesi gerektiği tezini savunanlara göre, ortaya korkunç bir manzara çıkacaktır: Kişilerin sayısınca görüş ayrılığı ve amel farklılığı!

    Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: İslâm fıkhında müçtehit olan taklit mercilerinin farklı görüşe sahip oldukları önemli meseleler, üç beş maddeyi geçmemektedir. Hatta bu müçtehitleri taklit eden Müslümanlar, cami ve mescitlerde aynı cemaatte namaz kılar, birbirlerine taklit ettikleri müçtehidi sormadan aynı safta yan yana durup ibadet ederler. Bu da gösteriyor ki içtihat ve taklit meselesi, Müslümanların bölünmesine değil, birleşmesine, ilerlemesine neden olmaktadır. Aksini savunursanız, İslâm toplumunda meydana gelecek ihtilâf, gruplaşma, dağınıklık, çok başlılık ve benzeri sorunlar başını alıp gider. Günümüz dünyasında bu müesseseden yoksun Müslüman toplumların, içerisine düştükleri durum da söylediklerimizin açık kanıtıdır!!
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X